banner banner banner
Balonla Beş Hafta
Balonla Beş Hafta
Оценить:
 Рейтинг: 0

Balonla Beş Hafta


“Dr. Ferguson’a eşlik etmeyecek misiniz?”

“Eşlik etmek bir yana, son ana kadar onu vazgeçirmeye çalışacağım!”

Artık tüm gözler doktora dikilmişti.

“Siz ona aldırmayın.” dedi sakince. “Bu, onunla tartışmayacağımız bir mesele. Aslında kendisi de geleceğini çok iyi biliyor.”

“Aziz Andrew üzerine!” diye bağırdı Kennedy. “Yemin ederim ki!..”

“Hiçbir şey için yemin etme dostum Dick; ölçüldün, biçildin; sen ve senin barutun, silahların, mermilerin; yani bize daha fazlasını söyletme!”

O günden sonra Zanzibar’a varılana dek Dick ağzını hiç açmadı. Ne bu konu ne de başka bir şey için. Tam bir sessizliğe büründü.

BÖLÜM IX

Burnu geçiyorlar – Tahmin – Profesör Joe’dan kozmografi dersleri – Balonları idare etme yöntemleri – Hava akımlarını bulma yolları – Eureka

Resolute gemisi denizin sertliğine karşın yumuşak bir havada, Ümit Burnu’na doğru hızla yol almaktaydı.

30 Mart günü, Londra’dan ayrılmalarının üzerinden yirmi sekiz gün geçmişken Masa Dağı ufukta belirdi. Tepelerdeki bir amfiteatrın eteklerinde uzanmakta olan Cape şehri, geminin dürbünlerinden seçilmeye başladı ve kısa süre içinde Resolute, limana demirledi. Fakat kaptan sadece kömür depolarını doldurmak için karaya ayak bastı ve bu da sadece bir günlük işti. Ertesi gün gemi, Afrika’nın güney ucunu geçip Mozambik Kanalı’na giriş yapmak için güneye yelken açtı.

Bu seyahat, Joe’nun ilk gemi yolculuğu değildi, böylelikle kısa sürede kendisini evinde gibi hissetmeye başladı ve içten, iyi huylu hâliyle herkesin sevgisini kazandı. Efendisinin ününden o da payını alıyordu. Bir bilgin gibi dinleniyordu ve bu işi iyi beceriyordu.

Böylece doktor, subayların kamarasında coğrafya dersleri verirken o da üst güvertede kendi hükümranlığını sürdürüyordu. Kendine has garip yöntemleriyle ilerliyor ve tarihi kendisine uyduruyordu; ki bu yöntem aslında tüm çağ ve medeniyetlere ait en bilinen tarihçiler tarafından uygulanan bir yöntemdir.

Konu hâliyle hava yolculuğuydu. Bazı asi ruhları inandırmakta problem yaşamış olsa da bir kez kabul gördükten sonra Joe’nun anlattıklarıyla hayal güçleri beslenen tayfalar için artık hiçbir şey imkânsız değildi.

Parlak konuşmacımız, dinleyenlerini, bu seferden sonra daha da mükemmel keşiflerin yapılacağı konusunda cesaretlendiriyordu. Aslında bu sefer, insanüstü bir dizi seferin ilki sayılırdı.

“Gördüğünüz gibi dostlarım, insan böylesi bir yolculuğun tadına vardı mı artık hiçbir şey onu durduramaz. Yani bir sonraki seferimizde, diğer yöne gitmek yerine yukarı, daha da yukarı gideceğiz!”

“Hah! Yani Ay’a mı gideceğiz?” diye hayretle sordu bir gemici.

“Ay’a mı?” diye atıldı Joe. “Hah! Ay’a gitmek çok sıradan olur! Bir şekilde herkes Ay’a gidebilir. Hem Ay’da su olmadığından tüm o yol boyunca suyunuzu yanınızda götürmeniz gerek, ayrıca hava da olmadığından şişelere hava doldurup yanınıza almanız gerek. Eğer nefes almak istiyorsanız…”

“Peki peki tamam da yanımızda bir damlacık olsun cin götüremez miyiz?” diye sordu içkici bir tayfa.

“Tek bir damla bile olmaz!” diye cevapladı Joe. “Ay’a giderken olmaz yaşlı dostum; fakat şu tepenizdeki yıldızların arasında süzüleceğiz -yıldızlar- ve tabii ki efendimin hep bahsettiği gezegenler. Mesela Satürn’e gideceğiz.”

“Hani şu halkalı olan mı?” diye sordu bir tayfa.

“Evet şu evlilik yüzüğü takmış olan! Tabii neyle evlendiğini Tanrı bilir!”

“Ne? O kadar yükseğe mi çıkacaksınız?” diye atıldı bir miço. “O zaman senin efendin Yaşlı Nick’in ta kendisi olmalı.”

“Hayır, o, bunun için çok iyi.”

“Peki Satürn’den sonra ne var?” diye sabırsızlandı kalabalık.

“Satürn’den sonra mı? Hımm… Jüpiter’i ziyaret edeceğiz -günlerin sadece 9,5 saat olduğu eğlenceli bir yer. Tembeller için iyi tabii! Ve yıllar! İnanır mısınız bizim tam on iki yılımıza eş değer! Tabii bu da sadece altı aylık ömrü kalanlara iyi haber! Biraz daha zaman kazanmış olacaklar.”

“On iki yıl!” diye hayretle homurdandı miço.

“Evet ufaklık, yani o ülkede sen hâlâ annenin eteğinde emekleyen bir bebek, şuradaki ellilik ihtiyar da daha dört buçuk yaşında bir çocuk olurdu.”

Tüm üst güverte bir ağızdan, “Amanın! Bu çok eğlenceli bir şey!” diye bağırdı.

“Hem de dibine kadar doğru!” diye ekledi Joe güvenle. Sonra devam etti:

“Peki ne beklersiniz ki? Bu dünyada insanlar, hiçbir şey öğrenmeden bir ayı kadar bihaber kalacaklar. Ama Jüpiter’e gelin ve görün. Orada kılığınıza dikkat etmek gerek çünkü girmesi hiç de kolay olmayan bir sürü uydusu var.”

Tüm adamlar güldü fakat yarıdan fazlası bu söylenenlere inanmıştı bile. Sonra gemicilerin nazikçe ağırlandığı Neptün’den ve askerlerin kaldırımların en güzel yerini işgal ettiği, ahalinin de buna zor dayandığı Mars’tan bahsetti. Son olarak, Venüs’ün cennet gibi güzelliklerinin bir resmini çizdi.

“Ve bu seferden dönünce…” diye devam etti büyük anlatıcı. “Yukarıda, Tanrı’nın yakasında parlayan Güney Haçı, bizim yakamızı süsleyecek.”

“Evet, tam anlamıyla hak etmiş olacaksın.” dedi gemiciler.

Böylece uzun geceler, üst güvertede neşeli sohbetlerle geçerken aynı zamanda doktor da açıklayıcı konuşmalarına devam etmekteydi.

Bir gün sohbet, balonun idaresine geldi ve doktora bu konudaki fikri soruldu.

“Balonların idaresi hakkında geçerli bir sistem bulabileceğimizi düşünmüyorum.” diye söze başladı doktor. “Günümüze kadar yapılan tüm deneme ve planlardan haberdarım ki hiçbiri başarılı olamadı ve hiçbiri de uygulanabilir değildi. Doğal olarak aklımın çok ilgi duyduğum bu konuyla meşgul olduğunu anlayabilirsiniz. Fakat şu ana kadar günümüz mekanik biliminin bize sunduğu olanaklarla bir çözüm bulamadım. Sıra dışı bir kuvvete sahip bir itici güç ve neredeyse imkânsız derecede hafif makineler icat etmeliyiz. Bunu başarsak bile, çeşitli kuvvetlerdeki hava akımlarına karşı koyamayız. Günümüze kadar yapılan şey, balonun kendisine değil sepete yön vermeye çalışmaktı ki bu büyük bir hatadır.”

“Yine de ihtiyaca göre yön verilen bir gemi ve balon arasında birçok benzerlik bulunmakta.”

“Hiç de değil!” diye karşılık verdi doktor. “Her iki durum arasında neredeyse hiç benzerlik yok. Hava kesinlikle sudan daha seyrek ki geminin sadece yarısı suyun altında bulunurken balon tamamen havayla çevrilidir ve kendisini çevreleyen bu element karşısında tamamen hareketsizdir.”

“Sizce, aerostatik bilimi son sözünü söyledi mi yani?”

“Tabii ki hayır fakat biz farklı bir bakış açısı geliştirmeliyiz. Eğer balonumuzu yönetmeyi başaramıyorsak en azından onu belirli bir hava akımında tutmaya çalışmalıyız. Balon yükseldikçe hava akımları tekdüze olmaya başlıyor ve genellikle tek yönde hareket ediyor. Yerkürenin yüzeyini değiştiren dağ ya da vadi gibi elementler tarafından artık etkilenmiyor. Siz de iyi bilirsiniz ki rüzgâr değişikliğinin ve rüzgâr gücü dengesizliklerinin başlıca sebebi budur. Böylelikle rüzgâr bölgeleri bir hesaplandı mı geriye balonu varış noktasına en uygun akımların olduğu bölgeye yerleştirmek kalıyor.”

“Fakat…” diye söze girdi Kaptan Bennet. “Onlara ulaşabilmek için sürekli olarak alçalmak ya da yükselmek durumundasınız. İşte gerçek zorluk bu doktor.”

“Peki neden sevgili kaptan?”

“Öncelikle birbirimizi anlayalım. Bu durum sadece uzun yolculuklar için bir zorluk ve engel teşkil eder, kısa hava yoculukları için değil.”

“Peki neden öyle, rica etsem anlatır mısınız?”

“Çünkü sadece safra atarak yükselebilir ve ancak gaz harcayarak alçalabilirsiniz. Bu işlemler sonucu, hem safra hem de gaz kaybınız çok olur.”

“Evet sevgili bayım, tüm sorun da bu zaten. Problem balonu nasıl yönlendireceğimiz değil, tabiri caizse balonun gücü, kanı, canı olan gazı harcamadan nasıl alçalıp yükseleceğimiz.”

“Haklısınız, sevgili doktor ve bu soru daha cevaplanamadı ya da cevabı henüz keşfedilemedi.”

“Kusura bakmayın ama keşfedildi.”

“Kim keşfetti?”