banner banner banner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Antikacı Dükkânı


Beri yanda hazırlanan dolaplar Richard Swiveller’in hiç beceremeyeceği, anlayamayacağı cinstendi; yalnız, bunları şimdi bir yana bırakmak zorundayız, çünkü artık bir önem taşımıyorlar. Görüşme pek hoş bir şekilde sonuçlanmıştı, Dick Swiveller de öyle iyimser bir hava içindeydi ki bol parası ya da malı olup da kendisine varmaya zorlanabilecek yaradılışta bir kimseyle evlenmeye de itirazı yoktu. İşte bu sırada kapının vurulması, “Buyurun!” diye bağırmak zorunda kalmasıyla düşünceleri yarıda kesildi.

Kapı açıldı, içeriye sabunlu bir kolla keskin bir tütün kokusundan başka giren olmadı. Tütün kokusu aşağıdaki dükkândan geliyordu, sabunlu kol da o sırada merdivenleri temizlemekte olan hizmetçi kızdan uzanmıştı. Kızcağız o sırada kendisine uzatılan bir mektubu almak için elini ılık suyla dolu kovadan çıkarmak zorunda kalmıştı, şimdi elinde tuttuğu mektup da buydu: Yabancı adları kavrayıvermekte kendi sınıfına özgü o garip özelliği göstererek, mektubun B. Swiveller’e ait olduğunu bildirdi.

Dick o yana bakarken oldukça benzi atmış, aptallaşmış görünüyordu; hele mektubu gözden geçirirken bu hâli daha da arttı. Bir kadınla ilişkisi bulunmanın sakıncalarından birinin işte bu olduğunu ileri sürdü: Öyle konuşmak çok kolaymış ama onu unutuvermiş.

Fred Trent:

– Kimi unuttun? diye sordu.

Dick:

– Sophy Wackles’i, dedi.

– O da kim oluyor?

Dick Swiveller:

– O benim hayalimdeki güzeldir, efendim. İşte ta kendisi! diye, içini çekerek söylendi, arkadaşına da ciddi ciddi baktı. Çok sevimlidir, şahanedir o. Sen de tanıyorsun.

Arkadaşı ilgisiz bir tavırla:

– Hatırlıyorum, dedi. Ona ne olmuş yani?

Dick:

– Aman, efendim, diye anlattı. Bayan Sophy Wackles ile bendeniz, yani şu anda sizinle konuşmak şerefini elde etmiş olan âciz kulunuz arasında duygular alınıp verildi ama bunlar çok dürüst, ilham verecek cinsten duygulardı. Emin olun, efendim, tanrıça Diana’nın bile davranışları Sophy Wackles’inkilerin yanında özelliğini kaybediyor. Size bu kadarını söyleyebilirim.

Arkadaşı:

– Yani söylediklerinde gerçek payının bulunduğuna inanmam mı gerekiyor? diye sordu. Aranızda bir âşıktaşlık geçtiğini söylemeye çalışmıyorsun ya?

– Evet, âşıktaşlık oldu. Ama sözleşmek olmadı. Evlenme sözünden caydı diye dava açılamaz. İşin avutucu yanı bu. Ben yazıyla kendimi hiçbir zaman ele vermedim, değil mi, Fred?

– Mektupta ne yazılı, yahu?

– Bu geceki bir eğlentiyi hatırlatıyor, Fred. Yirmi kişilik küçük bir eğlenti. Davetli beylerle hanımların hepsine uygun bir şekilde iltifat etmek gerekirse, iki yüz hafif, inanılmaz ayak parmağı katılacak bu eğlentiye diyebilirim. Bu macerayı sona erdirmek için harekete geçmek gerekiyorsa ben bu eğlentiye gideceğim. Bunu yapacağım, sen korkma. Bu mektubu kızın kendisi mi getirip bırakmış, onu öğrenmek isterim. Öyle yapmışsa kendi mutluluğuna set çektiğinin farkında değil demektir, bu da pek etkileyici bir durum, Fred.

Dick Swiveller bu meseleyi çözümlemek için hizmetçiyi çağırdı. Gerçekten de Bn. Sophy Wackles’in mektubu kendi elleriyle getirip verdiğini öğrendi. Kız görünüşü kurtarmak için de oraya kardeşlerinden biriyle gelmiş, B. Swiveller’in evde olduğunu, kendisinden yukarıya buyurmasını rica ettiğini duyunca da pek şaşmış, bunu yapmaktansa ölmeyi tercih edeceğini söylemiş. Bunu öğrenince Dick Swiveller’in de koltukları kabardı, biraz önce verdiği kararda ısrara pek de niyetli görünmedi ama arkadaşı onun bu davranışını pek umursamadı; belki de Richard Swiveller’e yeteri kadar sözü geçtiğini, gerektiği zaman da bundan yararlanabileceğini düşünmüştü.

8

İş böylece bir yana itildikten sonra, B. Swiveller içinden yemek vaktinin geldiğini hatırladı, daha uzun aç kalırsa sağlık durumunun tehlikeye gireceğini düşündüğü için de en yakın aşevine haberci gönderdi, çarçabuk iki kişilik haşlama dana etiyle sebze yollamalarını istedi. Müşteriyi daha önceden tanıyan aşevi sahipleri bu isteği yerine getirmediler; yalnız, B. Swiveller dana eti yemek ihtiyacını duyuyorsa, oraya kadar zahmet edip gelmesini, etten önce de çoktandır açık kalan hesabı kapamak için bir miktar para getirmesini bildirdiler. B. Swiveller, bu meydan okumadan yılacak yerde, zekâsı, iştahı kamçılanarak, bu sefer daha uzakta başka bir aşevine haber gönderdi. Beyefendinin bu aşevinin methini duymakla kalmayıp, aynı zamanda, daha önce yemek getirttiği aşevinin bir insanın önüne konmayacak derecede kötü et yolladığını da belirtti. Bu siyasi davranışın etkisi, çarçabuk bir tabak tepeleme dolu nefis yemeğin gönderilmesiyle kendini gösterdi. B. Swiveller ile arkadaşı büyük bir iştahla yemeği bitirmeye koyuldular.

Dick Swiveller, kocaman bir kızarmış patatese çatalını batırarak:

– İçinde bulunduğumuz şu an inşallah hayatımızın en kötü anı olur, dedi. Ben patateslerin kabuklarıyla gönderilmesi usulünü beğeniyorum doğrusu. Patatesi doğal hâlinden kurtarmanın da bir başka zevki var… Bilmem anlatabildim mi? Zenginler, kudretliler bunun yabancısıdır… Ah! “İnsanoğlu bundan aşağısını pek istemez, daha üstününü de istemez.” Bu ne doğru söz… Yani, yemekten sonra!

Arkadaşı:

– İnşallah aşevinin sahibi de aşağısını ister de üstününü istemez, diye karşılık verdi. Ama galiba sende bunu bile ödeyecek para yok!

Dick gizli anlamlı bir göz kırparak:

– Yakında hâlledeceğiz, dedi. Garson ne yapabilir ki! Yiyecekler gitti, Fred; bu işin de bir sonu olacak elbet.

Gerçek şu ki garson da galiba bu gerçeği fark etmişti: Boş tabaklarla sahanları almaya geldiği zaman, B. Swiveller, azametli bir ilgisizlik içinde, birazdan dükkânın bulunduğu yana gidince içeriye uğrayıp meseleyi hâlledeceğini söyler söylemez, biraz canı sıkılmış gibi göründü, yiyeceklerin bedeli, ödeme şekli, güvensizlik gibi can sıkıcı meseleler üzerinde bir iki söz mırıldandı. Beyefendi teşrif ettikleri zaman orada bulunup hesabı kolayca ödemesini sağlayabilmek üzere, dükkâna kaçta uğrayacaklarını bilmek istediğini belirtti. B. Swiveller de, içinden, gideceği yerlerin saatlerini güzelce hesapladıktan sonra altıya iki kala ile yedi geçe arasında dükkâna uğrayacağını söyledi. Adam bu zayıf ihtimalin avuntusu içinde gözden kaybolduktan sonra, Richard Swiveller cebinden yağlanmış bir not defteri çıkarıp bir şeyler yazdı. Fred Trent, sırıtarak:

– Dükkâna uğramayı unutmayasın diye not mu alıyorsun? diye sordu.

Soğukkanlı Richard Swiveller:

– Pek öyle sayılmaz, Fred, dedi, iş adamı havası içinde yazmaya devam etti. Bu deftere dükkânların açık bulunduğu saatlerde geçmeme imkân olmayan sokakların adlarını yazıyorum. Bugün yediğimiz yemek de Long Acre Sokağı’nı kapıyor. Geçen hafta Great Queen Caddesi’nden bir çift bot almış, onun da parasını ödememiştim. Şimdi ise Strand’e gitmek için bir tek yolum kaldı. Bu akşam da bir çift eldiven alıp orayı da kapayacağım. Yollar her yönden öylesine çabuk kapanıyorlar ki teyzem bana harçlığımı göndermezse bir aya kadar şehrin üç, dört mil uzağına gitmek zorunda kalacağım.

Fred Trent:

– Sonunda teyzenin pes demesinden yana bir korkun yok ya? diye sordu.

– İnşallah yoktur. Genellikle teyzemi yumuşatmak için altı mektup yetiyordu; bu sefer sekiz mektup gönderdim, hiçbir sonuç alamadım. Yarın sabah bir mektup daha yazacağım. Mektubun her yanını lekeleyip üzerine de biraz su serpmek niyetindeyim; böylece, yaptıklarımdan pişman oldum sanacak. Öyle bir ruh hâli içindeyim ki ne yazacağımı bilemiyorum, deyip karalayacağım. Şu anda geçmişteki hatalı davranışlarımdan ötürü nasıl gözyaşı döktüğümü bir görsen! Bu kısma su serpeceğim. Düşünürken ellerim titriyor. Yine karalayacağım. Bu da etkisini göstermezse her şey bitmiş sayılır.

Dick Swiveller bunları söylerken deftere yazacaklarını da bitirmiş, kalemi küçük kılıfına sokmuş, defterini pek ağırbaşlı, düşünceli bir tavırla kapamıştı. Arkadaşı başka bir yere gitme saatinin geldiğini fark edince Dick Swiveller o pembe şarabıyla, Bn. Sophy Wackles’e değgin düşünceleriyle baş başa kalmıştı.

“Pek birdenbire oldu. Bir erkeğin yüreği korkuyla ağırlaştığı vakit, Sophy Wackles, ortaya çıkınca, sisler dağılır. Çok hoş bir kızdır. Haziranda yeni açmış kırmızı güle benzer. Hiç şüphe yok, tatlı tatlı çalınan bir melodidir o. Gerçekten, pek birdenbire oldu. Evet, Fred’in kardeşi dolayısıyla Sophy’ye karşı hemen soğukluk göstermeye ihtiyaç yok ama pek ileri gitmemek daha doğru olur. Soğumaya başlayacaksam bunu hemen yapmalıyım, ona hiç şüphe yok. Evlenmeye söz vermiş olmakla suçlanma ihtimali var, bu bir. Sophy’nin kendine başka bir koca bulması ihtimali var, bu iki. Sonra… Şey ihtimali de var… Hayır, öyle bir ihtimal yok ama yaş tahtaya basmamak daha doğru olur.”

Bu yarım kalan düşünce Richard Swiveller’in kendinden bile saklamaya çalıştığı bir ihtimaldi: Belki de Sophy’nin çekiciliğine karşı koyamayacaktı; sonra, zayıf bir anına gelip kaderini onun kaderiyle birleştirebilir, pek seve seve kabul ettiği o önemli tasarıdan da, elinde olmayarak, vazgeçebilirdi. Bütün bunlardan ötürü de, hiç vakit kaybetmeden, Sophy ile kavgaya tutuşmayı, yok yere kıskançlık yüzünden mesele çıkarmayı kararlaştırdı. Bu önemli mesele üzerinde karara vardıktan sonra, bardağı sağ elinden sol eline geçirdi, yeniden sağ eline aldı; bunu da, rolünü daha büyük bir dikkatle oynayabilmek için yapmıştı. Sonra, kendine bir parça çekidüzen verip adımlarını rüyalarının tek kahramanının kutsallaştırdığı yere doğru yöneltti.

Sözü geçen yer Chelsea’deydi. Sophy Wackles, dul annesiyle ve iki kız kardeşiyle birlikte, orada, dar gelirli küçük hanımlar için pek küçücük bir okul açmıştı. Çevredekiler bu okulun varlığını birinci katın penceresine asılmış olan yumurta biçimli küçük tabeladan öğrenmişlerdi.Tabelada “Hanımlar Okulu” yazılıydı. Sabahları dokuz buçukla on arası, ayakta sallanan, nazik yaşlarda bir tek kızın, parmaklarının ucuna basarak kapının tokmağını elindeki okuma kitabıyla vurmaya çalıştığı görülürdü. Bu okuldaki eğitim görevleri şu şekilde dağıtılmıştı: İngilizce dil bilgisi, kompozisyon, coğrafya, jimnastik güllelerini kullanma dersleri Bn. Melissa Wackles’in üzerindeydi. Yazı, aritmetik, dans, müzik, genel kültür derslerini Bn. Sophy Wackles üzerine almıştı. El işleri, marka, örnek bezi işleme dersleri Bn. Jane Wackles’indi. Dayak, aç bırakma gibi işkenceler, cezalar da Bn. Wackles’in sorumluluğu altındaydı. Melissa Wackles en büyük kızdı, Sophy ortancaydı, Jane de en küçükleri. Melissa şöyle böyle otuz, otuzbeş yaz görmüştü, sonbaharın sınırındaydı; Sophy, yirmi yaşında taptaze, neşeli, gürbüz bir kızdı, Jane de on altısında ya var, ya yoktu. Bn. Wackles ise üç yirmisinde, mükemmel, yalnız biraz kinci bir yaşlı hanımdı.

İşte Richard Swiveller acele acele güzel Sophy’nın huzurunu bozmak için bu hanımlar okuluna gelmişti. Beyazlargiyinmiş, üzerinde alev gibi bir gülden başka bir süs bulunmayan Sophy onu pek zarif bir işle uğraşırken karşıladı. Yapılan iş de, küçük odayı süsleyen, rüzgârlı havaların dışında her zaman pencere kenarlarında duran çiçek saksılarını yerleştirmekten ibaretti. Bu işin yapılışını seyretmek iznini koparan gündüzlü öğrencilerin duruşları, bir gün önce saçlarını sarı bir başlık içinde kapalı tutmuş olan Jane Wackles’in benzerine pek rastlanmayan lüle lüle saçları, yaşlı hanımla büyük kızının ağırbaşlı kibarlıkları, ağırbaşlı duruşları Swiveller’e pek olağanüstü görünmüştü ama aşırı bir etki yaratmamıştı.

Gerçek şu ki –zevkler ölçüye vurulamayacağına, böylesine garip bir zevk bile kasıtlı, kötü niyetli bir icat olarak nitelendirilemeyeceğine göre gerçek şu ki– Bn. Wackles de büyük kızı da hiçbir zaman B. Swiveller’in yapmacık tavırlarından pek hoşlanamamışlardı: İkisi de onun adı ne zaman geçse “şen bir delikanlı” deyip içlerini çekerek, kötü duygular altında, başlarını sallamaya alışmışlardı. Dick Swiveller’in Sophy’ye karşı takındığı tavırlar da pek anlamsız, geçici, hiçbir şekilde evlenme niyeti taşımadığı anlaşılan tavırlardı; genç hanım da artık bu işi şu ya da bu şekilde bir sonuca bağlamasının doğru olacağına inanmaya başlamıştı. Bundan dolayı da ondan yüz çevirmeyi, bir küçük cesaretlendirmeyle hemen teklif yapmaya hazır görünen bir bahçıvana yönelmeyi kararlaştırmıştı. Bundan dolayı da –yani o eğlenti özellikle bu mesele için düzenlendiğinden– Richard Swiveller’in gelmesini pek istiyordu; Richard’ın okuduğu mektubu evine kadar kendisi getirmeye onu bu istek zorlamıştı.

Bn. Wackles, büyük kızına:

– Alacağı kızı iyi yaşatmaya niyeti de imkânı da varsa bunu bize ya şimdi açıklar ya da bir daha hiç açıklayamaz! diyordu. Sophy de:

– Benimle gerçekten ilgileniyorsa, bu gece açıklamalı! diye düşündü.

Yalnız, bütün bu sözler, davranışlar B. Swiveller’in bilgisinin dışında kaldığı için onu hiç de etkilemediler; oda, içinden, birdenbire nasıl kıskançlık gösterisi yapabileceğini tasarlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda Sophy’nin o gece her zamankinden çok daha az güzel görünmesi ya da kendisinin kız kardeşi olması için dua ediyordu. Böylece, aralarında bahçıvan B. Cheggs’in de bulunduğu davetliler gelince B. Swiveller’in işi kolaylaşacaktı. Ne var ki B. Alick Cheggs yalnız, desteksiz gelmedi; akıllılık edip kız kardeşi Bn. Cheggs’i de getirmişti. Kız hemen Sophy’nin yanına koştu, iki elini birden yakalayıp iki yanağından öptü, kolayca duyulabilecek bir sesle, erken gelmemiş olmalarını dilediğini fısıldadı.

Sophy:

– Erken? Hayır, diye karşılık verdi.

Bn. Cheggs, yine önceki gibi fısıldayarak:

– Ah, şekerim, dedi. Öylesine azap çektim, öylesine tasalandım ki buraya saat dörtte gelmemiş olmamız mucize sayılır. Alick öyle sabırsızlanıyordu ki! İnanmazsın, yemek saatinden önce giyinmişti, gözü hep saatteydi, hep bana takılıyordu. Bunlar hep senin yüzünden oluyor, yaramaz arkadaşım.

Sophy kızardı, Alick Cheggs de hanımlardan utanıp kızardı. Sophy’nin annesiyle kız kardeşleri de onun daha çok kızarıp bozarmasını önlemek için ona sevgiler, iltifatlar yağdırdılar, Richard Swiveller’i de kendi hâline bıraktılar. İşte onun da istediği şey buydu; kızmış gibi görünmek için iyi bir bahane bulmuştu. Yalnız, özellikle aramaya geldiği, bulacağını hiç de ummadığı bahaneyi bulunca da cidden pek öfkelenmiş, şu Cheggs denilen adamın küstahlığıyla ne demek istediğini merak etmişti.