Книга Entelektüelin kutsal kitabı - читать онлайн бесплатно, автор David S. Kidder. Cтраница 6
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Entelektüelin kutsal kitabı
Entelektüelin kutsal kitabı
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Entelektüelin kutsal kitabı

EK BİLGİ:

1. Avrupa’daki en büyük barok katedrali olan Londra’daki St. Paul Katedrali’nin koro çocukları, koro şefleri tarafından sıklıkla başka gruplardan kaçırılır ve yarışmalar için şarkı söylemeye zorlanırlardı.

Metafizik

Metafizik, gerçekliğin –ne var ve neye benziyor – en genel araştırma konusudur.

İlk soru – ne var? – metafiziğin bir alt alanı olan ontoloji (varlık felsefesi) ile keşfedilir. Ontoloji şunu sorar: Her şey madde olarak mı vardır veya ruhlar gibi maddi olmayan şeyler var mıdır? Sayılar ve kümeler gibi soyut matematik nesneleri var mıdır? Ontoloji aynı zamanda şunları da sorar: Herhangi bir şey için var olmak ne anlama gelir? Varlık, kızıl olmak gibi, bazı şeylerin sahip olduğu ve diğerlerinin sahip olmadığı bir özellik midir? Varlık, her şeyin toplamı mıdır, yani öyle ki var olmayan hiçbir şey olamaz mı? Eğer varlık kızıllık gibi bir özellikse, ne tip bir özelliktir? Atların var olduğunu ama tek boynuzlu atların var olmadığını söylediğimde, tek boynuzlu atları inkar ederek atlar hakkında ne söylüyorum?

Metafizik aynı zamanda şeylerin nitelikleri ve ilişkileri hakkında ikinci tip bir soru da sorar. Örneğin, sayılar varsa, bunlar zaman ve uzayda varlar mı? Rastlantısal olarak mı var olurlar; yani var olmayı başaramadılar mı veya var olmayı bıraktılar mı?

Birçok filozof, şeylerin iki çok genel türü – özleri ve nitelikleri – olduğuna inanan metafiziğin bir ilkesini paylaşır. Özler sıradan anlamda nesneler, nitelikleri ise özlerin olma şekilleridir. Örneğin, bir gömlek bir özdür, gömleğin rengi ise onun bir niteliğidir. Pek çok metafizik soru, öz ve nitelik mefhumundan kaynaklanır.

Filozofların uzunca zamandır sordukları bir soru, niteliklerin bireysel mi yoksa genel mi olduğudur. Niteliklerin genel olduğunu söylemek, kırmızı olan herhangi iki şey için, diyelim bir gömlek ve bir gül için, her iki şey tarafından örneklenen kırmızılık denen tek bir niteliğin var olduğu anlamına gelir. Örnekleme, bir öz ve bir nitelik arasındaki ilişkiyi tarif eden felsefi bir ifadedir. Niteliklerin bireysel olduğunu söylemek, iki farklı niteliğin – gömleğim tarafından örneklenen kırmızılık ve gül tarafından örneklenen kırmızılık – olduğu anlamına gelir. Ve bu nitelikler mükemmelen birbirine benzer.

EK BİLGİLER:

1. Metafizik, adını Aristoteles’in yazdıklarını ilk düzenleyenlerden alır. Bu temalar, Aristoteles’in “Fizik” adlı eserinden sonra gelen kitabında incelenmektedir. Kitabın kendine özgü bir başlığı olmadığından, Aristoteles’in metinlerini düzenleyenler bu kitaba –Yunanca “fizikten sonra” anlamına gelen – Metafizik adını verirler.

2. Bizim şimdi “metafizik” dediğimize Aristoteles sadece “ilk felsefe” dedi.

Yusuf

İncil’de anlatıldığı gibi Yusuf, Yakup’un gözde eşi Raşel’den olan ilk, toplamda da on birinci oğluydu. Yahudi inancında Yusuf, Tanrı’ya olan güveniyle ve Musevi olmayanlar arasında bir Musevi olarak yaşama için gereken sırrı peklik becerisiyle geniş çapta kabul görür.

Yaratılış kitabı, Yusuf’un Yakup’un en gözde oğlu olduğunu – Yakup’un ona çok renkli bir palto hediye etmesiyle gösterilen bir gerçek – ve Yusuf’un rüyaları yorumlayabilme gibi esrarengiz becerilerinin sadece kardeş kıskançlıklarını tırmandırdığını açıklar. Ününe değer olarak Yusuf bir defasında rüyasında babasının, annesinin ve büyük kardeşlerinin kendi önünde hizmetkârları olarak diz çöktüklerini gördüğünü iletmişti. Yusuf’un rüyasını duyunca öfkelenen kardeşleri onu öldürmek için bir senaryo kurdular. Yusuf sadece on yedisindeydi. En büyük kardeş Ruben’in araya girmesiyle vazgeçtiler. Onun yerine Yusuf’u bir hendeğe attılar.

Yusuf, sonunda bulundu ve bir köle olarak firavunun koruması Potiphar’ın Mısırlı kaptanına satıldı. Potiphar’ın eşi onu baştan çıkarmaya çalışana kadar hizmette kusur işlemedi. Kadının tekliflerini reddettiğinde ise tecavüzle suçlandı ve Potiphar tarafından hapse attırıldı.

Yusuf sonra, rüyasını yorumlayan firavunun hapse düşmüş bir hizmetkârı ile tanışacağı bir hapse yollandı. Hizmetkâr daha sonra serbest bırakıldı ve firavun kendisini rahatsız eden bir rüya görünce Yusuf’un tavsiyesini almak istedi. Yusuf rüyayı Mısır’ın yedi yıl boyunca hasadındaki bolluğun yedi senelik aşırı kıtlığın takip edeceği şeklinde yorumladı. Firavun, Yusuf’a güvendi ve yedi yıl yetecek kadar fazladan yiyecek depoladı. Yusuf’un kehaneti gerçekleştiğinde, iyi niyetli firavun ona eşi benzeri görülmemiş imkanlar verdi.

Öngörülen kıtlık tüm bölgeye yayıldığında, Yusuf’un kardeşleri yiyecek aramaya Mısır’a geldiler. Yusuf onları kendisine karşı işledikleri günahtan ötürü cezalandırmak için kılık değiştirdi ve diğerlerini eve yollayarak kardeşi Bünyamin’i bir köle olarak yanında tuttu. Diğer kardeşi Yahuda, Bünyamin’in yerine köle olmak için yalvardı. Yusuf, bunu kardeşlerinin değiştiğine dair bir işaret olarak yordu.

Ailesinin Mısır’a gelmesine izin verdi. Orada, o ve on bir kardeşi İsrail’in on iki kabilesini kurdular.

EK BİLGİLER:

1. Firavunun Yusuf’u ilk anda kabul etmesinin nedenlerinden birinin, firavunun İbranilerle birtakım bağları olan bir etnik grup olan bir “Hyksos” olabileceği söylenmektedir.

2. Yusuf’un hikâyesi, Andrew Lloyd Webber ve Tim Rica tarafından 1982’de Broadway’de sahneye konan Joseph and the Amazing Technicolor Dreamcoat müzikaline uyarlandı.

İslam’ın Yayılışı

Hz. Muhammed’in Mekke’de kurduğu din, peygamberin MS 632’de ölmesinin ardından Orta Doğu’nun tamamına hayret verici bir hızla yayıldı. Müslüman ordular Arap Yarımadası’nı, İran’ı, Suriye’yi, Ermenistan’ı, Mısır’ı, Kuzey Afrika’yı ve Afganistan’ı fethettiler. MS 711’de, peygamberin ölümünün ardından henüz bir yüzyıldan daha az bir zaman geçmişken takipçileri, günümüz İspanyası’nı fethederek İslam’ı Avrupa’ya getirdiler.

Üç kıtaya yayılan İslam imparatorluğu veya halifeliği, kırılgan birliği sürdürmek için mücadele verdi. Başkent, uzak Mekke’den yeryüzündeki en eski şehir olan Şam’a taşındı ve halifeler yönetimlerini sağlamlaştırmak için göz alıcı camiler inşa ettiler.

Fakat sekizinci yüzyılın ortasında halifelik parçalanmaya başladı. Rakip halifeliklerin en büyüğü olan Abbasiler başkentlerini Bağdat’a taşırken, İber Yarımadası da kendi halifeliğini kurmuştu. Yine de ortaçağ boyunca Müslüman dünyasının yıldızı parladı. Bilim insanları, şairler ve matematikçiler Bağdat’ı romansın ve öğrenmenin masalsı şehrine dönüştürdü.

Hâlen karanlık çağın ortalarında bulunan Hıristiyan Avrupa’ya, İslam’ın başarısı korkutucu geliyordu. Müslüman ordular, nihayetinde 732’de Franklar’ın lideri Charles Martel tarafından geri püskürtülmelerinin öncesinde Fransa’ya ulaştılar. Bazı tarihçiler bu savaşı, İslam’ın Avrupa’ya daha da yayılmasını engellemesi açısından, tarihte bir dönüm noktası olarak görürler. Daha sonra Papa, Avrupa ordularını Müslümanlar’a karşı kutsal bir savaş vermeye çağırarak Orta Doğu’ya sevketti.

Ancak, halifeliğin yıkımı, doğudan geldi. Bağdat 1258’de istilacı bir Moğol ordusu tarafından ele geçirildi. Moğollar, şehrin muhteşem kütüphanelerini yaktılar ve yaklaşık bir milyon kişiyi de katlettiler. Cengiz Han’ın torunlarından biri olan Moğol kumandanı, son halifeyi bir halının içine sarıp atlarının arkasında sürükleyerek öldürdü.

EK BİLGİLER:

1. Avrupa’nın karanlık çağı sırasında İslam bilginleri Avrupalı meslektaşlarından bilimsel olarak çok daha ilerdeydiler. “Cebir” (algebra) ve “kimya” (chemistry) gibi fen ve matematikle ilgili pek çok bilimsel kelime, İngilizce’ye Arapça’dan geçmiştir.

2. Sekizinci yüzyılda Orta Asya’daki bir savaş sırasında halifenin ordusu, bir savaş esirinden Çinliler’in kağıt yapma sırrını öğrendi.

3. Halifelikten kalan en ünlü kitaplardan biri, on sekizinci yüzyılda tercüme edildiğinden bu yana Batı’da muazzam bir popülerlik yakalayan “Binbir Gece Masalları” adlı masal ve fabl derlemesidir.

Madde-22

Joseph Heller’ın Madde-22’si (Catch-22), İngilizce’ye günlük konuşma dilinde şimdi yaygın olan bir biçim verdiği gibi, en güzel savaş romanlarından ve kara komedilerinden birini de verdi. 1961’de ilk kez basıldığında bu sıra dışı eser türlü eleştirilerle karşılaştı. Bazıları onu çok parlak, bazıları ise şok edici ve saldırgan buldu. Her durumda Madde-22, absürdün ve gerçeküstücülüğün Amerikan edebiyatına tanıtıldığı, dönüm noktası haline gelen muhalif bir romandı.

Madde-22’nin başkahramanı, II. Dünya Savaşı sırasında küçük bir İtalyan adası olan Pianosa’ya giden bir ABD Hava Kuvvetleri bombacısıdır. Hava filosu, havacılara bazı belirli görevleri tamamladıktan sonra evlerine gidebilecekleri sözünü veren –ama görevlerin sayısının artmaya devam etmesiyle kimsenin oradan ayrılamamasına sebep olan– komik derecede beceriksiz generaller tarafından idare edilir. Savaşın bürokratik saçmalıkları, Hava Kuvvetleri’nin romana adını veren basit ama sinsi yönetmeliğinde cisimleşir. Yirmi ikinci maddede, bir askerin ancak delice davrandığı takdirde savaş görevinden muaf tutulabileceği, ama kişi bu muafiyet için talepte bulunursa, bu durumun, uçacak kadar aklı başında oluşunu açıkça göstereceği belirtilir.

Roman, uygunsuz durumların ve acayipliklerin unutulmaz karakterleri ile doldurulmuştur. Hava filosu kumandanı Binbaşı Binbaşı Binbaşı Binbaşı (ismi böyle konmuştu çünkü babası komik olabileceğini düşünmüştü), kariyerinin ilk gününden itibaren, bir bilgisayar arızası sayesinde binbaşılığa giden tüm yolları atlayarak terfi ettirilmiştir. İşi karıştıran memur Milo Minderbinder, acımasız bir karaborsacıdır ve kâr uğruna kendi hava filosunu bombalaması için Almanlar’la bir sözleşme imzalamak da dahil, her şeyi yapar. Ve doktor Doc Daneeka, hatalı bir evrakta “öldürüldükten” sonra, aslında halen yaşadığına – en kötüsü hayat sigortası poliçesinden dolayı aylık ödemelerine minnettar olan kendi eşi de dahil – başkalarını ikna edemez.

Madde-22’nin öykülemeciliği, zaman için herhangi bir uyarı yapmaksızın sözün gelişine göre birkaç ipucu vererek, savaşın kargaşasını taklit ederek ve okuyucuyu tamamen başıboş bir halde bırakarak bir ileri bir geri atlar. Bu arada, hava filosunun eğlence evi soytarılıkları romanı kahkahadan kırıp geçirecek derecede komik yapar, ta ki bir şeylerin kötüleşmeye başladığı ana kadar. Kara mizah ustası Heller, olay örgüsünün detaylarını, başlangıçta çok gülünç görünen şeylerin, tüm gerçek bilindiği zaman aslında öldürücü derecede ciddi olduğu açıklığa kavuşana dek aşamalı olarak ve düşünmeden yapılmış gibi gözler önüne serer.

Heller, Madde-22’nin aslında özellikle II. Dünya Savaşı ile ilgili olmadığını, genel olarak modern dünyadaki bürokrasi ve otoritenin saçmalığı hakkında olduğunu söylemiştir. Bu mesaj, 1960’ların anti-kurumsal, karşı-kültür hareketleri arasında romanı bir kült haline getirmiştir.

EK BİLGİLER:

1. Madde-22’ye, başlangıçta Madde-18 adı verilmişti, ama Leon Uris’in romanı Mila 18’in 1961’de ondan hemen önce çıkarılmasından sonra Heller, romanının ismini son dakikada değiştirmeye karar vermiştir.

2. Heller, II. Dünya Savaşı sırasında İtalya ve Kuzey Afrika’daki Amerikan seferlerinde bombalama göreviyle bir düzine uçuş gerçekleştirmiştir.

Paris’in Notre Dame Katedrali

Notre Dame Gotik Katedrali, Paris’in ortasındaki Sen Nehri üzerinde bulunan Ile de la Cite adlı adacığın doğu kısmında konumlanmıştır.



Katedral, 528’de bir Hıristiyan kilisesinin yerini aldığı, Jüpiter’e adanan antik bir Roma tapınağı alanına inşa edilmiştir. Yakın zamanda (1144) restore edilmiş Saint Denis Abbey Kilisesi’nin azametinden ilham alan Piskopos Maurice de Sully, Paris’in eski kilisesini yıkmaya ve yerine daha büyüğünü inşa ettirmeye karar verdi. Yeni katedralin inşaatı 1163’te başladı ve on dördüncü yüzyılın başlarına kadar devam etti.

Çoğu Gotik katedralde olduğu gibi, Notre Dame’ın dış cephesi de üç katlıdır. Bunların üzerinde, yaratık şeklinde heykelciklerle –şeytani ruhları kiliseden uzakta tuttuğuna inanılan çirkin ve ürkütücü canavarların heykelleri– bezeli bir kemerle bağlanan iki kule yükselir. Kemerin altında, yüzlerce boyalı cam parçasının bir araya getirilmesiyle yapılan ve çapı dokuz metreden fazla olan gül şeklinde bir pencere vardır.

Daha aşağısında, başlangıçta Yahuda ve İsrail’in yirmi dokuz kralının heykellerini içeren Kral Kemeri vardı. Fransız Devrimi sırasında, figürlerin Fransız krallarının portreleri olduğunu sanan kızgın yağmacılar tarafından hepsinin başı koparıldı. Heykeller, 1845’te ünlü Fransız mimar Viollet-le-Duc tarafından yapılan yenileriyle değiştirildi.

Dış cephede, kiliseye üç ana giriş bulunur. Merkezî ve en geniş giriş kapısı, kıyamet günü gelecek olan İsa’ya adanmıştır. Solundaki kapı Meryem’in, sağındaki ise Meryem’in annesi Azize Anne’nin giriş kapısıdır.

Katedralin zengin bir geçmişi vardır. Burası, 1185’te Caesarealı (Kayseri) Heraklius’un Üçüncü Haçlı Seferi’ni ilan ettiği yerdi. 1431’de, VI. Henry’nin ve 1804’te de Napoleon Bonaparte’ın taç giyme törenine sahne oldu. Kilise, Fransız Devrimi sırasında ilk olarak “Akıl Tapınağı”, sonrasında da “Yüce Varlık Tapınağı” (Temple of the Supreme Being) adını aldı. 1970’te Charles de Gaulle’ün cenaze töreni için kullanıldı.

EK BİLGİLER:

1. Victor Hugo Notre Dame’ın Kamburu’nu (1831) yapının yıkılma tehlikesi altında olduğu sıralarda, Notre Dame’ın tarihine dair halkın bilincini ve hassasiyetini arttırmak için yazdı.

2. Fransız otoyollarında ölçülen tüm mesafeler için başlangıç noktası olarak işaretlenen sıfır kilometresi, katedralin önündeki meydanda konumlanmıştır.

Plasebo Etkisi

Plasebo etkisi, hiçbir tıbbî değeri olmayan bir tedavinin faydalı tesiridir. Kendisine tuzlu su enjekte edilen veya bir şeker hapı verilen hasta biri, çoğunlukla kendisini daha iyi hisseder. Bu sonuç, migren, sırt ağrısı ve depresyon gibi öznel olarak değerlendirilen bozukluklar için özellikle geçerlidir. Plasebo etkisi, ilaçla tedaviye yüklediğimiz iyileştirici değerin önemli bir kısmına tekabül eder.

Acının ilaçla tedavisinde plasebo etkisi, kısmen beyin kimyası ile açıklandı. Beyin acıyı yaşadığı zaman, endorfin –acıyı hafifletmek için doğal morfin gibi davranan kimyasallar– salgılar. Beyin görüntüleme çalışmaları, ilaç olduğu düşünülerek plasebo alındığında, endorfin salgılanmasının tetiklendiğini göstermiştir. Nörolojik olarak bakıldığında, kişi gerçekten de ilaç almış gibidir.

Bir de, daha az anlaşılmış, ama eşit derecede güçlü nosebo etkisi vardır. İnsanlara bir ilacın olumsuz yan etkilerini deneyimleyecekleri söylendiğinde bu, herhangi tıbbî bir neden olmamasına rağmen sıklıkla gerçekleşir. Bu etkiyi gözlemlemek üzere yapılan bir deneyde, insanlara birer şeker hapı verilir ve kusmaya sebep olacağı söylenir. Deney, grubun % 80’inin kusmasıyla sonuçlanır. Diğer bir deney de, kalp krizinden öleceklerine inanan kadınların, tamamen aynı tıbbî profile sahip ama risk altında olmadıklarını düşünen kadınlara kıyasla kalp krizinden ölme risklerinin dört kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Hasta olduğunuzu düşünmek, sizi hasta eder.

Tıbbî tedavinin bazı alanlarında, plasebo etkisinin gittikçe daha büyük yer tuttuğu görünmektedir. Antidepresan deneylerinde, plasebolara verilen tepki oranı her on yılda % 7 artmaktadır. 1980’de plasebo verilen depresif insanların % 30’u, herhangi başka bir tedavi olmaksızın iyileşti. 2000 yılında bu oran % 44 oldu. Bu değişiklik, yaygınlaşan ilaç reklamlarına ve yükselen beklentilere bağlanabilir. İnsanların geneli psikiyatrik ilaçlara yirmi yıl öncesinde olduğundan daha fazla inanmaktadır, bu da plaseboları daha etkili kılmaktadır.

EK BİLGİLER:

1. Hapların renkleri de bazı hastalar üzerinde etkili olabilir. İtalyanlar’ın bir deneyinde, mavi plasebolar kadınlar için mükemmel uyku hapı etkisi yaptı, ama erkekler için sonuç aksi yöndeydi.

2. Acı veren enjeksiyonlar, daha az acıtanlara oranla daha fazla iyileştirici değere sahip olabilir.

Form

Klasik müzikte kullanıldığında form terimi, bir parçanın bestesine kılavuzluk eden yapıları, çok sayıda eserde ortak olan birtakım özellikleri ifade eder. Bestelerin hareketlere ve tematik bölümlere nasıl ayrıldığını belirleyen birçok önemli form vardır. Bunlar, her parça için bir taslak olarak iş görür.

İKİLİ FORM (A-B): Parçanın ilk kısmı (A) tonikten, yani parçanın tonal merkezinden başlar ve sonra modülasyonla dominant tona geçer. İkinci kısım (B) ise dominant tondan başlar ve yeni bir modülasyonla toniğe geri döner. Yani eğer parça La majörde yazılmışsa, A kısmı La majörden başlar, sonra Mi tonalitesine geçer. B kısmı Mi tonalitesinden başlar ve sonra La majöre geri döner. Eğer parça La minörde yazılmışsa, A kısmı o La minörden başlar ve Do majöre geçer ve B kısmı bu süreci tersine döndürür.

ÜÇLÜ FORM (A-B-A): A kısmı tonik, B kısmı dominant tondadır ve sonrasında ilk kısım tekrarlanarak parça nerede başladıysa orada, yani tonikte sonlandırılır.

BİRLEŞİK İKİLİ FORM: Aynı zamanda “sonat formu” da denir. Üçlü bir yapısı vardır. “Serim” denen ilk kısım, ana gamı kurar; ana temayı ve ekleri, sıklıkla birbiriyle zıtlaşan temaları sunar ve ana gamdan uzaklaşarak gerilim yaratır. “Gelişme” denen ikinci kısımda besteci, sıklıkla yaygın şekilde geçişler yaparak kombinasyonların ve biçimlerin çeşidi içinde tematik malzemeyi sunar. “Sonuç” denen üçüncü kısımsa başlangıç temalarını geri getirir ve başladığı aynı gamda parçayı bitirir.

RONDO FORMU: Üçlü formda bir değişkendir ve her bir harfin bir tematik kısmı temsil ettiği, A-B-A-C-A-D-A formunu alır. B-C-D parçalarının her biri, bir epizot (dilim) olarak adlandırılır ve başlangıç A temasının armonik ve melodik tamamlayıcıları olarak hareket eder.

TEMA VE ÇEŞİTLİLİK: Besteci, bir melodiyi sunar ve sonra o melodiyi süslemeyle, harmonide değişikliklerle, yapıda değişikliklerle, majörden minöre değişikliklerle ve diğer tekniklerle çeşitlendirir. Bu form, A-A’-A’’-A’’’ ve devamı harflerle temsil edilebilir.

EK BİLGİLER:

1. Sonat formunun belirtileri ilk kez Johann Sebastian Bach’ın (1685-1750) geç dönem barok parçalarında görüldü, ama formun kabulü, barok dönem ile klasik dönem arasında geçişi belirten en büyük biçimsel değişimlerden biridir. Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791), sonat formunun ustalarından biriydi.

2. Hem Bach (Goldberg Çeşitlemeleri) hem de Mozart (“Parla, Parla, Küçük Yıldız” Çeşitlemeleri) tema ve çeşitlemeyle ilgiliydiler.

Madde/Form Kuramı

Aristoteles’in madde ve form kuramı, felsefesinin en önemli ve en etkili yönlerinden biridir. Fakat incelikli bir öğreti olduğundan, genellikle iyi anlaşılmaz. Özü itibariyle bu kuram, modern bilimin ilerlemelerinden çok önce, doğal dünyayı açıklamaya yönelik bir girişimdi.

Aristo (MÖ 384-322), dünyanın ‘öz’lerle, yani bitki ve hayvanlar gibi somut bireysel şeylerle doldurulduğunu gördü. Özleri, kurduğumuz cümlelerin özneleri olabilecek türde şeyler gibi düşünebiliriz. Örneğin, Sokrates bir özdür çünkü “Sokrates solgundur.” diyebiliriz. Aristoteles, solgun olma niteliği gibi özlerin belli niteliklerini “ilinek” (araz) olarak adlandırdı. İlinekler, özler hakkında söylediğimiz şeylerdir; genelde cümle içinde sıfat olarak görev yaparlar.

Bu farklılığı kavramanın diğer yolu, Aristo’nun ilineksel değişiklik ve özsel değişiklik arasında yaptığı ayrımdan geçer. İlineksel değişikliğin bir örneği, Sokrates’in soluk olmaktan, güneşte biraz zaman geçirdikten sonra bronz rengine dönüşmesidir. Sokrates, yani öz, devam eder ve değişen sadece Sokrates’in ilinekleridir; solukluğu ve teni. Özsel değişme verilebilecek örnek ise Sokrates’in ölümüdür. Bu durumda, saf bir öz olan Sokrates varlığın dışına çıkar.

Bu özsel değişim fikri, Aristo’nun madde/form kuramına götürür. Sokrates ölse bile, cesedi var olmaya devam eder. Bir şeyler sürüp gider. Aristo, maddeyi ‘özsel değişim yoluyla sürüp giden’ olarak tanımlar. Ancak, bir zamanlar çeşitli girift biyolojik süreçler muhteva eden Sokrates’in maddesi, o süreçleri durdurmuştur. Şimdi ölüdür, maddesi geride kalır ama maddenin formu değişmiştir. Form, Sokrates’in pek çok parçasının birbiriyle nasıl etkileşeceğini belirleyen organizasyonun ve faaliyetin ilkesi olarak tanımlanır.

Aristo, bireysel özlerin madde ve formun birleşimleri olduğu sonucuna vardı. Doğa felsefesi üzerine olan eserlerinde, doğal olayların geniş çeşitliliğini açıklamak için madde/form kuramını kullandı.

EK BİLGİLER:

1. Aristo’nun madde ve form kuramı, hilomorfizm olarak adlandırılır.

2. Aristo’nun hilomorfizminin, onu metafiziğinin dayanaklarından biri yapan St. Thomas Aquinas yoluyla Batı Hıristiyanlığı üzerinde muazzam bir etkisi olmuştur.

3. Rene Descartes (1596-1650), on yedinci yüzyıl fiziğinde Aristocu özsel formların kullanımını sert bir şekilde eleştirdi.

Musa

Musa, genelde Yahudi tarihinde en önemli kutsal kitap şahsiyetlerinden biri olarak bilinir. Musa’nın hikâyesinin ana kısmı, Çıkış (Exodus) kitabında anlatılır.

İbrahim’in torunları olan İbranîler, bir kıtlık sırasında İsrail’i terk ederek Yakup’un oğullarından biri olan ve firavundan iltifat gören Yusuf’un yaşadığı yer olan Mısır’a yerleştiler. Zaman geçtikçe ve firavunun Yusuf ile olan dostluğu unutuldukça, İbranîler Mısırlılar’ın kölesi haline geldiler.



Musa, İbranî kölelerin çocuklarının öldürülmesini emreden acımasız bir firavun olan II. Ramses’in hükümdarlığı sırasında Mısır’da, İmran ve Yoşaved’in oğlu olarak doğdu. Yoşaved ilk başlarda Musa’yı saklamayı başarabildiyse de, bunu yapmak sonraları çok zorlaştı. Musa üç aylık olunca, annesi onu bir sepetin içine koydu ve merhametli birinin bulmasını umarak Nil Nehri’ne bıraktı. Musa’yı bir süre sonra firavunun kızı buldu ve ona kendi oğlu gibi baktı.

Musa büyüdü ve sonunda gerçek kökenlerini öğrendi. Bundan kısa bir süre sonra, bir Mısırlı’nın bir İsrailli’yi dövdüğüne şahit olduğunda, tepkisi Mısırlı’yı öldürmek oldu. Böylesi utanç verici bir suçu işlemiş olarak Musa, Mısır’dan kaçmaya ve kırk yıl Sina Yarımadası’nda yaşamaya zorlandı. Bir gün Musa, ateşler içinde olmasına rağmen yanmayan bir çalılık gördü. Yakından bakmak için çalılığa yaklaşınca, Tanrı ona Mısır’a geri dönmesini ve İsrailliler’i Mısır’dan dışarı çıkarmasını emretti.

Musa bunun üzerine Mısır’a döndü ve İbranîler’i serbest bırakması için firavunu ikna etmeye çalıştı. Firavun onu reddetti, bu da Tanrı’nın Mısırlılar’a on felaket göndermesine neden oldu. Onuncu felaket –tüm Mısırlı ailelerin ilk doğan oğlunun ölümü– kırılma noktası oldu ve firavun İsrailoğulları’nı serbest bıraktı. Ancak gitmelerine izin verdikten sonra, onları takip etti. İsrailoğulları Kızıl Deniz’in kıyısına geldiğinde, arkadan firavunun ordusu yetişti ve onları kıstırdı. Tanrı, İsrailoğulları’nı kurtarmak için Kızıl Deniz’i ortadan ikiye ayırarak bir yo açtı. Onların geçmesinin ardından hemen geri kapayarak Mısırlılar’ı suda boğdu. Denizi geçtikten sonra Musa İbranîler’i, zirvesine tek başına çıkıp Tanrı’dan doğrudan On Emir’i alacağı Sina Dağı’na giden çöl yolundan götürdü.

Gerçekten var olup olmadığı tarihsel açıdan tartışmalıysa da, lider ve kanun koyucu olarak Musa, Yahudi tarihinin en başta gelen sembolüdür.

EK BİLGİLER:

1. Bazı kuramlar, Musa’nın aslında İbranî olmadığını, daha ziyade kaçak ve fedakâr bir Mısırlı rahip olduğunu iddia ederler.

2. Yahudiler’in boynuzları olduğu nevinden Yahudi aleyhtârı klişeler, büyük ihtimalle Musa’nın Sina Dağı’ndan indikten sonraki hâline dair bir tasvirin yanlış bir çevirisinden kaynaklanmaktadır. Tanrı’ya bu kadar yakın olmak, iddialara göre, Musa’nın fizikî görüntüsünü değiştirmişti. Ama söylenen, “yüzünden ışıkların fışkırdığı”dır, bazılarının hatalı şekilde inandığı gibi “kafasından boynuzların fışkırdığı” değil.

Şarlman

Roma İmparatorluğu’nun 476 yılında çökmesiyle Avrupa, daha sonraları tarihçilerin Karanlık Çağ olarak adlandırdığı bir savaş ve anarşi dönemine girdi. Rakip kavimler, imparatorluğun geride bıraktığı kalıntıları için sürekli olarak savaşıyordu. Sanat ve bilimlerdeki ilerlemeler durdu. Roma tarafından sağlanan birliğin yokluğunda, kıtayı bir arada tutan çok az şey vardı.

Bugünkü Almanya’da kurulmuş bir krallığın lideri olan Şarlman (742-814), bir zamanlar Batı Roma İmparatorluğu’na ait olan toprakların çoğunu yeniden bir araya toplayabilen ilk kişi olarak, sekizinci yüzyılda büyük bir Avrupa imparatorluğu yarattı. 800 yılının Noel gününde Papa ona, tekrar dirilen Hıristiyanlık’ın lideri ve ilk Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giydirdi.