banner banner banner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Antikacı Dükkânı


– Yorulmuşsunuzdur, efendim, dedi.

– Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.

– Bir dahaki sefere torununuza daha iyi bakarak, dostum, diye karşılık verdim.

Yaşlı adam tiz bir sesle:

– Daha mı iyi bakarak? diye sordu.

– Nelly’ye mi iyi bakarak? Aman, kim bir çocuğu benim Nell’i sevdiğim kadar sevebilmiştir!

Adam bunu öylesine belirli bir şaşkınlık içinde söylemişti ki ne karşılık vereceğimi bilemedim. Ayrıca, davranışlarındaki dalgınlıktan başka, bende onun başlangıçta düşündüğüm gibi bunak ya da ahmak biri olmadığı inancını uyandıran derin düşünceli yüzü de şaşkınlığımı artırdı.

– Onu düşündüğünüzü pek sanmıyorum, diye söze başladım.

Yaşlı adam sözümü kesip:

– Ben onu düşünmüyorum ha! diye bağırdı.

– Onu düşünmüyorum ha! Ah, siz gerçeği ne kadar az biliyorsunuz! Küçük Nelly, küçük Nelly!

Ne biçim konuşursa konuşsun, herhangi bir kimse için antikacının şu dört kelimeyle ifade ettiği sevgiden daha fazla sevgi ifade etmesi imkânsızdır. Adamın yeniden konuşmaya başlamasını bekledim ama o, çenesini avucuna dayadı, iki, üç defa başını sallayıp gözlerini ateşe dikti.

Biz bu hâlde sessiz sessiz otururken minik odanın kapısı açıldı; çocuk yine bizim odaya geldi. Açık kumral saçları dağınık bir hâlde boynuna dökülmüştü, yüzü de bir an önce bizim yanımıza gelebilme telaşı içinde kızarmıştı. Kızcağız hemen yemek hazırlığına girişti. O bu işle uğraşırken yaşlı adamın da beni öncekinden daha büyük bir dikkatle incelemekte olduğunu fark ettim. Bu süre içinde her şeyi çocuğun yapmasına, evde bizlerden başka kimsenin bulunmamasına şaştım. Bir ara, çocuğun yokluğundan yararlanıp, adama bunu sordum, o da bu soruma yeryüzünde bu küçük kız kadar güvenilir, dikkatli büyük insanın pek az bulunabileceği karşılığını verdi. Adamın bencilliğine hükmettiğim için, duygulanarak: “Çocukların daha bebek sayılacak yaşta hayatın gereklerine uymak zorunda kalmaları beni pek üzer.” dedim. “Bu onların kendilerine Tanrı’nın verdiği iki önemli meziyetlerini –güvenle sadeliklerini– ortadan kaldırır. Bir de bizim eğlencelerimize katılacak duruma gelmeden üzüntülerimizi paylaşmaya zorlar.”

Yaşlı adam bana dikkatle bakarak:

– Onunkileri hiçbir zaman yok etmez, dedi.

– Kaynaklar pek derin. Üstelik, fakir çocukları bir iki eğlenceden başka bir şey de bilmezler. Çocukluğun en ucuz zevkleri bile parayla satın alınmalıdır.

– Bu şekilde konuştuğum için özüm dilerim ama, siz hiç de fakir değilsiniz, dedim.

Yaşlı adam:

O benim kızım değil ki, diye karşılık verdi.

– Annesi kızımdı; o da fakirdi. Gördüğünüz şekilde yaşamama rağmen bir kuruş bile biriktirmiyorum. Yalnız, şu var ki, dedi. Adam elini koluma koydu, fısıldamak için öne eğildi:

– … yakında o da zengin, kibar bir hanımefendi olacak. Onun yardımından yararlanıyorum diye sakın benim hakkımda kötü şeyler düşünmeyin. Gördüğünüz gibi, o bunu seve seve yapıyor. Kendisinin küçük ellerinin yapabileceği işleri başkasına yaptırtmaya kalkışırsam kalbi kırılır.

Birden terslenerek bağırdı:

Çocuğa iyi bakmıyormuşum! Bu çocuğun hayatımın tek düşüncesi, tek gayesi olduğunu Tanrı biliyor. Hoş, yine de beni asla refaha kavuşturmuyor ya, o da başka!

Bu arada konuşmamız yine eski konuya döndü, yaşlı adam sofraya yaklaşmamı işaret ettikten sonra sustu, başka bir şey demedi.

Yemeğimize daha yeni başlamıştık ki benim girdiğim kapı vuruldu. Nell, çocuksu, neşe dolu olduğu için beni pek sevindiren içten gelme bir kahkahayla gülerek:

– Hele şükür, Kit geldi! dedi.

Yaşlı adam kızın saçlarını okşayarak:

– Yaramaz Nell! dedi.

– Hep zavallı Kit’le alay eder!

Çocuk yine öncekinden daha içten gelme bir kahkaha attı, ben de duygulanarak gülümsedim. Ufak tefek yaşlı adam bir mum alıp kapıyı açmaya gitti. Geri döndüğü zaman Kit de ayaklarının dibindeydi.

Kit, ayaklarını sürüye sürüye yürüyen, kabarık saçlı, görülmemiş derecede geniş ağızlı, kıpkırmızı yanaklı, kıvrık burunlu –gerçekten o güne kadar gördüğüm yüzlerin en gülünç görünüşlüsü– acemi tavırlı bir çocuktu. İçeride yabancı birini görür görmez kapının önünde birden durdu. Yusyuvarlak, kenarsız eski bir şapkayı elinde çevirerek, vücudunun ağırlığını kâh bir bacağına, kâh öbür bacağına vererek, boyuna ayak değiştirerek, kapı önünde duruyor, pek şaşılacak bir şekilde odaya kaçamak bakışlar fırlatıyor. O ânda oğlana karşı içimde bir minnet duygusu uyandı, çünkü bu çocuğun kızın hayatında güldürücü bir unsur olduğunu anlamıştım.

Ufak tefek yaşlı adam:

– Yol epey uzun, değil mi, Kit? diye sordu.

Kit:

– E, valla, güzel bir yoldu, usta, dedi.

– Evi kolay buldun mu?

– E, valla, pek kolay da olmadı, zor da olmadı, usta.

– Aç acına dönmüşsündür elbette, değil mi?

Çocuğun buna karşılığı da:

– E, valla, karnım aç diyebilirim, oldu.

Çocuk, konuşurken, yan durup başını da omzunun üstünden ileri doğru öyle bir uzatış uzatıyordu ki bu hareketi yapmasa konuşamayacaktı sanki. Bana kalırsa bu çocuk nerede olsa herkesi eğlendirebilirdi ama oğlanın garipliğinden çocuğun duyduğu sonsuz sevinç, böyle ona hiç de uymayan bir yerde kendisini sevindirecek bir şey bulabilmesinden doğan huzur gerçekten karşı konulamayacak şeylerdi. Kit’in de yarattığı heyecandan gururunun okşanması, ciddi durmak için bir hayli çaba gösterdikten sonra ağzını iyice açıp gözlerini kapayarak çılgınca gülmesi de pek görülecek şeydi.

Yaşlı adam yine o eski dalgın hâline dönmüştü, olup bitenlerle ilgilenmiyordu; yalnız, çocuğun gülmesi geçince, parlak gözlerinin gecenin o küçük macerasından sonra kalbinin rakipsiz sahibini karşılarken gösterdiği duygululuk içinde yaşlarla dolduğunu fark ettim. Kit’e gelince, başından beri çarçabuk ağlamaya dönecek bir şekilde gülmekte olan oğlan bir dilim ekmekle et, bir bardak da bira alıp bir köşeye çekildi, bunları büyük bir iştahla yemeye koyuldu.

Yaşlı adam sanki kendisine bir şey söylemişim gibi bana döndü, içini çekerek:

– Onu düşünmediğimi söylemekle ne dediğinizi bilmeden konuşmuş oluyorsunuz, dedi.

– İlk görüşte ağızdan çıkan sözlere pek değer vermemelisiniz, dostum, dedim.

Yaşlı adam düşünceli düşünceli:

– Öyle, dedi.

– Öyle. Buraya gel, Nell.

Küçük kız hemen yerinden kalktı, geldi kollarını adamın boynuna doladı.

Dede: