İmparator olunca Diocletian yeniden düzeni sağlamaya çalıştı. Antik Roma askeri disiplinini canlandırmayı denedi. Özel mülkiyete ve geleneksel pagan tanrılara tapılmasına saygı gösterdi. Senatonun gücünü kısıtladı. Devlet hizmetlerinde reform yaptı. Vergi hukukunu gözden geçirdi. Mısır, Ermenistan ve Suriye’deki düşmanlarının üzerine yürüdü.
Romalı Hıristiyanlar Neron’un (37-68) döneminden beri dönem dönem baskılara uğruyorlardı. Diocletian’ın iktidarının ilk yirmi yılı nispeten hoşgörülü sayılabilirdi. Tarihçiler 303 yılında imparatorun aniden tavır değiştirmesinin nedenini anlamakta zorlanmaktadırlar. Bu tarihte Hıristiyanlara dönük ilk baskı emrini vermiştir. Muhtemelen Hıristiyanların imparatorluğun birliği için bir tehdit oluşturduklarını düşünmüştür.
Olaylar kiliselerin ateşe verilmesi ile başlamış ve daha önce eşi görülmemiş bir işkence ve katliam dalgası ortalığı kasıp kavurmuştur. Pagan tanrılarına adak vermeyi reddeden Hıristiyanlar canlı canlı haşlanmış, çarmıha gerilmiş ya da arenada aslanların önüne atılmışlardır. Pek çokları ise madenlerde çalıştırılmak için uzak bölgelere gönderilmiştir.
305 yılında Diocletian gönüllü olarak tahttan vazgeçen ilk Roma imparatoru oldu. Emekli olup Adriyatik’teki sarayına çekildi. Burada sebze yetiştirmeye başladı ve sağlık sorunları ile uğraştı. Diocletian 316 yılında öldü. Ölümünden üç yıl önce, varislerinden biri olan Constantine (272-337) Hıristiyanlık yasağını kaldırmış ve Hıristiyanlar üzerindeki baskılara son vermişti.
Ek Bilgiler1- Diocletian ve Maximian’ın (250-310), Persler’e karşı kazandıkları zaferi kutlamak için yaptıkları zafer alayı (20 Kasım 303) Roma tarihinin son zafer kutlamasıdır.
2- Diocletian imparator olduğu süre içerisinde zamanının büyük bölümünü Roma dışında geçirmiştir. Daha ziyade Nicomedia (günümüzde İzmit, Türkiye) ve Antioch (günümüzde Antakya, Türkiye) bölgelerinde bulunmuştur. Emeklilik yıllarını geçirdiği Salonae’deki (günümüzde Split, Hırvatistan) saray hâlâ ayakta durmaktadır.
3- Baskılar sırasında Romalı Hıristiyanlar şehir duvarlarının dışındaki bağlantılı mağaralar olan yeraltı mezarlıklarında saklanmışlardır. Bunların büyük bölümü günümüzde halka açık bir biçimde sergilenmektedir.
Ovid
8 yılında Batı edebiyatının en büyük gizemlerinden birine kaynaklık eden bir olay yaşandı. Romalı şair Ovid (MÖ 43-MS 17) durup dururken şehri terk etmeye zorlandı. Karadeniz’de sürgüne gönderilen Ovid, kendisine neden bu cezanın verildiğini asla açıklamadı. Sadece cinayetten daha kötü bir suç işlediğini belirtti.
Sürgün edilmesinden önce Ovid, Antik Roma’nın önde gelen şairlerinden biriydi. Aşk, baştan çıkarma ve evlilikle ilgili yazdığı Latince şiirleri ile tanınıyordu. Ortada ciddi tarihi delillerin bulunmaması pek çok kişiye Ovid’in müstehçen eseri Ars Amatoria (Aşk Sanatı) yüzünden sürgüne gönderildiğini düşündürmüştür. MÖ 1 yılında yayınlanan kitabın imparatoru öfkelendirmiş olabileceği ileri sürülmektedir.
Asıl adı Publius Ovidius Naso olan Ovid, Roma’da eğitim aldı. Genç bir delikanlıyken imparatorluğun farklı bölgelerine seyahat etti. Babası onun bir avukat olmasını istiyordu. Bu isteğini yerine getirmeyerek babasına başkaldırdı. MÖ 19 yılında ilk aşk şiirleri derlemesi olan Amores’i yayınladı. Çok başarılı olan ve günümüzde hakkında birçok araştırma bulunan bu kitap, daha sonra İmparator Augustus’un (MÖ 63-MS 14) emriyle Roma kütüphanelerinden çıkarılacaktı. Otuz yaşına geldiği sırada üç kez evlenmiş ve iki kez boşanmıştı.
Sürgüne gönderilmesinden hemen önce Ovid, başyapıtı olarak kabul edilen çalışması Metamorphoses’ı yeni tamamlamıştı. On beş ciltten oluşan şiir, Yunan ve Roma mitolojisinden esinlenmiş hikayelerden oluşuyordu. Hepsi de görünümde ve şekillerde meydana gelen değişimi konu alıyorlardı. Bu şiir daha sonra Geofrey Chaucer (1343-1400) ve William Shakespeare’in (1564-1616) de aralarında bulunduğu pek çok başka yazara ilham verecekti.
Ovid ömrünün son on yılını Tomis’te geçirdi. Burası günümüzde Romanya sınırları içerisinde yer alan uzak bir sınır bölgesiydi. Ovid’in arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen ne Augustus ne de onun varisi Tiberius (MÖ 42-MS 37) şairin Roma’ya dönmesine izin verdi. Sürgündeyken 60 yaşında öldü.
Ek Bilgiler1- Shakespeare pek çok oyununda Ovid’e referans vermektedir. Belki de en çok Tempest’da (1611)… Tempest’daki bir bölüm doğrudan doğruya Metamorphoses’ın bir pasajından uyarlanmıştır.
2- Ovid’in sürgün edildiği Tomis şehri Romanya’daki Constanta şehrinin yakınlarında bulunmaktadır.
3- Augustus Ovid’i sürgün ettiği yıl rastgele cinsel ilişkileri ile bilinen torunu Julia’yı da sürgüne göndermiştir. Kimi tarihçiler Ovid’in kızın durumunun farkında olduğunu ve imparatoru bu konuda uyarmadığı için sürgün edildiğini söylemektedirler.
Simon Bar Kokhba
Simon Bar Kokhba 132 yılında Roma İmparatorluğu’na isyan eden bir Yahudi kumandandır. Romalılar Judaea’yı yeniden fethedene kadar üç yıl hüküm sürmüştür. 1800 yıl sonra İsrail kurulana kadar eşi benzeri görülmeyecek olan son Yahudi devletinin lideri olmuştur.
Bar Kokhba’nın isyanının bastırılmasından sonra, İmparator Hadrian (76-138) Yahudiliği ortadan kaldırmak amacıyla kanunlar çıkartarak ondan intikamını almıştır. Bu kapsamda Yahudilerin ülkelerinden çıkarılmasını emretmiş ve bu olay Yahudi diasporasının oluşmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Bar Kokhba’nın isyandan önceki hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir. İsrail’in antik çağdaki kralı Davud’un soyundan geldiği söylenmektedir. Bu kan bağı nedeniyle, Bar Kokhba kimi Yahudiler tarafından Mesih olarak kabul edilmiştir.
İsyan Hadrian’ın geleneksel Yahudi adetlerini yasaklamaya kalkması üzerine başlamıştır. Hadrian barbarca bulduğu bebek sünnetini yasaklamak istemiştir. Kudüs Tapınağı’nın kalıntıları arasında bir Pagan tapınağı inşa etmek istemesi de Yahudiler arasında büyük bir infiale yol açmıştır.
Bar Kokhba’nın ayaklanmasına dört yüz bin asker katılmıştır. Asiler yüzlerce kasabanın kontrolünü ele geçirmişlerdir. Romalılar’ı kalelerinden çıkarmış, Yahudi kanunlarının uygulanmasını sağlamışlar ve kendi paralarını basmışlardır. Yaklaşık üç yıla yakın bir süre boyunca, Hadrian yeni bir ordu yollayana kadar Judaea fiilen bağımsız kalmıştır.
İsyanın bastırılması için toplam on iki Roma lejyonu gönderilmiştir. Bu, Roma Barışı olarak bilinen Pax-Romana döneminin en kanlı savaşlarından biri olmuştur. Asiler son olarak Kudüs yakınlarındaki Bethar’da ayaklanmışlarsa da 135 yılında Romalılar şehre girince Bar Kokhba ve takipçileri öldürülmüşlerdir. Savaşın ardından çok sayıda Yahudi katledilmiş, yerinden edilmiş ve köle olarak satılmıştır. Yahudilerin eski başkentleri olan Kudüs’e tekrar dönmeleri yüzyıllar alacaktır.
Ek Bilgiler1- Bar Kokhba’nın ordusuna yeni üye yaptığı askerlerin, bir parmağını kestiği söylenmektedir.
2- İsyandan sonra Roma otoriteleri Kudüs’ün büyük bölümünü yok ettiler. Kısa süre içinde şehrin adını da “Aelia Capitolina” olarak değiştirdiler. Hadrian Judaea eyaletinin de adını “Syria Palaestina” olarak değiştirdi. Günümüzde kullanılan “Filistin” kelimesi “Palaestina” sözcüğünden türemiştir.
3- 20.yy’da faaliyet gösteren ve Siyonist gençlerden oluşan grup Betar, adını Bar Kokhba’nın isyan ettiği son bölgeden almaktadır.
Tarsuslu Paul
Hz. İsa’nın 33 yılında ölümünün ardından gözüpek bir misyoner olan Tarsuslu Paul, Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun uzak eyaletlerine ulaşmasında çok önemli bir rol oynadı. Başlarda Hıristiyanlığa şüpheyle yaklaşmış olmasına rağmen Paul daha sonra yeni dinin en kararlı ve en cesur savunucusu oldu. Binlerce yeni inanan kazanıp dini, Yahudi olmayanlara da açarak onun yaşamasını garanti altına almış oldu.
Paul günümüz Türkiye’sinde yaşayan bir Yahudi ailenin çocuğuydu. Asıl ismi Saul’du. Roma vatandaşı olması, uzak eyaletlerde yaşayanların nadiren sahip olduğu bir ayrıcalıktı. Çadır imalatçısı olarak çalışıyordu.
Hz. İsa’nın ölümünden kısa süre sonra, Kudüs’te bir öğrenciyken Hıristiyanlığa muhalefet etti ve onlara yapılan baskıları destekledi. Ne var ki Şam gezisi sırasında dini bir deneyim yaşadı ve din değiştirdi.
Paul daha sonra Judaea’ya geri döndü ve orada yaşayan havarilerle ilişkiye geçti. Başlangıçta havariler geçmişteki davranışları nedeniyle ona şüpheyle yaklaştılar. Gerçekten çok şaşırmışlardı. İncil’de bu konuyla ilgili olarak “Geçmişte bize zulmeden kişi, şimdi bir zamanlar yok etmeye çalıştığı inancı vaaz ediyor” denilmektedir. Paul’un yüksek sosyal statüsü ve yeni dini yayma konusundaki kararlılığı, henüz çok genç olan Hıristiyan kilisesi için vazgeçilmez değerde olduğundan baştaki şüpheler hızla ortadan kalktı.
Paul, günümüzde Lübnan, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs olan topraklarda yaptığı seyahatleri sırasında karşılaştığı Yahudi gruplarına yeni dini anlattı. Diğer Hıristiyanlardan farklı olarak Yahudi olmayanların da dine kabul edilmesini destekledi. Bu, hem Hıristiyanlığın çok geniş bir alana yayılmasını hem de Yahudilikten ayrılarak bağımsız bir din haline gelmesini sağladı.
Paul, Yahudi olmayan birini Kudüs Tapınağı’na kabul ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Yargılanmak üzere Roma’ya gönderildi. Beraat etti ve imparatorluğun kalbinde bir kilise kurmak için Roma’da kalmaya karar verdi. Ne var ki burada çok uzun süre kalamayacaktı. 65 yılında Hıristiyanları hedef alan ilk saldırı dalgası sırasında başı kesilerek öldürüldü.
Ek Bilgiler1- Paul’un Şam’a giderken din değiştirmesi, çok ünlü bir hikaye haline gelmiştir. Öyle ki bir insanın aniden fikir değiştirmesi bazen “Şam’a Giden Yol Değişimi” terimi ile ifade edilir.
2- 2006 yılında bir Roma basilikasının altında Paul’un kalıntılarını içerdiği sanılan bir lahit bulundu.
3- İncil’in yedi kitabının Paul’un elinden çıktığı sanılmaktadır: Romalılar, Korinthianlar 1 ve 2, Galatyalılar, Philippianlar, Selanikliler 1 ve Philemon. Diğer altı kitabın da onun tarafından yazılmış olması mümkündür.
Augustus
Roma İmparatorluğu’nun kurucusu olan Augustus (MÖ 63-MS 14) 500 yıl sürecek merkezi ve otoriter bir yönetim sistemi kurdu. Batı dünyasına daha önce eşi görülmemiş bir refah ve istikrar dönemi yaşattı.
Asıl adı Gaius Octavius olan ve hayatının ilk dönemlerinde kullandığı Octavian adıyla üne kavuşan Augustus, Julius Sezar’ın (MÖ 100-44) evlatlığıydı. Sezar’ın suikaste uğramasının ardından, 18 yaşındaki Octavian’a babasının dostları ve düşmanları da miras kalmış oldu. Sezar’ın ölümünün ardından başlayan iç savaşta, Octavian komplonun liderleri Brütüs ve Cassius’u MÖ 42 yılında Philippi’de yaşanan iki savaşın ardından yenilgiye uğrattı.
Sonraki on yıl boyunca Octavius gücünü iki generalle paylaştı: Mark Antony (MÖ 83-30) ve Marcus Aemilius Lepidus (MÖ 90-13). “İkinci Üçlü Erk Dönemi” olarak adlandırılan bu ittifak MÖ 36 yılında bozuldu. Lepidus tahttan inmeye zorlandı. Antony ise MÖ 31 yılında Octavian’a yenilince kendini öldürdü.
MÖ 27 yılında ülkenin kontrolünü tek başına ele geçiren Octavian’a Senato tarafından Augustus unvanı verildi. Bu kelime şanlı, şerefli anlamlarına geliyordu. Aynı zamanda kumandan anlamına gelen imparator namını da kazanmıştı. Bu aşamadan sonra Senato varlığını korudu ama cumhuriyet döneminde sahip olduğu yetkilerin önemli bir bölümünü imparatora devretti.
Augustus kırk yıldan uzun bir süre boyunca hüküm sürdü. Uzun iç savaş yıllarından sonra Roma’ya düzen ve istikrar getirdi. Orduda reformlar yaptı ve bir posta sistemi kurdu. Orta Avrupa ve Afrika’da büyük toprak parçalarını imparatorluğa dahil etti. Hakim olduğu alanlara yollar ve su kemerleri inşa etti.
Augustus ölümünün ardından Senato tarafından tanrı ilan edildi. Evlatlığı Tiberius (MÖ 42-MS 37) onun yerine tahta geçti.
Ek Bilgiler1- Roma İmparatorları sık sık Augutus adını aldılar. Kimileri bu ismi kişisel adı olarak kullandı. 476 yılında görevden alınan son Roma İmparatoru Romulus Augustulus’tu.
2- Octavian’ın ölümünün ardından Senato “Sextilis” ayının adını değiştirip onun onuruna “Ağustos” (August) yaptı (July-Temmuz adı ise Julius Sezar’ı onurlandırmak için çoktan kullanılmaya başlanmıştı).
3- 1961 yılında Amerikalı şair Robert Frost (1874-1963), John F Kennedy’nin (1917-1963) göreve başlaması şerefine yazdığı bir şiirinde Augustus’a gönderme yapmıştır. Oldukça umutlu olan şiir yeni başkandan yeni bir “Augustian Çağı” açmasını beklemektedir.
Hypatia
Hurafeleri gerçek gibi öğretmek olabilecek en korkunç şeydir.
– HypatiaBir kaşif, matematikçi ve filozof olan Hypathia (370-415) antik dönemin en verimli yazarları arasında yer almaktadır. Hıristiyan bir grup tarafından öldürüldüğü sırada Mısır’daki İskenderiye’nin önde gelen sakinlerinden biri ve şehri en etkili öğretmenlerindendi.
Tanınmış bir matematik öğretmeni olan Theon’un (335-405) kızı olan Hypatia antik dünyanın en önemli entelektüel merkezlerinden birinde yetişti. Büyük İskenderiye Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapan şehir, Yunanca konuşan Hıristiyanlara, Yahudilere ve pagan bilginlere kapısını açan bir kentti.
Hypatia akademik kariyerine babasının ortağı olarak başladı. Çeşitli matematik ve astronomi kitaplarını gözden geçirip yeniden yazıyordu. Kısa zamanda popüler bir bilim ve felsefe öğretmeni haline geldi. 400 yılında İskenderiye Felsefe Okulu’nun müdürü oldu. Kendisi pagan olsa da Hypatia’nın öğrencileri arasında Hıristiyanlar da vardı. Hatta bunların ikisi ileride piskopos olacaktı.
Pek az kadının yüksek öğrenim görebildiği bir çağda Hypatia son derece sıradışı bir figürdü. Kendi at arabasını kullanıyor, erkek bir öğretmen gibi giyiniyordu. Yunan dünyasının her yerinden bilginlerle haberleşiyordu. Kimi bilgilere göre çok sayıda bilimsel buluş yapmıştı. Yaptığı buluşların arasında usturlabın3 geliştirilmiş bir biçimi de bulunuyordu. İskenderiye valisinin güvenilir bir dostu olması nedeniyle dini çekişmelerin arttığı bir dönemde şehir politikası üzerinde de önemli bir etkisi oldu.
Şehirdeki dini tartışmalar Hypatia’nın hayatına mal olacaktı. Antik tarihçilere göre şehirdeki Hıristiyanlar vali ve piskopos arasındaki politik bir tartışmada Hypatia’nın karşı tarafı desteklediğini düşünmüşlerdi. Piskopos onun bir cadı olduğu dedikodusunu yaydı. Bir gün şehir sokaklarında arabasını sürerken bir grup Hıristiyan Hypatia’ya sarkıntılık etti. Çırılçıplak soyulduktan sonra vahşice öldürüldü ve bedeni parçalara ayrıldı.
Hypatia’nın öldürülmesi dünya düşünce tarihinde bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Antik Yunan felsefe geleneği artık son bulmaktadır. Pek çok bilgin aynı kaderi yaşamamak için şehri terk eder. Bundan sonrasını Bertrand Russell (1872-1970) şöyle özetler: “Filozoflar İskenderiye’yi bundan sonra umursamadılar.”
Ek Bilgiler1- Bir feminist felsefe dergisi olan Hypatia, adını ünlü yazardan almaktadır.
2- Hypatia’nın katilleri asla cezalandırılmadılar. Hypatia’nın İskenderiye’deki en büyük hasmı olan Piskopos Cyril (378-444) daha sonra aziz ilan edildi.
3- Alejandro Amenabar’ın (1972-) yönettiği “Agora” filmi Hypatia’yı konu almaktadır. 2009 yapımı filmde kadın felsefeciyi Rachel Weisz (1970-) canlandırmaktadır.
Batlamyus
Yunan astronom, matematikçi ve coğrafyacı Batlamyus (Batlamyus 100-170) en çok yaptığı büyük yanlışla hatırlanmaktadır: Astronomi çalışması Almagest’te Güneş’in, yıldızların ve gezegenlerin Dünya’nın etrafında döndüğünü iddia etmiştir. Bu düşüncesi sonraki bin dört yüz yıl boyunca astronomlar tarafından doğru kabul edilecek ve ancak 16. yy’da çürütülebilecektir.
Nicolas Copernicus (1473-1543) dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ispatlamadan önce, Batlamyus tarihin en büyük astronomu olarak kabul edilmekteydi. Eseri bu süreç boyunca Batı dünyasının evrenle ilgili en önemli başvuru kaynağı olarak değerlendirilmiştir.
Batlamyus Mısır’da doğmuş ve hayatının büyük bölümünü İskenderiye’de geçirmiştir. İskenderiye o dönemde Roma’nın Mısır eyaletinin başkentiydi ve Romalılar’dan önce Yunan egemenliği altında bulunmuştu. Batlamyus antik Yunanca konuşmakta ve yazmaktaydı. Aynı zamanda bir Roma vatandaşı olarak bölgedeki pek az kişiye nasip olan ayrıcalıklı bir statüye sahipti.
120 yılında Batlamyus astronomi gözlemlerini kayıt altına almaya başladı. Bunları Almagest’i yazarken kullanacaktı. Başta tutulmalar ve Güneş’in hareketleri üzerine çalışan Rodoslu bir astronom olan Hipparchus olmak üzere çeşitli antik çağ astronomlarının çalışmalarını da özetleyen kitabı Almagest, antik dünyanın sahip olduğu tüm astronomi bilgisinin derlenmesiyle ortaya çıkmıştır. 150 yılında tamanlanan metin yüzyıllar boyunca astronom ve astrologlar tarafından tutulmaların tahmin edilmesi ve horoskopların hazırlanılmasında kullanılmıştır.
Batlamyus aynı zamanda ünlü bir haritacıydı. Antik dünyanın en doğru haritalarını yapmıştır. Enlem ve boylamları yaygın bir biçimde kullanan ve dünyanın eğimini gösteren ilk haritaları o hazırlamıştır. Astronomi çalışmaları gibi Batlamyus’un coğrafyası da ölümünden sonraki yüzyıllar boyunca bilimsel bilginin doruk noktası olarak kabul edilmiştir.
Ek Bilgiler1- Batlamyus bir dünya atlası ve harita hazırlama rehberi yazmayı amaçlıyordu. Son derece detaylı olan bu çalışma sayesinde herkes kendi haritasını yapabilecekti. Haritasının mümkün olduğunca ayrıntılı olabilmesi için antik dünyanın sekiz bin ayrı noktasının enlem ve boylamlarını listeledi. Bu eser antik dünyadaki şehir ve muhtelif mekanların en bütünlüklü tarihi kaydını teşkil etmektedir.
2- Pek çok diğer Yunan düşünürü gibi Batlamyus’un çalışmaları da Orta Çağ boyunca Arap bilginleri tarafından korundu. Batlamyus’un astronomi kitabının İngilizce’de en yaygın kullanılan başlığı olan Almagest, kitabın Arapça isminden türetilmiştir.
3- Batlamyus dünyayla birlikte sadece altı gezegen olduğuna inanıyordu. Bu görüş sonraki bin yedi yüz yıl boyunca yaygınlığını koruyacaktı. En dıştaki gezegenler olan Uranüs ve Neptün ancak 1781 ve 1846 yıllarında keşfedilebileceklerdi.
Alaric
Vizigot şefi Alaric (370-410) 410 yılında Roma’yı yağmaladı. Batı tarihinde çığır açan bu olay Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün habercisiydi. Yağma, antik çağdaki diğer örneklere kıyasla oldukça ılımlı bir biçimde gerçekleşmişti. Got istilası sadece altı gün sürmüş, en büyük binaların çoğuna dokunulmamıştı. Yine de yağma hareketi Roma İmparatorluğu’nun ne kadar güçsüz düştüğünü kanıtlamış oldu.
Gotlar 2. yy’da Roma sınırlarına akın etmeye başlayan bir Alman kabilesiydi. 4. yy’da Ostrogotlar (Doğu Gotları) ve Vizigotlar (Batı Gotları) olarak ikiye ayrıldılar. Bir dönem Roma için paralı askerlik yapan Alaric, 395 yılında Vizigotların şefi seçildi.
Alaric iktidarı ele geçirir geçirmez Piraeus, Corinth, Argos ve Sparta’nın da içinde bulunduğu Yunanistan’daki Roma şehirlerine saldırılar düzenlendi. Bu yağmalamalar sırasında Sparta yerle bir edilmişti. 397 yılında Doğu Roma İmparatoru barış yapmak için ona rüşvet vermeyi teklif etti. Bunun üzerine Alaric batıyı hedef almaya başladı.
401 yılında İtalya’yı işgal eden Alaric, Romalılar tarafından yenilgiye uğratıldı. Sonraki girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı. Sonunda 408 yılında Roma’ya ulaşabildi. Şehri üç kez kuşattıktan sonra 24 Ağustos 410’da nihayet şehre girdi. 800 yıldan sonra ilk kez Roma’ya yabancı bir ordu ayak basıyordu.
Got zaferinin haberi hızla antik dünyaya yayıldı. Tarihçi Edward Gibbon’un (1737-1794) Roma İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküşü’nde yazdığı gibi “Bu korkunç felaket, saldırıdan dolayı şaşkınlığa uğramış imparatorluğu korku ve dehşetle doldurdu.” Yaşananlar kaçınılmaz sonun habercisiydi. Sadece elli küsür yıldan sonra Batı Roma İmparatorluğu tamamen yıkılacaktı.
Roma’yı yağmaladıktan sonra Alaric, askerleriyle kuzeye ilerledi. Kısa bir süre sonra İtalya’da öldü.
Ek Bilgiler1- Alaric’in güçleri Roma’ya Porto Salaria’dan girdiler. Şehrin bu kapısı 1921 yılına kadar ayakta kalmıştır.
2- İmparatorluğun başkentinin yağmalanması pek çok Romalı için büyük bir şoktu. Afrika’da yaşayan Romalı bir yazar olan Hippolu Saint Augustine (354-430) “The City of God” (Tanrı Şehri) adlı kitabında politik sorunlar karşısında dine sığınmayı öneriyordu. Bu kitap Hıristiyan teoloji tarihinde önemli bir yere sahiptir.
3- Gibbon’a göre Gotlar, Alaric’in naaşını ölümünden sonra akış yönünü değiştirdikleri Busento Nehri’nin yatağına gömdüler. Daha sonra mezarın yerini gizlemek için nehir tekrar doğal yatağına alındı.
Murasaki Shikibu
Murasaki Shikibu (978-1014) bir Japon şairi, roman ve günlük yazarıydı. Genji’nin Masalı adlı kitabı tarihte yazılmış ilk romanlardan biridir. 1008 yılında yayınlandığı düşünülmektedir. 2008 yılında kitabın yazılmasının 1000. yıl dönümü kutlanırken dikkatler yeniden kitabın üzerinde toplanmıştır. Kitap hem dünya edebiyatı hem de Japon dili için bir dönüm noktası olarak görülmektedir.
Murasaki, Japon İmparatorluğu’nun başkenti olan Kyoto’da doğdu. Asil bir aileye mensuptu. İmparatoriçenin nedimesi olmuştu. Kıdemli bir imparatorluk görevlisi olan babasından kapsamlı bir eğitim aldı. Bu, o dönemde Japon kadınları için alışılmadık bir durumdu. Romanını, kocası Fujiwara Nobutaka’nın 1001 yılındaki ölümünün ardından yazmaya başladığı tahmin edilmektedir.
The Tale of Genji imparatorun, başından çok sayıda duygusal ilişki geçen oğlu Genji’nin hikayesini anlatır. Murasaki’nin eserinde yüzlerce karakter vardır. Roman boyunca Japonya’daki çeşitli yerlerin ismi anılır. Öykü onlarca yıla uzanan bir zaman dilimini içine alacak şekilde devam eder. Kitapta modern romanların pek çok özelliği bulunmamaktadır. Örneğin; kitabın sonunda olay örgüsü herhangi bir sonuca bağlanmamaktadır. Murasaki’nin kullandığı arkaik resmi Japonca dili nedeniyle günümüzde kitabın Japonlar için bile anlaşılması çok zordur. Romanı daha da karmaşık yapan, Murasaki’nin neredeyse hiç özel isim kullanmamasıdır. Zira dönemin Japonya’sında bir insanın ismiyle çağrılması hakaret olarak kabul edilmekteydi (yazarın da gerçek adı bilinmemektedir. Murasaki Shikibu onun lakabıdır).
The Tale of Genji’ye ek olarak Murasaki düzinelerce şiir yazmıştır. Ayrıca Heian Dönemi (794-1185) Japonyası’nın günlük hayatı ve geleneklerine ilişkin önemli kayıtlar içeren bir günlüğü bulunmaktadır. Günlük 1010 yılında son bulmaktadır. Murasaki bu tarihten dört yıl sonra ölmüştür.
Ek Bilgiler1- Kitabın 1000. yılı vesilesiyle Kyoto Üniversitesi’nden araştırmacılar Murasaki’nin yazdıklarını okuyan bir robot geliştirmişlerdir.
2- Kitap İngilizce’ye ilk kez Arthur Waley (1889-1966) tarafından 1935 yılında çevrilmiştir.
3- Kitabında sekiz yüze yakın şiir bulunmaktadır.
Zenobia
Savaşta azametli ve kararlıydı,Hiçbir erkek ondan daha cesur değildi. – ChaucerRoma İmparatorluğu en geniş sınırlarına 117 yılında ulaştı. Batıda Fas, doğuda ise Pers ülkesine kadar yayılmıştı. Pax Romana (Roma Barışı) imparatorlukta yaşayanlara göreli bir istikrar ve refah dönemi sağlamıştı.
Ne var ki 2. yy’dan sonra iç savaş ve isyanlar barışı tehdit etmeye başlamıştı. Bu isyanların en ünlüsüne Suriye’deki Palmyra eyaletinin kraliçesi Zenobia liderlik etmiştir. Zenobia 269 yılında ülkesinin bağımsızlığını ilan etti ve beş yıl boyunca Romalılar’la savaştı.
Zenobia’nın isyanı en sonunda İmparator Aurelian (215-275) tarafından yenilgiye uğratıldı. Altın zincirlere vurulmuş olan kraliçe, Roma sokaklarında gezdirildi. Ancak isyan bastırılmış olsa da Roma’nın imparatorluk üzerindeki gücünün giderek zayıfladığını açığa vurmuş oldu. 200 yıl içinde imparatorluk tamamen çökecekti.