Книга Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri - читать онлайн бесплатно, автор Hasan Yılmaz. Cтраница 5
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri

Hz. Muhammed’den on üç hadis rivayet ettiği tespit edilen Hz. Hasan, yaşadığı dönemde çok boşayan anlamına gelen “Mıtlak” lakabıyla da anılmıştır. Yüze yakın evlilik yaptığı ileri sürülse de hayatına ilişkin tez çalışması yapan Bâkır Şerif el-Kureyşî, onun on üç evlilik yaptığını belirlemiştir. Evliliklerinden on iki çocuğu olsa da bazı kaynaklarda yirmi iki çocuğu olduğu da nakledilmiştir. Hz. Muhammed’in soyunun devamını sağlayan Hz. Hasan’ın çocuklarının bilinen isimleri şöyledir:

Zeyd, Hasan, Kasım, Ebu Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Yakub, İsmail ve Talha. Soyu Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarından devam etmiştir. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “şerif” unvanı verilmiştir. Tarihte soylarının Hz. Hasan’a uzandığını iddia eden aileler tarafından İdrisîler, Ressiler ve Sa’diler adıyla devletler kurulmuştur. Günümüzde de Filâlîler Hanedanı ile Fas’ta ve Haşimiler Hanedanı ile Ürdün’de Hz. Hasan’ın soyundan gelen aileler etkilidir.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bütün İslam dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Hz. Muhammed’in torunları sıfatıyla çok sevilip sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.

Şia kültüründe Hz. Hasan’ın ayrı bir yeri vardır. Hz. Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört “masum-u pak’’ın dördüncüsü olarak kabul edilip, kendisine birçok keramet atfedilmiştir. Bugün İran ve Irak gibi Şiilerin yaşadığı yerlerde, Hz. Hüseyin için muharrem ayının ilk on bir gününde yapılan taziye ayinleri kadar gösterişli olmamakla beraber, kameri aylara göre 28. Safer günü hem Hz. Muhammed’in hem de Hz. Hasan’ın vefatı münasebetiyle dinî törenler yapılmaktadır

OSMANLI HALİFELERİ




I. SELİM (YAVUZ SULTAN SELİM) (1512-1520)

Halifelik unvanını Osmanlı Devleti’ne kazandıran I. Selim, 1470 yılında babası II. Bayezid’in sancakbeyi olarak bulunduğu Amasya’da doğdu. Adı Selim olsa da sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle “Yavuz” lakabıyla anılmıştır. On yaşlarında iken dedesi Fatih Sultan Mehmet tarafından kardeşleri Ahmet, Korkut, Mahmut, Alemşah ve amcası Cem’in oğlu Oğuz Han ile birlikte İstanbul’a çağrıldı ve sünnet ettirildi. Sünnet töreninin ardından babasının yanına dönen Selim bir süre daha Amasya’da kaldı.

Babası II. Bayezid, tahta çıkmak üzere İstanbul’a gittiğinde o bir süre daha Amasya’da kaldıktan sonra, 1487 yılında şehzade olarak Trabzon sancağına gönderildi. Trabzon’da 24 yıl sancakbeyliği yapan I. Selim, burada devlet yönetimine ilişkin önemli bir deneyim kazandı. Trabzon’da iken özellikle Gürcü prensliklerinin ve Safevî Devleti’nin faaliyetlerini yakından takip etti. Babası II. Bayezid ise Batı’dan gelen tehditleri dikkate alarak doğu sınırlarında sorunla karşılaşmamak için Şah İsmail’in sınır boylarındaki hareketleri karşısında oğlunu fevri hareket etmemesi için uyardı.

I. Selim, 1508 yılında Gürcistan’a yaptığı bir seferde büyük başarı kazandı. II. Bayezid de oğlunun zaferini takdir etti.

Gözü Hep Safevîler’in Üzerindeydi

I. Selim’i doğu seferlerine çıkartan temel neden, uzun süre Trabzon’da şehzadelik yapması oldu. Trabzon’da bulunduğu 24 yıllık sürede bütün dikkatini Şah İsmail üzerinde yoğunlaştırdı. Daha 1501 yılında sınır hattındaki kalelerin tamir edilip sahillerin emniyeti için gemi sağlanmasının gerekliliğini vurgularken Şah İsmail’in hareketleri ve Şirvan’daki durum hakkında devlet merkezine raporlar gönderdi. Babasından aldığı onay doğrultusunda İspir ve Bayburt’a sefer düzenleyip Osmanlı topraklarına katarak Erzurum’a kadar olan yerlerin güvenliğini sağlamaya çalıştı.

Safevî Devleti Hükümdarı Şah İsmail’in, 1507 yılında Dulkadiroğulları’nın üzerine yürümesi ve bir komutanını Trabzon sınırlarına yollaması üzerine sancağının askerlerini toplayarak Erzincan’a kadar ilerledi ve Şah İsmail’e gözdağı verdi. I. Selim’in meydan okumasına karşılık veren Şah İsmail de 10 bin kişilik bir kuvveti Erzincan’a yollayınca iki ordu Erzincan yakınlarında karşılaştı. Yapılan savaşta Safevî ordusu büyük bir hezimete uğradı.

I. Selim, Trabzon’daki Türk nüfusun yoğunlaşmasına büyük önem verdi. Bu amaçla, Şah İsmail’in Tebriz ve çevresinde uyguladığı Şiileştirme baskılarından kaçan Türkleri, Trabzon bölgesine yerleştirdi.

Annesi Ayşe Hatun, vefat ettiği 1506 yılına kadar yanında kaldı. Oğlu Süleyman da onun Trabzon’daki şehzadeliği sırasında dünyaya geldi. Yine burada doğan oğlu Salih ve kızı Kamerşah küçük yaşta vefat etti.

Oldubittiyi Kabullenmedi

Babasının sakin kişiliğinin devlete dönük tehditleri artırdığını gözlemleyen I. Selim, Amasya sancağında bulunan abisi Ahmet’in veliaht olarak öne çıkmasından duyduğu rahatsızlık sebebiyle, tahtı ele geçirmek için açıktan mücadele etmeye başladı. Trabzon sancağında kazandığı zaferler nedeniyle halk arasında ünü yayılan I. Selim, gaza isteyen ordunun da ümidi olarak öne çıktı. İktidar mücadelesini Trabzon’dan sürdürmek istemeyen I. Selim, kabul edilebilir gerekçeler öne sürerek İstanbul’a yakın bir sancağa gelmek istediğini bildirdi. Babasının kabul etmemesi üzerine, oğlu Süleyman için sancak beyliği istedi. Eskişehir veya Giresun-Kürtün-Şiran bölgesinin sancak beyliği olarak verilebileceği haberini alınca babasının kendisini tahtın vârisi olarak düşünmediğini anladı. Abisi Ahmet ile ilişkilerinin giderek gerildiği bir dönemde, II. Bayezid, torunu Süleyman’a, oğlu Selim’in isteği doğrultusunda 6 Temmuz 1509’da Kefe sancağını vermeyi kabul etti. Selim için darbe yapmaktan başka çıkar yol görünmüyordu. Babasının hastalığının arttığı haberlerini alınca abisi Ahmet’e karşı inisiyatif ele geçirmek için izinsiz bir şekilde 1510 yılında oğlu Süleyman’ın yanına Kefe’ye gitti. Bu arada kardeşi Korkut Manisa’ya, abisi Ahmet de Ankara’ya geldi.

Kefe’ye izinsiz gitmesi İstanbul’da büyük yankı uyandırdı. Selim, sancağına dönmesi için nasihat etmek üzere babası tarafından gönderilen ulemadan Sarıgörez Nurettin Efendi’yi dinlemedi ve ona amacının babasını bizzat görmek olduğunu, bu sebeple İstanbul’a gitmek istediğini söyledi. Bu arada kendisine Rumeli yakasında bir sancak verilmesi talebinde de bulunmuştu. Onun buradan ayrılmayacağını anlayan II. Bayezid vezirlerle görüşerek Menteşe sancağını verdiyse de Selim bunu kabul etmeyip Silistre sancağını istedi. Ardından babasının elini öpmek amacıyla hareket ettiğini bildirip Kefe’den Akkirman’a geldi fakat şehre alınmadı; burada durmayarak Haziran 1511’de Kili civarına ulaştı. Kendisiyle birlikte hareket eden kuvvetlerin sayısı 3000’e ulaşınca Edirne’ye doğru yola çıktı. Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Babasından, hayatta bulunduğu müddetçe şehzadelerden herhangi birini saltanat makamına geçirmeyeceğine dair söz aldı. Selim, aldığı söz üzerine Edirne’den ayrılıp Semendire’ye hareket etti.

Şehzade Ahmet’i, Şahkulu İsyanı Gözden Düşürdü

Şah İsmail’i kurtarıcı olarak gören Alevi Türkmenler tarafından 1511 yılında Antalya’da Şahkulu liderliğinde başlayan isyan, Kütahya’ya kadar yayılmıştı. Şehzade Ahmet, asiler karşısında başarısız olmuş, I. Selim de Semendire’ye doğru yola çıkmıştı. Eski Zağra’ya geldiğinde abisi Ahmet’in İstanbul’a çağrıldığını haber aldı ve Semendire’ye gitmekten vazgeçip, Edirne’ye döndü. Daha sonra İstanbul’a doğru giden babasını Çorlu’da yakaladı. Burada babasının kuvvetleriyle girdiği mücadeleden sonuç alamayınca 3 Ağustos 1511’de Kefe’ye dönmek zorunda kaldı.

I. Selim’in Kefe’ye çekilmesi üzerine, İstanbul’da ordu ayaklandı. Yeniçeriler Şehzade Ahmet’i istemediklerini ve I. Selim’i tahtta görmek istediklerini açıkça ilan ettiler. Ordunun yaptığı gösterilerden çekinen Şehzade Ahmet, Üsküdar’da beklemek zorunda kaldı. Bunun üzerine II. Bayezid, Mart 1512 tarihli emirle onu “Asakir-i Mansûre Serdarlığına” getirdiğini belirtip İstanbul’a çağırdı. Bu unvan, I. Selim’e hükümdarlık yolunu açtı. Bunun üzerine, I. Selim, İstanbul’a gelip Yenibahçe’de kendisi için hazırlanan çadıra indi. II. Bayezid, divan üyelerinin ve ordunun da baskısıyla tahtında fazla oturamadı ve oğlu lehine feragat etmek zorunda kaldı. Böylece I. Selim 24 Nisan 1512’de tahta çıktı.

II. Bayezid, Dimetoka Yolunda Vefat Etti

Hükümdarlık mührünü oğluna bırakmak zorunda kalan II. Bayezid, İstanbul’dan ayrılıp Dimetoka’ya giderken yolda hayatını kaybetti. Bu durum I. Selim’in hükümdarlıkta daha rahat hareket etmesini sağlarken kardeşleri Ahmet ve Korkut da Manisa ve Konya’da hükümdar gibi hareket etmeye başladılar. I. Selim, kardeşlerine karşı tek otorite olabilmek için oğlu Süleyman’ı Kefe’den çağırıp İstanbul’u ona emanet ettikten sonra 18 Temmuz 1512’de Anadolu’ya geçti. Abisi Ahmet, önce Ankara’ya çekildi, oradan da Amasya ve Darende’ye geçti. Kış mevsimini Bursa’da geçiren I. Selim, burada Şehzade Mahmut’un oğulları Musa, Orhan, Emir ile Alemşah’ın oğlu Osman ve Şehinşah’ın oğlu Mehmet beyleri saltanatın bekası gerekçesiyle ortadan kaldırdı. Ardından Manisa’da bulunan kardeşi Korkut’u yakalatıp öldürttü. Böylece karşısında sadece abisi Ahmet ve oğulları kaldı.

Şehzade Ahmet, 1513 yılının Şubat ayında, yanına topladığı askerle Bursa üzerine yürüdü. 15 Nisan 1513’te Yenişehir Ovası’nda yapılan savaşı kaybeden Şehzade Ahmet, yakalanarak öldürüldü. Böylece Osmanlı’nın tek egemeni Yavuz Sultan Selim oldu.

Tek Tehdit Safevîler Kaldı

Osmanlı Devleti’nde otoritesini sağlamlaştıran Yavuz Sultan Selim, Anadolu’da sık sık isyanlara neden olan Şah İsmail propagandasını sona erdirmek için Şah İsmail üzerine yürüme kararı aldı. Zira Sünni ve Şii geriliminin iki ülke ilişkilerinde tansiyonu yükseltici bir etkisi vardı. I. Selim, öncelikle Şah İsmail’in propagandasını yapanları tespit ettirip Mora Yarımadası’na ve Rumeli’ye sürgün ettirdi. Bu arada Şah İsmail taraftarları da Anadolu’yu terk edip İran’a gitti.

Yavuz Sultan Selim’i Şii tehdidi konusunda harekete geçiren bir önemli neden de kendisine gelen raporlar oldu. Devletin doğu sınırlarında tehdit algısına neden olan bu raporlar, Yavuz Sultan Selim’i, Safevîler üzerine harekete geçirdi.

Öncelikle Şah İsmail’in İslam yolundan saptığını belirterek din adamlarından fetva aldı. Ardından Safevîler’e karşı ticari bir ambargo başlatarak İran’ın Batı’ya ipek satışını engelledi. Bunun yanında sınırları kapatarak karşılıklı ticareti de yasakladı. Daha sonra da 20 Mart 1514’te sefere çıktı. İzmit’ten hareket edip Konya, Kayseri ve Sivas güzergâhını takip ederek 13 Temmuz’da Safevî sınırlarına ulaştı. Bu esnada Şah İsmail ile karşılıklı mektuplaştı. Sefere çıktığında lojistik ihtiyacını gidermekte güçlükler yaşayan Yavuz Sultan Selim, bu zorluğu İran topraklarına girdiğinde daha fazla hissetti. Uzun süre yol alınmasına karşılık Safevî ordusu ile karşılaşmamak orduda moral bozukluğuna yol açarken, açlık ve yorgunluk da gerilimi giderek yükseltti. Sinir savaşına dönen bu süreçte, Yavuz Sultan Selim, vezirlerin geri dönme tekliflerini geri çevirdi. Hatta geri dönme yanlısı olan Karaman Beylerbeyi Hemdem Paşa’yı idam ettirdi. Böylece muhaliflere gözdağı vermiş oldu. 14 Ağustos’ta da yeniçeriler isyan ettiler. Yavuz Sultan Selim etkili sözlerle onları zorlukla yatıştırdı. Bunda, o sırada gelen bir casusun Şah İsmail’in Hoy’a doğru ilerlemekte olduğu haberini getirmesi etkili olmuştu. Sonunda Çaldıran Ovası’nda iki taraf karşı karşıya geldi.

23 Ağustos 1514 Çarşamba günü yapılan savaşta, Şah İsmail’in ordusu bozguna uğrarken Osmanlı kuvvetleri 6 Eylül 1514’te Tebriz’e girdi. Dokuz gün kaldığı Tebriz’de adına cuma hutbesi okutan Yavuz Sultan Selim, İstanbul’un kültür ve sanat hayatını zenginleştirmek için sayıları 1000’e ulaşan sanatçıyı beraberinde İstanbul’a götürdü. Dönüş sırasında Bayburt ve Kiğı kaleleri de Osmanlı Devleti’ne teslim oldu. Kışı Amasya’da geçiren Yavuz Sultan Selim, Safevîler’e karşı ertesi yıl yeniden sefere çıkmak niyetindeydi.

19 Nisan 1515’te Safevîler’in elindeki Kemah üzerine yürüyen Yavuz Sultan Selim, bir aylık bir kuşatmadan sonra burayı fethederek Sivas’a hareket etti. İkinci hedef olarak Şah İsmail ile iş birliği yapan Dulkadiroğlu Alâüddevle Bey’i seçti. Anne tarafından Yavuz Sultan Selim’in dedesi olan Alâüddevle, Rumeli Beylerbeyi Hadım Sinan Paşa kuvvetleri karşısında bozguna uğradı ve savaşta hayatını kaybetti.

Diyarbakır ve Çevresini Osmanlı Topraklarına Kattı

Bu arada Diyarbakır ve çevresini Osmanlı topraklarına katmak için padişah, Tarihçi İdris-i Bitlisî’yi bölgeye göndererek civardaki Sünni/Şafii aşiretlerini Safevîler’e karşı örgütlemeye çalıştı, yerel Kürt beylerini kendi tarafına çekti. Bıyıklı Mehmet Bey de bölgedeki faaliyetleriyle öne çıktı, Âmid’i (bugünkü Diyarbakır Kalesi) ele geçirdi. Fakat Safevîler’in bölgedeki emiri, Karahan kuvvetlerini toplayarak Osmanlılar’a karşı yıpratıcı bir mücadeleye girişti. Yavuz Sultan Selim, İstanbul’da ve daha sonra gittiği Edirne’de doğudan gelen haberleri dikkatle izlerken bir taraftan da yeni bir doğu seferi için ciddi hazırlıklar yaptı. Ayrıca İstanbul’daki tersaneyi genişleterek deniz harekâtı için uygun hâle getirmeye çalıştı ve donanmayı yeni baştan düzenletti.

Yavuz Sultan Selim 10 Nisan 1516’ya kadar Edirne’de kaldı. Daha sonra İstanbul’a geçerek Mısır seferine çıkmak için orduyu yeniden düzenledi. Sık sık topladığı divanların tek konusu Safevîler’e karşı çıkılacak seferde Memlûk Sultanlığı’nın nasıl hareket edeceği idi. Çoğu defa divanda gerekli tedbirleri almadıkları gerekçesiyle paşalara kızdı, Safevî elçisi dolayısıyla çıkan tartışmalarda divanı terk etti, bazen de toplantılara hiç katılmadı. Sonunda 19 Mart 1516 tarihinde yapılan divanda şark seferi resmen duyurularak gerekli hazırlıkların yapılması kararı alındı.

Yavuz Sultan Selim, son ana kadar Safevîler üzerine yürüyeceği izlenimi verdi. Bu durum, Osmanlı ordusu Memlûk topraklarına ayak bastığında ancak anlaşıldı.

Yavuz Sultan Selim, Safevîler üzerine sefer düzenleyeceği izlenimi verdiği için 30 Temmuz’da Yavuz Sultan Selim hedefini Memlûk sultanı ve Halep olarak resmen ilan etti. 6 Ağustos’ta Malatya Ovası’ndan ayrılarak Halep’e yöneldi. İki gün sonra orduyu savaş düzenine soktu, Kansu Gavri’ye sert üsluplu yeni bir mektup gönderip savaşa davet etti.

Ağustos’ta Antep dışında konakladı ve burada kaldığı üç gün zarfında Memlûk sultanının hareketlerini izletti. Nihayet 24 Ağustos’ta Mercidabık Ovası’nda yapılan savaşta ateşli silahların da rolüyle Memlûk ordusu dağıldı.

Savaştan sonra 28 Ağustos’ta Halep’e gelen Yavuz Sultan Selim, bu şehirde 17 gün kaldı. Bu süre içinde esir aldığı Abbasi Halifesi Mütevekkil Alellah ile görüştü. Ele geçirdiği toprakların idari planlamasını yaptıktan sonra gelecek hedeflerini belirledi ve Memlûk Devleti’nin yeniden toparlanmasına fırsat vermemek için Şam’a yürüme kararı aldı. 27 Eylül’de Şam’a ulaşmasına karşılık, 12 gün boyunca şehrin dışında bekledi ve yapılan hazırlıklardan sonra büyük bir törenle şehre girdi.

Kahire Üzerine Yürüme Kararı Aldı

Şam’da yaptığı değerlendirmelerde Memlûkler’in yeniden toparlandıklarını ve Tomanbay’ı hükümdar seçtiklerini haber alınca Kahire üzerine yürüme kararı aldı. Ancak bu kararını divan üyelerine kabul ettirmekte güçlük çekti. Divan toplantısında huzurunda sert bir tartışma yapan Anadolu beylerbeyi Zeynel Paşa ile Anadolu Defterdarı Zehrimar Kasım Efendi’yi azletti. Tomanbay’a mektup gönderip teslim olması yönünde öğüt verdi. Memlûk tarihçisi İbn İyaz, Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği mektupta, padişah adına hutbe okutmak, para bastırmak ve haraç ödemek şartıyla Tomanbay’a Mısır’dan Şam’a kadar olan yerlerin idaresini bırakma sözü verdiğini kaydetmiştir.

Yavuz Sultan Selim, yanında 12 bin kişilik bir kapıkulu askeri olmasına rağmen Tomanbay’ın teslim olmayacağı haberini aldıktan sonra Kahire üzerine yürümek için hazırlıklara başladı. Macarlarla yapılan barış anlaşmasının yenilenmesi ve Şah İsmail’in de Tebriz de bulunduğu haberlerini alan Yavuz Sultan Selim, havanın da uygun olmasıyla 15 Aralık’ta Şam’dan hareket etti. 30 Aralık’ta Kudüs’e girerek Mescid-i Aksa’da akşam, Kubbetü’s Sahra’da yatsı namazını kıldı. Bu sırada yağan yağmurlar, çölü aşmasını kolaylaştırdı. 2 Ocak 1517’de Gazze’ye giren Yavuz Sultan Selim, bir hafta kaldığı bu şehirde savaş için son hazırlıklarını yaptı.

9 Ocak’ta Gazze’den ayrılan Yavuz Sultan Selim 11 Ocak’ta Ariş mevkisine ulaştı, burada su sıkıntısı çekildi ancak 16 Ocak’ta Salihiye’ye gelindiğinde susuzluk korkusu kalmadı. Kahire’ye yaklaştığında Tomanbay’ın Kahire surları önündeki Mukattam Dağı’ndan itibaren Nil’e kadar bir hendek kazdırıp savunma mevzileri oluşturduğunu öğrendi. Tomanbay, bu mevzilere toplar yerleştirerek Yavuz’u Kahire’ye yaklaşmadan durdurmayı planlıyordu. Ancak Yavuz’un bu mevzilerin arkasından dolaşması Tomanbay’ın toplarını işlevsiz hâle getirdi. 22 Ocak’ta yapılan Ridaniye Savaşı’ndan sonra Afrika kapıları tümüyle Osmanlı Devleti’ne açıldı.

Osmanlı kuvvetleri 24 Ocak’ta Kahire’ye girerken Yavuz Sultan Selim, şehirde asayiş sağlanana kadar dışarıdaki ordugâhından ayrılmadı. Bu sırada Osmanlı kuvvetleri büyük direnişle karşılaştı. Topladığı kuvvetlerle 27-28 Ocak 1517 tarihinde Kahire’ye giren Tomanbay, Kahire halkının da desteğiyle Osmanlı birliklerini zor durumda bıraktı. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de şehirdeki ordu birliklerinin başına geçmek zorunda kaldı. Şehirdeki direniş üçüncü günde ancak kırılabildi. Buna rağmen Tomanbay yakalanamadı.

Yavuz Sultan Selim, Ridaniye’de kazanılan zaferden ancak 22 gün sonra Kahire’ye girebildi. Bu arada Tomanbay’ın yakalanmamış olması büyük bir tehdide dönüştü. Bunun üzerine 15 Mart’ta onu yakalamak için peşine düştü ve 30 Mart’ta yakalayabildi. İki hafta kadar Tomanbay’a iyi davranan Yavuz Sultan Selim, Mısır’da kesin hâkimiyet kurmasının yolunun Tomanbay’ın idam edilmesinden geçtiğini düşünerek 13 Nisan’da halkın gözü önünde onu idam ettirdi. Böylece Kahire’de tam anlamıyla egemenlik kurdu. Mısır valiliğini önce Yunus Paşa’ya havale ettiyse de 29 Ağustos’ta bu göreve Hayır Bey’i getirdi.

Halifeliği İstanbul’a Getirdi

Kahire’de 10 Eylül’e kadar kalan Yavuz Sultan Selim bu süre zarfında daha çok Nil’in ortasındaki Ravza Adası’nda ikamet etti, burada bir köşk yaptırdı, pencerelerindeki Arapça şiirleri bizzat kaleme aldı. Burada iken kendisine karşı bir suikast girişiminde bulunuldu. Yine bir gün sandaldan sahile çıkarken Nil Nehri’ne düştü ve güçlükle kurtarıldı. Bu arada gelişi geciken ve zorlukla İskenderiye’ye ulaşabilen donanmayı görmek için 28 Mayıs 1517’de İskenderiye’ye kadar gitti, şehri dolaşıp avlandıktan sonra 12 Haziran’da Ravza Adası’na döndü. Burada iken Mekke şerifinin oğlu Ebu Nümeyy’i kabul etti ve 6 Temmuz 1517’de Haremeyn’in himayesini resmen üstlendi.

Yavuz Sultan Selim, İstanbul’a dönerken içlerinde Abbasi Halifesi Mütevekkil Alellah ve yakınlarıyla Kansu Gavri’nin oğlu Muhammed’in bulunduğu bazı önde gelen kimseleri, Mısırlı din bilginlerini, sanatkârları, bir kısım tacirleri, mukaddes emanetleri ve ele geçirilen malzemeleri de beraberinde götürdü.

İki Yıl Bir Ay Sonra İstanbul’a Döndü

Geldiği yolu takip ederek Kahire’den İstanbul’a dönen Yavuz Sultan Selim, Şam’da Muhyiddin Arabî’nin mezarını buldurarak türbe, yanına cami ve tekke yaptırdı. Beyrut ve Sayda taraflarındaki İbn Haneş isyanıyla ilgilendi ve Şam bölgesinin beylerbeyliğini Canbirdi Gazali’ye verdi. 22 Şubat 1518’de Halep’e geldiğinde bazı rivayetlere göre Şah İsmail meselesini halletmek için hazırlıklar yapmaya başlamış ve iki ay kadar burada kalmışsa da yeniçerilerin baskısı yüzünden İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır.

İki yıl bir ay süren seferden sonra 25 Temmuz 1517 tarihinde Topkapı Sarayı’na giren Yavuz Sultan Selim, buna rağmen İstanbul’da fazla kalmadı ve bir hafta kaldıktan sonra Edirne’ye gitti. Edirne’de kaldığı sürede çeşitli ülkelerden gelen elçileri kabul etti. Uzun müddet av partileri düzenletti. Yanına getirttiği oğlu Süleyman ile görüştükten sonra onu Manisa’ya yolladı. Burada kaldığı süre içinde bir yandan bölgeyi dolaşırken, diğer yandan Avrupa’da papanın önderliğinde gelişen yeni bir haçlı seferiyle ilgili hazırlıkları dikkatle izledi. Mısır seferi sırasında Macarların Osmanlı sınırlarına yönelik niyetleri konusunda sınır boylarındaki beylerden çeşitli haberler alınmıştı. Ancak haçlı seferi kararının fiiliyata geçirilmesi çeşitli problemler yüzünden mümkün olmadı.

1519 yılının Nisan ayına kadar Edirne’de kalan Yavuz Sultan Selim, Avrupa devletlerinin haçlı ittifakı arayışlarına karşı yeni bir sefer için hazırlığı başlattı. İstanbul’a döndüğünde donanmanın hazırlıklarını yakından takip etti. Tarihçiler, bu hazırlığın sebebinin Rodos Adası’nın fethedilmesi olduğunu kaydetmişlerdir. Bir kısım tarihçi de İran’a sefer yapmak amacını taşıdığını belirtmiştir. Ancak toplanan danışma meclisinde Rodos’a sefer yapılması uygun görülmedi. Danışma meclisinde Anadolu’daki karışıklıklar nedeniyle Şah İsmail’e karşı yürümenin daha öncelikli olduğu yolunda fetva çıktı. Yavuz Sultan Selim bu duruma öfkelenerek seferden vazgeçti ve Edirne’ye gitmek için 18 Temmuz 1520’de İstanbul’dan ayrıldı.

Yavuz Sultan Selim, sırtında çıkan bir büyük ur yüzünden Çorlu’dan ileri gidemedi; hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek ağırlaştı ve iki ay kadar burada ümitsiz bir tedavi gördükten sonra 21-22 Eylül 1520 gecesi sabaha karşı vefat etti.

Ölümü oğlu Süleyman’ın Manisa’dan İstanbul’a gelişine kadar gizli tutuldu. 1 Ekim’de İstanbul’a getirilen naaşı oğlu ve devlet adamları tarafından şehir girişinde karşılandı ve Fatih Camii’ne indirildi. Burada kılınan namazdan sonra bugünkü türbesinin bulunduğu Mirza Sarayı denilen yerde (Sultanselim) defnedildi. Üzerine geçici olarak bir çadır kuruldu, daha sonra oğlu Süleyman tarafından buraya bir türbe ve cami yaptırıldı.

8 Yıl Hükümdarlık Yaptı

8 yıl hükümdarlık görevini yürüten Yavuz Sultan Selim dönemi, Osmanlı Devleti tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle doğuya yaptığı seferler ve aldığı tedbirler, yaptığı düzenlemeler sadece dönemini değil, günümüz tarihini de etkilemiştir.

Şii tehdidine karşı Sünni anlayışı öne çıkarması, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirirken Memlûk Sultanlığı’na son verişi ile de İslam dünyasını tek bir bayrak altında toplama idealinin bir adımını teşkil etmiştir. Böylece Osmanlı Devleti halifeliğin vârisi hâline gelmiştir.

İstanbul’da iken Ayasofya’da düzenlenen bir törenle hilafeti halifeden devraldığı rivayetini tarihçiler şüpheli bulmaktadırlar. Yavuz Sultan Selim’in İslam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması dönemin bazı kaynaklarınca “hilafet tahtının sultanı” şeklinde anılmasına yol açmıştır. Resmî belgelerde, Mekke ve Medine’nin koruyucusu (hadimü’l-haremeyn) unvanıyla anılmıştır.

Batılı kaynaklarda daha çok merhametsizliği, kan dökücülüğü ile tasvir edilmişse de bazı elçilik raporlarında Yavuz Sultan Selim’in adaleti öne çıkartılmıştır. Âlimlerle sohbet etmeyi ve siyasi meselelerde bunların ve diğer devlet adamlarının görüşlerini almayı prensip edindiği anlaşılan Yavuz Sultan Selim’in çok okuduğu ve tarihe büyük merakı olduğu, Farsçayı çok iyi bildiği, Arapçaya ve Tatar lehçesine de aşina olduğu ifade edilir. Farsça şiirlerini ihtiva eden divanı basılmıştır. Türkçe şiirlerine de bazı tezkirelerde rastlanır.

Sohbet meclislerinde takdir ettiği âlimler arasında Zenbilli Ali Efendi, Kemalpaşazade, İdris-i Bitlisî, hocası Halimî Çelebi’nin başta geldiği, Tacizade Cafer Çelebi, Ahi Benli Hasan ve Revanî gibi şairlere değer verdiği bilinmektedir.

Halk arasında ismi, gözü pekliği ve sertliğinden ilhamla “Yavuz” şeklinde anılan bir padişah olarak adı türlü menkıbelere ve hikâyelere konu olmuştur. Hakkındaki menkıbelerin bazıları bir kısım yazarlarca tarihî bir gerçek şeklinde algılanıp nakledilmiştir. Bunların çoğu, onun diğer padişahlarla mukayese edilemeyecek ölçüde farklı tavırlarından kaynaklanmış olmalıdır.

Adı bilinen tek hanımı Hafsa Sultan’dır. Ayrıca Ayşe Hatun isimli birinden daha söz edilir. Kızları Beyhan Sultan, Fatma Sultan, Hafsa Sultan, Hatice Sultan, Şah Sultan, Hanım Hatun’dur. Bazı kaynaklarda Trabzon, Edirne, Şam ve Kahire’deki imar hareketleri dışında İstanbul’da kendi adını taşıyan caminin temellerini attırdığı, ancak tamamlatamadığı, tersaneyi genişlettiği, Sirkeci ile Sarayburnu arasında sahilde bir köşk yaptırdığı kaydedilir.

I. SÜLEYMAN (KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN) (1520-1566)

6 Kasım 1494 tarihinde Trabzon’da dünyaya geldi. Döneminde Batılı yazarlar tarafından “Muhteşem” ve “Büyük Türk” unvanlarıyla anılan Sultan Süleyman için Kanuni sıfatı ilk defa çağından yüz yıl sonra kullanılmıştır. Bugün isminden çok Kanuni unvanıyla tanınırsa da bu sıfat ilk defa 18. yüzyılda Dimitrie Cantemir’in Osmanlı tarihinde geçmiş, 19. yüzyılda Osmanlı tarihçileri tarafından benimsenerek yaygınlık kazanmıştır.