banner banner banner
Balonla Beş Hafta
Balonla Beş Hafta
Оценить:
 Рейтинг: 0

Balonla Beş Hafta


Böyle bir muhafaza, sınırsız bir süre boyunca içerisinde bu akışkan maddeyi barındırabilirdi. 9 fit karesi yarım pound gelmekteydi. Dış balonun yüzeyi 11.600 fit kare[12 - 1 fit kare = 0.0929 (ç.n.)] olduğuna göre, 650 pound ağırlığında olmalıydı. İkinci balon ise 9.200 fit kare idi ve yaklaşık 510 pound ağırlığındaydı ve toplam olarak 1.160 pound gelmekteydi.

Sepeti saran halatlar çok sağlam bir tür kenevirden yapılmıştı ve iki valf ise bir gemi dümeninin olması gerektiği gibi büyük bir itina gösterilerek ve zaman harcanarak inşa edilmişti.

15 fit çapındaki yuvarlak sepet, çok dayanıklı sorgun ağacından imal edildi, hafif demir bir iskeletle güçlendirilip alt kısmına çarpma etkisini azaltacak esnek bağlar yerleştirildi. Halat ağıyla beraber tüm ağırlığı 250 pound kadardı.

Yukarıda saydıklarımıza ek olarak doktor, iki adet sacdan dört adet kasa yaptırmıştı. Kasalar, üzerlerinde musluklar bulunan borularla birbirine bağlıydı. Onlara da iki parmak çapında, farklı uzunlukta (uzun olan yaklaşık 25 fit, kısa olan ise sadece 15 fit) iki düz kolla biten bir spiral boru eklenmişti.

Bu sac kasalar en az yeri kaplayacak şekilde yerleştirilmişlerdi. Daha ileriki bir zamanda takılacak olan sarmal boru, çok güçlü bir buntzen batarya ile beraber bir köşede paketlenmişti. Bu aygıt öylesine akıllıca paketlenmişti ki başka bir haznede 25 galonluk su olduğu hâlde bile 700 pound’dan fazla çekmiyordu.

Yolculuk için gerekli olan malzemeler; iki termometre, iki barometre, iki pusula, bir sekstant, iki kronometre, bir yapay ufuk aleti ve altazimut denen uzak ve ulaşılamaz nesnelerin yüksekliğini ölçmeye yarayan bir alet idi.

Greenwich Gözlem Evi, doktorun hizmetindeydi fakat kendisi deneyler yapmaktan yana değildi; onun için önemli olan, hangi yönde gittiğini ve başlıca nehir, dağ ve köylerin yerlerini biliyor olmaktı.

Kendisine sağlamlığı iyice denenmiş üç çıpa ve 50 fit uzunluğunda ipekten yapılma dayanıklı bir merdiven de almıştı.

Ayrıca kahve, çay, peksimet, salamura et ve hacimce çok küçük bir ortamda birçok besleyici maddeyi bir araya getiren bir karışım olan “pemmican”dan oluşan tüm erzak özenle tartıldı. İlaveten, hatırı sayılır miktarda saf brendi, her biri 22 galonluk su ihtiva eden iki su tankı da erzaklar arasındaydı.

Bu erzakın tüketimi, balonun kaldırması gereken yükü azar azar azaltacaktı; ki atmosferde seyir hâlinde olan bir balonun dengesinin sağlanması oldukça hassas bir konuydu. Çok ufak miktarda bir erzak azalması bile çok önemli bir yer değişikliğine sebep olabilirdi.

Doktor tabii ki yolculuk boyunca sepeti örtecek olan tenteyi, her türlü yatak işlevini görecek olan battaniyeleri, av tüfeklerini, barut ve mermileri de unutmadı.

Balonlarda bulunan pilotların, yükselmek veya inişi yavaşlatmak istediklerinde attıkları ağırlık.

Bunlar Dr. Ferguson’ın kendisiyle beraber götüreceği eşyalardı. Sadece “tahmin edilemeyen acil durumlar” için 200 pound safra götürmekteydi; fakat aygıtı sayesinde bunu kullanmasının gerekli olmayacağı inancındaydı.

BÖLÜM VIII

Joe’nun önemi – “Resolute” gemisinin kaptanı – Kennedy’nin mühimmat deposu – Karşılıklı görgü kuralları – Veda yemeği – 21 Şubatta yola çıkış – Doktorun bilimsel dersleri – Duveyrier – Livingstone – Hava seyahatinin detayları – Kennedy sustu

10 Şubat gibi neredeyse tüm hazırlıklar bitmişti ve balonlar birbirinin içine girmiş vaziyette muhafaza edilmekteydi. Çeperlerine uygulanan güçlü hava basıncı karşısında gösterdikleri üstün direnç, yapımlarına harcanan titiz emeğin ve sağlamlıklarının bir kanıtıydı.

Joe mutluydu fakat neye yelken açacağının pek de farkında değildi. Greek Caddesi’ndeki evle Michell atölyesi arasında -hep bir işle görevlendirilmişti fakat inanılmaz bir canlılığa sahipti- mekik dokuyordu. Tek bir soru bile yöneltmemiş insanlara olayla ilgili bilgi aktarıyordu. Fakat en önemlisi, efendisiyle beraber yola çıkmasına izin verildiği için çok gururluydu. Hatta bu akıllı velvelecinin, balonu seyrettirerek, doktorun fikir ve planlarından bahsederek, onu aralı bir pencereden ya da sokakta yürürken göstererek birkaç yarım kron kazandığından şüpheliyim fakat bunun için onu suçlamamak gerek. Çağdaşlarının hayranlık ve merakı üzerinden bir şeyler elde etmek en çok onun hakkıydı sanırım.

16 Şubatta Resolute gemisi Greenwich yakınlarında demir attı. 800 ton ağırlığında, iyi yol yapan, pervaneli bir gemiydi ve Sir James Ross’un kutup seferinde ikmal yapmakla görevli olan geminin ta kendisiydi. Uzun süredir doktorun hayranlarından ve takipçilerinden olan ve iyi huyluluğuyla tanınan geminin kaptanı Bennet, doktorun seferine özel bir ilgi duymaktaydı. Bennet, bir savaşçıdan ziyade bir bilim adamıydı. Fakat bu durum gemisinde dört tane top taşımasına engel değildi. Bu toplar, emin olabilirsiniz ki bugüne kadar kimseye zarar vermemiş hatta dünyanın en barışçıl görevlerini yerine getirmiştir.

Geminin ambarı, balonların muhafazasına uygun olarak düzenlenmişti. Balon 18 Şubat günü herhangi bir kazaya mahal vermeyecek şekilde geminin ambarına yerleştirildi. Sepet ve gereçleri, çıpalar, halatlar, yiyecekler, varınca doldurulacak olan su tankları, her şey Ferguson’ın denetimi altında yüklendi. Onar ton sülfürik asit ve hurda demir, daha sonra hidrojen elde etmek için gemiye yüklendi. Miktar gerekenden fazlaydı fakat herhangi bir kazaya karşı özellikle fazladan yükleme yapılmıştı. Gaz üretiminde kullanılacak olan otuzdan fazla varil ve ekipman da ambarda istiflendi.

Tüm bu hazırlık, 18 Şubat akşamı son buldu. Dr. Ferguson ve arkadaşı Kennedy’nin rahat olması göz önünde tutularak iki kamara hazırlanmıştı. Gitmeyeceğine dair yeminler eden Kennedy, bir sürü av gereciyle çıktı güverteye; çok güzel sürgülü iki çifte, Edinburgh’daki Purdey, Moore ve Dickson’da yapılmış ve her testten başarıyla çıkmış bir tüfek. Böyle bir silahla bir avcı, iki bin adım ötedeki bir dağ keçisini gözünden vurmakta hiç zorlanmazdı. Bunların yanı sıra, acil durumlar için altı mermili iki Kolt tabanca da vardı. Barutluğu, fişek çantası, saçma ve mermiler, doktorun hesaplarını çok da aşan bir ağırlıkta değildi.

Bu üç seyyah, 19 Şubat gününün çalışma saatleri içinde gemiye bindiler. Kaptan ve mürettebat tarafından mesafeli bir duruşla karşılandılar. Doktor her zamankinden de mesafeliydi, sadece kendi seferiyle ilgiliydi. Dick açık etmek istemese de heyacanlıydı, Joe ise komik laflar edip neredeyse zil takıp oynayacaktı. Böylelikle kısa sürede kendisine ayrılan hamağın çevresindekiler için bir tür soytarı oldu.

Ayın yirmisinde, Dr. Ferguson ve Kennedy adına Kraliyet Coğrafya Cemiyeti tarafından bir veda yemeği verildi. Kumandan Bennet ve subayları da yemekteydi ki bu durum sayısız kadeh kaldırmayla vurgulandı. Her davetlinin yüzyıllarca yaşamasını garanti edecek kadar çok sağlığa kadeh kaldırıldı. Sir Francis M…. kontrol altında tuttuğu bir heyecanla yemeğe başkanlık etmekteydi.

Dick Kennedy, büyük bir şaşkınlıkla, yapılan kutlamalardan payını aldı. “Gözü kara Ferguson’a, İngiltere’nin zaferine!” içildikten sonra mutlaka “Onun kadar cesur yoldaşı Kennedy’ye!” de kadeh kaldırılıyordu.

Dick’in yüzü kızarmaktaydı. Bunu alçak gönüllüğüne yordular. Alkışlar daha da kuvvetlendi ve Dick daha da kızardı.

Tatlılar yenirken kraliçenin mesajı ulaştı. Majesteleri, iki yolcuyu övüyor, güvenli ve başarılı bir keşif gezisi dileklerini iletiyordu. Bu durum, tabii ki “Saygıdeğer Majesterine!” kadeh kaldırılmasıyla sonuçlandı.

Gece yarısı, dokunaklı vedalar ve sıcak el sıkışmalar sonrasında teker teker ayrıldılar.

Resolute filikaları, Westminster Köprüsü’nün merdivenlerinde beklemekteydi. Kaptan, subay ve yolcuları eşliğinde filikalara bindi, Thames Nehri’nin akıntısının da yardımıyla kürekçilerin güçlü kolları sayesinde Greenwich’e doğru süzüldüler. Bir saat içinde gemideki herkes uykuya dalmıştı bile.

Bir sonraki sabah, ayın 21’inde, sabah saat üçte, geminin ocakları çoktan harlanmıştı, saat beşte demir alındı ve gemi, Thames’in ağzına doğru süzülmeye başladı.

Bahsetmeye bile gerek yok, tabii ki gemideki herkesin tek konuştuğu konu Dr. Ferguson’ın girişimiydi. Doktoru görüp dinlemek, kısa sürede gemideki herkese bir güven aşıladı ve bu gezinin başarısıyla yapılabilirliği konusunda en şüpheci kişi olan İskoçyalı dışında tüm mürettebat, tam bir güven içindeydi.

Yolculuğun yapılacak bir iş olamayan uzun saatlerinde, doktor, subayların odasında coğrafya dersleri vererek vakit geçiriyordu. Genç adamlar, son kırk yıl içerisinde Afrika’da yapılan keşiflere büyük ilgi duymaktaydı. Doktor; Barth, Burton, Speke ve Grant’in keşiflerine atıfta bulunarak artık bilimin araştırmalarına kapılarını ardına kadar açmış olan bu uçsuz bucaksız ve gizemli ülkenin mucizelerinden bahsediyordu. Kuzeyde genç Duveyrier, Sahra Çölü’nü araştırıyor ve Tuareglerin kabile şeflerini Paris’e getiriyordu. Fransız hükûmetinin teşvikiyle, iki ayrı keşif gezisi planlanmaktaydı. İlki kuzeyden aşağı inecek, diğeri ise batıdan gelerek Timbuktu’da kesişeceklerdi. Güneyde ise durmak bilmez Livingstone, Ekvator’a doğru yolculuğuna devam etmekteydi ve 1862 yılının Mart ayından beri, Mackenzie ile birlikte Rovoonia Nehri’nin çıkış noktasına doğru ilerlemektedeydi. Doktora bakılırsa 19. yüzyıl, Afrika’nın altı yüzyıldır bağrında sakladığı sırlar açığa çıkarılmadan bitmeyecekti.

Dr. Ferguson’ın dinleyicilerinin alakası, gezisinin en ince ayrıntılarını açıklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Dinleyiciler hesaplarının doğruluğunu kanıtlamasından hoşnutluk duydular, kendi aralarında tartıştılar ve doktor da bu tartışmalara samimiyetle katıldı.

Genel olarak, yanında sınırlı miktarda erzak götürmesi konusunu merak ediyorlardı ve bir gün genç bir subay bu konuda kendisine bir soru yöneltti.

“Bu garip durum sizi şaşırtıyor demek ki.” diye söze başladı doktor.

“Aslına bakarsanız evet.”

“Sizce benim seferim ne kadar sürede tamamlanacak? Aylarca mı sürecek? Eğer böyle düşünüyorsanız çok yanılırsınız. Uzun bir sefer olursa kaybolmuşuz demektir ve belki de asla geri dönemeyebiliriz. Fakat bilmelisiniz ki Zanzibar’la Senegal kıyıları arasındaki mesafe sadece 3.500 bilemediniz 4.000 mildir. Peki, her on iki saatte 240 millik bir hızla gittiğimizi düşünürsek -ki bu bizim trenlerimizin hızının yanından bile geçemez- gece gündüz durmaksızın yapılan bir yolculukla Afrika’yı boydan boya geçmek sadece yedi gün sürer!”

“Ama bu şekilde hiçbir şey göremezsiniz, herhangi bir coğrafi gözlem yapamazsınız ya da ülkenin çehresini tanıyamazsınız.”

“Ah!” diye cevapladı doktor. “Eğer balonumun efendisiysem; gönlüme göre yükselip alçalabilirsem; özellikle beni yolumdan alıkoyacak rüzgârlar karşısında canım isteyince durabilirsem neden olmasın?”

“Ve bunlarla yüz yüze kalacaksınız.” diye söze karıştı Kaptan Bennet. “Saatte 240 milden daha hızlı esen fırtınalarla karşılacaksınız.”

“Görüyorsunuz, böyle bir hızla Afrika’yı baştan başa on iki saatte geçebilirsiniz. Sabah Zanzibar’da gözünüzü açar, akşam St. Louis’de uykuya dalarsınız!”

“Fakat…” diye söze karıştı subay. “Peki, böyle bir hıza herhangi bir balon dayanabildi mi?”

“Evet, daha önce oldu.” diye cevapladı doktor.

“Ve balon buna dayanabildi mi?”

“Pek tabii! Bu olay, 1804 yılında Napolyon’un taç giyme töreninde gerçekleşti. Havacı Garnerin, akşam on bir sularında bir balon havalandırdı. Üzerinde altın harflerle Paris, 25 Frimaire; yıl XIII, Papa Pius VII tarafından İmparator Napolyon’un Taç Giyme Töreni yazılıydı. Ertesi sabah, Roma halkı, Vatikan üzerinde süzülen aynı balonu fark etti ve Bracciano Gölü’ne düştüğünü gördü. Yani sizin de anlayacağınız üzere, bir balon böyle bir hızı kaldırabilir.”

“Bir balon belki ama ya bir insan?” diye söz aldı Kennedy.

“Evet, aynı zamanda bir insan da! Bir balon onu çevreleyen havaya karşı hareketsizdir; hareket eden balonun kendisi değil çevresindeki havadır. Mesela, bir balonun sepetinde bir mum yakın, alevinin titreşmediğini görürsünüz. Garnerin’nın balonunda olan bir kişi, hızdan azıcık da olsa etkilenmeyecekti. Fakat benim zaten böyle bir hıza çıkmak gibi bir niyetim yok ve eğer bir ağaca ya da bir yükseltiye demirlemeyi başarırsam bu söylediğimden geri kalmayacağım. Ayrıca, yanımızda iki aylık erzak götürüyoruz ve ihtiyaç anında yetenekli avcımızın bize çeşitli av etleri sunmaması için de herhangi bir sebep yok.”

“Ah, Bay Kennedy!” dedi imrenen gözlerle bakan bir gemici. “Ne eşsiz vuruşlar yapacaksınız!”

“Hem de sayısız!” diye atıldı bir başkası. “Hem spor yapıp hem de zafer kazanacaksınız!”

“Beyler…” diye söz aldı kafası biraz karışmış olan avcı. “Ben .… iltifatlarınıza .... teşekkür ederim .... ama .... bana ait değiller!”

“Siz!” diye bağırdılar. “Siz de gitmiyor musunuz?”

“Ben gitmiyorum!”