banner banner banner
Manas Destanı
Manas Destanı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Manas Destanı


“Pis, vahşi Kırgız! Otlağın sahibini bilmiyor musun? Hayvanlarına bir yer bulsaydın? Şimdi sana göstereceğim! Tohumunu göstereceğim.” diye Kalmukça sövüp, Cakıp’ı atından indirip, kovaladı.

“Ya baba, bunlar ne diyorlar?” diyen Manas hâlâ hiçbir şey anlayamamıştı.

“Ey yavrum, çocuklar böyle sözleri anlamaz.” dedi Ca-kıp telaşlanarak.

Bu sırada kenarda duran Kalmuk, Cakıp’ı kamçıladı. Bayın zardava kalpağı yere düşüp çenesinden kan aktı. On Kalmuk Cakıp’a saldırdı onu fena dövdüler.

Bunu gören Manas tahammül edemedi. At çobanı lyman’ın elindeki huş ağacından yapılmış sırığı (kement) kapıp kükreyen Kortuk’un üzerine fırlattı. Kalmuk’un başı parçalanarak beyni sırığa takılı kaldı. Bunu göre Kalmuklar atlarının dizginlerini çektiler, şaşırdılar. Atlarının üzerine yerleşerek Manas’ı yakalamaya yeltendiler. Mızrak ve kılıçla saldıran Kalmuklar, Manas’ı her taraftan kuşattılar. Manas atıyla bir yana kaçarak sırıkla onları birer birer yere düşürdü. Kalmukların yedisi yere düştü. Manas gök kır atının yorgun düşmesine rağmen ayaklarıyla onun böğürlerine vurarak kaçan Kalmukları inatla takip etti. Cakıp Manas’ın arkasından bağırarak gök kır atın dizginini tutmaya çalışsa da ulaşamıyordu.

“Hey, yapma yavrum, dur!” diye ağlıyordu Cakıp. “Kendine gel! Arkana bak, vay-vay! Bu yaptığın nedir? Köklü kabilen mi var senin? Keşke kırk yoldaşını bekleseydin? Tek başına Kalmukları öldürüp bitirebilir misin? Bırak yavrum, dur!”

Manas babasına acıyıp gök kır atının dizginini çekti.

“Kurban olayım sana yavrum. Bu Kalmuklar bundan sonra seni boş bırakmazlar. Bakarsın yarın Kortuk’u öldürdün diye, intikam almak isterler. Onlar “Kun” isterler. Manas atın dizginini sıkı tutup uslu duruyordu.

“Kun ne demek baba?”

“Oğlum birisini öldürdüğün zaman, zarar gören taraf kun ister. Kuna bakarak (at, koyun, deve, inek) altın ve benzeri dünya kıymetlerini alır. Onu ödemezsek baş alır veya ailemizden birisinin öldürülmesini isterler.” “Kalmuklar Kortuk’un Kun’u için bizi esir alıp malımızı yağma ederler mi?” Avula ulaşmaya az kaldığında, Manas düşünceye dalmıştı, sonra Cakıp’ın yanına yaklaşarak:

“Ya baba sen beni çocuk mu sanıyorsun?”

“Büyüdün, akıllandın. Daha nereye büyüyeceksin? Dev gibi boyun var.”

“Bana güveniyor musun?”

“Güveniyorum.”

“Ben sana bir şey soracağım, saklamadan doğruyu söyler misin?”

“O soracağın soruya bağlı, yavrum.”

“Soru oğlunun babasına sorabileceği bir sorudur. Cevap ise akıllı bir babanın büyümüş oğluna vermesi gereken doğrulukta olmalıdır, baba.”

“O zaman sor oğlum. Bundan sonra sana gerçekleri söyleyeceğim, senden hiçbir şey gizlemeyeceğim.”

“Baba soyunu sopunu bilmeyen adam olmaz. Bana yedi göbek soyumu anlat. Ala-Too’dan Altay’a gelişimizden başlayarak hepsini anlat.”

“Oo, oğlum, sen sormaz olsaydın; ben de söz vermiş olmasaydım. Babanın da çocuğuna söyleyebileceği söz var, söyleyemeyeceği söz var. Ama sen atalarının geçmişini bilmek zorundasın. Bunları sen biraz daha büyüyünce söylemeyi düşünüyordum. Sorman, büyüdüğünün işaretidir. Atalarımızın geçmişi nesilden nesile emanettir. Senin övünebileceğin, gurur uyabileceğin bir halkın var. Soyun Kırgız, sözünden dönmeyen, savaş denince durmayan, cesur, akıllı ve inatçıdır. Dostunu düşmanını bilen, namuslu, cesur, savaşçı ve kırk kabileli, cennetlik bir halkın vardı. Cakıp Bay, oğluna, yedi göbek atasını onların kahramanlıklarını masal gibi anlatarak büyük dedesi Nogoy Han’ın tarihine geldi.

“Büyük deden Nogoy’un yedi göbek atası hep handı. Onların hepsi aslan gibi güçlüydüler. Nogoy Han da onlardan eksik değildi. Rızkını hiç kimse ile paylaşmadı. Tacını kimseye giydirmedi. Komşularıyla iyi geçindi. Düşmana hakkını yedirmedi. Nogoy Han, ilkbaharda babalarının eskiden izlediği büyük yolu takip ederek Ala-Too’dan göç etti. Otlak arayıp Enesay, Altay, Ming-Suu (nehir) ya kadar giderek serinledi. Oraya eskiden yerleşmiş bulunan kırk Kırgız kabilesiyle, oniki Türk soylu kabile yaylayı paylaştılar, hayvan alış verişinde bulundular, dünürleştiler, adetleri beraber muhafaza ettiler, düşmana karşı beraber savaştılar, güz gelince yüklerini, hayvanlarını alıp göç ettiler. Ancak altı ay sonra Ala Too (Aladağ), Andican, Alay gibi ılık yerlere gelip kışladılar. Dürüst deden Nogoy, Esen Han’la yapılan savaşta yüreğine mızrak saplandığı için can çekişirken, oğullarına, halkına acı acı ağlayarak şöyle vasiyette bulunmuştu: “İyi niyetli yiğitlerim, köklü halkım, bizim düşmana yenik düşmemizin sebebini şimdi anladınız mı? Düşmana askerimiz az olduğu için boyun eğmedik. Halk birleşmedi. İçimizden çürüdük. Birlik ve beraberliğimiz bozuldu. Töreden uzaklaştık. Arzu ve hevesimiz kalmadı, bilgelerin sözünü ciddiye almadık. Töreleri bıraktık, kötülere kandık. Küçükler büyüklere hürmet etmediler, çocuklar, atalarını bilmediler, kadınlar kocalarını düşünmediler. Tanrıyı tanımadık. Böylece yurdumuzdan gayret, iman, haysiyet kuvvet gitti. Gerçekte akıllı önderlerinize ve memleketinize karşı olan sizsiniz. Düşmana kucak açan sizsiniz. Bundan ibret alınız! Bunu sonraki nesillere, çocuklarınıza anlatınız…”

Oğlum; Nogoy deden vefat ettiği zaman hansız kalan halk şaşırdı, han hazinesi tüketildi, sayısız hayvanları talan edildi. Yiğit erkekler köle oldular; narin belli, nazlı gelinler, küçük kızlar, cariye oldular. Böyle zilleti Tanrım kimseye göstermesin. Zamanında güçlü olan göçmen halkın başına felaket ve dert geldi. Ay batmış gibi ocağı söndü, başı derde girdi. Pis Esen Han “Bu Kırgızlara yardım edenin kim olduğunu anlayamadım. Pek çok kez onları soyup soğana çevirdiysem de yine başını kaldırıyor. Başları bir araya gelirse tekrar dirilip kavga çıkaracak.” diyen danışmanının sözünü dinleyerek, yok edemediklerini dağ derelerine, kuru yataklara kum gibi dağıttı. Kırgız çocuklarını Çinlilerin, Kalmukların atlarına bakıcı yaptı. Karşılık gösteren Kırgızların dilini kestiler, eline çivi çaktılar. Usta okçuların gözlerini oydular, söz dinlemeyenin kulağına kurşun döktüler. Ata binip kuş gibi özgür dolaşan halk şimdi güneşin doğuşunu batışını görememekte. Onlar tutsak oldular, dertlerini kimseye söyleyemediler, kuma akan su gibi tutunacak yer bulamadan, şaşırdılar. Çin Hanı Esen Han eline geçirdiği göçmen Türk ve Kırgız yiğitleriyle “vahşiler” diye alay etti. Kalmuk, Moğol ve Tırgotlardan muhafız koyup dağa ve ata alışmış halkı, gasp ettikleri hayvanlara bakıcı yaptılar. Onları hududa yakın yerleştirip, Çin Şeddi’nin önünde saldıran düşmanına karşı mızrak kalkanı olarak kullandılar. Zavallı halk bir deri bir kemik kalmıştı. Kabahat halkımızdaydı. Onlar, yıllar sonra Altay’da ancak birleşebildiler. İşte şimdi sen doğdun. Demin de söylediğim gibi aklını buldun, kuvvetle doldun. Yavrum, ataların, halkı gözbebeği gibi koruyup, muska gibi onlara tünek olup, saklayıp korudular. Atalığın gereğini yerine getirdiler. Ben onlar kadar olamadım. Ahvalim iyi gitmedi. Aklım, kuvvetim kâfi gelmedi. Şimdi senin zamanın, senin yerine getirmen gereken şeyler var. Umudum sendedir. Halkın senden beklediklerini gerçekleştir. Şerefini koru. Korktuğum şey şudur; artık sırtını dayayabileceğin ataların, o kuvvetli Kırgızlar yok. Etrafında toplanan arkadaşların yok. Yalnızsın, yavrum…” Gönlündekini söylediği için rahatlayan Cakıp, derin bir iç çekti. Manas düşündü.

Manas’ın aklına sözleştiği kırklar geldi. O anda karşısında hoş bir ata binen, kara bir elbise giyen, görünüşü muazzam, gök bayraklı, gaza için var olan Kırklar peyda oldu. Onlar Manas’tan başka kimseye görünmeden, sözleri duyulmadan değişik bir kılıkla çıkageldiler. Manas onlarla şakalaşarak onlara Kortuk’u öldürdüğünü söyledi.

Cakıp Bay, oğlu sapasağlam iken birdenbire hiç bir şey yokken onun ileri geri konuştuğunu, boşu boşuna kahkaha atıp çırpındığını görünce, çok korktu. Oğluma cin çarptı diye ne yapacağını şaşırdı. O bu korkulu anda hanımı Cıyırdı’yı hatırladı.” Hanıma çabuk ulaşayım, ıssız yerlerde dolaştığı için Manas’ın delirdiğini anlatayım. Baksın, yüreği sızlasın.” diye atını kamçıladı.

Cakıp Bay, atını bağlamadan, kimseye bakmadan, kamçısını sallayarak yürüdü. Gözlerinden yaş dökülüyordu. Başını eğdi. Dalgın dalgın yürüyordu. Çıyırdı’nın çadırına felaket haberi getirdi.

“Ey Hanım, bunu kimse bilmesin, tamam mı? Bizim ışığımız söndü. Gözümüz oyuldu. Hayatımızı karanlık bastı. Felâket geldi.” diye Cakıp dizlerine vurdu.

“Ne diyorsun, dilin yansın senin ihtiyar! Ağzındaki sözlerini köpeğe söyle. Yavrumun hâlini çabuk anlat! Ölüyorum, çabuk söyle…”

Cakıp Manas’ın sararmış sahrada dolaşıp delirdiğini anlattı.

“Gözbebeğim, bir tanemi sahrada niye yalnız bıraktın? Hey deli ihtiyar, ben Baykuş Ana oldum, çocuğa doyan sen oldun. Senin Manas’tan başka kimin var? Atalarınla beraber soyun kurusun, onları niye böyle esirgiyorsun? Bana yavrumu göster. Yavrum, kuzum ne olursa olsun, atını yedekleyerek onu eve getir, hadi! Oğlum sahraya bırakılır mı, baş belası, ihtiyar!” diye bağırdı Cıyırdı gözlerinden yaş dökerek.

Cıyırdı’nın dünyası karardı, o ateşe düşen sinek gibi kıvranıyordu. Bu aciz kullar arasında Cıyırdı gibi yaşlandığında sahip olduğu biricik oğlundan kötü haber alıp da üzülmeyen kadın var mıdır? Bu kadınlar dünyasında, yavrusuna yardım elini uzatmadan yuvasını yılan basan turgay gibi kıvranan bir başka zavallı var mıdır?

Cakıp, avuluna gelirken bir kötü haber daha ulaşmıştı. Kalmuklar Kortuk’un kan bedeli olarak yarın Cakıp’ın avulunu herkesin gözü önünde yok etmek istiyormuş. Her şey üst üste gelip Cakıp’ı sıkıştırdı. O, Akbalta’yı çağırtıp onu dinledikten sonra kendine geldi. Cesaret bulup, sırdaş ve komşu Kazak, Nayman, Konguratlardan yardım istemeye adam gönderdi.

Zavallı Cıyırdı, Kalmuklar gelmeden önce Manas’ı görmek istiyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı.

Cıyırdı başındaki büyük beyaz sarığını çıkarıp, yerine kara başörtüsünü örttü. Belini sıkı bağladı, ışık saçan yüzü sarardı. Her zaman nazik idi, bu kez kocasının hiç binmediği Boztaylak’ına binip, kocasının engellemesine rağmen “ölmüşse ben de öleyim, yaşıyorsa beraber geliriz.” diye çöle doğru yola koyuldu.

Biricik oğlum Manas’la birlikte ben de ıssız çölde delireyim, terk-i dünya edip dolaşayım. Biricik oğlumdan ayrılıp yaşamanın bir anlamı yoktur diye ağlıyordu Cıyırdı.

Issız çölde Cıyırdı’nın eteği rüzgârla savruluyor, atının kuyruğu ve yelesi dalgalanıyordu. O bir tepenin eteğinde Manas’ı arıyordu.

Atları otlatmakta olan Manas, annesi Çıyırdı’yı görünce karşısına çıktı.

“Anne, sana ne oldu?”

Cıyırdı bir söz söylemeden atın üzerinde Manas’a sarılarak gözlerini boşalttı, yalvardı, ağladı. “Kurban olayım bir tanem! Gökteki güneşim! Sağ mısın? Var mısın? Başın sağ mı?”

Çıyırdı oğlunun sağ salim olduğunu görünce, kalbi rahatladı, esenlik buldu, ağlaması kesildi, dünyaya yeniden gelmiş gibi sevinerek yola çıkmak için hazırlandı. Babasının söylediklerini öğrenen Manas “Allah iyiliğini versin senin baba!” diye kahkaha ile güldü, ona itibar etmedi.

Manas ile Çıyırdı’nın önüne birden bire atlarını yedeğe alan yedi Kalmuk çıkıverdi. Onların birisi Manas’ı tanımıştı, “Kortuk’u öldüren işte o!” diye bağırmaya başladı. Biri atlarına baktı, altısı Manas’a vurmak için ellerini kaldırarak yaklaştılar.

“Ne olur, biricik oğluma dokunmayın! Beni üzmeyin!” diye Manas’ın önüne geçerek bağırdı, Çıyırdı.

“Anneciğim, ne yapıyorsun?” dedi Manas önüne çıkarak. “Ee, bunlar altı kişi değil mi. Altmışı gelse de bir şey yapamaz, anneciğim.”

Bu sırada Kalmuklar Çıyırdı’nın atını dizgininden tutarak götürdüler.

“Hey çek elini dizginden! Gebereceksin!” dedi Manas hiddetlenerek.

Kalmuklar söz dinlemeden atı yedeğe aldılar.

Manas iki Kalmuk’u omuzlarından tutup birbirine öyle bir çarptı ki, onlar o anda can verdiler. Bunu gören Kalmuklar atlarını bırakıp kaçtılar.

Manas ile Çıyırdı avula geldiğinde Cakıp’ın bıyığı diken diken olmuş neredeyse korkudan ödü patlamıştı. Oğlunun sağ salim olduğunu görünce kalbi rahatladı, şükrederek beyaz tekeyi kesti, keyfi yerine geldi.

“Tanrının yazdığını görelim. Artık Kırgızlar epey güçlendiler. Kalmuklar mahvolsun. Oğlum Manas varken bir savaşıp görelim!..”

Manas, Kalmukların saldıracağı gün hiçbir şeye aldırmadan, güneş doğuncaya kadar uyudu.

“Kırgızlar yiğitlerimizi öldürdü. Kardeşimizseniz yardıma gelin, Kırgızları keselim.” diye haber gönderdi Mançular, Altay Kalmuklarına.