banner banner banner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Antikacı Dükkânı


– Ne yaptımsa hepsi o cazip serveti çekebilmek uğruna para biriktirmek, yavrucağızın zaferini büyültmek için yapılmıştı! diye bağırdı.

Quilp:

– Evet, evet, bunu anlıyorum, dedi. Benim söylemek istediğim şuydu: O sefil hâlin, komşularının senin zengin olduğunu söylemeleri, benden aldığın borçları kısa zamanda üç kat, dört kat farkla ödeyeceğine dair verdiğin sözler beni öyle aldatmıştı ki hiç beklenmedik bir zamanda senin gizli yaşayışını öğrenmemiş olsaydım şimdi bile istediğin parayı bir imza ile verirdim.

Yaşlı adam, çaresiz bir hâlde:

– Tembihlerimi hiçe sayarak bunları sana anlatan kimdi? diye sordu. Hadi, adını ver bana… Kimmiş, açıkla.

Kurnaz cüce, çocuğu ele verirse yarattığı havanın etkisini kaybedeceğini, bundan da hiçbir şey kazanmayacağını düşünerek, saklamanın daha doğru olacağını kararlaştırdı. Sustu. Sonra: “E, bunu kim yapabilir dersin?” diye sordu.

Yaşlı adam:

– Kit olacak, dedi. O oğlan olsa gerek. Casusluk yaptı, sen de onu rüşvetle konuşturdun mutlaka!

Cüce acıklı bir sesle:

– Onu düşünmek de nereden aklına geldi? diye sordu. Evet, söyleyen Kit’ti. Zavallı Kit!

Cüce böyle diyerek dostça bir tavırla başını eğdi, gitmeye hazırlandı. Dış kapıyı biraz geçtikten sonra büyük bir sevinç içinde gülümsedi.

– Zavallı Kit! diye mırıldandı. Bir meteliğe herkese gösterilen cücelerin en çirkini olduğumu söyleyen de, yanılmıyorsam, Kit’ti. Hah-hah-ha! Zavallı Kit!

Cüce böylece söylene söylene yoluna gitti.

10

Daniel Quilp, yaşlı adamın evine kimseye görünmeden giremediği gibi çıkarken de görünmemezlik edememişti. Hemen tam karşıda, ana caddeden ayrılan bir sürü geçitten birinin dönemecinin gölgesinde birisi gizlenmişti. Akşam güneş batmak üzereyken burada yerini alan bu kimse, büyük bir sabırla, uzun bir süre orada beklemek zorunda olduğunu, böyle şeylere de iyice alıştığını belirten bir tavırla, duvara dayanmış, duruyordu. Bir saat içinde de yerinden hiç kıpırdamamıştı.

Bu sabırlı bekleyici, oradan gelip geçenlerin pek ilgisini çekmediği gibi o da gelip geçenlere pek önem vermiyordu. Gözleri hep bir tek noktaya bakıyordu: Çocuğun önünde oturmayı âdet edindiği pencereydi bu. Gözlerini oradan ancak komşu dükkânlardan birindeki saate bakmak için oynatıyor, sonra gözlerini gene, büyük bir ciddiyetle, dikkatle, eski hedefe çeviriyordu.

Bu kimsenin gizlendiği yerde hiçbir yorgunluk belirtisi göstermediğini söylemiştik; gerçekten de, beklediği kadar yorgunluk duymadı. Yalnız, zaman geçtikçe saate daha sık, pencereye de daha az umutla bakarak kaygılanma, şaşırma belirtileri göstermeye başladı. En sonunda, birtakım kıskanç kepenkler saati ondan sakladılar; sonra da kilisenin çanları gecenin on biri olduğunu ilan ettiler. Sonra on biri çeyrek geçti. En sonunda, oralarda oyalanmasının artık gereksiz olduğu düşüncesi zihnine saplandı.

Bu düşüncenin hoşa gidecek cinsten olmadığı, adamın hiç de bu düşünceye boyun eğmek istemediği, oradan zoraki uzaklaşmakta oluşundan anlaşılıyordu. Gözleri hâlâ arkada, zoraki adımlarla yürüyüşünden, hafif bir ses duyunca duraklamasından, bir ışığın sönmesi üzerine umutlanarak geriye dönmeye hazırlanışından da bu anlaşılıyordu. En sonunda, umudunu iyice kaybedince, niyetinden vazgeçti, sanki kendini zorla oradan uzaklaştırmak istiyormuş gibi koşmaya başladı. Ayaklarının olanca gücüyle koşuyordu. Geri dönmek isteğine kapılmamak için, arkasına bir kere olsun bakmadı.

Bu esrarengiz kimse, hızını hiç eksiltmeden, soluk almak için bir an olsun duralamadan, bir sürü sokaktan, dar yollardan hızla geçti. En sonunda, dört köşe büyük bir avluya varınca, koşmaktan vazgeçip yürümeye koyuldu. Penceresinden ışık sızan küçük bir evin kapısı önünde durdu, sürgüsünü kaldırıp içeri girdi.

Bir kadın hızla kapıdan yana dönerek:

– Tanrım bizi korusun, kim o? diye bağırdı. Ha, sen misin, Kit?

– Evet, anne, benim.

– Aman, ne kadar yorgun görünüyorsun, oğlum!

Kit:

– Yaşlı bay bu gece dışarı çıkmadı, onun için kız da hiç pencerenin önüne gelmedi, dedi.

Geçti ateşin karşısına oturdu. Pek tasalı, mutsuz görünüyordu.

Kit’in bu şekilde oturduğu oda son derece sefildi ama, huzur dolu havası, temizliği, derli topluluğu sayesinde tam bir yuva havasını taşıyordu; yoksa, pek berbat bir yer olabilirdi. Gerçekten de temizlik, düzenlilik bir dereceye kadar söz sahibi olabiliyor. İçerideki Hollanda tarzı saatten de anlaşılacağı gibi gecenin çok geç bir saatiydi ama, zavallı kadıncağız hâlâ bir ütü masasının başında harıl harıl çalışmaktaydı. Küçük bir çocuk ocağın yanı başındaki beşikte uyuyordu; bir başkası da, iki, üç yaşlarında, başında sımsıkı bir takke, vücuduna göre pek küçük görünen gecelik giymiş, bir çamaşır sepetinin içinde dimdik oturuyor, sepetin kenarından iri yuvarlak gözlerini fal taşı gibi açmış, sanki bir daha uyumamaya kesin karar vermiş gibi bakmıyordu. Zaten uyumak istemediği için yatağından alınmış, akrabalarına, arkadaşlarına bir neşe kaynağı olmuştu. Garip görünüşlü bir aileydi bu: Kit, annesi, çocuklar birbirlerine tıpatıp benziyorlardı.

Çoğumuzun sık sık yaptığı gibi Kit de hani neredeyse huysuzlaşacak gibiydi ama, önce derin derin uyuyan en küçük çocuğa, sonra çamaşır sepetindeki kardeşine, ondan sonra da sabahtan beri hiç yakınmadan iş gören annesine baktı, neşeli durmanın daha güzel, daha iyi bir şey olacağını düşündü. Onun için de, ayağıyla beşiği salladı; çamaşır sepetindeki yaramaza dilini çıkardı; çocuk da bunu görünce hemen neşelendi. Kit ayrıca gevezelik etmeye, hoş görünmeye de iyice karar vermişti. Kocaman çakısını çıkarıp annesinin ona saatlerce önce hazırlamış olduğu ekmekle etten kocaman bir parça kesti.

– Ah anneciğim, dedi. Sen ne eşsizsin! Biliyorum, senin gibisi pek bulunmaz.

Bn. Nubbles:

– Benden çok daha iyi bir sürü anne vardır sanırım, Kit, dedi. Kilisedeki papazın dediklerine bakılırsa böyleleri varmış, olmalıymış da.

Kit, nefretle:

– O bunu pek iyi bilir ya! dedi. Bakalım o da senin gibi tek başına kalsın, senin kadar çok çalışsın, yine senin gibi neşesini sürdürebilsin de o zaman ben kendisine dünyanın kaç bucak olduğunu sorar, söylediğine de kılı kılına inanırım!

Bn. Nubbles, konuyu değiştirerek:

– Şey, dedi. Senin biran orada, pencerenin kenarında duruyor, Kit, dedi.

Oğlu şarap tasını alarak:

– Gördüm, anne, dedi. Senin sevgine, anne! İstersen papazın da sağlığına olsun! Ona karşı bir kin beslemiyorum, benim bir alıp veremediğim yok onunla.

Bn. Nubbles:

– Demin o beyin bu gece dışarı çıkmadığını mı söylemiştin? diye sordu.

Kit:

– Evet, dedi. Talihsizlik, işte!

– Buna talih eseri desen daha doğru olur, çünkü Nelly yalnız kalmamış oluyor.

Kit:

– Aha, bunu unuttum! dedi. Talihsizlik dedim, çünkü saat sekizden beri gözlediğim hâlde onun gölgesini bile göremedim.

Annesi işini bırakıp çevresine bakınarak:

– Kız bunları bilse, acaba ne der? diye bağırdı. Her gece kendisi –zavallı yavrucak– yapayalnız pencerenin önünde otururken sen onun başına bir dert gelmesi korkusuyla sokak ortasında bekliyorsun, kendisinin evinde güven içinde olduğuna inanmadan bekleme yerinden kıpırdamıyorsun, evine gelmiyorsun… Bunları bilse demek istiyorum.

Kit, kaba yüzü kızarır gibi olarak:

– Onun ne diyeceğini bırak şimdi! dedi. Çünkü o bunu hiçbir zaman öğrenemeyecek, onun için de bir şey demeyecek elbette!

Bn. Nubbles, birkaç dakika sessiz sessiz ütüsüne devam etti. Sonra, başka bir ütü almak üzere ocağın başına geldi, ütüyü tahtanın üzerine koyup üzerinin tozunu alırken de yan gözle Kit’e baktı. Yeniden masasının başına dönünceye kadar bir şey söylemedi. Ütünün sıcaklığını ölçmek için tehlikeli bir şekilde yanağına yaklaştırdığı sırada gülümseyerek çevresine bakınarak:

– Başkaları buna ne derler biliyorum ben, Kit, dedi.