–Falakaya yatırmak istemiyor muydun? Yüzüne bakmadan da falakaya çekebilirsin işte! Diyerek kendi kendine hayıflanıp duran, şaşkınlık içindeki avcıyı “Türkmen” Müsirep iyice yerin dibine soktu.
–Artıkbay Batır’ın kızı mı dedin sen? Dedi Eseney.
–Oy, Ağa Sultanım! Evet, onun kızı, Ulpan. Onun bindiği, arka ayağının toynağında ak lekesi, alnında ak akıtması olan kara rahvan ya, işte!..
Kızın sadece bir kere göz ucuyla Eseney’i kimseye fark ettirmeden süzdüğünü “Türkmen” Müsirep’ten başka hiç kimse fark etmemişti. Gün batıp hava kararıyor, kar serpiştirmekte… ricada bulunmaya bir kız gelecek diye kim düşünebilirdi ki! Ulpan, onlarla görüşmeye geldiği sırada konuşmasını değiştirip, söylediklerine hepsini inandırarak, kız olduğunu kimseye belli etmemeye gayret etmişti. Öyle olsa da, kızın adı kız, meşhur batır, adı duyulmuş âdil biy7 olarak adlandırılan Eseney’e, bir anlık da olsa baktığını kızın kendisi bile farketmemişti.
Yaylalardan aşıp gelenin, Eseney’in yılkısı olduğunu avulu biliyordu. Kalın siyah bezden olan şapkası yüzünü kapatmasına rağmen, deve kadar doru koyu renkte olan atın üstündeki iri vücutlu adamın Eseney olduğunu Ulpan da aslında anlamıştı. Beş yaşındayken onu gördüğünü de, korktuğunu da hatırlamıştı. Fakat yine de kendisini ona tanıtmamıştı.
Eseney’in ekibi ne yapacağını şaşırdı. Ne yapmak gerekliydi? Kara rahvan atı kızın ayıbının bedeli diye nasıl alacaklardı? Bak, zeki kız bunların başına nasıl da utanılacak bir iş açmıştı. Evet, “malım, canımın sadakası; canım arımın sadakası” diyen halkın nasihatini dikkate alırsan eğer, bu uygun bir iş değildi. Eseney arkadaşlarına baktı, “ne yapmak gerek?”.
–Artıkbay Batır’a güç gösterisinde bulunur gibi olmamız ne kadar büyük ayıp! Kızının atını ayıp bedeli olarak almamız ikinci ayıbımız. Rica bildirmeye gelen kızın atını ceza bedeli olarak almamız, ayıp bedeli konusunda bu güne kadar halk içinde duyulmamış bir iş! Diye “Türkmen” Müsirep Eseney’in çiçek hastalığından çopur olan yüzüne baktı.
Eseney ömrü boyunca ayıp bedeli ödemiş adam olmadığı gibi, ayıbı olan kişilere sert cezalar vermekten de hoşlanan bir biy idi. Hiç olmadık yerden başına bela açılmasına halen gülesi geliyordu, halen bu meseleye bir çözüm bulamadığı da bir gerçekti. Artıkbay bir defasında onu namus ölümünün elinden almış kişiydi, ikinci defa ise ölümün kendisinden kurtaran yaşlı yoldaşıydı, batır kişiydi.
–Kara rahvanın yanına bir at daha koşup göndermek uygun olur! Dedi “Türkmen” Müsirep.
–Kurban olayım adaşım benim, buldun buldun işte! Benim yaşlı boz atımı koşup beraberinde gönder! Dedi saf kalpli avcı.
Eseney “yürü!” anlamında omzuyla işaret ederek Kenjetay’a emretti.
–Artıbay Beye selam söyle, yarın kendim de gelip selam verir dönerim.
Kenjetay, kendisinin çektiği Eseney’in “Müzbel” adlı doru akıtmalı atını kara rahvan ile birlikte koşup yola koyuldu.
Eseney yoldaşlarına şimdiki kararını açıkladı:
–Bu tepeden ileriye bundan sonra bir at dahi ayak basmasın! Sadir’in yılkı süründen başka diğer yılkı sürülerinden ikisini Kusmurın’a doğru, dördüncü yılkı sürüsünü bizim Akkuvsak, Kara Emen, Elaman göllerine doğru gönderin. Sadir’in yılkı sürüsü şimdilik burada kalsın. İki adaş benimle kalıyorsunuz, Bekentay, sen Kusmurın yılkı sürüsüyle birlikte gidersin.
Eseney’in arkadaşları onun emirlerini yerine getirmek için dağıldılar. Eseney ise kendi konaklayacağı yeri kurdurmak için yalnız başına göle doğru yöneldi.
“Bundan on yıl önce yer altındakinin bile sesi herkesten önce bana ulaşırdı, gelip Artıkbay Batır’a bulaşmam yaşlandığımın göstergesi ah! Diye düşündü Eseney. -Yoksa bu, kadrimi kıymetimi yitirdiğimin işareti mi? Peki ya, avcının çığırtkanlığına uyup onun ardından gidişime ne demeli? Eskiden var ya, onun gibilere kendim haddini bildirirdim!”.
Az önce yaşanan küçük olay, Eseney’e bundan on beş yıl önce yaşanan olayları hatırlattı. Artıkbay Batır’ın müstesna kahramanlıklarını gözünün önüne getirdi. O zaman kendi halinde yaşayan halka, tekrar tekrar saldırıp, tekrar tekrar talan eden Kenesarı Töre8’nin isyan zamanıydı.
Kenesarı, Rus sınırında yaşayan Kerey-Uvak boyuna iki defa saldırmıştı.
–Kenesarı’yı han seçmeye razı olan ak sakallı, kara sakallı biyleri tez gelsin! Diyerek halkın üstüne eşkıyalar gönderdi ve üç gün içinde haber çıkmazsa onlara saldıracağını bildirdi. Kenesarı’nın beraberindekiler yılkıya da, kadın kıza da düşkündü.
Tobıl, Baglan, Stap, Kpitan şehirlerine yakın oturan beş bolıs9 Kerey-Uvak’ın sınırda oturanlarına birkaç kez saldırıp gitti. Bu boyların Sarıarka’ya doğru sınır bölgelerinde oturanları olmakla birlikte, Rus şehirlerine sınırda oturan kalabalık bir kısmı canlarını zar zor kurtarabilmişti.
Amankaragay ilçesine bağlı çok kavimli boyların hayatına pazar girmiş, çay, şeker, ekmek, başörtüsü, sabun, basma kumaş, kadife, ipek, deri girmişti. Bundan yirmi yıl önce hanlık yıkıldıktan sonra, savaşlar azalmış, sakin hayat düzeni sağlamlaşmaya başlamıştı. Bütün bunları unutup, Kenesarı’yı han seçmeye bu boylar hiç yanaşmadı: saldırıya uğruyorlardı, kızları gelinleri horlanıyordu, bu sebeple onlar Kenesarı’yı han seçmeye hiç yanaşmadılar.
Eseney bir şey biliyorsa, o da Kenesarı akılsız bir adamdan başka bir şey değildi. Kazak Hanlığı’nın artık sınırları da yoktu, hiç değişmeden duran kanunları da yoktu. Birisi han seçilirse, Han Cengiz’in bütün nesli halkı boy boy bölüp idare edip, aklına eseni yapıyordu. Doymuyordu da, bırakmıyordu da. Şimdi Kenesarı o dönemin düzenini yeniden getirmek istiyordu. Bu halk ise zaten o devirden tamamen bıkmıştı. Kenesarı’nın kıt akıllı, dik başlı olduğu artık net bir şekilde görülmüştü. Onun akıllı bir adam olmadığı herkes tarafından anlaşıldı.
Kazak topraklarının batısından doğusuna kadar ulaşıp, güneyine dayanan Rus şehirleri vardır. Oral, Orınbor, Tobıl, Tümen, Kızıljar, Ombı, İrbit, büyük şehirlerdir. Bu şehirlerin görünüşleri güzelleştirilip, Kazak-Rus yerleşim yerleri kuruldu. Bu durumda Kenesarı, kendi hanlığını nereye kuracak! Betbakdala’ya mı? Ona katılan halkın “Aktaban şubırındı”10 olmama ihtimali var mı? Bundan iki üç yıl önce Kenesarı’ya katılanların şimdilerde kaçtığı görülüyor. Bunu da anlamıyorsa eğer, Kenesarı gerçekten de ahmaktır!
Sömürgeci Çarlık’ın aldıkları da az değil, Rus şehirlerinden senin aldıkların da az değil. Han’ın kazanına koyulup pişenin senin ağzına köpüğü de değmez, kemiği de değmez.
Bunu düşünen halk, huzurunu bırakıp da Kenesarı İsyanı’na direnerek katılmadı. Bunu idrak eden Eseney, Kenesarı’ya karşı mücadeleye girişti. Kerey-Uvak olarak adlandırılan bes bolıs, Eseney’in etrafına toplandı da toplandı.
II
Kazak savaşlarında yaralananlar çoktur, ama ölenler azdır. Ok, çoğunlukla uzaktan atılır ve çok derine isabet etmez, hafif yaralar. Topuzu olan kişiler, mızrağı da çok kolay bir şekilde saplayıp ortasından kırabilir. Mızrağı kırılan kişi, silahsız bir insan ile denktir. Kılıç, karşı karşıya mücadeleye girişip kılıçla savaşmak, Kazak savaşlarında âdet değildir. Eseney ile Kenesarı birliğinin üç yıldır devam eden savaşında halen üç yüz kişi bile ölmüş değildir. Yaralanıp, savaşan birlikten ayrılan sakatlar ise her iki evden birinde mutlaka vardır.
Şimdi Kenesarı’nın kalabalık birliğini Kerey-Uvak’ın tam kalbine, Esil boyuna topladığı ve Eseney’e karşı büyük bir sefere hazırlandığı anlaşılıyor. Eseney de beş bolıs halkının yiğitlerini etrafına toplayıp, yaylak göllerine kondurdu. Daha sonra ise topladığı halkını, her boyun batırlarına ve herkesin güvendiği aksakallarına emanet edip, kendisi de yanına kırk kişiyi alarak, bir kez daha görüşmek için ilçe başkanı Ağa Sultan Şıngıs’a gitti.
Amankaragay ilçesinin Ağa Sultanı Şıngıs Uvalihanov adlı töre idi. O, Kenesarı İsyanı’na destek vermiyordu, ancak karşı da çıkmıyordu. Saldırıya uğrayan halkı mı varmış, Kenesarı’ya katılan halkı mı varmış, hiç umursamadan, Ağa Sultan bunların ikisine karşı da çaresiz bir kişinin kayıtsızlığıyla kendi ordasında11 sükûnet içinde oturuyordu. Üçüncü yılına giren talana, yıkıma tek bir ses bile çıkarmıyordu. Kışa doğru kırk semiz soğım12, yaza doğru kırk sağımlık kısrak, yüz kısır koyun topluyordu, bunları toplayıp veren halk, saldırıya uğradığında ise hiç sesini çıkarmıyordu. Ağa Sultan’ın bu şekilde ikili oynaması, idare ettiği halkın içinde fitne de doğurdu. Bu sebeple Eseney’in de Ağa Sultan ile arası tamamen açılmaktaydı.
Eseney, Ağa Sultan kurulunun en değerli biyidir. Âdil, ama sert mizaçlı olarak tanınan bir kişidir. Uzun süre düşünmesine karşılık, kararını hızlı verir. Hırsıza arsıza karşı çok serttir. O, yanındaki kırk yiğidi ile ilçe merkezine geldi. Eseney, Ağa Sultan’ın ordasına, güvendiği yoldaşı “Türkmen” Müsirep, Artıkbay ve Sadir adlı iki batırını alarak girdi.
Şıngıs, Eseney’e doğru gelip selamlaştı.
–Eseney Bey, hoş geldiniz. Tör’e13 buyrunuz…
Yüzüne doğrudan bakılamayacak kadar kötü görünen çiçek bozuğu yüzlü, orta boylu adama, gövdesine ancak yetiştiği Eseney’e, Ağa Sultan bir yandan şaşkınlıkla bir yandan korkuyla bakıyordu.
–Kendi yerinize, kendi yerinize! Deyip ne yapacağını bilemeyerek kendi yanında yer gösterdi.
Tör’de oturan Kenesarı’nın elçisi Tilevimbet Biy ile Janay Batır ve birkaç kişi daha, hepsi de ayağa kalkıp Eseney ile selamlaştı.
Eseney, Tör’de oturan Tilevimbet Biy’i daha ileriye kaydırıp, her zamanki kendi yerine, Şıngıs’ın sağ tarafına yakınlaşarak oturdu. Otururken, Eseney’in dizi, Tilevimbet Biy’in bacağına çarptı, o ise hemen bacağını çekip, Janay Batır’a doğru yaklaştı.
–Hayırlar ola Eseney Bey!.. İlçe kurultayının vaktinden bir ay önce geldin, hayır mı, hayırdır inşallah!
–Hayır olsa gelir miydim, Allahım, Ya Rabbim! Cin çarpmış kardeşin, idaren altındaki halkına her gün saldırıp bir huzur mu veriyor! Dedi Eseney. Özellikle de Tilevimbet’e laf çarptırarak söyledi.
–Kerey-Uvak’ın içinde eğer senin bir Eseney Bey’in varsa, dışarıdan hiç kimseye minnet duymana gerek yok diye, biz burada huzur içinde duruyorduk…, diyerek Şıngıs sözünü tamamladı.
–Bu senin bahsettiğin Kerey-Uvak’ın at üstünde uyuyalı beri üç yıl oldu. Bu senin çok iyi bildiğin bir durum… Dedi Eseney, bu sefer Şıngıs’ın doğrudan yüzüne bakarak konuştu.
–Ooo, Eseney Beyim çok sinirlenip gelmiş… Eseney Beyim öfkeliyse ben âdetim olduğu üzere ağzımı açamam, diye Şıngıs böbürlenerek yalandan güldü. -Kırıcı konuşmadan sabredelim demeye de dilim varmıyor.
Uzayan sözün farklı bir mecraya gitmekte olduğunu sezinleyen Tilevimbet Biy, konuşmaya başladı. O, iyi bir hatipti. Söze başlayan Tilevimbet, imalı imalı konuşarak, atasözleri ve deyimlerle konuşmasını süsleyerek, iyice coştu. En nihayetinde onuru kırılmış bir şekilde, tehditkâr bir üslûpla söz söyledi:
Kazak Kazak olalı,Kendi önüne halk olup,Sağ salim bir konalı,Hanlığından ayrılsa,Halk olmaktan uzaklaşır.Tay yüzen kara saba14,Buharadan gelen tay kazan,Hepsi mahvolur.Kara ekmeye kul olup,Hanına dil uzatan,İster biy, ister kul olsun,Bir cezasını çekecek,Böylesinin onduğunu görmüş değilim.Tilevimbet bu şekilde bir güç gösterisinde bulunup sustu. Eseney, ona cevap vermek istemeyip Müsirep’i omzuyla dürttü.
–Ağam, siz ne zamanki hanlıktan, hangi hanlıktan bahsediyorsunuz? Bu oturan Ağa Sultanımızın babası Uvalihan öleli yirmi yılı aştı. O zamandan beri Sibir’e bağlı altı ilçelik Kazak’ın hanının varlığını işitmedik de bilmiyoruz da. Kenesarı’ya oradan buradan katılan avareler hanımız diyorsa da, biz hiç öyle düşünmüyoruz, onlar öyle diyorlarsa varsın desinler. Fakat beni han seçmezseniz size saldırırım diyen başıbozuğu, aklı başında olan halk, han seçmez herhalde. Siz, bizim boyumuz arasına iki defa gelip, bu şiirinizi iki defa okudunuz. O zaman bizim beş bolıs Kerey-Uvak size nasıl cevap verdi? Hatırlıyor olmalısınız galiba?
Tilevimbet Biy, “Türkmen” Müsirep’in tek bir sözünü bile duymak istemeyen bir tavırla gözlerini kapatıp, başını öne eğip sessiz kaldı. Kenesarı’nın biyine, Rusların tayin ettiği ilçe biyinin kendisi cevap vermeyerek, yanındaki at bakıcısı “Türkmenine” cevap verdirtmesi, gerçekten çok ağır bir aşağılama idi.
Tilevimbet’in çalım satması, Müsirep’i de rahatsız etmişti, bu sebeple o, sözün sonunda biyi iyice yerin dibine soktu.
–İlk gelişinizde sağ salim dönmüştünüz… Peki, ikinci gelişinizde ne oldu, hatırlıyor musunuz? Diye Müsirep azıcık duraksadı ve Eseney’in gözüyle işaret etmesini dikkate almayarak, -Bindiğiniz atınızdan da olup geri dönmüştünüz! Dedi.
Kenesarı’nın Kerey-Uvak boylarına ikinci defa gönderdiği elçisi Tilevimbet Biy’in, o defa büyük bir utanç yaşayıp geri döndüğü doğruydu. “Ağzı iyi laf yapan” biri olarak bilinen biy, atasözleri ile halkı uyutuyordu. Beş bolıs Kerey-Uvak’ın arasında büyük bir heyecan hâsıl olup, onlar düşünceden çok, güzel sözlere itibar eder olmuşlardı. Bu söz ustalığı, biyin kendi ustalığı değildi elbette, onun evirip çevirerek söylediklerinin, zaten halkın kendi öz hazinesi olduğunu cahil halk fark edemiyordu.
–Peh peh, nasıl söyledi ya hu! Halkın derdine dertlenen Edige olsa ancak böyle olurdu! Gibi sesler çıkmaya başladığında, Tilevimbet:
–İdrak ettiyseniz, bu bana yeter halkım! Diye gururlandı.
Tam o sırada, kalabalığın arasında oturan Eseney Biy’in önüne kır sakallı bir adam gelip çöktü:
–Adil biy diyerek huzuruna geldim, sana başvurdum, Ese-ney. Ricamı dinle! Bu evliyalık taslayan Tilevimbet Biy’in bindiği sarı rahvanı kimin acaba? Eğer bunu biliyorsanız söyler misiniz? Dedi.
–Kendinindir herhalde! Dedi Eseney. Tilevimbet Biy birisinin atına binip geziyor mu diyorsun?
–Eseney Biy, kurduğun tuzağın varmış demek! Dedi Tilevimbet öfkeyle bağırıp.
–Yok, Eseney Biy, altı ilçeye ünü yayılan sarı rahvan at benimdir. Bu kişi başkanlığında geldiler, iki hafta oldu, sarı rahvanın neslini önlerine katıp hepsini götürdüler. Ondan sonra da kendim dün göçüp Kpitan şehrinin girişinde durakladım.
Az önce Tilevimbet’e saygı duyan halk, şimdi birdenbire ona karşı oluvermişti.
–Ayıp ayıp!
–Ölmek bile bundan daha iyidir!
–Peki, sen kimsin? Diye sordu Eseney.
–Birinin adı iyi namıyla ünlenir, birinin adı ise rezilliğiyle! Atıgay-Karavıl Savıtbek’in adı, eğer sarı rahvan rezilliğiyle duyulduysa, işte ben, o sarı rahvanı ile adı duyulan koyunlu Atıgay’ın bir kötü ihtiyarıyım.
–O zaman sen Jamanbalasın ya hu!
–Öyle diyorsan öyleyizdir.
–İşte biy efendim, hükmü kendiniz veriniz, dedi Eseney Tilevimbet Biy’e.
–Kırk kamçı falaka!
–Kime?
–Biy hakkında şikâyette bulunana elbette!
Eseney, biraz duraksadı ve:
–At senindir! Dedi Jamanbala’ya.
Müsirep, Tilevimbet’e işte bu yaşanan olayı hatırlatıp, ona laf dokundurdu ve artık daha fazla ileriye gitmedi. Tilevimbet’in donakalan vücudu taş gibi oldu.
Eseney, Şıngıs’a doğru dönüp konuşmaya başladı:
–Öfkelenerek gelmişsem de sebebi varmış Ağa Sultan. Kusuruma bakma! Tay yüzen kara saba, tay kazan denilenler artık günümüzde boş sözler. Ekmek ile oynamayalım. Ekmek, artık her Kazak’ın gün görmesi anlamına geliyor. Vakti zamanında kara sabası olan, tay kazanı olan hanlar hangi Kazak’ı doyurdu? Han’ın kazanını da sabasını da Kazak halkı dolduruyordu daima. Şimdi de öyle. Tekrar diriltip han seçtiğin kişi, hanlığını nerede kuracak? Betbak’ın çölüne mi? Bundan iki üç yıl önce Kenesarı’yı han seçiyoruz diye yaygara koparan halk, şimdi sıra sıra dizilip kendi topraklarına dönüyor. Benim bildiğim bir şey varsa o da, Kenesarı altı vilayete han olmak bir yana, kendi yurduna dahi sığamadan bozkıra, Sarıarka’ya doğru kaçmakta. Şimdi o, kaçak, diye sustu.
Şıngıs’ın kendi düşüncesi de buna yakın idi. Napolyon’u yenip, Batı dünyasının tekebbürlüğünü ezip geçen Rus teçhizatına karşı başkaldırmaya, şimdi hangi büyük ülke olursa olsun, cesareti yetmezdi. Böyle bir güç şu anda yeryüzünde mevcut değildi! Doğrusu Kenesarı, sadece halkı biraz kışkırtıp düzeni bozmuştu, ama bir süre sonra bastırılıp, bu isyan hareketi sona erecekti. Diyelim ki, Üç Cüz’ün bolısları ve biyleri baş başa verip Kenesarı’yı han seçerse, mümkün, Kazakları müstakil bir halk olarak kabul eden Çarlık, zulmünü onlardan hiç eksik eder miydi, ya da ne yapardı? Fakat hanlık denilen şey ebediyen var olamaz. Ağa Sultan bunu çok iyi biliyordu. Talan ve eşkıyalıktan bıkıp usanan öfkeli halkın, “Çok yaşasa Kenesarı yüze kadar yaşar!”15 demeye başlaması, her yere yayılmıştı. Kalabalık halk ondan uzaklaşmaya ve ondan tamamen ayrılmaya başlamış gibiydi. Bu oturan kara çopur, bunların hepsini tamamiyle idrak edip, han soyundan olan Ağa Sultan’ın yüzüne doğrudan söylemekteydi. Ya halkının yanında ol, ya da akrabanı savun, iki taraftan birini seçerek safını belirle demişler ya hu.
Çarlık’ın koyduğu düzene göre, önce, Ağa Sultan olan kişi Kenesarı’ya karşı mücadele etmeliydi. Bunu nasıl yapacaktı? Tilevimbet Biy, asker toplayıp Kenesarı’ya katıl diye emir vermişti. Buna nasıl gidecekti?
Eseney yine konuşmaya başladı:
–Kenesarı Kerey-Uvak’ın tam kalbine binlerce asker toplayıp, bugün yarın saldırayım deyip duruyor. Bizim de oturup bakacak halimiz yok herhalde. Neticede, bu defalığına bir kısmımız saygı gösterip sesimizi çıkarmayacağız. Özellikle bunu haber vereyim diye geldim…
Söz arasındaki birazcık boşluktan faydalanıp Tilevimbet Biy Eseney’e dönüp:
–Amankaragay ilçesinin en üst düzey biyi Eseney, Rusların heybe taşıyıcısı olmuş dendiğini işittiğimizde sevineceğimizi de, utanacağımızı da bilemedik… sen kendine hangisini layık görüyorsan, bizim için de öyle olsun. Hayırlı olsun! Diyerek âdeta bir büyü böceği gibi yakıp geçti.
Eseney hiç çekinmedi.
–Eseney’in eski heybesine Kenesarı’nın iki yüz batırı sığdıktan sonra, ben heybemden tamamen razıyım, dedi o. -AtıgayKaravıl’ın hatırı sayılır biyi idiniz, Kenesarı’nın ayakçısı olup boş işlerle uğraşmanız size de hayırlı olsun…
İkisi arasında yaşanan bu didişmenin ardından ikisi de sustu. Üçüncü yılına varan çatışmalarda Eseney, Kenesarı’nın iki yüz kadar askerini esir edip Stap’a teslim etmişti. Bu sebeple ona, horunjiy16 unvanını vermişlerdi. Tilevimbet Biy, Ağa Sultan seçiminde eski biylik unvanını bırakıp, şimdilerde Kenesarı’nın “ayak işlerinde” hizmet ediyordu. İki biyin devamlı karşılıklı atışmaları bu sebeplerle idi.
Şıngıs çok zor durumda kaldı. Esasen Eseney’in ne diyeceğini Şıngıs önceden sezmişti. Eseney’in bu seferki geliş sebebi, ya katıl ya da ayrıl, tarafını belli et demeye geliyordu. Yarın kendi idare ettiği ilçenin tam yarısı kadar büyük bir bölümü saldırıya uğrarsa, Eseney bu durumu Sibirya Gubernatörü’ne17 şikâyet etmez miydi? Şıngıs şimdi onu hafife alıp önemsemediğini sezdirirse, o, soluğu doğru Gubernatörde alacaktı. Ombı’da altı ilçeden sorumlu olan Turlıbek vardı. O, Eseney’in akrabasıydı, teyzesinin oğluydu. Şikâyetin ilki “Saldırı karşısında Ağa Sultan’a kendim gidip haber verdim, hiç kulak asmadı” demekle başlardı… Peki, mücadele içerisinde olan iki tarafın benim gözümün önünde karşılaşmalarına ne yapacaksın. Böyle birdenbire parlayan bir tartışmanın çıkmasına sebep olan karşılaşmayı, bir yolunu bulup dağıtmaya nasıl bir çare bulunabilirdi acaba?
O sırada Alman mı, İsveç mi olduğu belli olmayan, Kazakların Bersen dediği sarışın Binbaşı Bergsen gelip:
–Ağa Sultan Mirza, at oyunları hazırlandı. Avcılar da hazır. Buyrunuz, dedi. Şıngıs buna çok sevindi.
–Kıymetli biyler, şimdi söz dalaşına girip kavgayı alevlendirmek hoş olmaz. İki tarafın da durumu anlaşıldı. Dışarı çıkıp askerî oyunları seyretsek nasıl olur? Diye yerinden kalktı. Misafirleri de onu takip ederek ardından çıktılar.
“Tehlike anında lazım olur” diye Sibirya Gubernatörü Ağa Sultan Şıngıs’a silahlı kırk Rus Kazak’ı vermişti. Onlar bir yandan Ağa Sultan’ın korumaları bir yandan da sesini çıkarmasına izin vermeyen gözlemci olarak bulunuyorlardı. Onlar ilk olarak at üzerindeki oyunlarını sergilediler.
Rus Kazakları at oyunları konusunda iyice mahirleşmiş kişilerdi. Onlar kâh şahlanıp koşan ata atlayıp biniyorlardı kâh koşarak gelen atın boynuna asılıp geçip gidebiliyorlardı. Atları da buna nasıl alışmıştı! Hızla koşup gelerek birden durup, hepsi bir yana doğru eğilip yatıyorlardı. Hiç kımıldamadan duruyorlardı. Oysa Kazak atlarının böyle bir durumda kendiliklerinden aklı başından gider, olmayacak şeyden ürküp her şeyi mahvederlerdi.
Rus Kazakları sonraki gösteriye bütün silahlarını kuşanıp ışıldayarak çıktılar. Kılıç, tüfek, ok ile sırayla birbirleriyle dövüşüyorlardı, ama buna rağmen hiçkimse yaralanmıyordu. Fakat gerçek bir savaşta bunların karşısında mücadele etmek zor gibi görünüyordu. Özellikle gün ışığında parlayan kılıçların ışıltısından insanın tüyleri ürperiyordu.
Şıngıs, Tilevimbet Biy’e unutulmaz bir ders vermek ister gibi, onun yüzüne arada bir bakıyordu. İnatçı ve aksi biy:
–Bunlar atlarını yatırıp kaldırırken biz de oturup bakacak değiliz! Dedi.
Evet, Kenesarı taraftarlarının inat ettikleri yönden yüzlerini çevirmeye niyetleri yoktu! Bu, açık tabiatlı halkın han soylularının, biylerinin ve bolıslarının, aksakallarının, gözler önündeki durumuydu. Onlar, halkın Çarlık’ın sömürgecilik siyasetine haklı olarak karşı oluşunu fırsat bilerek, hanlık kurmak niyetindelerdi. Onlar, artık bu düşüncelerinden dönmeyecek gibi görünüyorlardı, “gerçi bu saatten sonra hepsi birdi, iddialarından dönecek olsalar bile, artık Çarlık da onları affetmezdi, halk da affetmezdi”.
Rus Kazaklarının oyunlarından sonra “Hedef vurma” yarışı başladı. Bu oyunların ikisi de Tilevimbet Biy’in gelişi şerefine hazırlanmıştı. İki yüksek çam ağacına enine uzatılmış bir kalın ağaca, hedef olarak sıralanan birkaç metal parlıyordu. İkisi tay tırnağı gibiydi ve bakırdı. İkisi bir tengelik gümüştü, ikisi ise insan tırnağı boyutunda ve altındandı.
Binbaşı, hedef vurma yarışının kurallarını açıkladı: tay tırnağı kadar bakır hedefi vurup düşüren avcıya tilki derisi, gümüş hedefi düşürene kurt derisi, altın hedefi düşürene kunduz derisi verilecekti.
Eseney’in ekibinden Artıkbay, Tilevimbet’in ekibinden ise Janay adlı avcılar yarışmak için çıktılar. İki avcı yan yana geçip birbirlerini selamladılar:
–Kerey’in avcısı kime sıra verir diyorsun, at! Dedi Janay.
–Argın ağamızın balası, sıra sizindir, buyrun siz atınız.
–Sıramı verdim!
–Yok, ben ağabey sırasını çiğneyip geçemem, buyrun atınız!
–Kibirli Kerey’in avcısı, atıver artık!
–Yaşı büyük kişisiniz, siz atınız!
Böylece eski geleneğe uygun olarak üç kere birbirlerine sıra verdikten sonra, avcı Janay sadağına ok yerleştirip attı ve sağ gözüne konan küçük sineği eliyle uzaklaştırdı. Sineğin ısırdığı yeri bir süre eliyle ovuşturdu.
–Gözünüzü boş yere ovuşturdunuz…, dedi ona Artıkbay.
Janay ona bakmadan sadağını çekti, sadağın oku altın hedefe değdi, sarstı ama düşüremeden geçip gitti. Hızlıca okunu atan Artıbay’ın oku ise altın hedefi vurup düşürdü.
Görevli, parlayan kara kunduzu Artıkbay’a getirdi.
–Hey, sen! Tam benim attığım sırada neden konuşup gevezelik ediyorsun! Dedi boğazı düğümlenerek Janay, Artıkbay’a.
–Ben size dostça söz söyledim: ok atarken gözünü ovuşturursan eğer, okun hedeften dışarı gider… gitmedi mi?
–Benim gözümde senin babanın hakkı mı vardı?
–Artıkbay Batır’ın babasının hakkını değil, uyuz oğlağının hakkını bile başkasında bıraktığı görülmemiştir! Diyerek o da kabadayılık yaptı.
–Pis herif!
–Kaçak baytalın18…yalayan yaşlı azban19, pislik senden geçip de bana ulaşır mı!
Kenerarı’nın Bopay adlı kızkardeşi çok kişiyle ilişkisi olan, doyumsuz bir kişi olarak tanınıyordu. Kendisi Cengiz Han neslinden olduğu için sıradan bir Kazak ile evlenemediği gibi, batırları, yiğitleri de öyle kuru kuru eli boş göndermeyen bir alışkanlığı vardı, Artıkbay Janay’ı işte o çok kişiden birisin diye bu sözüyle iğneledi.
Avcı Janay’ın bu söze sabredecek hâli yoktu elbette.
–Hay senin babanın ağzına, ne dedin ne dedin sen? Sadağına ok yerleştirmeye başladı. Artıkbay da aynı şeyi yaptı. Birbirlerine ok atacak gibi görünüyorlardı.
Şıngıs bağırdı:
–Yeter artık!
İki avcı iki ayrı tarafa gitti. Daha önce uzaktan birbirlerine kin besleyip, sadaklarındaki okları uzaktan sırayla hedefe yönlendiren kıskanç avcılar, bundan sonra bir ömür boyu aynı gölden su içmeyeceklermiş gibi, aynı dünyada yaşamayacaklarmış gibi birbirlerinden uzaklaşıp gittiler.
Şıngıs, oyunu bitirdi ve çadırına doğru yürüdü. İki grubun mızrakçı batırları, avcıları iki gruba ayrılıp daha önce yerleştikleri konuk evlerine gittiler. Artıkbay, yarışmadan aldığı kunduzu Eseney’in önüne getirip attı:
–Sırtınıza sarınız! Dedi.
Öğle yemeğinden sonra Şıngıs, Eseney ile yalnız kalıp:
–Eseney Bey, hoş geldiniz. Birkaç gün kalıp misafirim olunuz, diye rica eder gibi oldu, Eseney hiç oralı olmadı:
–Ben bir gün bile sabredemiyorum. Daha önce söylediğim boş söz değildi. Kenesarı taraftarları can evimizden vurmaktalar. Kendi düşünceni açıkça belirtsen olacak, yürüyüp yoluma gideceğim. Stap ve Kpitan ile de hemen haberleşmem gerek.