banner banner banner
Türk Tarihi
Türk Tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türk Tarihi

Her kim dünyaya gelirse yok olacak
Kalıcı olan Allah olacak…

Her kim ki hayat meclisine giripdür
Akıbet ecel peymanesinden içgüsidür

Ve her kişi kim terik menzilige gelipdür
Âhir dünya gamhanesinden geçgüsidür

Yaman ad bile tirilgenden,
Yahşı ad bile ölgen yahşırak

Ölümden sonra kalan tek hayır namdır.
İyilik uğruna ölürsem revadır.

Tengri Teâla bu nev’saadetni bizge nasib kılıptur ve mundak devletni bizge karib eylepdür. Ölgen şehid, ötkürgen gazi, barça tengrinin kelamı bile ant içmek gerek. Bu fenadin yüz yandırur hayal kılmagay tabdındın canı ayrılmagunça bu muharebe ve mukateledin ayrılmagay[125 - Babürnâme, s. 408.] diyerek Rana-Sanga’nın iki yüz bin cengâveri üzerine on iki bin kahramanını saldırtmıştır. Bu askerî birlikte rütbe silsilesine riayet varsa da bir zadegân sınıfı yoktur. Kumandan hukuku tahakkuk ettiren bir memur olmaktan ziyade idareyi sağlamak durumunda olduğu gibi, kanunlar da bir ahlak kitabı olmaktan ziyade bir talimname, büyükler de zâdegânlıktan ziyade büyük birer memur idiler. Hatta Hiung-Nuların torunları Çin nüfuzundan başka tesir altında bulundukları zamanda bile Mandarinlik için olan asılsız bağlılıklarını muhafaza suretiyle Çinli olmaya devam etmişlerdir. Milletler arasında kimi zadegân hükûmeti, kimisi avam hükûmeti olarak vasfedilmiştir: Türklerin hayalini ise kalem memurluğu işgal etmiştir. Attan indikleri gibi beyhude kâğıt karıştırır, kalem memuru olurlardı. Şu nizam ve talimat adamları rütbe ve memuriyet için her şeyi, hatta hürriyetlerini feda eylemişlerdir. Rütbe ve iktidar kazanmak için vücutlarını sattılar. Esir oldular. İbni Haldun Türklerin kâğıdı tercih edişlerini şöyle tasvir ediyor:

Birtakım kimseler ün, zenginlik ve iktidar kazanmak ümidiyle kölelik külfetini seçtiler. Doğudaki Abbasî ve Fatımîler hizmetinde olan Türkler bunun misalidir. Müslüman Endülüs Devleti hizmetine giren Fransızlar ve Galiçyalılar da böyledir. Bu hükûmetler, hükümdarlarının kendilerine hürmet ettiklerini görerek kendileri onların nüfuzuna girmekten çekinmediler. Bu da hükûmetin itibar ve müsaadesi ümidinden ileri gelmiştir.[126 - İbni Haldun, Mukaddime.]

Türklerin silsilesi, İslâmîyet’e girişlerinden sonra Müslümanlarda âdet olduğu üzere değişikliğe uğrayarak Nuh’a (a.s) bağlanmıştır.

Yafes, Nuh’un gemisinden çıktığı gibi İtil (Volga) ve Yayık (Ural) sahili üzerinde yerleşti.

Türk, Hazar, Saklap,[127 - Saklap, Saklabe (Slav) demektir.] Rus, Ming,[128 - Tarihçi Boye, tarih ve coğrafya lügatinde Yafes’in oğullarını: Gomer, Magog, Madai, Yavan, Tiraz, Tubat, Mosoş olmak üzere yedi kişi saymış.] Çin, Kimmer, Tarih adlı sekiz oğlu oldu. Yafes yedi çocuğa en büyükleri olan Türk’ü emîr ve reis tayin etti. Şu iki son isim Kimmer ve Tarih (Gomer, Tara) Turanî bir hatıra ile Müslümanlar tarafından ilave edildiklerinden, bunlar hesaba katılmamak suretiyle aileleri arasında Hunlardan ibaret olan Hazarlarla Slavlar, Ruslar, Mangotlar ve Çinliler üzerine Türklerin seçkinlik davasında bulundukları görülür. Bir de Turan’da Kafkas kavimleri Kimmer-Gomer adıyla anıldığından bu aileye Kuban ve Terek kavimleri ile Alanları da dâhil etmek uygun olur. Türklerin efsane kabilinden olan aileleri, batıda bulunan Hun birlikteliğine itaat eden kavimler ile doğudaki Çinli Hiung-Nulardan oluşur. Moğollar da milâdî on üçüncü asırda bu unsurları kendi birlikteliklerine dâhil etmişlerdir.

Esası tarihî ve dinî olan bu etnografyayı, kısmen mitolojik ve kısmen efsanevi bir silsilename takip eder. Dördüncü batında Türk’ün halefi olan Alınca Han’ın ikiz oğullarından büyüğü Tatar Han ve küçüğü Moğol Han’dır. Moğol Han’ın da Karahan, Uz Han, Guz Han, Gur Han adlı dört oğlu vardır. Şu son üç ad için de Bizans ve Arapların naklettikleri hikâyeler sebebiyle tanıdığımız Uz veya Oğuz isimleri ile Çin’i fethedip oradan Mançular vasıtasıyla sürüldükten sonra Uygur memleketine yerleşerek yeni bir devlet kuran Hıtaylar tarafından kabul olunan ismiyle Gur ismi anlaşılmaktadır. Kara Han’ın mucize kabilinden bir oğlu oldu. Bunun adı “Oğuz Han” Surhan’dır ki bu isim Türklerin alameti ve Ceyhun’un adı olmuştur. Beş Türk ulusuna Uygur, Kanglı, Kıpçak, Kalaç, Karluk adlarını veren Oğuz Han’dır. Oğuz Han bütün cihanı fethetmiş, yüz on altı yıl padişahlık etmiş ve vefat etmezden önce iktidarı temsil eden altın yayı ile üç oku oğulları arasında paylaştırmıştır.

Şecere-i Türkî’de nakledilen şu vukuat ile efsaneye giriliyor. Oğuz Han’ın Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han adlı altı oğlu var idi. Deniz Han’ın oğlu İl Han’dır[129 - İl Han, milâdî on üçüncü asra ait bir tabirdir. Asıl, ilk hali yukarıda görüldüğü gibi “İlli Han” (il sahibi hükümdar) olacaktır.] ki Moğol hükümdarıdır. Bundan sonra efsaneden kurtularak yine rivayet ve tarihe gireriz.

Moğollara hükmeden İl Han, Tatarlara hâkim olan Sevinç Han[130 - Sasaniler devr-i şâirânesine ait olup İranlılarla savaşan Turan şahı Hoşnüvaz’ın Türkçesidir.] ile savaşır. Bu da Kırgız yani Türk kaçkınlarıyla ittifak etti. Bir büyük savaşta İl Han mağlup olarak İl Han’ın en küçük oğlu Kayan[131 - Moğolcada bu kelimenin çoğulu Kiyan’dır. Manası çığ, sel demektir ki Cengiz Hanedanı’nın ismidir.], İl Han’ın küçük biraderinin oğlu Tukuz ve iki kızdan başka bütün Moğollar ortadan kaldırıldı. Kayan, Tukuz ve iki kız kardeşleri kaçtılar. Yüksek dağlar aştılar, dağlar içinde güzel, çok ırmaklı, pınarlı, çayırlı, meyveli, av kuşları çok bir memleket buldular. Bu meçhul memlekette çocuklar, torunları çoğaldılar. Dört yüz yıl sonra çıkmak istediler. Fakat yol bulamadılar. O arada bir demirci, bir demir kütlesi bulur, ona ateş verince demir erir ve yol açılır. Yedi batından beri burada, şu garip memlekette kalan Kayan ve Tukuz’un torunları buradan çıkarlar. Bu memleket “Ergenekon” diye anılıyor.[132 - Ergene, dağ beli; kon, konmak mastarından konak, mesken demektir. Macarcada Oreghon eski vatan manasına gelir.] Çıktıkları vakti Ebulgazi şöyle tarif eder: Kün ninig ve ay ninig saatin karap taşkarı çıktılar. Andan beri Moğol ninig resmi turur. Şol günü ıyd kılurlar ve para temürni uşağa salıp kızıl kılurlar. Ol han inür birlen temürni tutup senitin üstünde koyup çeküç birlen urar. Andın sonın beyleri ol güni acayip aziz tutarlar.

Maden yani demirin mukaddes beş unsurdan olduğu unutulmamıştır. Milâdî beş yüz altmış yedi yılında İmparator Justinyen’in sefiri Jemark, Türk hududuna ulaştığı zaman, hudut muhafızları kendisine demir takdim etmiş, günlük yakmış ve kendisini ateş üstünden atlatmış idiler. Nazar değmesi için hâlâ alev üzerinden atlamak âdeti Anadolu’da geçerli olduğu gibi hatta İstanbul kadınları bile çocuklarını nazardan korumak için ateşe üzerlik tohumu atarak: Atdım üzerlik, gelsin güzellik! Üzerliksin güzelsin, her evlerde gezersin. Hangi evde gezsen, kaza bela savarsın. Ak göz, mavi göz, ala göz, tirşe göz, sarı göz, kara göz, altmış, yetmiş… Çıkmış gitmiş, celvetiyesini okurlar.

Yukarıda görüldüğü üzere Attila’nın Macarca ismi olan “At-sil” ismi çelik manasına geldiği gibi “Juanuil” zamanında Tatar imparatoru, yani Moğol Hükümdarı Cengiz Han’ın bir demirci olduğu rivayeti de pek yaygındı.

Ergenekon’dan çıktıkları çağda Moğollara hükmeden zatın adı “Börteçine” yani Kızıl Kurt neslindendir.

Alangu’nun[133 - Türklerin anaları olarak kabul edilen Alangu kelimesi “Alangova”dan dönüşmüştür ki parlak anlamına gelen Alank ve ahu anlamına gelen Kava kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen nuranî, ahu gibi şairane bir addır. (ç.n.)] babasız doğurduğu bir çocuk onuncu batında Cengiz Han’ın atasıdır.[134 - Alangu’nun üç evladı olduğu ve Cengiz’in atasının üçüncüsü olan Budençar olduğu Şecere-i Türkî’de görülüyor. Mösyö Cahun nasıl olup da bir çocuk olduğunu beyan ediyor.] Türklerin kardeşleri Moğollar Börteçine’nin torunları oldukları gibi devletlerinin reisi olan aile de Alangu neslindendir. İşte Müslüman olanlarının Yafes’e bağladığı, Budistlerin Sakyamuni gibi bir betül ilave eyledikleri soy kütükleri bundan ibarettir.

Şimdi de İslâmîyet, Budizm Moğol devletinden önce milâdî altıncı asırda Çinlilerin Türkler hakkındaki asıl saf rivayetlerini arz edelim. Türklerin ataları muhtelif uluslara tabi münferit kabilelerden ibaret idi. Bunların aile isimleri Çince A-sse-na idi ki Türk ve Moğol imasınca “Çine” yani kurt demektir. Çin, sonra gelen Ouei sülalesinden Tzin-ki-chiler kabilesini yok ettiğinden “Asena” yani Çinelerden beş yüz aile kaçtı. Birçok nesiller Kin-Şan yani Altın Dağ üzerinde kalarak demirden avadanlıklar yaptılar.[135 - İşte bu rivayette de demir kelimesi bulunuyor.] Bazı tarihçiler, bunların atalarının Hazar Denizi sahilinde bir devlet kurduklarını haber veriyor. Bunlara yakın komşu olan bir kral, tamamını yok ederek yalnız bir delikanlı kalmış ve onu da ellerini, ayaklarını kestikten sonra bir bataklığa atmıştır. Bu delikanlıya bir dişi kurt yiyecek getirirdi. Günlerden bir gün kendisini Hazar Denizi’nin doğusunda, üzeri yüksek bir yayla olan dik bir dağ üstündeki mağaraya götürdü. Burası “Yukarı Kankular” memleketinin kuzeybatısında idi. Dişi kurt on oğlan doğurdu ki bunlardan birisinin adı Asena Kurt’dur. İşte bu kurt Türk hükümdarı oldu. A-hien-che adlı bir adam halkın başına geçerek bunları mağaradan çıkardı.

Türklerin Çin’den gelen rivayetleri ile Moğollardan nakledilenlerin tamamıyla birbirine uymakta olduğu görülür. Sonra Moğol topluluğuna girenler de bulunduğu hâlde Türkler Hiung-Nu denilen büyük milletin duçar olduğu büyük bir felaketten kurtularak Çinlilerin Tiyen-Şan, Türklerin Tanrı Dağı, Bizanslıların Endağ dedikleri dağın kuzeyinde bulunan Altay vadisine düşmüş farklı kabilelerden ibarettir. Tiyan, Tanrı, En kelimeleri Çin, Macar ve eski ve yeni Türk dillerinde gök, sema demektir ki Avrupalılarca Mountagnes Célestes diye bilinirler. “Ergenekon” Çinlilerin Tiyan-Şan-Pe-Lu dedikleri kuzey yolu üstündedir. Buradan Türkler “Börteçine” adlı bir kahramanın hâkimiyeti sırasında bir demircinin önderlik edip yol açması ile çıkmışlardır. Bu çıkış milâdî beşinci asırda gerçekleşti. Bundan yüz yıla yakın bir zaman içinde Türk milletinin pek çok iktidar sağlayarak Çin ve Roma imparatoru ile münasebete giriştiğini ve hatta Roma imparatoruna İskit yazısı ile bir mektup yazdığını görüyoruz. Bu olay milâdın 568 (hicretten 56 yıl önce) senesinde meydana geliyor. Kültigin Yazıtı 733 tarihlidir. O devirde Türklerin bilinen en eski yazısı yüz altmış yıllık yazı idi.

Şimdi de gerçekleşen olaylara gelelim. Tarihin kaydedemediği bir zamandan beri Çin’in kuzeyinde, Çinlilerin “asi esirler” manasında “Hiung-Nu”[136 - Çinliler zamanımızda Tangutları “doğulu barbarlar” manasında “Sifan” diye adlandırdıkları gibi Avrupalıları da “Kan kui” yani “Kızıl Barbarlar” olarak adlandırırlar.] genel adı ile adlandırdıkları birtakım göçebe kavimler yerleşik bulunuyordu. Bu kabileler Çin dilince “Tsenyu” yahut Tanju adlı ve bunun öncesi “Tseng-li ko-to” adlı bir hükümdar maiyetinde kuvvetli bir uzlaşı heyeti teşkil etmişlerdi. Gerek eski Türk ve Moğol ve diğer lügatler hakkındaki malumatın zamanımızca pek tamamlanmamış olması ve gerekse Çin imlasınca aslının tahrif edilmesi sebebiyle hükümdarın asıl ismini belirlemek mümkün değil idiyse de[137 - “Tsenyu” anlaşılmıyorsa da tercümesinin tashihi mümkündür. Çinlilerin (pien i tien) adlı vakayinamelerinde 552 senesine ait şu fıkra vardır: Tukyu yahut Türklerin reisi Toumen kendisine eski Şen yu manasında İlli Han unvanını aldı. Altıncı asırda Türkçede İlli kelimesi “nâmdâr, parlak” manasında idi ki Çinlilerin “Şen yu” için yönelttikleri “parlak çehre” manasıyla uygun düşüyor. Bu durumda Hiung-Nu hanının ismi ve lakabı “semavi parlaklığa sahip güç” manasında olması gerekir. Cengiz isminin de Çinyu kelimesinin son telaffuz şeklinden ibaret olması muhtemeldir. İleride Cengiz kelimesinin türevlerinden eski Moğol dilinde “muhkem, sert” manasına gelen çing kelimesini kabul ettiğim görülecektir. (Zaten bu kelime Çağatay lügatinde “sarp” manasına geliyor.) Fakat asıl mana Kültigin Abidesi’nde Çin ve imparatoruna verilen “il veya ili” tanınmak olması ihtimale pek yakındır.] unvanının “Tengri kut” olduğu açıktır. Hicrî VII. asırda (milâdî XIII. asır) Moğol hükümdarları bu unvanı kabul etmişlerdi. Meşhur seyyah Marko Polo bunu semavi güç diye tercüme etmiştir. Bundan Hiung-Nu kralının unvanının Türkçe olduğu ve kendisine kutsiyet isnat edildiği anlaşılıyor.

Milâdın bir asır öncesinde (hicretten yedi asır önce) Han hükümdar sülalesi idaresi altında toplu ve rahat olan Çinliler, Hiung- Nulara karşı taarruza kalkışmışlardır.

Bundan üç asır önce Thsin sülalesinin kurucusu olan büyük imparator Huang Ti beş yüz yıldan daha çok bir zamandan beri, önce derebeylik suretinde yirmi kadar imarete, sonra da hükûmete ayrılmış olan Çinlilerin birlikteliğini iade ettikten sonra kuzeydoğuda bulunan bedevî kavimler cihetine dâhil olmuş idi. Şimdiki hâlde Sarı Irmak’ın oluşturduğu büyük çukurluk ortasında Şansi eyaletinden ibaret olan memleketten Hiung-Nuları sürmüş ise de sonra bunların torunları buraları defalarca yeniden fethetmişlerdir. Huang Ti bunları yedi hükûmetin ortak müsaadesiyle milattan önce 204-214’te, yapılmış idi. Archimandrite Palladius, çitlerde terk olunmuş olan harap istihkâmlar ile o kadar müthiş hücumlar görmüş olan buraların sakinlerini şöyle tasvir etmiştir:

King Yung Kwan’dan büyük sedde kadar on iki verstelik[138 - Bir verste 1032 metredir.] yol dar ve arızalı ve derece derece yükselmeye meyilli bir boğazı takip eder. Bu boğazın her tarafında burçlar, kaleler, yapıtlar ve harabeler diyarı görülür. Seller boğazda geniş ve derin yarlar meydana getirmiş ve duvarların bir kısmını sular alıp götürmüştür… Boğaz aslı büyük sedde varıncaya kadar yükseldikçe darlaşmaktadır.[139 - Seyyah, Pekin’den Kahna’ya gitmekte yani büyük seddin içerisinden dışarıya çıkmaktadır.] King Yung Kwan’ın büyük cenk meydanı dağlar ve kayalar üzerinde bir kırık hat şeklinde görüldüğü gibi adım başına tesadüf edilen sağlam tir sadakları, karakollar, sağlam yerler, siper harabeleri hep Çin’in kahramanlık derecesini ve kuzey kavimleri üzerine olan muharebelerini hatırlatır.

“Ünlü millet” yani Çinliler nezdinde ücretle askerlik yapan Türkler, itaat altına alınamayan vatandaşlarına karşı denetleme ve muhafaza hizmetini görürler idi. Gök ile yer arasında sarı bir toz çıkarak güneşi kapadığı zaman Çin Seddi’nin hudut kalelerinde bulunan Türkler tunç zillerini çalarak düşmanın gelmek üzere olduğunu ilan ederlerdi. Bu Türkler kendilerine Ongtutuk diyorlardı ki bu sıfatın sur askeri[140 - Moğol yazıtlarındaki, Sükleb tepesinde Ongtutuk Çinlileriyle, beş taburla uruşdum, ibaresinden imparatorun isyan eden Ongtutuklar aleyhine diğer ücretli Türk askerini sevk ettiği anlaşılıyor. Şecere-i Türkî’de Ong’un memleket hükümdarı manasına geldiği yazılıdır. “Tutuk” tutulmuş, kiralanmış manasınadır. Bu hâlde “ongtutuk” kira ile tutulmuş hükümdar ve askeri demek oluyor: “Bir oğlunun adı Tuğrul idi. Hıtay padişahları “ong” deyip lakap koydular. Ong’un manası velayet-i padişahî demektir.] manasına gelmek ihtimali olduğu gibi sağ ve güney demek olan “öng” yani “ön”den türemiş olarak “güney askeri” manasına gelmesi de muhtemeldir. Sonraları bu isim “öngüt” şekline girmiştir.

Huang Ti de payitahtını Şansi’nin ortasında kuzey ve doğu barbarlarının yetişecekleri askerî güzergâhın set arkasındaki kilit noktasında tesis etmiştir. Çin zadegânının dönmeye meyyal ve ıslahı mümkün olmayan tuhaf fikri bu büyük hükümdarın tesisini hükümsüz bıraktı. Çin yeniden sekiz hükûmete ayrılarak birlikteliğinin esası zarar görmüş oldu. Dışarıda nüfuzu kalmayarak çit arkasında Çin Seddi ötesinde saklanmak durumunda kaldı. Şimdi aslı Şansi’den olan yeni Huang Ti önce yeni bir imparator Hunan Nan Dağları vasıtasıyla güney nehir memleketindeki isyanı bertaraf ederek Çin’in birliğini geri tesis etti. Han sülalesinden olan imparatorlar Thsin hanedanının vatanperverce eserleri ile yetinerek çitleri feth ve göçebeleri önce silah, sonra akıllıca davranış, idare ve terbiye gibi Çin medeniyetinin gerektirdiği şekilde kayıt altına alarak kendilerine alıştırmışlardır. Han hanedanının başlattıkları icraatın esası kuzey Türkleri ile doğudaki İranlıları Çinlileştirmek idi. O zamandan beri Çin bu siyaset tarzını terk etmedi. Çitlerin zaptı, buralarda yerleşik bulunanların Çinli yapılmasından ibaret olan siyaset Çin’in on sekiz asırdan beri tuttuğu irsî ve millî bir idare tarzıdır. Çin’e imparator olan Moğollar ve bunlara halef olan Sang sülalesi hükümdarlarının Han sülalesinin tesis ettiği bu millî siyaseti takip ettikleri görülecektir.

Milâdî 121 yılından itibaren Çin’in siyaset ve harp usulü oluşmuştur. Then yu yani “Tanrı kuvveti” idaresi altında yekvücut olan göçebe unsurları parçalamak; çitlerin ötesine sürerek, kabileleri ikiye bölmekle, uzaklara, kuzey ve batıya doğru sürmek beri tarafta yani çitler ile büyük set arasında alıkonulanlarını Çinlileştirmek; hatta çitlerde bile Çinli veya Çinlileştirilmiş kavimlerden ikiye ayrılan Hiung-Nuların taarruzuna karşı duracak bir heyet bulundurmak o siyasî usulün gereğindendir.

112 senesinde Çinliler, kuzey çitini geçerek Sirderya’nın geçit yeri olan İli ovasını tuttular. 108’de güney çitleri ile Hami ve Turfan’ı elde ettiler. Bunların tesis ettikleri askerî bölgeler etrafındaki kabileler toplanıp oturarak Uygur yani “itaatkâr ve medeni” oldular. Batıya doğru gidenlere Kırgız, Kazak[141 - Milâdî VIII. asırdan, 731 senesinden itibaren ve daha sonraları Kırgız kelimesi artık bir topluluk manasında değil, bir ulus manasında kullanılmaya başlamıştır. Bu da Moğolistan yazıtlarının şu “Tibetliler, Kırgızlar, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Hıtaylılar… Tokuz Oğuz, Kırgızlar, Şakırgızlar… Karluklar… Basmıl Karluk… Hıtay Tatabılar” ibaresinden anlaşılıyor.] yani “serseri ve serkeş” ismini verdiler.

Alan, Got, Bulgarların, daha sonraları Attila’ya olan itaatleri gibi çitlerin beri tarafında millî bir irtibatı haiz olmaksızın Hiung-Nulara katılmak ile Tsenyu’ya bağlanan kavimler çabucak dağılarak Çinli toplumuna giriyor ve çitlerin doğusunda alıkonulanlarla batıya sürülenlerin konuştukları iki Türk dili arasındaki engeli kuvvetlendiriyorlardı. İşte milâdın bu ikinci asrı başlarında Çin’in payitahtından Dahya veyahut Davaya’ya kadar dokuz muhtelif lisan zümresi sayıldığı hâlde Davan’dan Taberistan’da yerleşik Ansî’ye kadar Türkçe şubelerinden başkası konuşulmazdı.[142 - Orhun Yazıtlarında, Oryantalist Downer şöyle diyor: Davan kelimesinden Terek Davan yani Kavak Limanı manası anlamlıdır. Burası şimdi Nan-lu denilen yerdir ki Fergana’daki Altı Balık yahut Kaşgar geçididir. An Si’ye gelince bunun yazılışı Arsi, Arsu olup Alan memleketinde Kuban’a kadar uzayıp gider.] Türk olmayan bu milletlerden Çinlilerle karışmayanlar Si yu, Büyük Doğu’da yahut Pamir’de Altı Balık’ın güneyinde, Hint’e Yunanlıların Kofen dedikleri Ki yen’e şiddetle sürülür idiler. Bu tarafta eski Yunanlıların İndu Skit, Latinlerin Jeta ve Çinlilerin büyük ve küçük Yu Çi olarak adlandırdıkları Saka ve Massaget adlı eski Türk kavimlerinin kalanları yerleşiktirler.

Şimdi kuzeyde ve batı yönünde bozkır halkı olan Kıpçaklar ve Gırmankad, göçebe Kırgız, Kazaklar bulunup bunlar çitler yani askerî sınırdan “medeni” Uygurlar vasıtasıyla doğuda Tsenyu’nun etrafında bulunan topluluktan ayrılmış, güneyde büyük set, hareketlerine sınır koymuş kuzey ve doğuda diğer barbarlarla, yani şimdiki Tunguz ve Mançuların ataları vasıtasıyla bastırılmış, güneydoğuda büyük set ile dağlar arasındaki geçitte Tibet’in sert kavimleri ile tehdit olunduklarından Çin’in terbiye ve idaresi altında kalmaya mecbur olmuşlardır.

Askerî hudutların zaptından sonra Çinliler Pe-Lu geçitlerini elde etmek ve doğuyu Hiung-Nuları tamamıyla yalnız bırakmak için, kuzeybatı tarafına doğru çalışmalarını yönelttiler. Milâdî 104’ün başlarında Kırgızlar içerisine doğru pek çok ilerleyerek bozkırlarda bir ordu kaybettiler. Fakat kuzey barbarları askerî sınırlar ile büyük set arasında pek çok baskıya maruz kalmış bulundukları için milâdî 694 başlarında Tsenyu, Çin imparatoruna başkenti olan Sinkian Fude’de teslimiyetini bildirerek cizye ödemeyi kabul etti.

Türk âdeti gereğince ünlü hükümdar Tsenyu’yu baba tanıyarak kendisinden bir ad istiyor.[143 - Türk Beyler Türk atın yitti. Tapgalu çağu Beyler Tapgaç atın tutuban Tapgaç Kağanga görmis. Ellig yıl isig küçüg birmiş. Osmanlıcamıza tercümesi: Türk beyleri Türk isimlerini terk ettiler. Ve Çin beylerinin adlarını alarak Çin hakanına itaat ettiler. Elli yıl iş ve güçlerini ona verdiler. (Kültigin abidesinden)] Ve ancak talep ederek elde ettiği bu yeni Çinli adı ile hükümdarla resmî münasebette bulunur. İşte bu vakadan itibaren Hiung-Nu ve sonra Türk hükümdarları Çin imparatorunun kendilerine bir memuriyet veya arpalık olarak verdiği Çin unvanı ile bir de millî isim taşımaya başladılar. İşte bunlar imparatorluğun ileri gelen memurlarından veya arpalık sahiplerinden olanlar gibi silahlı olarak tahta geçirilen haleflerde kendi paylarını istemek için Çin’e harp ilan ederlerdi. Hâlâ şimdi eski Hiung-Nular durumunda bulunuyorlar. Nasıl ki Batı Türkleri İslâmîyet’i kabulden sonra, haslar arpalıklar karşılığında Arap adları alarak sırf fahrî birer unvandan ibaret olan o adların hakkını talep eder oldular… Fakat sonra dinde sağlamlık peyda olunca “dinde takva uğruna” cansiperane çalıştılar, çalıştılar.

Doğudaki Han sülalesi hükümdarlığı, kuvvetli bir esas üzerine kurulmuş hükûmeti tesis ile memleketin ta göbeğinde bulunan Hunan vilayetinde bulunan Lu-Yang şehrini payitaht seçti. Çin’in kuzey ve doğusundaki fütuhat, içteki göçebeleri kendilerine benzetmek, dıştaki barbarlar üzerinde nüfuz yürütmek gibi hakikaten vücut bulan millî siyaseti hep bu eyalette gerçekleşmiştir. Bu devirde batıdaki Büyük Roma İmparatorluğu ile doğunun bir ucundaki koca Çin İmparatorluğu arasında garip bir denge icrası gerçekleşir. Şu iki büyük hükûmetten birisi İsevilik ve diğeri Budistlikten haberdar oluyor. Ve kavimlerin büyük mutluluğu içinde sert ve kuvvetli, şedit imparatorlar Ren Nehri’nden Tuna’ya kadar olan barbarları etki altına aldıkları gibi doğudakiler de İli hududundan Hazar Denizi’ne kadar olanlarını itaat ettiriyorlar. Doğudaki Hanlar, elli altmış senelik bir fark ile Roma’daki Antonyolara benziyorlar. Buda kâhinlerinin Çin çitlerindeki tarihî vaka anlatıları, Galya’da bulunan fedakâr İsevileri andırıyor. Hristiyanlığa karşı Roma İmparatorluğu’nun putperestlikle ilgili edebî rivayetlerle karşı gelmeleri gibi Budizme karşı da Çin milliyetçileri Thsinlerin tahrip ettikleri ve ilk hanların büyük bir itina ile ezberine uğraştıkları eski kitaplarla karşılık verdiler.

Bu devir büyük buluşmalarla Konfüçyus’un[144 - Konfüçyus, Han sülalesinin zuhurundan 349 sene önce, yani hicretten 1133 sene evvel Şantung eyaletinde doğdu. Yirmi dört yaşında bütün ilimlerle milletini ilmî ve edebî aydınlatmaya başlamıştı. Bu eyaletin hükümdarı olan Lu adlı zat kendisini faziletli şöhretine dayanarak çağırıp vezirlik hizmeti ile istihdam etti. Ve onun talim ve yönlendirmesiyle ziraat ve ticaret hayli gelişti ise de sonra hükümdarın değişip bozulması ile gözden düşen Konfüçyus uzaklaştırılıp mecburen inzivaya çekildi. Konfüçyus Çinlilerin bugün sahip bulundukları dinî merasim ve ahlakın korunup devam ettirilmesine sebep olduğundan Çin memleketinde mertebe kazanma arzusunda olan Çinliler yazdıklarından imtihan olmak mecburiyetindedirler. Bu filozof, hicretten 1101 sene önce vefat etti.] yüksek saadet mertebesi devridir.

Milâdî 64 yılında Çin millî siyaseti kesin bir sonuç elde etti. Çitlerin zaptı ve Uygurlara verilen yardım ile batılılardan ayrılan Doğu Hiung-Nular da ikiye ayrılırlar. Bunların Tanjuları (Tchenyu) büyük kardeşi ile rekabete çıktı. Bir yeni Türk âdeti gereğince mirasın nakledilebilir kısmını, yani orduyu istedi. Bunu kendi maiyeti, halkı ile birleştirerek kendi isteği ile veya zorla bir topluluk hâlinde bulunan sekiz cemaati kendisine uydurarak çölü geçip Çin imparatoruna teslimiyet bildirdi. Bu işte parmakları olması muhtemel olan Çinliler, kendisini kabulde acele edip davacı Hiung-Nu’yu gayrimeşru tanıdılar. Ve maiyeti, halkı da kuzey çitine, büyük set boyuna yerleştirdiler. Türkler kendi boylarından olan bir halkın büyük Çin Hükûmeti ile irtibatına sebep olan göçü unutmamışlardır. Milâdî XVII. asırda yaşamış olan Şecere-i Türkî müellifi Ebulgazi Bahadır Han o hatıratı bularak bu suretle kitabına kaydetmiştir: Hıtay halkı öz yurtınıng başında bir bülend divar tertîb, iki ucunı tengiz kaytgırı birdiler… Andag divarnı Arapdır. Türki birlen “turkurka” dirler. Hıtay halkı (öngü) dirler… Türk halktın bir niçe cemaatgi sizlerge her yılda an çaklı nemerse bireyin. Seddning darvazlarını saklanıgız” deyip önderleri karar kıldı. Ol Türkler anı kabul kılıp sakladılar. Oğul oğul, kız kız bu işni kıldılar. Ol cemaatge (öngüt) didiler. Moğol tilinde öngütning manası nesli may seblik bulur. Niçün kim urgancı, tabkıçı tigen tik seddni önüng ve saklagan kişilerni “öngüt” tidiler. Seddçi tikar bulur.[145 - Ebulgazi, Moğolcada kelimelerin sonuna getirilen (t) harfinin Türkçede “cı” gibi sıfat türeten bir ek olduğunu güzelce açıklıyor. Bu harf o dilde çokluk edatı da olur. Şecere-i Türkî, Kazan baskısı, s. 29.]

Diğer Türk kabileleri kendi vatandaş ve hemcinslerinden çitlerde bulunarak sürülerinin ve avlarının mahsulatını toplayıp hırdavat ve hububat karşılığı satarak Çin’in o büyük ve rağbet edilen ticaretinden istifade ediyorlardı: Ta bu asırdan itibaren Çinlilerin Türklere göre bir tür sikke bastıkları ihtimali vardır. Her ne kadar böyle ise de bir tarafı Çince ve diğer yüzü eski Türk harfleriyle yazılmış iki dilli Çinli ve Türklerin müşterek sikkeleri görülür. Pars Asya komisyonu üyelerinden ve meşhur nakkaddan Mösyö Derouen’in tedkik ettiği bu sikkelerden birisinin Çince tarafı “Kay Yuen devrinin geçer kıymeti” olduğunu gösterir ki bu da milâdın 621 tarihine denk gelir. Sikkedeki Türk harfleri kıymetini gösteriyor.

Çin’de bulunan Türkler, Çin’den arpalık almadıkları ve fırsat buldukları zaman, set boyunca olan düz araziye boylu boyunca ve dâhilen de Sarı Irmak’ın oluşturduğu büyük dirseğin iç tarafını yağma ederlerdi. Çin hükümdarının hepsini besleyip maaş veremeyeceği yeni rakipler ve dostların gelmesi bunların daha çok cesaret ve kuvvetini artırdı.

Çin Hükûmeti’ne hürmet gösterme, özür beyan etme, varlığı ile hizmet sunmakla tatminde kusur etmemekle beraber nehrin güneyinde yine yağmacılığa başladılar. Milâdî 72 tarihinde İmparator Ming Ti buna son vermek üzere güç sarf etti. Alınan tedbir en asilerin ıslahı, diğerlerinin de uzak yerlerdeki seferlerde istihdamı ile güvenliği sağlamaktan ibaret idi. Bu suretle çok kalabalık olan halkın geçim tarzları değiştirilerek ihtiyata davet edilmek vasıtası elde edilmiş oluyordu. Sevk edilen, yorulmak bilmeyen Çin kolu da o boş kalan yerleri ekecek idi. İşi başa çıkaracak, o büyük Türk oymaklarını itaat altına alacak adam bulunmuş idi ki, o da Pan Tsao idi. Bu zat o aksakallara söz dinletmek, onları itaat ettirmek için lazım gelen vasıflarla önemli askerî icraatlar üstlenecek faziletler de var idi. Bu zatta Osmanlı akıl sahiplerinden Köprülü oğlu Mehmet Paşa’nın isabetli tedbirleriyle Özdemiroğlu Osman Paşa’nın askerî becerisi birleşmiş idi. Önce memleketi temizleyip sonra imara başladı. Milâdî 76 yılında Nan-Lu fethi ve idaresi düzenlendi. Kuzeydeki Hiung-Nuların iki defa vukua gelen müdafaaları sonuç vermeyerek Pe-Lu’dan çıkarıldılar. Yine o yıl Yan Tsao yeni bir imparator tarafından Çin’e davet olunarak siyasî ve askerî tedbirlere dair bir layiha verdi. Eğer tertibatı kabul olunsa idi büyük batı yani Roma memleketlerinin etkisi için ne imparatorun millî tebasından bir nefer ve ne de hazinesinden bir akçe sarf etmek gerekecekti. Bu plan gereğince çitlerde bulunan savaşçı kavimlerle, batıdaki ufak kollukları imparatorun himayesi altına toplamak gerekiyordu. Onlar kendiliklerinden adam ve akçe temin edeceklerdi.

Çin vahşi kavimleri tanzim, idare ve teşvik ederek batıya, daima huduttan ötelere sevk edecek, sınırın beri tarafındaki kendi asıl tebaası tam bir huzur içinde olarak ziraat ve servet toplamakla meşgul olacaklardı. Kuzeydeki Hiung-Nulardan kalanlara gelince: Bunların hakkından gelmeyi görev sayıyordu. Bu dik başlıları tamamen yok etmek için yeni tedbirler hazırlanmıştı. İşte 92 senesinde Pan Tsao; Türk, Cet ve Afganlardan oluşan ordusunu batı fütuhatına sevk ederken kendisinin bir kaymakamı da o planı icra ediyordu. Bir Çin ordusu Pe-Lu geçidini İrtiş membalarında kapatarak Hiung-Nuları doğuya doğru sürüyor ve Altay boğazlarında sıkıştırıyordu: Güney tarafından da bunlar aleyhine vaktiyle kullanılan rakipleri Türkler, Beş Balık Uygurları seddolundu. Doğudan, kuzeyden bunların can düşmanları olan orman Tatarları ile hakikaten vahşi olan Tunguzlar musallat edildi. Hiung-Nular İrtiş’in yukarısından kuşatmayı yarmaya baktılar. Bir meydan savaşı vererek onu da kaybettiler. Batı tarafından birkaç kabile bu akıncı dairesini kırarak çöle çıktılar. Kıpçak’a giderek hizmet sundular. Yahut diğer Kazak ve Kırgızlar aleyhine hücum için Kırgız, Kazak oldular. İşte bunları Yayık Ural ve İdil Volga arasında, sonra Don, sonra Tuna üzerinde bulacağız. Bunlar Yayık ile İdil arasında olan Yugor Ovası’nda Finlilere galip gelerek Hunlar, Hun Yugorlar (Hunnigours), Abarlar, Macarlar diye kendi isimleri altında büyük akınlara girişmiş ve sonra asıl millî lakabı olan Peçenek[146 - Arap tarihlerinde bu isim Becenek şeklinde kayıtlıdır. Etnografyaca Becen’dir. Ebulgazi, Becenleri Moğol taifesinden olan Kıyatlara nispet ederek bunlardan dört oymağın göç ettiğini haber verir. Becenek, Becen isminden türemiştir. Soğd’dan Soğdak, Tuğu’dan Tuğmak çıktığı gibi.], Uz[147 - Türkçe asıl imlası Oğuz’dur. Bilge Han yazıtında Tokuz Oğuz vs. şekilde zikredilen terkiplerden bunların bir devlet birlikteliği teşkil ettikleri anlaşılıyor. Türklerde devlet birliği ve bu tür isimler pek çok olup hatta zamanımıza kadar gelmiştir. Teke Türkmen aşiretleri birliğinin en önemlisine sembol olmuştur. Sığın manasında olan bağış da bir Kırgız cemaatinin alemidir. Böyle hayvan isimleriyle adlandırma şahıslarda da mevcuttur. Asena, çine = Kurt kelimeleri eski Türkçede ve Moğolcada çok kullanılmıştır. Börü Çinu, yüz kurt demektir ki Türklerin atası olan ve Çinlilerin Asena dedikleri zatın ismidir. Türklerin anneleri de Alangu’dur ki Alang, parlak gua da ahu demek olduğundan Nuranî Ahu gibi şairane bir ad olur. İleride “Buğu” (Büyük Geyik) meşhur ailesi de görülecektir. Araplar Oğuz’u Guz yaptıkları gibi Türkler de Uz yapmışlardır. Moğolistan yazıtlarında Oğuz kelimesi ile birlikte şanlı ve millî bir unvan olan Türk de zikrolunur. Türk Oğuz beyleri, budun millet demektir, “Türk Oğuz beyleri, budunı eşit!” gibi.] Kuban’dan gelme olup kendilerine Kıpçak adını veren Kubani veya Kumani Türkmenleri yahut Terek Türkleri adıyla tanınmıştır.

Bundan başka bazıları Uygur, Çinli ve Tatarlar tarafından dağıtılıp yok edildiler. Bir avuç adamdan ibaret olan diğer kısmı Altay Dağları’na kendilerini atarak ve boğazlar ve derin vadiler içinde kendilerine mesken edinerek orada karanlık bir ömür geçirdiler. Ve gitgide üreyip çoğaldılar. Vaktaki dört asır sonra onların torunları Börteçine ve demircinin önderliği ardınca Ergenekon’dan çıktılar. Artık atalarının ismi tamamıyla kaybolmuş Hiung-Nu adıyla değil ancak Tu Kiu “Türk” ismiyle isimlendirilmişlerdir.

Pan Tsao, Hazar Denizi’ne doğru ilerledi. Partları ve sonra Romalıları vuracağı sırada imparator kendisini geriye çağırdı.

Milâdî yirmi beşten, iki yüz yirmi bir yılına kadar uzayan doğu Han sülalesinin düşmesinden sonra Çin uzun müddet karışıklık içerisinde kalmış ve kuzey ve doğuda bulunan Türkler bundan çok külah kapmışlardır.

Roma’da Hristiyanlığın ortaya çıkışı zamanında olduğu gibi yeni yeni zuhur eden birtakım mezhepler de çitin eski birliklerini çözüyor, dağıtıyordu. Milâdî yüz seksen dört yılında Ta-Su mezhebi taraftarları “Sarı Külahlılar” adıyla müthiş bir kargaşa çıkardı. Yüz doksan dörtte Cao Cao isminde türedi bir asker isyanın önünü aldı. Düzeni sağlayıp kendisini “diktatör” ilan etti. Oğlu Kuzey Çin İmparatoru oldu. Hâlbuki güney Çin o zaman iki imparatorluğa ayrılıyordu. “Yeşil Nehir” ile “Büyük Set” arasında bulunan bu Kuzey Çin, ancak (Han)lar vasıtasıyla yarı yarıya Çinlileştirilmiş olan şu iki sınır arasında Güney Hiung-Nu denilen Türklerin silah kuvveti ile ayakta kalabiliyordu. Üç yüz seksen tarihinden itibaren Çin Türkleri Kuzey Çin’i aralarında bölüşerek birbirlerine süratle halef selef oldular. Batıda olduğu gibi Roma’ya uzak olan barbarların bu hükûmeti muhafaza ettikleri gibi doğunun son noktasında bulunan Türk hükümdarları da Çin’i yekdiğerine karşı savunuyorlardı. İşte bu kargaşalık esnasında Türkler bizzat Çin’de müstakil ve millî hükûmetler kurdular.

Çin’de imparatorlukların birliğinin ve Buda mezhebinin bir şekilde eşitlik tesisi ile topluca kabulü ancak milâdî beş yüz seksen dokuzda gerçekleşebildi. İşte bu kargaşa esnasında bazen aslı Türk’ten veya bunların himayesi ile iktidara gelen yerli imparatorlar sebebiyle teba ile Türk emirlikleri arasında kuvvetli bir münasebet husule gelmiş ve bu sebeple güney Hiung-Nuların millî geçimleri kuzey Çinlilerinki ile karışmıştır.

Milâdî V. asrın başlarında, hicretin iki asır öncesinde Kıpçak Türklerinden “Ural” ile “Volga” Nehirleri arasındaki Hıtay’a malik olan bir tümen “Yugur” yani “yukarı memleket” halkından Fin ve Ugorlardan oluşan ulusları idaresi altına alarak bir sefer sonucunda Volga’dan Tuna’ya kadar olan bütün ovalık iklimi etkisi altına almaya teşebbüs etti, başarılı da oldu. Bunların öncüleri Avrupa’da “Hunlar” adıyla bilinir. Bunların hoşlarına giden şey toplanma yerleri Kafkas silsilesinin kuzeyindeki bozkırlar, Kuban ve Terek yaylakları, Volga ile Kama arasındaki tepelerdir. İşte buralardan harp talihi gereği olarak kendilerine tabi’ edindikleri Macar Orta Çağ’da memleketleri “Büyük Hungarya” diye anılan Başkır,[148 - Şimdiki Macar dili Vogulların konuştukları dil ile Ural ve Volga arasında gösterilir. Hicretin VII. asrında Kuman-Kıpçak Türkleri X. ve XI. asırda Osmanlı Türkleri vasıtasıyla Macarcaya sokulan Türk kelimelerinden başka bu lisanda pek çok eski Türk kelimeleri hâlâ mevcuttur. Hatta Hetu Magyar adıyla bilinen birleşmiş yedi grubun ismi ses ve manaca tamamıyla Türkçedir ki hâlâ Çağataycada yetti, yitü ve bizim telaffuzumuzca Yedi Macar demekten başka bir şey değildir. Konstantin Porfirogene’in saydığı Yedi Macar ulusu ile bunların reislerinin isimleri içinde bulunan Ertem kelimesinin Türkçe, Erdem’den yazılmış olması muhtemeldir. İleride bu tarihte isimleri geçecek olan iki reisi de Gorkutan ve Kaydu namıyla tanınırlar ki bunlardan birisi Türk ve diğeri Moğol isimlerindendir. Yine bu Macarlardan üçüncü mansıbın unvanı olan Tarhan kelimesi de eski bir Türk unvanıdır. Yine bu Konstantin, o Macarların kendi memleketlerinde Kankarlar (bunların Knaglı olması muhtemeldir diyor Necib Âsım ancak Peçenekler için de cesaret manasına gelen bu nam kullanılmıştır) eliyle mağlup olduktan sonra topluluklarından yarısının İran’ın doğusuna gittiklerini ve orada eski adlarını aldıklarını zikrediyor ki bu da asfaliden türemiş (Sabar tuya Safali) (Sabar veya Safali) ahalisi demektir. Pe-Lu’daki Şebertu ile Semerkant ve Gazne arasındaki Şebertu boynu Türklerin iki meşhur mevkiidir. Bu kelimeler eski Türkçede çamurlar, bataklar demektir. Ufak bataklıklarla örtülü olan bir yerde Tobul ile Ural nehirlerinin yüksek vadileri arasında bulunan ufak tefek bataklıklarla örtülü olan bir araziden geçen Abakan Nehri’nin bir kolu hâlâ Macar olarak adlandırılır. Pe-Lu’da birçok Şebertu var. Macarcanın Falu kelimesi Türk ve Moğolların Balık kelimesinin eş anlamlısı olmalıdır. Yasfali gerek basfali yahut taskali okunsun: Yeşil Şehir Şebertusu yani batakları yahut Beş Balık Şebertusu veya etrafı duvarlı şehir şebertusu diye tercüme edilebilir.] Bulgar, Abar Avarların[149 - Hicretten iki yıl önce bir zamanda yazan ve hakikaten Bizanslılar içinde Türklere dair en güzel bilgi veren Teofilakat, Tuna Avarlarının sahte Avar olduğunu ve reislerinin kendisine bir önem verdirmek ve böylece Romalılara yapacağı hizmeti pahalıya satmak için Hakan unvanını aldığı gibi tebasına da Avar lakabını verdiğini söyler. Burada seçkinlik alametlerinden birisi olmak üzere bu Finova ve Türk gruplarının birliği Kıpçak’ta yerli ahali ve batılı Hiung-Nulardan ayrılma kabilelerle sürekli birleşip ayrıldıkları görülür. Teofilakat, asıl Avarlar Türk Kağanı marifetiyle mağlup olduktan sonra içlerinden bir boyun Tavgaç adlı meşhur bölgeye gittiklerini ve diğer bir boy da Tavgaç sınırı üzerinde yerleşik (…) adlı bir kabile nezdine iltica eylediklerini hikâye ediyor. Orhun Vadisi’ndeki Türk yazıtları Çinlileri “şanlı millet” manasında “Al Tavgaç” diye anar. Dolayısıyla Banonya’nın sahte Avarları asıl Avarlardan ayrı olup hakiki Avarlar ise Türk âlemine mensup ve Çin’in tabilerinin tabii idiler. İşte buradan bütün bu karışık kabilelerin Tuna’dan büyük sedde kadar arazide yerleşik oldukları net bir şekilde gözlenir.] başına geçerek bazen doğuya akın etmiş yahut Kafkas vadilerinde Azak bataklarında mağlup olarak Kazak hâlinde dağılmış veya Çinlilerin tabirince A-sularla karışıp birleşmiş yahut Avrupalıların tabirince Alains[150 - Şu hâlde kelimenin aslı As olup Çinliler bunu Asu şeklinde yazmış, Ruslar da Os, Osti diye tahrif etmiştir. Alan isminin Romalılara Türkler vasıtasıyla girdiği muhtemeldir. Çünkü bu kelime eski Türkçede dağlı, dağlık manasınadır.] zamanımızın Osetler yahut Asi-Asyatları veya az çok yerleşmiş kavimler ile karışmışlardır.

Milâdın ta beşinci asrında Kıpçaklar arasında Kanklılar ve Kalaçlar görülür ki bunların birtakımı Rumların adlandırdıkları Xiadai, Hayata, Haliyat adıyla bilindikleri gibi sonraları Rusların da Türkün[151 - Nestor’un tarihinde, s. 32-68 ve 190’da Ruslar önce Peçenleri Peçenek sonra Türkleri ve Türkmenleri, Kuman Kıpçakları tanırlar. Bunların genellikle bir ve aynı aileden olduklarını bilirler. Yine bu tarihte milâdî 915’teki olay zikredilirken: “İlk defa olmak üzere Peçenekler geldi. Uygur ile anlaşma yaptıktan sonra Tuna’ya doğru gittiler.” diyor. 985 senesine ait olaylar arasında da: “Vladimir kara yoluyla atlı Tork getirterek Bulgarlara galip geldi.” deniyor ki Tork’un Türk olduğundan şüphe etmiyoruz. Bu eserin 195. sayfasında da “İsmail’in on iki oğlu oldu, bunlardan Türkmenler, Peçenekler, Torklar, Kumanlar, Polotslar çölden çıktılar.” diyor.] adıyla malumu olmuştur. Diğerlerini ise Çinliler Tie-le, Moğollar Teleüt,[152 - Bize doğru adı veren yine Teofilaktır. Bu tarihçi (Çinlilerin Türk Hakanı Tileleri dize getirdiğini hikâye ettikleri devirde) Hakanın Eftalit denilen Abdalların reisi üzerine harp açtığını ve bunları bozguna uğrattığını hikâye ediyor: s. 282… Bu isim hâlâ değişmemiştir. Aşağı Oxus (Öküz) yani Ceyhun’un eski yatağı üzerinde, Hazar Denizi civarındaki Abdal Türkmenleri ile vaktiyle yukarı nehir sahili halkından olup Kunduz civarında bulunan Fegan Abdalları, hâlâ Türk adı taşıyan Töle veya Tele adını taşıyorlar ki Moğolistan yazıtlarında da: “Töle begler Apa Karahan”diye anılır. Bu kelime ve eski şekli Elbruz ile Hazar Denizi’nin güney sahili arasındaki Telişler arasında korunmuş bulunuyor.] Bizanslılar Ak Hun, “Eftalit” yahut “Abdelit” olarak adlandırmışlardır. Bu Farsça terkibe dönüştürüldüğünde Âb-ı Telît yahut Su Kenarı Teleleri demek olur. Hâlâ zamanımız İranlıları Oxus Türkmenlerini Lebib Türkmen diye anarlar ki sahilde oturan Türkmenler demektir. İşte şu Ak Hun yahut sahilnişîn Türkler, Türk ve Finovalıları Tuna, Kafkas ve Volga arasında yerleşik Kıpçakları Nan-Lu Pe-Lu Uygurları ve Kanklı, Kalaç, Karluk adıyla Çin çitlerinde tanınan asıl Türk kabilelerini bir araya toplamışlardı. Şu son saydığımız kabileler, hicretin bir asır öncesinde İran sınırlarını etki altına almak azminde bulundukları için kendilerine iş çıktı. Doğrusu bu meselede galip çıktılarsa da İran üzerine olan bir asırdan fazla süren bu tahakkümlerle kendileri de zayıf düştüler.

İran memleketinde ortaya çıkan bir millî kargaşa, Partlar ve Farslar yerine Sasanileri getirmişti. Hazar sınırlarından gelen Partlar, Eşkaniyan Turan kavimlerinin komşuları idi. Bunlar kendilerine ordularını vermiş ve İran âlemine ahlak ve bedevi tabiatı nakleylemişler. Bunlar hiçbir zaman Dârâ’nın idare şeklini geri getirememiş ve Eşkaniyan’ın merkeze topladıkları birlik azmi yerine askerî birlik ikame etmiştir…

Roma’nın kibri bunları kendisine denk, bazen galip gördüğü ve kendilerini cihanın taksimine kabul ettiği hâlde, İran bunlara Şehnâme’sinde dört asırlık hâlleri için kırk satır tahsis ediyor: İran bunlardan ancak belirsiz ve dalgalı birkaç ad tanır: Tarih sahifeleri boş kalır ve Firdevsî’nin rivayetince: “Fildişinden olan tahta bir iktidar sahip çıkamıyor.” Sasaniler İran’ın mutlak ve millî hükûmetini iade eylediler. Yeni hükûmet millî menkıbeleri irtibatlandırmak için asılsız bir silsilename ile son Eşkaniyan hükümdarına bağlıyor.[153 - James Darmestetr: Coup d’ceillsur l’istoire de Perse.]

Türklerin bazıları Sasanilerin şiddetle karşısında idi. Eşkaniyan zamanlarında Sak ve Masagetlere yapıldığı gibi şimdi de Telelere, Kalaçlara, Kanglılara karşı güney çitlerde Soğdiyye’ye, Horasan’a olan güney ve batı yolları demirden yapılmış bir set ile kapalı idi. Partlar ile uyuşulabilirdi. Türkler ve Alanlar kendi aralarında savaşarak ve ağız kavgası yaparak yine de geçiniyorlardı. Fakat İranlılar tahakküm, istila, kovma davasında idiler. Ağır bir şekilde donatılan İran süvarisi Türk ücretli askerine muhtaç olmaksızın Türklere karşı kuzey Amuderya’nın geniş vadilerindeki ekinleri müdafaa ediyordu. Bu hâl Çin’in, o dehşetli, Çin’in barbarlaştığı, Hiung-Nuları gittikçe sıkıştırdığı, boğazlarına bıçak dayayarak pazarlık yaptığı yani “ya teslim ya kılıç” denildiği zamana tesadüf eder. Çin’in tabi olduklarına tabi olmak… Uygur Türklerine kullukta bulunmak kibirli Karlukların uşağı derekesine inmek istemeyen yahut bozkırlardaki Kıpçaklarla birleşmeye muvaffak olamayan ve Kırgız, Kazak olmayı da arzu etmeyen sahilde meskûn Telelere fevkalade hiddete geldiler. Sasaniler aleyhine düşmanlığa başladılar. Medya ve Soğdiyye çetelerinde şiddetle düşmanlık yaptılar. Türklerin Sasanilerle olan bu şiddetli çekişmeleri Firdevsi’nin Şehname’sine zemin oldu.[154 - İleride Şehname ve Firdevsi’ye dair malumat verilecektir.]