Книга Antikacı Dükkânı - читать онлайн бесплатно, автор Чарльз Диккенс. Cтраница 4
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Antikacı Dükkânı

Sessizliği bozmak için kullandığı kelimeler de:

– Ah! sen… Tatlı yaratık! oldu.

Sanki bu bir söz gelişi değilmiş de karısı gerçekten tatlı bir yiyecekmiş gibi dudaklarını şapırdattı.

– Ah sen, değerli sevgili! Ah, o lezzetli büyücü!

Bn. Quilp hıçkırdı; pek hoş bir adam olan beyinin huyunu bildiği için, bu iltifatlardan en korkunç şiddet gösterisiymiş gibi korkmuştu.

Cüce öldürücü bir gülümsemeyle:

– O öyle bir mücevherdir, öyle bir elmastır, öyle bir incidir, öyle bir yakuttur, her çeşit taşla dolu öyle bir altın mücevher kutusudur ki! dedi. Öyle eşi bulunmaz bir hazinedir ki! Ona öylesine düşkünüm ki!..

Zavallı küçük kadıncık tepeden tırnağa kadar titredi, yalvaran bir bakışla gözlerini kocasının yüzüne çevirdi, sonra yine önüne bakmak zorunda kaldı, bir kere daha hıçkırdı.

Cüce bir çeşit sıçrayışla ilerleyerek:

– Onun en iyi tarafı, diye söze başladı.

Bacaklarının çarpıklığı, suratının çirkinliği, alaycı tavırlarıyla tam bir gulyabaniye benziyordu.

– Onun en iyi tarafı, diye tekrarladı. Çok zayıf, çok sakin olması, hiçbir isteğinin bulunmamasıdır. Ama öyle de fesat bir anası var ki!

Bu sözleri kötü niyetini belli edecek bir şekilde söyledikten sonra ellerini dizlerine koydu, bacaklarını iyice iki yana açıp yavaş yavaş eğilmeye başladı, ta ki başı yere değip karısının gözleriyle döşeme arasında kalıncaya kadar.

– Bayan Quilp!

– Efendim, Quilp?

– Ben sevimli bir adam mıyım? Bir de yan sakalım olsaydı dünyanın en yakışıklı yaratığı sayılabilir miydim? Bu hâlimle kadınların beğendikleri tipte bir erkek miyim? Öyle miyim, Bayan Quilp?

Bn. Quilp, itaatli bir tavırla:

– Evet, Quilp, dedi.

Erkeğin bakışlarıyla büyülenmiş, ona ürkek ürkek bakıyordu. Cüce ise bu arada ona ancak bir kendisinin, bir de hortlakların başarabilecekleri cinsten kötü kötü işaretler yapmaktaydı. Bu gösteri süresince de hiç sesini çıkarmadı; ancak, arada sırada yerinden şöyle bir sıçrayıp karısının korkuyla çığlık atmasına yol açıyordu. En sonunda gene:

– Bayan Quilp! dedi.

Kadın hafifçe:

– Efendim, Quilp? diye karşılık verdi.

– O karıları bir daha dinlersen ısırırım seni!

Niyetinin ciddi olduğunu belirten bir tavırla gülümsedikten sonra karısına çay tepsisini kaldırmasını, içkiyi getirmesini söyledi. Bir geminin kasasından çıkarılmış olan içki dolu kocaman şişe önüne getirilince soğuk su ile puro kutusunu istedi. Bunlar da sağlanınca bir koltuğa yerleşti; sırtını, başını koltuğun arkalığına dayadı, bacaklarını da masaya uzattı.

– Şimdi, Bayan Quilp, dedi. Canım puro içmek istiyor. Belki de bütün geceyi duman tüttürerek geçireceğim. Yalnız, sen de olduğun yerde otur, belki seni isterim.

Karısı alışılmış:

– Peki, Quilp’ten başka bir şey söylemedi.

Küçük lort ilk purosunu yaktı, ilk içkisini hazırladı. Güneş battı, yıldızlar göz kırpmaya başladılar. Kule gerçek renginden kurşuniye, kurşuniden karaya döndü, oda iyice karardı, puronun ucu da iyicene kızardı; Quilp yine de aynı yerde purosuyla içkisini içmeye devam ediyor, yüzünden de o köpekçe gülümsemeyi eksik etmiyordu. Ancak, Bn. Quilp huzursuzluktan ya da yorgunluktan istemeyerek bir hareket yaparsa, gülümseyişin yerini bir sevinç sırıtması alıyordu.

5

Daniel Quilp arada sırada gözünü kapayıp biraz kestirmiş de olsa, bütün gece gözleri fal taşı gibi açık oturmuş da olsa purosunu hiç söndürmedi. Birinin ateşinden ötekini yakarak, mumun yardımı olmadan, puro yakıyordu. Saatler saati çanların çalması da cüceye uyku mahmurluğu ya da dinlenme isteği vermemişti. Tam tersine, gece ilerledikçe o daha da dirilmiş, güçlenmişti. En sonunda, şafak söktü. Sabah ayazından üşüyüp titreyen zavallı Bn. Quilp de, yorgunluktan, uykusuzluktan bitkin bir hâlde, yine de sabırla, sandalyesinde oturuyordu; arada sırada beyine yalvaran gözlerle bakıyor, hafif bir öksürükle ona cezasının daha bağışlanmamış olduğunu, bu sefer cezasının pek uzun sürdüğünü hatırlatmaya çalışıyordu. Cüce koca ise, hâlâ karısına bakmadan, purosuyla içkisini içmekteydi. Ancak güneş enikonu yükselip sokakta şehrin gürültüsü arttıktan sonradır ki karısının varlığını fark edebildi. O zaman bile fark etmeyebilirdi ama sokak kapısını sabırsız parmakların vurduğunu duyunca fark etmek zorunda kaldı. Kötü kötü gülerek çevresine bakındı.

– Hay Allah! Gündüz olmuş bile. Kapıyı aç, cici Bayan Quilp.

Sadık karısı sürgüyü çekti, hanımannesi içeri girdi. Şu var ki, Bn. Jiniwin içeriye bu sefer pek hızlı girdi, çünkü damadının daha yatakta olduğunu düşünerek, davranışlarını, huyunu kınayıp duygularını açığa vurmak niyetindeydi. Adamın yatakta olmayıp giyinik oturduğunu, odanın da bir gece önce, kendisinin bıraktığı gibi durduğunu görünce utanç duyarak duraladı.

Çirkin küçük adamın keskin bakışlı gözünden hiçbir şey kaçmamıştı; yaşlı kadının aklından geçenleri de güzelce anladığı için, tam bir başarı havası içinde, daha da çirkinleşmişti. Bir zafer öfkesiyle kadına iyi günler diledi.

Yaşlı kadın:

– Aman, Betsy! dedi. Sen galiba şey etmemişsin… Yani, sahiden, şey etmedin mi?

Quilp:

– Yatmadı mı demek istiyorsunuz? diye cümleyi tamamladı. Evet, yatmadı.

Bn. Jiniwin:

– Sabaha kadar mı? diye bağırdı.

Quilp, öfkesini belirtecek şekilde gülümsedi.

– Ya, sabaha kadar yatmadı, dedi. Kim demiş erkekle kadın iyi dost olamaz diye? Hah-ha!.. Zaman akıverdi.

Bn. Jiniwin:

– Sen zalimsin! diye bağırdı.

Quilp, kaynanasını anlamamazlıktan gelerek:

– Aman, aman! dedi. Kızınıza kötü sözler söylememelisiniz. Biliyorsunuz, artık o evli bir kadın. Evet, vaktimi alıp beni yatmaktan alıkoydu ama kızınıza kızacak kadar benden yana olmanız, beni korumanız doğru değil. Tanrı kusurunuzu bağışlasın, hanımanne. Sağlığınıza!

Yaşlı kadın:

– Afiyet olsun! diye karşılık verdi.

Yaşlanmış ellerinin huzursuz hareketleriyle, damadına bir yumruk savurmak istediğini belli ederek, bir daha:

– Ah, afiyet olsun! dedi.

Cüce:

– Ah, sizin ne hakikatli bir ruhunuz var! diye bağırdı. Bayan Quilp!

Ürkek zavallı:

– Efendim, Ouilp? dedi.

– Annenin kahvaltısını hazırlayıver, Bayan Quilp. Ben bu sabah iskeleye gideceğim, ne kadar erken gidersem okadar iyi olur; onun için, elini çabuk tutsan iyi edersin.

Bn. Jiniwin, kapıya yakın bir iskemleye oturup, sanki hiçbir şey yapmamaya kararlıymış gibi kollarını kavuşturdu; isyan etmeye hazırlanıyormuş gibi yaptı ama kızının bir iki kelime fısıldaması, damadının, nazikçe, baygınlık mı geçirmekte olduğunu sorması, yandaki bölmede bol miktarda soğuk su bulunduğunu da hatırlatması bu belirtileri ortadan kaldırdı; kadıncağız somurtuk bir çaba içinde, emredilen kahvaltı hazırlığına kendisi girişti.

Ana kız çalışırlarken, Daniel Quilp de yandaki odaya geçti, yüzünü pek berbat bir havluyla sözüm ona silmeye başladı; bu da adamın derisini eskisinden daha kirli bir hâle getirmişti. Yalnız, adam bununla uğraşırken temkinliliği, meraklılığı da elden bırakmamıştı. Her zamanki sert, kurnaz suratıyla, arada sırada şu basit işi bile yarım bırakıp, bitişik odadakilerin kendisinden söz etmeleri ihtimalini bildiği için, onların konuşmalarını dinliyordu.

Kısa süren bir çabadan sonra:

– A! Kulaklarımın üzerindeki havlu değilmiş! dedi. Ben de öyle düşünmüştüm ya! Ben küçük bir kambur haydudum, bir canavarım, öyle mi, Bayan Jiniwin?

Bu keşfinden duyduğu sevinç, cücenin o eski köpek gülüşünün iyicene belirmesini sağlamıştı. Gülmesi iyice geçtikten sonra, yine pek köpekçe bir tavırla silkindi, hanımların yanına gitti.

Sonra bir aynanın karşısına geçti, boyun atkısını bağlamaya koyuldu. Tam bu sırada Bn. Jiniwin de, onun arkasında olduğu için, şu zalim damadına yumruğunu sallama isteğine karşı koyamamıştı. Bu, bir anlık hareketti ama kadıncağız tehdit dolu bir bakışla yumruğunu sallarken, aynada damadıyla göz göze geldi. Aynaya bakarken, o dili dışarı fırlamış korkunç, şekilsiz surat gözüne çarptı. Sonra, cüce, arkasına dönerek, pek dalgın, sakin bir tavırla, müthiş şefkat dolu bir sesle sordu:

– Şimdi nasılsınız bakayım, benim sevgili hanımefendiciğim?

Bu olay pek hafif, pek tuhaf olmasına karşın, Quilp’e öylesine düşmanca bir hava vermişti ki yaşlı kadın da akıllı, bilgili olduğundan, bir tek kelime bile söyleyemeyecek derecede korkmuş, olağanüstü bir nezaketle sofraya götürülmesine ses çıkaramamıştı. Ama işte orada, cücenin az önce yaratmış olduğu hava kayboluverdi; çünkü, haşlanmış yumurtayı kabuğuyla mabuğuyla yiyor, bir yandan tütün çiğnerken bir yandan da su teresi geveliyor, koca koca karidesleri başıyla, kuyruğuyla atıştırıyor, kaynar çayı gözünü bile kırpmadan içiyor, çatalını, kaşığını eğinceye kadar ısırıyordu. Kısacası, cüce öylesine korkunç, görülmemiş hareketler yapıyordu ki kadınların korkudan akılları başlarından gitmiş, bu adamın gerçekten bir insan olmasından şüphe etmeye başlamışlardı. Quilp bunları, kendisine özgü düzenin daha başka hareketlerini yaptıktan sonra, pek itaatli, pısırık bir havaya bürünerek, kadınlardan ayrıldı, ırmak kıyısına indi, kendi adını taşıyan iskeleye gitmek üzere kayığa bindi.

Daniel Quilp için güzel havanın kendisini şemsiye taşımak zahmetinden kurtarmasından başka bir özelliği yoktu. Cüce, iskeleye çıktıktan sonra, sanki oradan gelip geçenlerin bünyesine uysun diye bileşiminde bol suyla çamur bulunan dar bir yolda ilerlemeye koyuldu. En sonunda, gideceği yere varınca da gözüne ilk çarpan şey, havaya dikilmiş pek biçimsiz, eciş bücüş, ancak bir oğlan çocuğa ait olabilecek boyda bir çift bacak oldu. Acayip bir şey olan, takla atmayı da doğuştan pek seven çocuk şimdi de amuda kalkmış, ırmağı bu acayip durumda seyrediyordu. Efendisinin sesini duyar duymaz da ayaklarının üzerine basıp durmuştu. Başı normal duruma gelir gelmez Quilp oğlanı iteleyip kakaladı.

Oğlan onun elini, dirseğinin birini bırakıp öbürüyle iterek:

– Beni rahat bırak, dedi. Bırakmazsan hiç de hoşuna gitmeyecek bir şey yersin ha, bak karışmam!

Quilp:

– Seni gidi köpek seni! diye tısladı. Bana karşılık verirsen kızgın demir çubukla döverim seni, paslı çiviyle berelerim, gözlerini oyarım! Yapar mıyım, yaparım!

Cüce bu tehditlerle yine yumruğunu sıktı, ustalıkla, çocuğun dirseklerinin arasından başını yakalayıp, o başını iki yana kaçırdıkça yumruğunu da baştan yana götürerek üç, dört kuvvetli yumruk indirdi. Yapacağını yaptıktan, bunun üzerinde de hayli durduktan sonra çocuğu bıraktı.

Oğlan başını sallayıp, daha kötü bir ihtimale karşı hazırlıklı olabilmek için dirseklerini ileriye doğru uzatarak:

– Bir daha yapamazsın ki! dedi. Hadisene, denesene!

Quilp:

– Tek dur, köpek sen de! dedi. Bir daha yapmayacağım, çünkü istediğim kadar vurdum. Hey, al şu anahtarı!

Oğlan ağır ağır yaklaşarak:

– Niye kendi boyunda birine saldırmıyorsun? diye sordu.

Quilp:

– Benim boyumda insan nerede var, köpek herif! diye karşılık verdi: Al şu anahtarı, yoksa onunla beynini oyarım ha! Gerçekten de konuşurken anahtarın tutacak yeriyle oğlana bir vurdu. Hadi, şimdi yazıhaneyi aç bakalım!

Oğlan, suratla, başlangıçta homurdanarak, arkasına bakıp da Quilp’in kendisini dikkatle izlemekte olduğunu görünce sakin sakin, emri yerine getirdi. Şu çocukla cüce arasında garip bir benzerlik bulunduğunu da burada belirtebiliriz. Birinin dayağı, korkutmaları, öbürünün de kötü sözleri, karşı koymaları nasıl doğmuş, nasıl filizlenmiş, gelişmişti, burası belli değildi. Hiç şüphesiz ki Quilp bu çocuktan başka hiç kimsenin kendisine karşı gelmesine meydan bırakacak adam değildi. Hiç şüphesiz ki oğlan da, canı istediği anda kaçabilecek durumda olduğu hâlde, Quilp’ten başkasının kendisini alt etmesine göz yumacak yaradılışta değildi.

Quilp ahşap yazıhaneye girerek:

– Sen şimdi iskeleyle meşgul ol, dedi. Bir daha başının üstünde durursan bacaklarından birini keserim!

Oğlan buna karşılık vermedi ama Quilp içeri kapanır kapanmaz kapının önünde yine amuda kalktı, ellerinin üzerinde geri geri yürüdü, orada durdu; sonra, karşıya geçti, gösteriyi tekrarladı. Aslında yazıhanenin dört köşesi vardı ama oğlan belki Quilp bakıyordur diye pencerenin bulunduğu yana gitmedi. Akıllıca bir davranıştı bu; çünkü, gerçekte, cüce de, oğlanın niyetini bildiği için, biraz geride, elinde kaba saba, çivili bir odun parçasıyla pusuda bekliyordu, bununla oğlanın canını yakabilirdi.

Bu yazıhane pis bir odacıktı; içinde de eski, sarsak bir yazı masası, iki sandalye, bir şapka asacağı, eski bir yıllık, boş bir hokka, bir kalem sapı, hiç değilse on sekiz yıldan beri işlememiş bir duvar saatinden başka bir şey yoktu. Daniel Quilp şapkasını kaşlarının üstüne çekip masanın üzerine tırmandı, küçük gövdesini eski bir alışkanlıkla masaya boylu boyunca uzatıp rahat bir uykuya daldı; geceki uykusuzluğunun acısını uzun, derin bir uykuyla çıkarmak istiyordu besbelli.

Uyku derin olmasına belki derindi ama uzun sürmedi. Aradan ancak bir çeyrek saat geçmişti ki oğlan kapıyı açıp başını içeri uzattı. Quilp’in uykusu hafifti, hemen doğruluverdi.

Oğlan:

– Sizi görmek isteyen biri var, dedi.

– Kimmiş?

– Bilmiyorum.

Quilp:

– Sorsana! dedi, daha önce sözü edilen tahta parçasını kavrayıp oğlana fırlattı. Bereket ki çocuk atik davranmış, tahta kendisine varmadan gözden kayboluvermişti. Sorsana, köpek herif!

Çocuk bir daha böyle atışlara hedef olmayı istemediği için, Quilp’in uykudan uyandırılmasına yol açan kimseyi kapıya getirdi.

Quilp:

– A! Nelly, sen ha!.. diye bağırdı.

Çocuk:

– Evet, benim, dedi ama yattığı yerden yeni kalkmış olan cücenin, saçları darmadağın, sarı mendili başında, şaşkın duruşu ile öyle korkunç bir hâli vardı ki içeri girsin mi, girmesin mi, yoksa geri mi dönsün, bir türlü karar verememişti.

Quilp masadan inmeden:

– Gir içeri, dedi. Dur! Şu avluya bir bakıver, başı üzerinde duran bir çocuk var mı, yok mu?

– Yok. Çocuk ayaklarının üzerinde duruyor, efendim.

Quilp:

– Emin misin? diye sordu. E, peki, içeri gir de kapıyı kapa. Ne haber getirdin, Nelly?

Çocuk, cüceye bir mektup verdi. Quilp, bir parçacık yana dönüp elini çenesine dayadıktan sonra, mektupta yazılanları okumaya hazırlandı.

6

Küçük Nell, orada ürkek ürkek durmuş, Quilp mektubunu okurken, adamın yüzünü seyrediyordu. Kızın yüzünden, küçük adamdan korkmasına, ona güvenmemesine rağmen, bu garip görünüşüne, gülünç davranışlarına gülmek istediği de anlaşılıyordu. Yine de çocuğun, acı bir tasa içinde, cücenin vereceği karşılığı beklediği, adamın buna can sıkıcı, üzücü bir karşılık verebileceğini anladığı da bir gerçekti.

Açıkça görülüyordu ki Quilp şaşkına dönmüştü, bu genellikle mektupta yazılanlardan ileri geliyordu. İlk iki, üç satırı okuyup bitirmeden, gözlerini fal taşı gibi açmaya, pek korkunç bir şekilde kaşlarını çatmaya başlamıştı; ondan sonraki iki, üç satır üzerine hiç görülmemiş derecede kötü bir tavırla başını kaşımaya başladı; mektubun sonuna geldiği zaman da şaşkınlık, hayal kırıklığı işareti sayılan uzun, acı bir ıslık çaldı. Mektubu katlayıp yanına koyduktan sonra, büyük bir iştahla, on parmağının birden tırnaklarını yemeğe koyuldu. Sonra, hırsla mektubu alıp bir daha okumaya başladı. İkinci okuma da birincisi kadar başarısızdı, cüceyi bir rüyaya daldırmıştı. Cüce bu rüyadan uyanıp yeniden tırnaklarına saldırdı. Gözlerini yere indirmiş, mektubun karşılığını beklemekte olan çocuğa uzun uzun baktı. Birden, çocuğu sanki kulağının dibinde tabanca patlamış gibi şaşırtan garip bir sesle haykırdı:

– Hey, buraya bak, Nelly!

– Efendim!

– Bu mektupta neler yazılı biliyor musun, Nell?

– Hayır, efendim.

– Emin misin… Kendinden olduğu kadar emin misin?

– İyicene eminim, efendim.

Cüce:

– Mektupta neler yazılı olduğunu biliyorsan Allah canını alsın mı? diye sordu.

Kız:

– Sahi bilmiyorum, dedi.

Quilp, onun ciddi duruşuna dikkat ederek:

– E, peki, sana inanıyorum, dedi. Hıh! Demek gitmiş bile? Yirmi dört saat içinde gitmiş. Peki, onu ne yapmış bu Allahın belası? İşte asıl sır bu.

Bu düşünceler cüceyi yine kaşınmaya, tırnaklarını yemeye zorladı. Bunlarla meşgulken de yüzü onun için neşeli bir gülümseme, başka bir kimse için ise korkunç bir acının yarattığı bir sırıtma sayılacak biçimde gülümsedi. Çocuk da, yine başını kaldırıp ona bakınca, cücenin kendisini inanılmaz derecede sevgiyle, uysallıkla seyrettiğini gördü.

– Bugün çok hoşsun, Nelly, gerçekten pek güzelsin. Yorgun musun, Nelly?

– Hayır, efendim, hemen geri dönmek istiyorum, çünkü geç kalırsam o da beni merak eder.

Quilp:

– Acele etmeye lüzum yok, küçük Nell, dedi. Hiç lüzum yok. Benim iki numaram olmaya ne dersin, Nelly?

– Neyiniz olmaya, efendim?

– Benim iki numaram, Nelly; benim ikincim olmaya; benim Bayan Quilp’im olmaya?

Kızcağız korkmuş gibiydi ama adamın sözlerini anlamamışa benziyordu, Quilp de bunu anladı, ne demek istediğini daha açık bir şekilde anlatmaya koyuldu:

– Birinci Bayan Quilp ölünce iki numaralı Bayan Quilp olmaya ne dersin, tatlı Nell? Cüce böyle diyerek gözlerini kırptı, çocuğa parmağıyla yanına yaklaşmasını işaret etti. Benim karım olmaya, benim küçük elma yanaklı, kırmızı dudaklı karım olmaya ne dersin? Diyelim ki Bayan Quilp beş yıl ya da dört yıl daha yaşadı, o zaman sen de tam bana uygun yaşa gelmiş olacaksın. Hah-ha!… İyi bir kız ol, Nelly, gerçekten çok iyi bir kız ol da gör bakalım, günün birinde Tower Hill’in Bayan Quilp’i olacak mısın, olmayacak mısın!

Küçük kız, bu hoş dileklerden heyecan, sevinç duyacak yerde, adamdan uzaklaşmış, titremişti. Quilp de, ya bir kimseyi korkutmaktan büyük bir zevk aldığı için, ya bir numaralı Bn. Guilp’in ölmesini, iki numaralı Bn. Quilp’in de onun mevkiine, itibarına kavuşmasını tasarlamak hoş olduğu için ya da o sırada uysal, neşeli olmak işine geldiği için, sadece güldü, kızın telaşa kapılmasını hiç önemsemedi.

– Benimle birlikte doğru Tower Hill’e gidip Bayan Quilp’i göreceksin, dedi. O da, benim kadar olmasa bile, sana çok düşkün, Nell. Benimle birlikte eve geleceksin.

Çocuk:

– Yo, ben eve dönmek zorundayım, dedi. Mektubun karşılığını alır almaz eve dönmemi söylemişti.

– Daha almadın ki! Üstelik, ben eve gitmedikçe de almayacaksın, alamayacaksın. Bu yüzden de, görevini yerine getirebilmek için, benimle gelmek zorundasın. Bana şuradan şapkamı uzatıver, şekerim, hemen gidelim.

Quilp, bu sözlerle, kısa bacakları yere değinceye kadar masanın üzerinde yuvarlandı, ayakları yere basınca da önden yürüyüp yazıhaneden çıktı, rıhtıma geldi. Burada da ilk göze çarpan şeyler, başı üzerinde duran çocukla aşağı yukarı onun boyunda bir delikanlının, çocuğa sımsıkı sarılmış, onunla birlikte çamurda yuvarlanmaları oldu.

Nelly ellerini çırparak:

– A! Kit bu! diye haykırdı. Benimle birlikte gelen zavallı Kit! Ah, yalvarırım onları durdurun, Bay Quilp!

Quilp yazıhaneye dönüp kalın bir sopayla geldi.

– Onları durduracağım! diye bağırdı. Durduracağım! Hadi bakayım, çocuklarım, dövüşü bırakın. İkinizi birden döverim, ikinizi birden!

Cüce bu sözlerle sopasını savurmaya başladı, kavgacıların çevresinde zıplayarak onlara saldırdı, sopayı başlarının üzerinden savurdu, çaresiz bir hâlde sopayı boyuna el değiştirip kafalarına nişan alarak savurdu; yalnız, bu savurmalar ancak minik bir yaratığın gücünün yetebileceği cinsten hafif savurmalardı.

İkisinden birine sopayı hiç değilse bir kerecik indirebilmek için yanlarına yaklaşmaya çalışırken.

– Sizi döve döve leşinizi çıkaracağım, köpekler! diyordu. Suratınız bakır rengini alıncaya kadar yaralayıp bereleyeceğim! Suratınızı öyle bir paralayacağım ki yüz diye bir şeyiniz kalmayacak! İnan olsun yapacağım bunu!

Cüce oğlan, adamın çevresinde dolaşıp içeri kaçmak için bir fırsat kollarken:

– Gel, sopanı bırak, yoksa senin hâlin daha kötü olacak, dedi.

Quilp, parlayan gözlerle:

– Sen biraz daha yaklaş da kafana şu sopayı indireyim, köpek herif! dedi. Biraz daha yaklaş… Hah! Biraz daha yaklaş!

Küçük oğlan bu daveti kabul etmedi, efendisi onu gözlemekten vazgeçer gibi olur olmaz da ok gibi fırladı, sopayı elinden alabilmek için bileğini bükmeye başladı. Quilp aslan gibi güçlü kuvvetliydi, sopayı rahatça tutuyordu; oğlan ise olanca gücüyle sopayı almaya çalışmaktaydı. Cüce birdenbire sopayı bırakıverince de oğlan, boş bulundu, geri geri gidip başının üstüne yere düştü. Bu manevranın başarısı Quilp’i anlatılamayacak derecede çok sevindirmişti, kahkahalarla gülerek ayaklarını yere vurdu.

Oğlan başını sallayıp ovuşturarak:

– Ziyanı yok! dedi. Bir daha sana dünyanın en çirkin cücesi diyenleri dövmeye kalkışacak mıyım, görürsün bak!

Quilp:

– Yani öyle olmadığımı mı söylemeye çalışıyorsun? diye sordu.

Oğlan:

– Hayır, dedi.

– Öyleyse benim iskelemde ne diye dövüşüyorsun, haydut herif?

Oğlan, Kit’i göstererek:

– Bu öyle söylediği için, dedi. Sen öyle olmadığın için değil.

Kit:

– Öyleyse o da niye Nelly’nin çirkin olduğunu, onun da benim efendimin de kendi efendisi ne isterse yapmak zorunda olduklarını söyledi? diye haykırdı. Bunu niye söyledi?

– Bunları budalanın biri olduğu için söylemiştir, sen de zeki, kurnaz olduğun için neler yaptığını söyledin. Senin gibisinin yaşaması bile zor, Kit. Quilp büyük bir tatlı dillilikle, yalnız gözlerinde, ağzında daha da kötü bir ifadeyle konuşuyordu. Al sana altı metelik, Kit. Hep doğruyu söyle. Her zaman doğruyu söyle, Kit. Sen de yazıhaneyi kilitle, köpek, anahtarı da bana getir.

Bu emri alan öbür çocuk da kendisine söyleneni yaptı, bu örnek davranışından ötürü de burnuna anahtarın sapını yiyerek mükâfatlandırıldı. Anahtarın acısı gözlerini sulandırmıştı. Sonra Quilp, küçük kızla, Kit’le birlikte kayığa binip gitti, öbür oğlan da, onlar ırmağı geçinceye kadar, zaman zaman iskelenin en ucunda, baş üstü dolaşarak öcünü aldı.

Evde yalnız Bn. Quilp vardı. Kadıncağız da, beyinin eve bu kadar erken döneceğini pek ummadığı için, kendini toparlamak üzere uyumaya hazırlanıyordu ki kocasının ayak seslerine kalktı. Quilp, Kit’i aşağıda bırakıp kız çocukla birlikte içeri girdiği zaman, Bn. Quilp de iş işliyormuş gibi yapmaya ancak vakit bulabilmişti.

Quilp:

– İşte bu Nelly Trent, sevgili Bayan Quilp’ciğim, dedi. Uzun yol yürüdüğü için bir bardak şarapla bir bisküvi getir, sevgilim. Ben bir mektup yazıncaya kadar o da senin yanında oturacak, ruhum.

Bn. Quilp bu alışılmamış nezaketin nedenini anlamak için titreyerek eşinin yüzüne baktı, sonra da kocasının peşinden öbür odaya gitti.

Quilp:

– Sözlerimi iyi dinle, diye fısıldadı. Dedesi hakkında, neler yaptıkları, nasıl yaşadıkları, adamın ona neler anlattığı hakkında kızın ağzından bir şeyler almaya bak. Bunları öğrenmek istememin birtakım nedenleri var. Siz kadınlar birbirinize daha iyi açılırsınız. Sonra, senin de yumuşak, tatlı bir havan var, kız bundan hoşlanır sanıyorum. İşitiyor musun?

– Evet, Quilp.

– Öyleyse hadi git. Ne o, ne var?

Karısı yalvaran bir sesle:

– Quilp’ciğim, dedi. Ben bu kızı pek sevdim. Benim onu aldatmama ihtiyaç kalmadan sen işini hâlledebilseydin.

Cüce pek kaba bir küfür savurarak, itaatsiz karısını cezalandırmasına yarayacak bir silah arıyormuş gibi bakındı. İtaatli küçük kadın kocasına, telaşla, kızmamasını söyledi, kendisinden istediklerini yapacağına söz verdi.

Quilp, kadının kolunu tutup çimdikleyerek:

– İşittin mi? dedi. Kendini onun sırlarına sokacaksın. Sen bunu becerirsin, biliyorum. Unutma, ben de dinleyeceğim. Yeteri kadar kurnaz davranmazsan, kapıyı tıklatacağım, fazla tıklatmak zorunda kalırsam Tanrı seni korusun! Hadi git!

Bn. Quilp emre uyarak dışarı çıktı. O sevgili kocası da, yarı açık kapının arkasına gizlenip kulağını iyice kapıya yaklaştırarak, büyük bir ustalıkla, dikkatle dinlemeye koyuldu.

Zavallı Bn. Quilp söze nasıl başlayacağını, ne çeşit sorular sorması gerektiğini düşünüyordu. Kapı pek hızlı hızlı tıkırdatılınca da kadıncağız artık düşünmeyi bırakıp işe koyuldu, sesi öbür yandan duyuldu.

– Sen son zamanlarda Bay Quilp’e ne kadar sık gelip gitmeye başladın böyle, yavrucağızım?

Nell, saf saf:

– Bunu dedeme de söyledim, dedi. Tam yüz kere gelip gittim.

– Peki, deden buna ne dedi?

– Sadece içini çekip başını önüne eğdi, öyle tasalı, öyle perişan bir hâldeydi ki onu bu hâlde görseydiniz mutlaka ağlardınız; sizin de elinizden başka bir şey gelmezdi, biliyorum. Aman, bu kapı nasıl da tıkırdıyor böyle!

Bn. Quilp kapıya doğru kaygılı kaygılı bir göz atarak:

– Sık sık tıkırdar, dedi. Senin deden eskiden bu kadar perişan değildi sanırım.

Çocuk hararetle:

– Yo, hayır! dedi. Öyle değişikti ki! Bir zamanlar öylesine mutluyduk ki, dedem de öylesine neşeli, memnundu ki! O zamandan beri ne kadar kötü bir değişikliğe uğradık, bilemezsiniz.