Книга Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri - читать онлайн бесплатно, автор Hasan Yılmaz. Cтраница 4
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri

Fetihlerin Durması İsyanı Ateşledi

Esasında Hz. Osman’ın yönetimine yapılan itirazların hepsi birer bahanedir. İsyanın esas nedeni, devletin savaşlardan elde ettiği ganimet gelirlerinin azalmasıdır. Ganimet gelirlerinin azalması, Kufe, Basra ve Mısır’da yaşayan askerî sınıfın maaşlarının ödenmesinde sorun yarattı. Hızlı zenginleşmenin devamında gelen ekonomik buhran, hazine giderlerinin kısılmasına ve askerlerin maaşlarında kesintiye gidilmesine yol açtı. Şehitlik veya gazilik yerine ganimet için cephelere koşan askerler, gelirlerindeki azalmanın hesabını sormaya başladılar. Aynı dönemde valilerin yanı sıra sahabenin ileri gelenlerinden bazılarının büyük servetler edinmesi de kıskançlıkları körükledi. Bu gelişmeler İslam öncesi Arap kabilecilik asabiyesini tahrik etti. Fetihlerde büyük rol üstlenen Bekir, Abdülkays, Rebia, Ezd, Kinde, Temîm, Kudâa gibi Arap kabileleri, Medine’de yönetimi elinde tutan muhacirlere karşı hareket başlattılar. Hz. Osman’ın şehadeti ile sonuçlanan isyan, esasında Arap kabilelerinin Kureyş kabilesine bir isyanıdır. Abdullah b. Sebe gibi Müslümanlar arasında ihtilaf yaratmak isteyen kişiler de bu ortamı kendi lehlerine çevirmişlerdir.

Hz. Osman, Hz. Muhammed’in kızı Ümmü Gülsüm’ün 630 yılında vefatından sonra altı evlilik daha yaptı. Bu evliliklerinden dokuz oğlu, yedi kızı oldu. Hz. Muhammed onun için, “Her peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Benim cennetteki arkadaşım da Osman’dır.” demiştir.

Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Hz. Osman, kibar ve alçak gönüllü bir kişiliğe sahip olmanın yanında malını mülkünü İslam toplumunun refahı ve savunması için sarf etmeyi görev bilen, cömert bir insandı.

HZ. ALİ (656-661)

600 yılında Mekke’de doğdu. Hz. Muhammed’in amcası Ebu Talib’in en küçük oğludur. Beş yaşından itibaren Hz. Muhammed ile birlikte büyümüştür. İslam dini vahyedildiğinde henüz on yaşında olmasına rağmen Hz. Muhammed’e ilk inananlardan biridir. Çocukluğunda puta tapmadığı için İslam’ın sonraki dönemlerinde “Kerremallahu Veçhe” duasıyla anılmıştır.

Çocuk denecek yaşta Müslüman olması nedeniyle İslam’ın ilk yıllarında Mekke’deki diğer Müslümanlara uygulanan baskı ve şiddete maruz kalmamıştır. Hz. Muhammed’in Medine’ye hicret etmesi sırasında canını feda etmeyi göze alarak müşrikleri oyalamak ve onları gözetlemek maksadıyla Mekke’de kalmıştır. Hz. Muhammed Mekke’yi terk ederken, geceyi onun yatağında geçirerek onun, evde olduğu izlenimini uyandırmıştır. Hz. Muhammed hicreti tamamladıktan sonra, onun kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine iade edip, Hz. Muhammed’in kızı ve yeğeni Fatma ile annesi Fatma’yı da yanına alarak Mekke’den ayrılmış ve Kuba’da Hz. Muhammed’e yetişmiştir.

Hz. Muhammed, Mekkeli muhacirlere ekonomik ve sosyal himaye sağlamak amacıyla Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında kardeşlik tesis ederken, Hz. Ali’yi kendisine kardeş ilan etmiştir. 624 yılının son ayında Hz. Muhammed’in kızı Fatma ile evlenerek, Hz. Muhammed’in günümüze kadar ulaşan soyunun babası olmuştur. Hz. Ali’nin bu evlilikten Hasan ve Hüseyin ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adlı çocukları olmuştur. Bir de adını Muhsin koyduğu ölü bir çocuğu doğmuştur. Hz. Ali, Hz. Fatma sağ iken başka kadınla evlilik yapmamıştır. Fatma’nın vefatından sonra yaptığı evliliklerinden çok sayıda çocuğu dünyaya gelmiştir.

Hz. Ali, İslam tarihinin dönüm noktaları olan Bedir, Uhud, Hendek savaşlarına, Hayber Kalesi’nin fethine katılmış ve bu savaşlarda Hz. Muhammed’in sancaktarlığını yapmıştır. Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanan Uhud Savaşı’nda ve Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlarla Havazin müşrikleri arasında meydana gelen Huneyn Gazve’sinde çeşitli yerlerinden yaralar almıştır. Hayber Kalesi’nin fethinde büyük cengaverlik göstermiş ve Yahudilerin kaleden çıkartılmasında en büyük paya sahip olmuştur. Medine’nin 140 kilometre dışında bulunan ve Beni Sa’d Kabilesi’nin yaşadığı Fedek’ten Yahudilerin kovulması için 628 yılında yapılan seferde ve Hz. Muhammed’in vefatından sonra eski inançlarına dönerek bozgunculuk yapan Yemen halkına karşı düzenlenen seferlere komutanlık yaptı. Yemen’e yaptığı sefer sonrasında Beni Hemdân Kabilesi’nin Müslüman olmasını sağlamış, Tebük Seferi sırasında Hz. Muhammed’in vekili olarak Medine’de kalmıştır.

Hudeybiye Antlaşması’nı Kaleme Aldı

Hz. Muhammed’in vahiy kâtipliğini de yapan Hz. Ali, 628 yılının mart ayında Mekkeli müşrikler ile Medineli Müslümanlar arasında imzalanan Hudeybiye Antlaşması’nı yazmıştır.

Çocuk yaşta Müslüman olması nedeniyle hiçbir zaman putlara tapınmayan Hz. Ali, insanların kalbinde simgesel bir yeri olan putların kırılmasında etkin bir rol üstlenmiştir. Arap coğrafyasının İslamlaşmasında büyük katkısı olan Hz. Ali, Evs, Hazrec ve Tay kabilelerinin taptıkları putları kırmakla kalmamış, Mekke’nin fethinden sonra da Kâbe’deki putları imha etme görevini üstlenmiştir. 631 yılında Hz. Muhammed’e vekâleten hac emiri olarak tayin edilen Hz. Ebu Bekir’e Mina’da yetişip o sırada inmiş bulunan Tevbe Suresi’nin ilk yedi ayetini okumuştur. Gönderilen ayetlerde müşriklerle Müslümanların 631 yılından sonra hacda bir arada bulunamayacağı ve hiç kimsenin Kâbe’yi çıplak tavaf edemeyeceği bildirilmiştir.

Hz. Muhammed’e Son Görevini Yaptı

Hz. Muhammed’in vefatında, cenazesinin yıkanmasından defin işlemlerine kadar en yakınında bulunan Hz. Ali’nin gönlü, ilk halife seçimi sırasında kırıldı. Onun bu kırgınlığı İslam tarihinin daha sonraki dönemlerinde yaşanan ayrışmanın da karinesi olarak kullanıldı. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir halife olarak seçildikten altı ay sonra, eşi Hz. Fatma’nın vefat etmesinin ardından ona biat etti.

Onun geç biat etmesi, İslam dünyasında Sünni ve Şii şeklinde meydana gelen ayrışmanın da tartışma konularından biri oldu. İlk halifenin kim olması gerektiği tartışması, yüzlerce yıl İslam dünyasını meşgul etmiştir.

Hicri Takvim Fikri Ona Aittir

Hz. Muhammed’in amcası Ebu Talib’in oğlu olan Hz. Ali, ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli, iri, siyah gözlü, gür sakallı, gülümserken dişleri görünen, güzel bir insandı. Kendisine Hz. Peygamber tarafından verilen “Ebu Türâb” lakabından başka, “El-Murtaza” ve “Esedullah” gibi lakapları vardır.

Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesi üzerine Medine’de pasif bir konuma çekilmeyi tercih etmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde devlette hiçbir görev üstlenmemiş, yapılan fetihlere de katılmamıştır. Sadece Hz. Ömer’in Filistin ve Suriye’ye yaptığı seyahat sırasında, Medine’de askerî vali olarak kalmıştır.

Hz. Muhammed vefat ettikten sonra Medine’de oturmaya devam eden Hz. Ali, kendini dinî ilimlere adamıştır. Kur’an ve hadis konusunda sahip olduğu ilmî yetkinliği nedeniyle hem Hz. Ebu Bekir hem de Hz. Ömer hukuki konularda sık sık onun görüşüne başvurmuştur.

Müslümanların kullandığı Hicri takvim fikri ona aittir. İslam tarihiyle bağlantılı şekilde tasarlanacak olan takvimde, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretinin esas alınması fikrini o teklif etmiş ve kabul edilmiştir. Hz. Ömer’in vefatından sonra Hz. Osman’ı halife olarak seçen heyetin ilk üyesi Hz. Ali olmuştur.

Ebu Zer’in Eleştirilerine Katıldı

Hz. Osman dönemi sıkıntılı bir dönem olmuştur. Yeni devletin süratli bir şekilde büyümesi ve zenginleşmesi iktisadi, siyasi ve sosyal sorunları beraberinde getirmiştir. İdari uygulamalardan yakınan birtakım insanlara katılmasa da Hz. Ali onların eleştirilerini zaman zaman Hz. Osman’a iletmiştir. Hz. Osman’ı, akrabalarını başta valilik görevi olmak üzere devlette idari görevlere getirmek gibi bazı icraatlarda bulunmakla ve özellikle şeri cezaların tatbik edilmemesi sebebiyle Kur’an ve sünnetten uzaklaşmakla suçlamıştır. Sarhoş olarak namaz kıldıran Kufe Valisi Velid b. Ukbe’yi ancak ısrar karşısında cezalandırması, hac sırasında Mina’da seleflerinin aksine namazı iki yerine dört rekât kıldırması, Şam Valisi Muaviye b. Ebu Süfyan’ın icraatını açıktan tenkit ettiği için Ebu Zer el-Gıfari’yi Mekke ile Medine arasında kalan Rebeze Çölü’ne sürmesi gibi konulardan dolayı Hz. Ali onu eleştirmiştir. Hz. Ali ile Hz. Osman arasındaki ihtilafı derinleştiren ise Ebu Zer el-Gıfari’nin sürgüne gönderilmesi olmuştur. Ebu Zer’i eleştirilerinde haklı bulan Hz. Ali, Hz. Osman’a rağmen Ebu Zer’i oğullarıyla birlikte Medine’den yolcu etmiştir.

656’da Halife Seçildi

Hz. Osman’a karşı oluşan muhalefette, Hz. Ali ile birlikte Talha ve Zübeyr gibi sahabenin önde gelenlerinin eleştirilerinin etkisi olmuştur. Buna rağmen muhaliflerin Medine’ye gelerek Hz. Osman’ı makamından indirmeye çalışmalarına da en fazla Hz. Ali karşı çıkmıştır. Olayların önünü alamayınca Hz. Osman’ı korumak için oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i onun evinin önüne nöbetçi olarak bırakmıştır. Basra, Kufe, Şam ve Mısır’dan beklenen ordu birlikleri gelmediği için Hz. Osman, Medine’deki evinde korunamamıştır.

Hz. Osman’ın 656 yılında şehit edilmesi, Müslümanlar arasında büyük bir ayrışmaya neden oldu. Ümeyyeoğulları Ailesi’ne mensup olan Müslümanlar, Medine’yi terk ederek şehri isyancılara bırakmışlardır. Ümeyyeoğulları’nın terk ettiği Medine’de devleti başsız bırakmamak için sahabeden Abdullah b. Ömer, Sa’d b. Ebu Vakkas, Mugire b. Şu’be, Muhammed b. Mesleme ve Üsame b. Zeyd’den oluşan bir heyet mescitte toplanarak 17 Haziran 656 tarihinde Hz. Ali’yi halife olarak seçmiştir.

Hz. Osman’ı Kim Öldürdü?

Hz. Osman’ı kimin öldürdüğü sorusu cevapsız kalınca İslam tarihindeki büyük kırılma ivme kazandı. Sayısı üç bini geçen grup, “Osman’ı hepimiz öldürdük!” diye bağırıyordu. Hz. Ali’nin de üç bin kişiyi cezalandıracak gücü yoktu. Bu durumda isyancılara karşı eli kolu bağlı idi. Bu nedenle bir süre ortalığın yatışmasını bekledi. Zira kendisine Medine dışındaki şehirler biat etmemişti. Hz. Osman’ın yeğeni ve Şam valisi olan Muaviye, kendisini Hz. Ali’ye biat etmeye davet etmek için gelen elçiye ret cevabı vermiş ve gerekçe olarak da Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ın katillerinin iş birlikçisi olarak gördüğünü ve Hz. Osman’ın kanını dava edeceğini söylemişti. Biat etmeyen sadece Muaviye değildi. Hz. Muhammed’in eşi ve Hz. Ebu Bekir’in kızı olan Hz. Ayşe de biat etmedi. Dört ay sonra sahabenin ileri gelenlerinden Talha ve Zübeyr de Hz. Ayşe’nin yanında yer aldı.

İlk Nefret Tohumu Cemel Vakası’nda Ekildi

Cahiliye döneminin asabiyesini hortlatan bu süreçte tekrar Mekke’ye dönen Ümeyyeoğulları da Hz. Ali’nin karşısında yer aldı. Bu nedenle Hz. Ali öncelikle Basra’dan biat almak üzere süratle asker topladı. Böylece Hz. Muhammed’in vefatının üzerinden geçen yirmi dört yıllık süreçte Müslümanlar bölünmekle yüz yüze geldi. Zira Hz. Ayşe de yandaşlarıyla birlikte, Basra üzerine yürüyen Hz. Ali’nin karşısına çıktı. İslam tarihinin en hazin çarpışması 9 Aralık 656 tarihinde Hureybe bölgesinde meydana geldi. Tarihe Cemel Vakası olarak geçen savaşı Hz. Ali kazanırken, kaybeden Müslümanlar oldu. İslam’ın hafızası niteliğindeki sahabenin ileri gelenlerinden Talha ve Zübeyr’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sahabi bu savaşta öldü. Savaşta ölenlerin defin hizmetlerini kendisi yürüten Hz. Ali, Hz. Ayşe’yi de hanımlarının eşliğinde Medine’ye gönderdi. Savaş meydanında ele geçirdiği ganimeti ve hazinedeki paraları ordusuna dağıtan Hz. Ali, daha sonra kendisine karşı gelenleri biat ettirmek için harekete geçti.

Yedi Ay Sonra İkinci Savaş Başladı

Müslümanların birliğini ortadan kaldıran ikinci savaş ise Şam Valisi Muaviye’nin, Hz. Ali’nin halifeliğini tanımamakta ısrar etmesi üzerine meydana geldi. Cemel Vakası’ndan sonra Şam Valisi Muaviye’yi tekrar biat etmeye davet eden Hz. Ali, bu davetinden de sonuç alamayınca devletin birliğini sağlamak için tekrar ordusuyla Şam’ın üzerine yürüdü. Böylece iki ordu, Cemel Vakası’ndan yedi ay sonra, 657 yılının haziran ayında Sıffîn mevkisinde karşı karşıya geldi. Hz. Ali ve Muaviye’nin ordularının çatışması üç ay sürdü. Bu sürede iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı. Savaşın en şiddetli anı, 27-28 Temmuz 657 gecesinde yaşandı. Leyletü’l Herîr denilen gece, ordular sabaha kadar birbirlerine kılıç salladılar. O gece orduları çözülmeye yüz tutan Muaviye savaş meydanından kaçmaya karar verdi. Muaviye’nin imdadına ise Mısır’ı fetheden komutan Amr b. Âs yetişti. Üç ay birbirine kılıç sallayan taraflar arasındaki sorunu gidermek için Amr b. Âs Kur’an’ın hakemliğine başvurulmasını önerdi. Bunun üzerine Muaviye, Hz. Osman döneminde çoğaltılıp vilayetlere iletilen Kur’an’ın Şam’a gönderilen nüshasını beş mızrağın ucuna bağlatarak taşıttı. Muaviye’nin askerleri de koyunlarında taşıdıkları Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna bağlayarak, “Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım; Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun!” diye çağrıda bulundular. Bu hareket Hz. Ali’nin ordusunda beklenen etkiyi hemen gösterdi. Yapılanın bir hile olduğunu ifade etmeye çalışsa da kimse Hz. Ali’ye kulak vermedi. Bunun üzerine Hz. Ali, Amr b. Âs’ın, Kur’an’ın hakemliğine başvurulması önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş’ari’yi, Muaviye de Amr b. Âs’ı hakem seçti.

Hakem Olayı’ndan Haricilik Doğdu

Ebu Musa el-Eş’ari ve Amr b. Âs, 31 Temmuz ila 4 Ağustos günleri arasında yaptıkları değerlendirmeler sonunda Hz. Ali ile Muaviye’yi, aralarındaki ihtilafları Allah’ın kitabı ve gerektiğinde de Hz. Muhammed’in sünneti ile çözmeleri şartıyla anlaştırdılar. Yetmiş bin Müslüman’ın savaş meydanında kaldığı Sıffîn Savaşı’nın sonunda hakemlerin iki taraf için de verdikleri karara, Hz. Ali’nin saflarında çarpışan Temimlilerden bazıları, “La hükme illa lillah!” sloganıyla itiraz ettiler. Hz. Ali’yi, hakem tayin etmek suretiyle günah işlemekle suçladılar. Günahından arınmak için tövbe etmesini ve Kur’an’ın emrine uygun hareket ederek Muaviye ve taraftarlarını Allah’ın emrine itaat ettirinceye kadar onlarla savaşmasını istediler.

Temimlilerin bu isteğini savaşın başında yerine getirmesine rağmen kendisinin dinlenmediğini söyleyen Hz. Ali, hakem tayin edilmesinden sonra varılan anlaşmadan dönemeyeceğini söyledi. Hz. Ali’ye kendi yorumlarını benimsetemeyen, çoğunluğu Temim Kabilesi’nden olan on iki bin kadar asker, Hz. Ali ile Kufe’ye dönmeyerek bugün Irak topraklarında kalan Kufe şehri yakınındaki Harura’ya çekildiler. Kendisine katılmayan grubu ikna etmek için Harura’ya giden Hz. Ali, burada altı bin kişilik bir grubu ikna ederek beraberinde Kufe’ye götürdü. Kalan dört bin kişilik grup ise Nehrevan’a giderek tarihe Hariciler olarak geçen ekolün nüvesini teşkil ettiler.

Nehrevan Savaşı ve İçinden Çıkılamayan Ayrışma

Ümeyyeoğulları’nın biat etmemesinden ötürü başlayan ayrışma, Haricilik hareketinin başlamasıyla sonuçlanınca Hz. Ali’nin uğraşması gereken bir başka sorun daha ortaya çıkmış oldu. Muaviye ile aralarındaki görüş ayrılığını gidermek için belirlenen hakemler de ilk toplantılarını 658 yılının şubat ayında, Dumetülcendel denilen, Suriye-Irak yolu üzerindeki mevkide yaptılar. Toplantı sonunda, Hz. Osman’ın halifeliği süresince öldürülmeyi gerektirecek bir icraat yapmadığı ve haksız yere öldürüldüğü görüşünü açıkladılar.

Hakemlerin kararlarını açıkladıkları günlerde, Hz. Ali de devletin birliğini sağlamak amacıyla Muaviye’yi kendine biat etmeye zorlamak için yeniden asker toplamaya başladı. Bu amaçla Nehrevan’da toplanan Haricileri de kendisine katılmaya davet etti. Aynı günlerde Hariciler, sahabeden Abdullah b. Habbâb ve hamile karısını, kendileriyle aynı görüşü paylaşmadıkları gerekçesiyle katlettiler. Bu durum, Hariciliğin bir asayiş sorunu yarattığını ortaya koydu. Bunun üzerine Hz. Ali, önce Haricilik sorununu ortadan kaldırmak için askerlerini Nehrevan üzerine yürüttü. 17 Temmuz 658 tarihinde yapılan savaşta Hariciler’in önemli bir bölümü hayatını kaybetti.

Tabii Nehrevan’da elde edilen bu sonuç, Harici sorununu gidermeye yetmedi. Hz. Ali, Nehrevan Savaşı’ndan sonra Şam’ın üzerine yürümek için ordusuyla Nuhayle denilen mevkide konakladığı esnada, Kufe’de yaşayan ve ehl-i Nuhayle denilen, sayıları iki bini bulan Harici topluluğunu kendisiyle birlikte hareket etmeye davet etti. Hariciler ise Hz. Ali’yi Kur’an hükümlerine uymadığı için küfre girmekle itham ederek onun ordusuna karşı kılıç çektiler. Yapılan savaşta büyük çoğunluğu öldürüldü. Savaş alanından kurtulanlar ise Mekke’ye kaçtı.

Arka arkaya gelen savaşlar, Hz. Ali’nin ordusunda da bıkkınlık ve yorgunluk meydana getirdi. Şam’a hareket etmek üzere topladığı ordusundaki isteksizlik Hz. Ali’yi kararından vazgeçirerek Kufe’ye dönmek zorunda bıraktı.

Hz. Ali’yi Halifelikten Azlettiren Hile

Hakemler ikinci toplantılarını 659 yılının ocak ayında Ezruh’ta yaptılar. Toplantı sonunda Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin görevlerinden azledilerek, yerlerine gelecek kişinin bir heyet tarafından belirlenmesine karar verdiler. Varılan bu kararı ilk açıklayan Ebu Musa el-Eş’ari, Hz. Ali’yi halifelik görevinden azlettiğini açıkladı. Amr b. Âs’ın da Muaviye’yi azlettiğini açıklaması beklenirken, o beklenmedik bir şey yaptı ve Muaviye’yi halife tayin ettiğini açıkladı. Ebu Musa el-Eş’ari, Amr bin Âs’ın kendisine oynadığı oyuna karşı çıksa da durum değişmedi ve İslam Devleti’nde ihtilaf içinden çıkılması güç bir hâl aldı. İslam dünyasındaki siyasi ve sosyal huzursuzluklar bu olaydan sonra iyice arttı. Devletin dikkati iç sorunlara yönelince fetihler de bir süre durmak zorunda kaldı.

O da Zehirli Bir Hançerle Öldürüldü

Halkın bir kısmı Hz. Ali’ye biat ederken, bir kısmı da Muaviye’ye biat etti. Böylece Şam ve Kufe’de iki ayrı devlet merkezi ortaya çıktı. Kendisine karşı oynanan oyuna öfkelenen Hz. Ali, Muaviye’ye karşı yeni bir sefer hazırlığı yapmak istese de halktan yeterli desteği göremedi. Buna rağmen kırk bin kişilik bir ordu meydana getirerek Şam üzerine yürüme kararı aldı.

O, devletteki çift başlılığı ortadan kaldırmak ve Müslümanları tek bayrak altında toplamak için hazırlık yaparken, ona karşı intikam hırsıyla yanıp tutuşan Harici Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazını kılarken zehirli bir hançerle ağır şekilde yaralandı. Bu suikasttan iki gün sonra, 28 Ocak 661 tarihinde Hz. Ali hayata gözlerini kapadı. Kur’an ve sünneti en iyi bilenlerden biri olan ve halife seçildiği andan itibaren Ümeyyeoğulları ve Hariciler ile mücadele etmek zorunda kalan Hz. Ali’nin naaşı, günümüzde Necef olarak bilinen Kufe şehrinde toprağa verildi.

HZ. HASAN (661-669)

1 Mart 625’te Medine’de doğdu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz. Peygamber, ona cahiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebu Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur.

Hulefa-i Raşidin dönemi yaygın kaynaklarda Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’den ibaret sayılsa da bazı Sünni âlimler tarafından, babasının şehit edilmesinden halifelik görevini Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’ye devrettiği güne kadar geçen 4 ay 3 günlük süre nedeniyle Hulefa-i Raşidin’in beşincisi ve sonuncusu olarak kabul edilir.

Hz. Hasan, yaşı küçük olması nedeniyle kardeşi Hüseyin gibi ilk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır. Çocukluğunu dedesi Hz. Muhammed’in yanında geçirmiştir. Hz. Osman’ın halifeliği sırasında kardeşiyle birlikte, Said b. Âs’ın komutasındaki ordu ile Horasan seferine katılmıştır. Medine’yi kuşatan isyancılara karşı Hz. Osman’ı korumak için iki ay süreyle evinde nöbet tutmuş ve evine su taşımıştır.

Babası Hz. Ali halife seçildiğinde, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah gibi sahabelerin bu seçime karşı çıkması nedeniyle babasının elçisi olarak Kufelileri biate ikna etmek için Ammar b. Yasir ile birlikte Kufe’ye gitti.

Müslümanların kendi aralarında cereyan eden ilk savaşlar olan Cemel Vakası’nda ve ayrıca Sıffîn Savaşı’nda babası ile birlikte kılıç salladı. Hz. Ali’nin 28 Ocak 661’de şehit edilmesinin ardından Kufeliler ona biat etti. Hz. Hasan, halktan biat aldıktan sonra Kufe Mescidi’nde halka hitap ederken, Hz. Muhammed’e olan yakınlığını hatırlatmıştır.

Kufelilerin Hz. Hasan’a biat etmesi, Muaviye’yi çok rahatsız etti. Kufelilerin desteğini almak için büyük bir çaba gösteren Muaviye, Suriye, Filistin ve el-Cezire’den topladığı askerleri Abdullah b. Âmir’in emrine vererek onlara Kufe üzerine yürümelerini emretti. Kendisine karşı başlatılan saldırı hazırlığını öğrenen Hz. Hasan da ordusu ile birlikte bugünkü Bağdat’ın 30 kilometre doğusunda kalan Dicle Nehri kıyısındaki Medain şehrine doğru yola çıktı. Bu sırada, aradaki anlaşmazlığı barış yoluyla ortadan kaldırmak için karşılıklı mektuplar gönderildi. Ancak bu yazışmalar anlaşmazlığı daha da derinleştirdi.

Hz. Hasan, Abdullah b. Âmir’in emrindeki orduyla çarpışmak için Medain’e hareket ettiği esnada, Muaviye de ordusuyla birlikte Musul’a hareket ederek orada konakladı. Hz. Hasan da on iki bin kişilik bir birliği Ubeydullah b. Abbas’ın emrine vererek Muaviye’ye karşı gönderdi. Bu arada, konakladığı Medain şehrinde ordusunun savaşa karşı isteksiz olduğunu gördü. Onlara karşı bir konuşma yaparak, askerlerinin hiçbirinin savaştan hoşlanmadığını bildiğini ve kendisinin de askerlerinin istemediği bir durumla karşı karşıya kalmalarına razı gelmeyeceğini söyledi. Onun yaptığı bu konuşma ordu içindeki Harici grupta büyük bir tepkiyle karşılandı. “Hasan da babası gibi küfre düşmüştür!” diyen bu grup, Hz. Hasan’ın üzerine yürüyerek elbiselerini çekiştirdi. Öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Hz. Muhammed’in torunu, Rebia ve Hemdan kabilelerine mensup sadık adamlarının yanına sığınarak canını kurtardı. Ordu içinde sükûneti sağladıktan sonra da Medain’e doğru harekete geçti. Ancak Harici grup, Medain yolunda rahat durmadı ve Hz. Hasan, Cerrah b. Sinan el-Esedî tarafından kılıç darbesiyle yaralandı.

Hz. Hasan’ın Yaralanması Muaviye’nin İşine Yaradı

Hz. Hasan’ın, babasını şehit eden Haricilerin kılıcıyla yaralanması Muaviye’nin işine yaradı. Bir yandan bu haberi etrafa yayan Muaviye, diğer yandan El-Anbar’da Ubeydullah b. Abbas komutasındaki öncü birliği kuşattı. Eş zamanlı olarak Muaviye’nin birliklerinin komutanı Abdullah b. Âmir de Medain’e giderek, Dicle kıyısında konuşlanan Hz. Hasan’ın ordusunun karşısında mevzilendi. Onlara, Muaviye’nin de El-Anbar’ı işgal ettiğini haber verdi. Muaviye’nin savaş yapmak istemediğini söyleyen Abdullah b. Âmir, barış için Hz. Hasan’ın kendisi de dâhil olmak üzere tüm askerlerin kendilerine sığınmalarını şart koştu. Abdullah b. Âmir’in bu sözleri, Hz. Hasan’ın ordusunda çözülmeye neden oldu. Askerlerindeki tereddüt Hz. Hasan’ı Medain’e dönmeye mecbur etti. Medain’de Abdullah b. Âmir’e haber gönderen Hz. Hasan, halifelik beratını Muaviye’ye teslim etmek için altı şart ileri sürdü.

Hz. Hasan’ın ileri sürdüğü şartlar şunlardı:

1- İntikam için Iraklılardan hiç kimse tutuklanmayacaktır.

2- Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır.

3- İşlenmiş suçların tamamı affedilecektir.

4- Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir.

5- Kardeşi Hüseyin’e iki milyon dirhem verilecektir.

6- Haşimoğulları’na da Ümeyyeoğulları’na gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır.

İbnü’l Esîr, Hz. Hasan tarafından ileri sürülen bu şartlara, Hz. Ali’ye küfür etmemeyi de ekledi.

Nihayet Müslümanlar Yeniden Birlik Oldu

İleri sürülen altı şartı, Abdullah b. Âmir, Muaviye’ye iletti. Muaviye, altı şartı da uygun buldu ve kendi elleriyle bir zabıt hazırlayıp üzerini mühürleyerek Hz. Hasan’a gönderdi. İleri sürdüğü şartların kabul edilmesi üzerine Hz. Hasan, anlaşmayı Kays b. Sâ’d’a bildirerek yetkilerini Muaviye’ye devretmesini ve Medain’e dönmesini emretti. Kays b. Sâ’d, Muaviye’nin halifeliğini kabul etmek istemediği için beraberindeki dört bin askeri, kendisiyle birlikte Muaviye’ye karşı savaşa çağırdı. Askerler savaşmak yerine Hz. Hasan’ın çağrısına uymayı tercih ettiler.

Hz. Hasan’ın kararına Hz. Hüseyin de karşı çıktı. Buna rağmen Hz. Hasan kararından dönmedi ve adamları ile birlikte Medain’i terk ederek Kufe’ye çekildi. Daha sonra Kufe’ye gelen Muaviye’ye, 661 yılının eylül ayında vardıkları anlaşmayı sözlü olarak yeniden onaylattı. İslam tarihinde bu yıl, Birlik Yılı olarak kabul edildi.

“Mücteba”, “Taki”, “Zeki” ve “Sıbt” lakaplarıyla tanınan Hz. Hasan, halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaradılışa sahipti. Kısa bir süre halife unvanını taşıdıktan sonra hilatini Muaviye’ye devrederek, ailesiyle birlikte Kufe’den Medine’ye göç etti ve yaşamının kalan kısmını Medine’de geçirdi. Onu öldüren ise Hz. Hasan’ın eşlerinden Ca’de binti Eş’as b. Kays oldu. Ca’de binti Eş’as, Yezid ile evlendirileceği sözüne kanarak Hz. Hasan’ı zehirleyip öldürdü. Hz. Hasan’ın naaşı, vasiyetine uygun şekilde Cennet-ül Baki Mezarlığı’nda Hz. Fatma’nın yanına defnedildi.