Книга Ulpan - читать онлайн бесплатно, автор Gabit Müsirepov. Cтраница 3
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Ulpan
Ulpan
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Ulpan

–Eseney Bey, benim ne kadar zor durumda olduğumu siz çok iyi biliyor olmalısınız, diye başladı Şıngıs. -İki ateş arasında kalmadım mı? Halk ne yapmak istiyorsa kendisi bilir. Ben Ağa Sultansam siz de yedi biyden birisiniz. Çarlık’ın hizmetindeki kişileriz… Bize asker verdikleri yok, sana da vermez. Han seçer mi, han seçmez mi, bu, halkın kendi bileceği iş. Bizim idare ettiğimiz yalnızca bir ilçe. Kenesarı’yı han seçelim diyenler Üç Cüz kadar kişi anlaşmışlar gibi görünüyor. Üç Cüz’e bizim emrimiz geçer mi? Ben bunlardan birisine bile karışmak istemiyorum. Bize samimiyetle inanan ve asker veren Çarlık da yok. Kendi kendini kırıp geçir mi diyorsun, ne diyorsun? Dedi ve sustu.

Kazak geleneklerine bağlı bir kişi olan Eseney birden şunları söyledi:

–Kısacası şu ki, ilçenin tam olarak yarısı saldırıya uğramışken, biz ilçe başkanından hayır beklemiyoruz, dedi.

–Düşmanın askerinden sizin asker az olsa dahi sizin askeriniz düşman askerinden beş kat güçlüdür… Çünkü başında Ese-ney Beyim var! Eğer ben bu işe karışırsam, halka maskara olmaz mıyım! Diyerek Şıngıs gülümsedi.

Akşama doğru Eseney kendi memleketine döndü. Şıngıs’tan tamamen ümidini kesip, ne görecekse de yalnızca kendi Kerey-Uvak halkından göreceğini idrak edip oradan ayrıldı. Birkaç günden beri Şıngıs’a emir verip orada konaklayan Tilevimbet Biy ise oturduğu yerden bile doğrulmadı…

III

İlçe merkezi Amankaray’dan akşama doğru çıkan Eseney ve birliği, tan ağarmaya başladığında, Obagan Nehri’nin devamı “Küçük Deniz”de oturan Jazı Biy’in avuluna ulaştı. Argın boyundan Jazı Biy, Orınbor, Sibir guberniyalarının20 sınırını koruyan, Kenesarı İsyanı’na karşı duran bir kişiydi. Henüz asker toplayıp “Atlan!” diye emir vermemekle birlikte, Eseney ile tam olarak aynı düşüncedeydi ve Eseney’in sırdaşıydı. Azıcık Rusça okumayı da biliyordu, Amankaray ilçesinin Eseney’den sonraki en hatırı sayılır biyi idi. Eseney’i büyük bir saygı ve hürmetle karşıladı. Fakat biyler ağzını açıp da tek kelime edemedi. Çünkü konuklar attan inip büyük ak çadıra doğru yürümeye başladıklarında, dörtnala at koşturarak yaklaşan iki atlı göründü ve konuklar çadıra girmeyip gelenleri bekledi.

–Bizim adamlarımız! Dedi Eseney.

Bu gelenler, Eseney’in habercileri idi.

–Kenesarı birliği dün Esil’in karşı tarafına geçti, dedi.

–Jazı, bana kırk at bulup ver. Canlı kalırlarsa geri veririm, yok eğer ölürlerse, senin ödemen gereken bir borçmuş gibi say artık.

Konuklar eve girip susuzluklarını giderinceye kadar, Jazı Biy kendi yılkısından kırk tane cins at getirtip:

–Sorgusuz sualsiz senindir Eseney Bey, dedi.

Yedekteki cins atlar ile hızla gidip halkın bulunduğu bölgeye yakınlaştıklarında Kenesarı birliğinin Kerey-Uvak avullarına her taraftan gelip dayandığı anlaşıldı. Yaylaklarına kıyamayıp, biz nasıl olsa uzaktayız diye düşünerek, bölgerinde konaklamaya devam eden avulların yılkılarını, kadın kızlarını sürüp götürmüşlerdi, keçe ve kilim gibi ev eşyalarını da yağmalamışlardı.

Eseney birliğinin hızla geldiği gün, tan ağarmaya başladığı sırada, birlik buradaki çatışmanın tam üstüne gelmişti. Ortalama beş kilometreye uzanan geniş ovada Kenesarı birliği ile Kerey-Uvak birlikleri arasında çatışma olmuştu. Sahibini kaybeden atlar ürkerek koşuldukları arabalardan kurtulup, önlerindekini ezip geçiyordu. Arabalar bir sağa bir sola doğru zikzaklar çiziyordu. Kovalayanlar ve kaçanlar iki tarafta da vardı. Zaten Kazak çatışmalarının hepsi böyledir. Bir bakarsın kovalayanlar geriye dönüp kaçmaya başlar, bir bakarsın ki kaçanlar geriye dönüp çatışmaya devam eder.

Eseney hemen çatışmanın durumunu gözden geçirdi. Düşman askerleri beş kat daha azdı ama birlik halindelerdi. Halkın tarafı beş kat daha fazla idi, fakat bazen toplanıp bir tarafa kümeleniyordu, diğerleriyle bir türlü birleşmeyi beceremiyordu. Grubun iki tarafı da organize olamıyordu. Ne tarafta çevik ve gözüpek batırlar varsa, mızrakçılar çoksa, o taraf ilerliyordu.

Eseney’in kendisi de askerleri komuta edemiyordu. Çünkü o, batırdı, fakat komutan değildi. Gelir gelmez, savaş alanının bir ucundan diğer ucuna kadar bağırıp, Kerey-Uvak’ın parolasını söyleyip çarpışmaya başlamıştı. O, böylece çarpışanlara kendisinin orada olduğunu bildiriyordu. Denk geldiği batırlarına övgü sözleri söylüyor ve onları cesaretlendiriyordu. Daha sonra var gücüyle bağırıp gürleyerek çatışmanın içine girdi. Halkın hangi tarafta zayıfladığını kontrol ederek, zaman zaman bu zayıflayan gruba katılarak ona destek veriyordu. Yanında dört beş batırı olan Eseney’in destek verdiği gruplar, düşman tarafını kolayca püskürtebilmişti.

Akşama doğru iki tarafın atları da yorulup sadaklardaki oklar tükenmeye başlamıştı. Eseney’in de bizzat içinde bulunduğu karşılıklı çatışma sonucunda elli kadar düşman askeri ele geçirilmişti. Ele geçirilenlerin çoğu, Kenesarı’dan kaçıp kurtulamayan ve ona katılmaya mecbur olan kişilere benziyordu. Bir kısmı ise yaralı askerlerdi.

Düşman eline düşen, halk birliğinin batırları iki üç kat daha çoktu. İki taraf da esir aldıkları kişilerin kollarını arkadan bağlayıp kendi taraflarına götürüyorlardı. Özellikle, sahipsiz kalan atları kovalayıp yakalamaya çalışanlar çoktu.

Bu sırada Eseney yaralandı. Sadaktan fırlayan bir ok iki kürek kemiğinin arasına isabet edip saplandı. O, kaçmaya başlayan bir grup askeri kovalamaya niyetlenmişti, tam o sırada, Eseney’in boynuna ok isabet eden atı, tökezleyip yere düştü. Eseney de onunla birlikte yere düştü. Düşünce, zaten çiçek bozuğu olan yüzü yaralandı. Yüzü kan içinde kaldı. Yedek atı yedekleyen Bekentay gemden kurtulmak için huysuzlanan güçlü atı durdurdu. Eseney sol ayağını üzengiye doğru kaldırıp koymaya çalıştığı sırada, bir ok gelip ona saplandı. Eseney atın yelelerinden tutup doğrulamadan kalakaldı.

Eseney ile yan yana hareket eden Sadir, Müsirep, Artıkbay Batırlar Eseney’i kucaklayıp hemen tedavi etmeye çalıştılar. İlk olarak Eseney’in sırtında hala saplı duran oku çıkarıp, kan fışkırmaya başlayan yarasını bu okla halk hekimliği yöntemiyle tedavi ettiler.

–Uşık uşık uşık!

Devasını veriver, Peygamber Yusuf.

Uşık uşık uşık,

Şifa veren biz değiliz,

Gönlünü alan kara baksı küçük burunlu…

Uşık uşık uşık!

Uşık uşık uşık!

–Haydi şimdi eve doğru, Stap’taki doktora gidiyoruz! Bekentay, biyin atını sen yedeğine al!

Müsirep ve Sadir ikisi, Eseney’i iki yanından tutup, Artıkbay Batır arkasından destek olarak, Eseney’in ekibi yola çıktı.

–Ah! Yavaş olun yavaş olun! Dedi Eseney acı içinde.

Yavaş gidildiği takdirde düşman eline düşeceklerini anlayan Müsirep, Bekentay’a:

–Yavaşı batsın, hızlı sür, hızlan! Dedi.

Eseney’in ekibinin kaçmaya başladığını gören düşman, birdenbire kendine gelip, cesaretlenmişti. Eseney’in ekibinin etrafını sarıvermişlerdi, özellikle de arkalarından gelenler onlara çok yaklaşmışlardı.

O sırada Stap’tan gönderilen yüz kişilik Rus Kazak kuvveti de yetişmişti. Onlar kılıçları parlayarak, mızrakları havada, karşılarındakini korkutarak geliyordu. Onları gören düşman birden geri dönmüştü. Arkadan gelip öndekilere yetişenleri heyecanlı olsalar da, ancak on kadar ok atıp geriye dönmüşlerdi. İşte bu on kadar oktan biri ise Eseney’i arkasından koruyarak gelen Artıkbay Batır’ın tam beline isabet etmişti.

Batır, beline saplanan oku kendi eliyle çıkarıp atmıştı ve sıcağıyla atını hızla koşturmaya devam etmişti. Yaklaşan Rus Kazak takviye kuvvetine ulaşana kadar da yaralandığını hiç kimseye belli etmemişti. Herkes ile beraber yüzbaşına “Zdrasti!” demiş ve atından kayıp yere düşmüştü.

Yolculuğun geri kalanında deveye bindirilerek getirilen Ese-ney, Stap’ın askerî hastanesinde bir ay yatıp, avuluna tek başına atına binerek dönmüştü. Artıkbay Batır ise altı ay boyunca hastanede kalıp, evine bir kızak ile dönmüştü. O günden beri Artıkbay yürüyemeyen bir felçliydi. İki ayağı felç olmuştu, hareketsizdi. O, Eseney’e isabet edecek oka karşı kendini siper etmişti. Eseney’i korumuştu, onun hayatını kurtarmıştı, ama kendisi başkalarına muhtaç kalmıştı. O, artık bir engelliydi. “Saf batır, eğer beline saplanan oku kendisi çıkarıp atmasaydı, halk hekimliği ile çaresine baksaydı, hiç böyle engelli olup kalır mıydı! Halk hekimliğiyle tedavi edilen Eseney ise işte görüldüğü gibi iyileşmişti!”.

Bu son çarpışmadan sonra Kenesarı, bir daha Kerey-Uvak’ı rahatsız etmemişti. O, Kazak bozkırının güney kesimlerine doğru çekilip, Alatav’a gitmişti ve orada bu isyan hareketi sona ermişti. Kenesarı’nın bir daha geri döndüğü de görülmemişti.

Eseney, Stap hastanesinde de huzur içinde yatmamıştı. O, Kenesarı’ya karşı olan boyların lideri olduğu zaman da kafasında onu düşündüren derin bir mesele vardı. Son defa Ağa Sultan Şıngıs’a gittiği zaman da aklında bu mesele vardı. Han soylular, hanlıklarına özlem duymadan duramazlardı. Han soylu Şıngıs, Kenesarı’ya karşı mücadele başlatmayıp halk içine fitne sokmuştu, Rusya Hükümeti’ne büyük bir vefasızlık göstermişti. Eseney’in bu düşünceleri, eğer Sibirya Gubernatörü, General-Binbaşı Fon Fridriks’in kulağına giderse, Şıngıs’ı bu görevinden azletmek mümkün olurdu.

Eseney’in, bu düşüncelerini General-Binbaşı’ya haber verecek adamı da vardı. O, Eseney’in teyzesinin oğlu Turlıbek Köşenulı idi, kendisi altı ilçeye idarecilik yapan büyük bir töreydi.

Eseney, bu Turlıbek’i Stap’a çağırttı. Yarasının mikrop kapıp iyileşmediği çok eziyet çektiği bir dönemdi. Eseney, Turlıbek ile çok sert konuştu.

–Sen Ombı’da ne işle uğraşıyorsun? Töre neslini ne zamandan beri başımızın üstünde taşıyoruz? Şıngıs denilen adamın nasıl biri olduğunu daha ne zaman göreceksin? O, Kenesarı’nın en birinci destekçisi olup çıkmadı mı?

–Bu düşünce Ombı’da da yaygınlaşıyor, Eseney Bey. Bununla birlikte…

–Bununla birlikte, çaresiz oturup duruyoruz diyorsun ha! O zaman bana erk verin. Beş günde elini ayağını zincirleyip Ombı’ya sürüyerek getireyim!

Rus Semineri’ni bitiren, baştan aşağı şehir kıyafetleri giyen Turlıbek, Eseney gibi inatçı karakterli, kibirli değil, kanunların sınırından çıkmayan, çok sabırlı ve tahammülü güçlü bir kişiydi. O, teyzesinin oğluyla aynı fikirde olsa da, Şıngıs’ın tavırlarından büyük bir rahatsızlık duysa da, fevri davranıp aceleci olmaya ve çatışmaya karşıydı. O, bu güne kadar kanunların dışına hiç çıkmamıştı.

Hanlık yıkılıp, Ağa Sultanın idare ettiği ilçe açıldığından beri, Sibirya Gubernatörü’nü rahatsız eden şey, Kenesarı konusundaki tereddüttü. Bu tereddüt, en sonunda da işte isyana evrilmişti. Başından beri Turlıbek, Kenesarı hakkında kaç defa âdilane düşüncelerini bildirmişti. Ancak sıradan Kazak halkını tamamen yabanî, tamamen cahil, güvenilmez gören Çarlık Hükümeti, Han soyluları açık açığa koruyup, onları bir türlü atmaya kıyamıyordu.

Kenesarı, Kazak halkının Çarlık yönetimine duyduğu memnuniyetsizlikten faydalanarak, han seçilmek niyetindeydi. Ese-ney ise Şıngıs’ın Kenesarı’ya karşı mücadele etmemesinden faydalanarak Ağa Sultan seçilmek niyetindeydi.

Turlıbek, Şıngıs’ın Eseney hakkındaki düşüncesini de çok iyi biliyordu. Sonraki seçimde Şıngıs, Eseney’i yerinden edip başka birini biy olarak atamaya hazırlanıyordu. Asıl amacı, idareciliği ele geçirmek olan Eseney’in gerekçeleri mantıklıydı, ne çare ki Gubernatör önünde ise Şıngıs haklıydı. Gubernatör, onun sırtını sıvazlayıp duruyordu. Şekspir’in bir sözünü hatırlatıp:

“Her gece, oyunda, eğlencede, keyifte, güzdüz başı yastıkta!”, dediği de olmuştu. Bu sözüyle Şıngıs’ın ömrünün oyun, eğlence, kadın-kız, uyku ile geçip gittiğini ima etmişti.

Üstelik Şıngıs’ın yanındaki Binbaşı Bergsen’in de iki üç defa onu şikâyet ettiği olmuştu. O da, Kenesarı’nın elçilerinin devamlı gelip gittiklerini, geceleyin tenhada yalnız buluştuklarını, iki taraf arasında hediyeler getirip götürdüklerini yazmıştı. Bu da demekti ki, Şıngıs’a muhalif bir grup oluşturmak oldukça güçtü. Turlıbek’in bu durumu değiştirmeye gücü yetmezdi. Sonuç olarak, elbette, Eseney yenilecekti ve biylik görevinden ayrılacaktı.

Eseney yine kızgın bir şekilde konuşmaya devam etmişti. Beli sarılıydı, yüzüstü yatıyordu ve başını da döndüremiyordu. Esmer ve çiçek bozuğu yüzü yara bere içindeydi. Neredeyse bir cücenin bacakları kadar olan dirseklerini yastığa dayayıp gürlemeye başlamıştı:

–Ben seni niye okuttum? Senden başka yetim çocuk bulamadım mı hiç? Marifetini göster. Şıngıs’ın düşeceği zaman işte bu zaman. Kahretsin, yatağa düştüğümü görmüyor musun? Eğer böyle olmasaydım, Şıngıs’ın ocağını başına yıkardım!

Eseney bunu yapmaktan çekinecek adam değildi. Stap Rus Kazakları da bundan çekinmezdi. Onlar için hepsi “orda”, Kenesarı kim, Şıngıs kim? “Hepsi bir!” Kenesarı birlikleri ile Eseney’in son çatışması sona erdiğinde rastlamıştı da, korkusuz Rus Kazakları’nın daha yapacakları hiç bitmemişti…

Bunları düşünen Turlıbek, şimdi Şıngıs ile Eseney arasındaki çatışmayı sona erdirmenin bir yolunu arıyordu. Çünkü bu ikisinin arasında bir çatışma olduğu takdirde, halkın arasında da bir ayrılık ve bölünme olacağı şüphesizdi.

–Eseney Bey, şimdi Ombı sizin emeğinizi çok takdir ediyor. Amankaray ilçesini talandan koruyan Şıngıs değil, sizsiniz diye düşünüyor. Buraya gelmeden önce General-Gubernatör’e uğrayıp bir selam verdim. Size çok çok selam söyledi. Çarlık Hükümeti sizin emeğinizi unutmaz, şimdi Eseney Biy’e nasıl bir mükâfat vermek gerek, onu düşünüyorum dedi.

Eseney azıcık keyiflenip daha sakin konuşmaya başladı:

–Sınır Komisyonu’na benim adıma rapor yaz. Üç yıldır Kenesarı ile devamlı mücadele ettiğimi iyice yaz. En sonunda yurda sokmadan sürüp çıkardığımı yaz. Kenesarı’nın bu gidişi, işte o son gidişi oldu. Kaça kaça Betbak’ın çölüne sıkıştı da bir daha bu tarafa dönemedi. Babası Kasım, on yıl kadar oldu Hiyve hanına hizmet edip Ruslarla savaşıyordu. Bu da ondan öteye gidecek değil, diye gururlandı. Teyzesinin oğlunun gerekeni yapacağına inanarak, -Gubernatör’e ne diyeceğini kendin bilirsin, nihayetinde, Şıngıs’ı yerinden etsen iyi olur! Diye sözünü bitirdi.

Ona tamam deyip Turlıbek gitmek için yönelmişti ki, tam o sırada, yanına şehrin yerleşik fakir işçilerinden Tilemis adlı genç delikanlıyı tercüman olarak alıp gelen yüzbaşı içeri girdi.

–Merhaba, Eseney Bey Estemesoviç!

–Merhaba, Efim Töre Kotsuk, merhaba! Eseney’in Kotsuh demeye dili dönmüyor mu yoksa özellikle mi sözü böyle çeviriyor yüzbaşı bunu anlayamadı. Fakat kulağı alışmıştı.

–Eee, Eseney Bey, böylece bütün iş bitti mi diyoruz?

–Ne oldu? Düşmanın tekrar döndüğüne dair haber mi var yoksa?

–Yok yok. Eseney Bey’in başlattığı, yüzbaşı Kotsuh’un sonlandırdığı işin tekrarlamasının mümkünatı var mı hiç!

Eseney ile Kotsuh uzun zamandan beri iyi anlaşan kişilerdi. Onlar açık ve samimi konuşan iki sırdaştı. Birinin Rusça, diğerinin Kazakça anlamadıkları şeyleri, Tilemis tercümeyle anlaşılır hale getiriyordu.

–Bu sefer Kenasarı kesin olarak geri çekildi diyor musun?

–Artık o, burnunun ucunu dahi bu tarafa çeviremez. Rus Kazakları’nın kılıcının tadına bir defa bakan düşman, kim olursa olsun, geriye dönüp de arkasına dahi bakamaz. Yazık ki, yalnızca bir saat savaşabildik. Tozu dumana katarak gelen Rus Kazakları’nın hevesleri kursağında kaldı… Keşifçiler bu Tilemis’i yanlarına alıp, dört gün yol gidip geceleyin döndüler. Esil’in öbür tarafında bir can dahi kalmadan her biri bir yana çil yavrusu gibi dağılıp kaçmışlar.

–Evvelki gün Esil’in diğer tarafına da gidip kırk elli kilometre yol yürüyüp etrafı kolaçan edip geldik. Kimse yok. Kenesarı güneye doğru çekilmişe benziyor. On avulun ihtiyar erkekleri ve yaşlı kadınları da hepsi böyle söylüyor.

–Daha önce hiç kimse yok diyordun ya?

–Savaşan birine rastlamadık demek istedim, Eseney Bey.

Eseney ile Artıkbay Batır yaralanıp askerî hastaneye geldiklerinde cerrah doktor bu Tilemis’i beraberinde getirip konuşmuştu. Eseney’e sizin yaranız hafif, bu batırınız ise ağır yaralanmış demişti.

O zamandan beri Eseney, Tilemis ile iyi anlaşamazdı. Bundan on yedi yıl önce Eseney, Tilemis’in babasına domuz bakıyorsun diye falaka çektirmişti. O zaman on yaşında olan küçük Tilemis, hiç korkmamıştı ve dimdik durmuştu. Küçük çocuk, ağlayarak Eseney’in ayağına kapanan annesini, kendine engel olamayarak yerden kaldırıp alıp gitmişti. Güzel kadının ayağına kapanması mı, yoksa çocuğun onurluluğu mu hoşuna gitti bilinmez, her nasılsa Eseney, beş sopayı affetmişti. Tilemis’in babası çok sıradan, oysa annesi erkeklerin bir bakmadan geçemeyeceği kadar güzel bir kadındı.

“Ay, senin baban bu salak değil, buraya gelip giden takı satan kuyumcu Çerkes ya hu!.. Annenin burnunun dibine kadar gelen bu takıcı işte”, diyerek Eseney onun içine bir kurt düşürmüştü.

Zaman içinde bu küçük çocuk Tilemis, büyüyüp Kafkas görünüşlü yakışıklı bir delikanlı oldu. Rusçayı iyi biliyor gibi görünüyordu. Zeki ve bilinçli bir çocuktu. Falaka olayı Eseney’in aklına yeniden düştü, Tilemis de unutmuş değildi. İkisinin gözlerinde de bu olayın kıvılcımları halen yanıyordu. Geçen zamanın ardından şu anda ise Eseney, Tilemis’i çok beğenmişti.

–Annen baban iyi mi yavrum? Diye şefkatle sordu.

–Babam öldü, annem var, dedi Tilemis. Eseney, delikanlıya daha çok takdir ederek baktı, iç çekti ve sonra:

–İrbit pazarı yakınlaştı. Bu yıl bizimle beraber kalsan da o pazara sen gidip gelsen nasıl olur acaba? Görüyorsun ben bu haldeyim. Benim çocuğum da yok… Dedi. İç çeker gibi oldu.

–Olur tabi Eseney Bey. Ne zaman derseniz, ben hazırım o zaman giderim.

–İki günü geçirmeden bizim evde olsan iyi olurdu. Pazara götüreceğin hayvanları seçmek için de vaktin olurdu o zaman.

–Tamam Eseney Bey.

–Gideceğin zaman bana uğra da git.

Böyle her şeyi bilen, becerikli bir genci avcunun içine aldığını düşünen Eseney, kendiyle gurur duydu. Kotsuh söze karıştı:

–Eseney Bey Estemesoviç, ben Ağa Sultan huzuruna gidiyorum. Yarın yola çıkacağım. Ağa Sultan’ı korumak için bıraktığım Rus Kazakları’nı alıp geleceğim. Kadınları rahatsız oldu. Artık onun korumaya ne ihtiyacı var. Kenesarı gitti. Bizim Gubernatör de ilginç adam: bir sultan ile savaş, öbür sultanı koru diyor. O ikisi ise birbirleri ile kolkola girip oturuyor. Ben Ağa Sultan’ın kuyruğuna bir diken sıkıştırıp geri dönme niyetindeyim şimdi.

Eseney kahkahalarla güldü. Çoktan beri böyle gülmemişti. Yarasının ağrımasına da bakmadı. Yüzüstü yatarak gülen adamın kara kazan gibi kocaman başının ağırlığından ince yastık kılıfının her yerinden kuş tüyleri fırlayıp çıkmaya başladı.

–Benim için de kuyruğuna bir bıtırak sıkıştır!..

Bu olaydan bir ay sonra Şıngıs, ilçe başkanlık merkezini bırakıp kendi bölgesine gitti. Üstelik Ağa Sultan’ın ilçem başkansız kaldı diye hiç kaygılandığı da yoktu. Ağa Sultansız kaldık diye kaygılanan halk da yoktu.

İşte, bu olaylar yaşanalı aradan tam on beş yıl geçti!..

IV

Dönüp tekrar kondukları yere gelen Eseney’in hatırladığı, gözünün önünden geçen büyük olayların silsilesi böyle idi. O zamanlar kamçısından kan damlayan zamanıydı, oysa şimdi altmışına dayanmıştı. Tövbeye geleceği, zorbalık ve cebirle işi olmayacak zamanıydı. Oysa ne talihsizlikti ki, kendisi okun önüne geçip, onun sağ kalmasını sağlayan can dostunun yerleştiği yere göz dikmişti. Ne büyük ayıp, nasıl bir pişmanlıktı bu! Bu büyük ayıbı temizlemek için diğer ata yedekte bir at daha ekleyerek göndermek, acaba batırın gönlünde kırgınlıktan eser bırakmadan, onun gönlünü hoş etmiş midir! Yarın kendisi gidip af diler ya hu, ama o zaman da, üslûpsuz avcı Müsirep’e inanıp böyle davrandım demek ne kadar büyük ayıp olur!

Yılkı sürüsünün getirildiği gölün, batı ve güney tarafları kayın ve kavak ağaçları ile sarılıydı. Burası kayın ve kavak ağaçlarının bir arada bulunduğu sık ormanlık bir araziydi. Kuzey doğu tarafları, söğüt ağaçları ile çalılıkların bir arada bulunduğu karmakarışık ovada yerleşmiş nehri çevreliyordu. Sık kamışlı, pasparlak derin gölün ortası henüz donmamıştı. Eseney, yaklaşmakta olan kış soğuğundan ürperir gibi olup azıcık titredi.

Kışı geçirmek için ne kadar da elverişli bir yer! Ormanın içi nasıl da av hayvanlarıyla dolu. Suyu ne kadar da dupduru ve masmavi. Odunu da var, konaklayacak yeri de. Artıkbay Batır hiç olmazsa bir çift yılkı sürüsünü burada kışlatmaya izin verse ne kadar iyi olacaktı.

Eseney’in yılkıcı ekibi, iki ak çadırdan ve üç kara çadırdan oluşuyordu. Hepsi de söğüt ve çalılıklar arasına, kuytuya kurulmuştu. Ağaç tabanlı kızaklar, yedekteki at ve teçhizatlar ayrı olarak yerleştirilmişti. Eseney’in konakladığı büyük ak çadırın girişinin iki yanında iki Arap asıllı büyük köpeğin kulübeleri vardı.

Köpekler sahibine ne ürüyordu ne de ona yaramazlık yapıp sevgi gösterisinde bulunuyordu. Onlar, kulübelerinden çıkıp önce gerindiler ve daha sonra sahiplerinden emir bekler gibi havladılar.

Hava kararırken Kenjetay döndü.

–Evet?

–“Müzbeli” götürüp batıra teslim ettim. Batır çok memnun kaldı.

–Ne dedi?

–Kimin hatalı olduğuna hala karar verip işin içinden çıkamadım. Ulpancan kimsenin karşı çıkamadığı şımarık büyütülmüş bir çocuktur, kim nereden bilsin… Eseney’in ayıbı değilse belki bu onun mirzalığıdır. Allah razı olsun, dedi.

–Kendisi nasılmış? Yatalak olmalı değil mi?

–Yok, kapıyı açtırıp, yüz adımlık yerdeki kalın kavak ağacını nişan alıp yattığı yerden ok atıyordu. Yarın sizi misafirliğe çağırdı. Nesibeli yengesinin sıcak bavırsağını21 özlemiştir heralde… Dedi.

Eseney bir an, ahiretlik hakkının olduğu bu adamın evine gitmeyeli on üç yıl geçtiğini fark etti.

–Başka hiçkimse hiçbir şey demedi mi?

Kenjetay, yakışıksız bir sözü söylemek istemese de daha fazla gizleyemedi.

–Babası kızına “yavrum, bir ayıp işledim, atımı bunun karşılığında bırakıp geldim demiştin sen, bak ayıbım diye Eseney kendi atını verip göndermiş… Bu işin aslı ne, ben olayı iyice bir anlayayım hele…” dedi. Kızı söze karıştı:

–Vadideki on avul Sıyban’ın bütün hayvanlarını sürüp getirseler de bir kış beslemeye “Karşıgalı”nın otlağı yeterdi. Bir tek Eseney’in yılkısını beslemeye yerimiz yetmezse, ayıplı mı olacağız? Ben bunu söyledim, baba… Haddini aşarak konuştun, yavrucuğum, dedi birisi… Ben iddialaşmayıp, kabahatimi kabullenip, ayıbıma karşılık atımı verdim ve oradan ayrıldım. Şimdi Eseney Biy benim atımı geri gönderdiyse bu benim kabahatli olmadığımı göstermez mi? Bunun üstüne, kendi atını da benimkiyle beraber katıp gönderdiyse bu, ayıp benimdir demeye gelmez mi? Dedi kızı. Babası: -Olur, yavrum, olur, diyerek onu susturmadığında, kızın söyleyeceği söz hala da çok mu acaba diye düşündüm.

–Evin içi nasıl, fakir değil miydi?

–O kadar fakir değil. Katar katar hazineleri olmadığı gibi, bir eksikleri de yok gibi görünüyordu. Evin sağ tarafında kerege22 başına iliştirilmiş uzunlu kısalı iki üç mızrak, bir iki sadak, kabzasında duran kılıç, gümüş kemer…

–Anladım. Namaz kılalım.

Kenjetay, Eseney’in hem seyisi hem imamı, daha açık ifade etmek gerekirse, kulağına fısıldayıcısı, suflörü gibiydi. Namaz surelerini o Eseney’e fısıldayarak hatırlatırdı, Eseney sadece içinden tekrarlardı. Arapça dualara dili de dönmezdi, ezberleyememişti de bir türlü. Arapçada dört türlü “z”, üç türlü “s”, iki türlü “h”, iki türlü “ğ” vardı. Eseney bunlardan birini bile doğru söyleyemiyordu. Bu sebeple, Kenjetay, Eseney ile birlikte namaza durup, Eseney’e doğru dönüp duaların hepsini Eseney’e hatırlatırdı. Eseney tekrarladığında da çoğunu değişik bir şeylere benzetip okuyordu.

Eseney şimdi dindar bir adam olmakla birlikte, bir zamanlar çok kibirli ve zalim bir biydi. Rus sınırına yerleşen Nuralı adlı kendi halinde yaşayan boyun bütün topraklarına el koyup, onları kimsenin rağbet etmediği ıssız bölgeye sürmüştü. Kendi halinde yaşayan bu gariban halk, beddualar ederek topraklarını bırakıp gitmiş olmalı ki, sonraki yıl Eseney’in iki oğlu birden kara çiçek hastalığından bir gün içinde, bir anda ölüp gidivermişti.

Çocuklarını gömdüğü gün, kara çiçek hastalığı Eseney’in kendine de bulaştı. Temmuzun en sıcak günleriydi. Çok cesur olan bu batır adam hastalık karşısında başkarında rastlanamayacak şekilde çok dayanıklı durdu. Atına binip yakındaki “Avliye sor” adlı tuzlu göle çırılçıplak girdi. Arkasından gelen kişilere oraya çadır kurmalarını, içecek getirmelerini emretti ve suyu ılık göle gece gündüz girdi çıktı girdi çıktı. Çiçek çıktığında ateşlenip yanan vücudunu kaşımamaya gayret etti. Baksı23 ve halk hekimlerini de etrafına hiç yaklaştırmadı.

Tuzlu gölün suyunda çiçek hastalığına deva olan ne var onu hiçkimse bilemedi ama Eseney vücudunda kocaman kocaman kara izler kalmasına rağmen, iyileşip hayatta kaldı. O zamandan bu yana hanımı da hiç hamile kalmadı. Hor görülen ve zorbalığa uğrayan Nurali boyunun bedduasına uğrayıp zürriyetsiz kaldım diyerek buna kendisi de kesin bir şekilde inandı. Sert ve dik başlı adam bundan sonra namaz kılmaya başladı. Bilmediği, anlamadığı bir işin, yolundan dönmeyen bir kulu olup çıktı.