banner banner banner
Türk Tarihi
Türk Tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türk Tarihi

Türk Tarihi
Necib Âsım Yazıksız

Bazı eserler vardır, hem yazarı hem de eserin kendisi o kadar önemlidir ki unutulmaya yüz tutmuş olmasına anlam veremezsiniz… Heyecanla, biraz da telaşla bir an önce okurla buluşsun istersiniz… Türk Tarihi ve Necib Âsım Yazıksız, işte tam da bu tarife denk düşüyor… Peki kimdir Necib Âsım? “Türkçü Necib”, “Vav’lı Türk” olarak tanınıyor en çok. Millî şuuru en zor zamanlarda uyandıranların başında geliyor. Mustafa Kemal’in, Harp Okulunda Fransızca öğretmeni de olmuş. Milletvekili, asker, tarihçi, öğretmen, yazar, dil bilimci… Ama her şeyden önemlisi Türkçülük denince ilk akla gelenlerden… Hayatı da en az eserleri kadar ilgiyi hak eden büyük bir bilim adamı… "Türk Tarihi", yazıldığı dönemde büyük yankı uyandırırken Necib Âsım da saygı ve takdirle karşılanmaktan geri kalmıyor. Yusuf Akçura’nın “Osmanlılar ve belki bütün Türkler içinde ilk Bütün Türk Tarihi yazarı olmak şerefi Necib Âsım Bey’indir.” sözü de malumun ilamı gibi âdeta… "Türk Tarihi", Leon Cahun’un Asya Tarihine Medhal/Giriş adlı eseri esas alınarak yazılmakla birlikte, Doğu kaynakları ve Türk kültür tarihindeki temel kitaplar da yazar tarafından okunarak bunlardan pek çok eklemeler de kitaba dâhil edilmiştir. “Karşılaştırmalı bir tarih çalışması” olarak nitelendirmek, Türk Tarihi için en doğru tanımlama olacaktır. "Ufkumuzu kaybettik… Kızılelma’mız vardı Ceddimiz doludizgin bir hedefe koşardı Âleme nizam veren millet! Halife hânı Azametiyle tir tir titretirdi cihânı Birbirine düşermiş ufku kaybolan millet Her darbede küçülür… Olur âhiri zillet"

Necib Âsım Yazıksız

Türk Tarihi

İTHAF

TÜRK MİLLETİNE DUA

Ufkumuzu kaybettik… Kızılelma’mız vardı
Ceddimiz doludizgin bir hedefe koşardı

Âleme nizam veren millet! Halife hânı
Azametiyle tir tir titretirdi cihânı

Birbirine düşermiş ufku kaybolan millet
Her darbede küçülür… Olur âhiri zillet

Yâ Rabb bize ne kavga… İhtilaf ne savaş ver
Birlik olup ardınca hayra koşacak baş ver

Bir ok kolay kırılır, kavidir bir deste ok
Birlik ver!.. Yok olmamak için başka çare yok

Millet ve devlet sevgisi ile ömür sürüp hizmet veren; Ömer Seyfeddin, Ziya Gökalp ve Mehmed Âkif Ersoy okumaları ile bizi Türk-İslâm kültürü ile yoğuran muhterem babam Niyazi Yılmaz’a saygılarımla ve Türk Tarihi yazarı Necib Âsım Yazıksız’a rahmet dileklerimle…

    Ankara, 23 Nisan 2021
    Nazlı Rânâ Gürel

Necib Âsım Yazıksız, 29 Aralık 1861/hicrî 1277’de Kilis’te dünyaya geldi. “Balhasanoğulları” diye tanınan bir asker ailesindendi. Babası Hacı Âsım Bey, annesi ise Gülşah Hanım’dı. Babası o küçük yaşlarda iken vefat ettiği için onu annesi büyütmüştü.

M. Yahya Efe, Kilis Kent Gazetesi’ndeki bir yazısında Necib Âsım’ın çocukluk günlerine dair şu anlatısına yer veriyor:

Kilis’te, şimdi amcam oğlu Faik Bey’in oturduğu evin divanlı odasında doğmuşum. Göbeğim oraya gömülmüş, ta ki eve bağlı bir adam olayım. Kısmete bakın ki, evine bağlı bir erkek oldum ise de, Kilis’e maddeten bağlanıp kalamadım.

Babamın adı Mehmet Âsım, onun babası da Yeniçerilerin kaldırıldığı yıllarda Kilis Mütesellimi yani mutasarrıfı olan Mehmet Bey’dir. Ailece söylendiğine göre aslımız Kastamonulu imiş. Sipahi tımarımız Kilis’e havale olduğundan oraya gelmişiz.

Atalarımızdan birisi de II. Selim (Yavuz Sultan Selim) zamanında Basra fethinde imiş. Doğduğum günlerde evde mazanna-i rical bir ihtiyar varmış. Beni o adamın kucağına vermişler. Başımın sol taraf gerisinde bir et beni var. Onu görmüş ‘Bu çocuk memlekette büyük bir adam olacak’ demiş. Eğer bu adam Kilis’te en büyük rütbeli olacak demek istemiş ise miralay oldum. Yok, Türk vatanını kastetmiş ise Türkiye Darülfünununda müderris bulunuyorum. Ben şu buluşa hayretteyim. Her ne ise çocuk iken ben annemin annesinin yanında, yani Çalık Camii yakınlarında bir evde büyüdüm. Büyükannem beni kendisi okuttu. Sonra Şeyh Camii’nde imamlık yapan merhum Abdurrahman Efendi’ye verdi. Bu hoca dünyada bir mislini daha görmediğim temiz kalpli bir zat idi. Talebelerini meccanen okutur, her birisini öz çocuğu gibi severdi…

Necib Âsım, ilk ve orta tahsilini Kilis’te yaptıktan sonra, Amcası Hacı Kazım Bey’in yardımıyla 1875’te Şam Askerî İdadisine kaydoldu. Şam’da Arapların Türklere yan bakışı ve okulda çok çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen, Fransızca öğretmeni Şamlı Arap Zahit Efendi’nin kendisini sınıfta bırakmak istemesi üzerine, Şam İdadisinden İstanbul Kuleli Lisesine naklen geldi. Bu Arap muhitinde Türklere karşı takınılan tavır, onda millî şuurun uyanmasına ve Türkçülük fikrinin doğmasına sebep olmuştu. İstanbul’da Kuleli Askerî Lisesinin ardından da Harp Okulunu piyade mülâzım rütbesiyle bitirdi (1881).

Necib Âsım Yazıksız, Türk tarihini yanlış bilgilerden arındırıp doğrusunu yazan ve milliyet ideali için çalışan fikir, kültür ve ilim adamlarından biri olarak askeriyedeki hayatını okullarda öğretmenlik yaparak geçirdi. Askerî rüştiyelerde, Harp Okulunda Türkçe, Fransızca ve tarih öğretmenliği yaptı. Askerî okullar dışında öğretmenlik yaptığı da oldu. Maarif Nezareti/Millî Eğitim Bakanlığınca Fatih ve Galata Rüştiyelerine Fransızca öğretmeni olarak atandı. 1908 Meşrutiyet İnkılâbından sonra İstanbul Üniversitesinde müderris/hoca oldu, Türk Tarihi ve Türk Dili Dersleri verdi. İstanbul Darülfununu’nda/İstanbul Üniversitesi’nde Türkoloji Bölümünü kuran ve bu üniversitede Türk Dili Tarihi Kürsüsü’nün ilk profesörü kabul edilen Necib Âsım Yazıksız Türkiye’de dilbilimin gelişip yerleşmesinin de öncülerindendi.

Necib Âsım, “Yeni Lisan Hareketi” adıyla başlattığı mücadele ile Millî Edebiyat Akımı’nı hazırlayan Ömer Seyfeddin’in de etkilendiği Türkçü fikir adamlarından biridir (Gürel, 2020:23). Necib Âsım Türkçenin sadeleşmesi ve gelişmesi konusunda Türklüğü olduğu gibi Türk dilini ve edebiyatını da bir bütün olarak görüyor ve kabul ediyordu, bu açıdan bakıldığında ortaya koyduğu görüşler bugün için bile önemini korumaya devam etmektedir. Onun yüz yirmi iki yıl evvel yazılmış, o tarihlerde Türkçe ve Fransızca olarak yayımlanan Marifet dergisinin 19 Ağustos 1899 tarihli 15. sayısındaki yazısında bu konuda dile getirdikleri önemlidir:

Geçenlerde Osmanlıca bilgisi çok bir arkadaş ile bir yerde bulunuyorduk. Söz dilimizin düzeltilmesinden, genişlemesinden açıldı. Ben dilimizi genişletmek için Türkçenin eski, yeni kollarında bulunan sözleri almamızın iyi olacağını söyledim. Karşımdaki arkadaş: Elsine-i meyyite ihya edilemez dedi. Bu sözünden geri dönmedi. Bana kalırsa ne demek istediğimi anlatamadım gibi geliyor. İşte onun için şunu yazıyorum. Kimseye taş atmak, bilgiç gözükmek istemiyorum. Bildiğimi, düşündüğümü söyleyeceğim.

İlk önce şunu söyleyeyim. Benim o sözüm dilimizi düzeltmek, büyütmek için bugün bütün Türklerin azıcık anlayabilecekleri en eski Türkçeyi diriltmek değil idi. O olmaz bir iştir. Yıllar geçtikçe bütün gördüklerimiz, bildiklerimiz değişiyor, düzeliyor, güzelleşiyor; yeni sevilir ama eski de atılmaz. Onların içinde değerlileri sakınacak, saklanılacakları, görülecekleri çoktur.

İstediğim dilimizi değiştirmek, eski bir dili diriltmek değil idi. Ölen ölmüş, bir daha diriltilmez. İşte eski Rumca, Latince böyledir. Böyle olmakla beraber bugün yalnız Fransızca, kardeşleri olan başka Latin kolları değil bütün Avrupalılar bu iki türlü dilden söz alıyor, kendi ağızlarına, söyleyişlerine uyduruyor, dillerinin eksiğini kapatıyor, ileri gidiyorlar.

Biz de öyle yapalım. En önce daha okuması yazması olmayanların, akla karayı seçemeyenlerin bildikleri: ‘ak, kara, arık’ gibi sözleri, sonra yine Anadolu’da kalmış, bunun için de bize pek de yabancı düşmemiş: ‘aramak, bezemek, koklamak’ gibileri alalım. Bunlar yine az gelir. Onun da yolu, kolayı var: O da eski yeni başka Türk kollarına başvurmak. Bugün Anadolu’nun unuttuğu, bilmediği ‘kurultay, tavusmak’ gibi sözlerin nesi var?

‘Kurultay’ kurmak, kurulmaktan geliyor: Büyük işleri görecek, söz erlerinin toplanmasına deniyor. Türk tarihinde bu söz çok geçer, işte ‘kongre, konferans, mü’temer’ yerine seve seve kullanılacak bir söz.

‘Tavsamak, tavusmak’ bu söz de bizce pek unutulmuş değil, koyunların boynuz vuruşuna ‘tosmak’ demiyor muyuz? Çağataylarda kadeh tokuşturmaya, idare-i akdaha ‘tavusmak’ diyorlar. Biz de bunu ‘tavusmak’ kılığına sokar kullanırız. Bu sözü Fransızcayı sevenler bile ister: Bu Frenklerin Toast’larına pek benziyor.

İşte böyle sözler diri kalmış ki, elimize geçiyor, gözümüze ilişiyor. İçinden işimize yarayanı almalı. Yazılışını, söylenişini kendimize uydurmalı. Bu güzel olur. Yalnız yazı yazma isteyenler de istek alır. Dilimizin düzelmesi, genişlemesi onların şu dediklerimi beğenmelerine, o yolda çalışmalarına kalmıştır.

Darılan olmasın, ama bu öyle kolay bir iş değil. Dilin eski çağını, belli başlı kollarını ayrı ayrı görmeli, bilmeli (Yazıksız, 1899:11).

Necib Âsım Yazıksız’ın yıllar önce Osmanlılar zamanında yaptığı bu tespitler, Türkiye Cumhuriyeti’nde Mustafa Kemal Atatürk’e de dil konusunda yol göstermiş olmalı ki o da 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurduğunda çalışma sürecinde yol haritasını böyle belirlemiştir (Gürel, 2021:8-10).

1927’de Erzurum milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 1934’te soyadı kanunu çıkınca kendine “Yazıksız” soyadını aldı. 13 Aralık 1935’te İstanbul’da Kadıköyü’ndeki evinde vefat etti ve Sahra-yı Cedid Mezarlığına defnedildi. Mezar taşında “Necib Âsım Türk Tarihi Müellifi 1861-1935” yazmaktadır.

İlk yazıları Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlandı. Sonra İkdam ve Maarif gazetelerinde yazıları yayımlanmaya başladı. Musavver Malumat, Servet-i Fünun, Türk Yurdu, Bilgi, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Türk Tarih Encümeni Mecmuası gibi dergilerde yazıları çıktı. Macarların Keleti Szemle adlı Türkoloji dergisinde Balhasanoğlu ve Balkanoğlu imzaları ile 1902-1903 yıllarında Fransızca olarak Kilis, Besni ve Erzurum ağızlarına dair üç makalesi yayımlandı. Kendisi de Medresetü’l-Edeb adlı bir dergi çıkardı. Arapça, Farsça, Fransızca ile Uygur ve Çağatay Türkçelerini de bilirdi.

Kuleli Askerî Lisesi onun hayatında askerlik dışında yeni açılımlara da vesile oldu. Bu okuldaki öğrencilik yıllarında o zamanın meşhur âlimlerinden olan Hoca Tahsin Efendi’den çeşitli konularda dersler alırken yazar ve yayıncı Ahmed Mithat Efendi ile de tanıştı. 1878’deki bu tanışıklık ona yazı hayatının da kapılarını araladı. Yazı hayatına Tercüman-ı Hakikat gazetesinde fen bilgisi ile ilgili yazılarını yayımlayarak adım attı.

Kuleli’de okurken Ahmed Mithat Efendi’nin evinde Veled Çelebi (İzbudak) ile tanıştı. Devrin Türkçüleri arasında yer aldı. O günleri ve sonrasını Yusuf Akçura şöyle değerlendiriyor:

Necib Âsım Bey, 1897 senelerinde hemen her Cuma Ahmed Mithat Efendi’nin Beykoz’daki yalısına gelirdi. Daha sonra Türkçülük hareketinde ayrılmaz arkadaşı olan Veled Çelebi Efendi ile Mithat Efendi’nin yalısında tanıştı. Necib Âsım Bey, Mithat Efendi’yi de Veled Çelebi Efendi’yi de kendisinin ‘Türkçü ettiğine’ inanır. Muhakkak olan şudur: Necib Âsım ile Veled Çelebi, bu iki ‘Vavlı Türkler’, Abdülhamid devrinin en tanınmış Türkçülerinden idi.

1893 senesinde Ahmed Cevdet Bey, İstanbul’da İkdam gazetesini çıkarmaya başlamıştı. İkdam başlığında ‘Türk Gazetesidir’ diye yazan ilk Türkçe gazetedir. Zaten İkdam’ın Türkçülüğü, ilk nüshalarından itibaren göze çarpar. Yirmi iki yıl evvel yazdığım Üç Tarz-ı Siyaset’de ‘İkdam’ın Türkçülük organı olduğunu kayd ve tespit etmiştim; Ahmed Cevdet Bey, gazetesinin yazı heyetine Necib Âsım Bey, Veled Çelebi ve Emrullah Efendi’leri almıştı. “İkdam Kütüphanesi adı altında pek çok faydalı eseri bastıran Ahmed Cevdet’e Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ni ve Kamus-ı Türki’yi yayımlatanın Necib Âsım olduğunu kaynaklar yazmaktadır (Böler, 2009:199).

Milliyetini açıktan açığa ilândan çekinmeyen bu Türk gazetesinde Necib Âsım Bey, arkadaşı Veled Çelebi’nin dediği gibi ‘Ortak konular ile ilm-i mevzû el -kütüb ve lügat felsefesi vesair gerçekliği belli konularda makaleler yazagelmiş’ ve muharrirliğine ‘bahse muktedir olduğu konular o fennin uzmanlarına hakikaten beğendirmek suretiyle başlamış, gitgide çalışmasının ürünü o derece artırarak İslâm fazılları ve Avrupalı müsteşrikler (Türkologlar) arasında bugünkü haiz olduğu dereceye’ ulaşmıştır. Gerçekten Necib Âsım Bey, 1890 senelerinde Avrupaca da tanınmıştı; bir Rus müsteşriki Necib Bey’den bahsederken der ki “Necib Âsım’ın ismi, Avrupa edebiyatında meçhul değildir. Türkiye’de yeni bulunmuş yazılar yahut Osmanlıcanın Anadolu lehçelerinden birini tarif eder yolda yazılmış makaleleri, Keleti Szemle Mecmuası’nda yayımlanmaktadır.” Necib Âsım uzun müddet, vatandaşlarıyla Avrupa ilim âlemi arasında bağlantıyı sağlayan hemen yegâne Osmanlı âlimi idi. Peşte’nin Keleti Szemle’sinden başka Paris’in Journal Asiatique’inde de Necib Âsım Bey’in makaleleri yayımlanmıştır. Hatta bu mecmuayı çıkaran Fransızların Asya Cemiyeti (La Societe Asiatique), bir Türk âlimini 1895’de üyeleri arasına seçmiş ve kabul etmiştir (Akçura, 1981:89-90).

Necib Âsım Bey, Osmanlı Tarihi’nin belgelerin toplanması ve yazılması için Sultan Mehmed Reşat önderliğinde, 27 Kasım 1909’da kurulan ve kendisine her türlü aracı kullanma, arşivlerde inceleme yapma yetkisi verilen Tarih-i Osmanî Encümeni’nde yer aldı. Encümen, yazacağı Osmanlı Tarihi’nin ilk cildini yazma görevini 9 Şubat 1910’daki ilk toplantısında Necib Âsım ile Mehmed Arif Bey’e verdi. Bu iki araştırmacı, yedi yıllık çalışmadan sonra Osmanlı Tarihi’ni tek cilt olarak yayımlayabildi. Bu cilt, pozitivizme dayalı olmadığı gerekçesiyle Köprülüzade Mehmet Fuat, Akçuraoğlu Yusuf ve Ahmet Refik tarafından ciddi biçimde eleştirilmişti.

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabında Necib Âsım’ın tarih çalışmalarıyla ilgili şu tespitleri yapıyor: “Türkçülüğün ilk devrinde, Deguignes tarihinin müessir olduğunu görmüştük. İkinci devrinde de, Leon Cahun’un Asya Tarihine Giriş adlı kitabının büyük tesiri oldu. Necib Âsım Bey, birçok ilavelerle, bu kitabın Türklere ait olan kısmını Türkçeye aktarmıştı. Necib Âsım Bey’in bu kitabı, her tarafta, Türkçülüğe dair temayüller uyandırdı. Ahmed Cevdet Bey, İkdam gazetesini Türkçülüğün organı haline koydu. Emrullah Efendi, Veled Çelebi ve Necib Âsım Bey bu Türkçülüğün ilk mücahidleri idi.”(Ziya Gökalp, 1972:16)

Ziya Gökalp, yazılarında ve şiirlerinde zaman zaman Necib Âsım Bey’den alıntılar da yapmıştır. Ötüken Ülkesi başlıklı şiiri bunlardan biridir. Bu şiirin baş tarafına Necib Âsım’ın Türk Tarihi adlı kitabından şu bölümü almış ve sonra da bu şiirinde Necib Âsım’ın söz konusu kitabından hareketle 30 mısrada Oğuz Han’ın Yasası’nı anlatmıştır (Gürel, 2006:20-21).

Ötüken Ülkesi

Ey Türk milleti eğer oraya gidersen öleceksin. Ötüken toprağında oturup kervanlar, kafileler gönderirsin. Ötüken ormanlarında kalır isen, orada ne zenginlik ve de ne türlü kederler ve elemler vardır. Ebedî bir hükûmeti burada muhafaza edeceksin. (Necib Âsım’ın Türk Tarihi)

Ziya Gökalp’ın Altın Işık adlı kitabında yer alan Polvan Veli adlı masalda anlatılan olayın birebir Necib Âsım’ın Türk Tarihi adlı kitabında geçtiğine şahit olmaktayız (Gürel, 2010: 105-119).

Zamanın Türkçüleri arasında Necib Âsım Yazıksız’dan etkilenen ve onun eserlerinden kendi yazdıkları yazılara alıntılar yapan sadece Ziya Gökalp değildir, bu isimler arasında Ziya Gökalp’ın ülkü arkadaşı Ömer Seyfeddin de vardır (Gürel, 2020:21). Ömer Seyfeddin’in; bugün için bile çok önemli olduğuna inandığımız “Türklerin Millî Bayramı: Yenigün, 9 Mart” başlıklı yazısı 18 Mart 1914’te Tanin gazetesinde yayımlanmıştır. Ömer Seyfeddin bu yazısında “Ergenekon Bayramı” olarak nitelendirdiği “Nevruz Bayramı”nı Türklerin millî bayramı olarak anlatmaktadır. Ömer Seyfeddin bu yazısında önce kısa bir giriş yapıyor ve sonra da Necib Âsım’ın tarih kitabından bu konuda uzunca bir alıntı yapıyor (Gürel, 2016:1405-1410):

Her milletin kendi tarihine, kendi eski an’anelerine dokunan millî bayramlar vardır. Biz Türkler milliyetimize ait ne varsa kalbimizde bir acı duymadan unuttukça millî bayramımızı da muhafaza edememişiz. Türklerin millî bayramını Acemler benimsemişler ve “Yenigün” tabirini “Nevruz”a çevirmişler. Bu nasıl olmuş? Necib Âsım Bey’in tarihini açacağım. Yalnız Küçük Türk Tarihinden birkaç sahife… İşte yazıyorum:

Necib Âsım, Türk milliyetçiliği alanında kurulan ilk dernek olan Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı ve bu derneğin başkanlığına getirildi. 25 Aralık 1908’de kurulan derneğin kurucuları arasında Necib Âsım Bey (Yazıksız), Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Hikmet Bey (Müftüoğlu), Rıza Tevfik Bey (Bölükbaşı), Bursalı Mehmet Tahir Bey, Veled Çelebi (İzbudak), Akçura-oğlu Yusuf, Fuat Raif Bey, Emrullah Efendi yer aldı. Dernek, kurs ve konferanslar düzenledi ve bir de Türk Derneği adı ile bir dergi çıkarttı. Mehmet Arif Bey ile birlikte yürüttüğü Osmanlı tarihi ile ilgili çalışmalarını bu derneğin tüzel kişiliği altında yürütmeye başladı. Derneğin kimi üyeleri ile birlikte 1915 yılında kurulan Âsâr-ı İslâmîye ve Millîye Tetkik Encümenine katıldı. Osmanlılık düşüncesinin iyice yerleşmiş olduğu Abdülhamid devrinde Türkçü ve Türkçeci olarak faaliyetleriyle tanınan en güçlü fikir adamlarımızdandı. O günlerde Türkçeciler grubunda Ahmet Mithat Efendi ve Şemsettin Sami ile birlikte yer almıştır.

1910’larda Türk kelimesinin Arap harfleriyle nasıl yazılacağı konusunda bir belirsizlik sürüyordu. Necib Âsım’a gelinceye kadar bu kelimenin yazımında “ü” sesini veren “vav” harfi kullanılmıyordu. Necib Âsım Bey, “Türk” kelimesini “vav” ile yazmaya başlayan ilk iki kişiden birisidir. İkinci kişi ise Veded Çelebi’dir. Veled Çelebi, Yeni Türk Devleti’nin Öncüleri adlı kitabın yazarı büyük Türkçü Yusuf Akçura’ya yazdığı bir mektupta bu konuyu şöyle açıklamaktadır: Tarihimizde ‘Etrâk-ı bî-idrâk’ yazdığını gördüğümden ve Osmanlılardan birçoğunun Türk’e hakaret ettiklerine şahit olduğumdan ‘Türk’ü ‘vav’ ile yazdım. Niye böyle yazıyorsun? diyenlere de ‘Etrâk-i bî-idrâk’ yazılmasın diye cevap verdim. Ve Bâbıâlî Caddesi’nde adım ‘Vavlı Türk’ oldu. (Akçura, 1981:88)