banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları


Bunun üzerine Şah Yunnan değneği Bilge Duban’dan almış ve sıkıca kavramış. Sonra atına binmiş ve atı önündeki topa doğru sürmüş. Topa ulaşıncaya kadar atını dörtnala koşturmuş. Değneğin sapını sıkıca tutarak tüm gücüyle topa vurmaya başlamış. Elleri nemden ıslanıncaya ve vücudu terleyinceye dek topa vurmaya devam etmiş. İlaç şahın vücuduna nüfuz edince Bilge Duban ona saraya gitmesi ve yıkanması gerektiğini söylemiş. Böylece Şah Yunnan, derhâl saraya dönmüş ve banyoyu hazırlamalarını emretmiş. Hizmetkârlar banyoyu, köleler şahın giyeceği kıyafetleri hazırlamış. Şah banyoya girmiş, gusül abdestini aldıktan sonra kıyafetlerini giyip odasına dönmüş ve uykuya dalmış. Bilge Duban’a gelince, o da her zamanki gibi evine dönmüş ve uyumuş. Sabah olduğunda saraya, şahın kabul salonuna gitmiş. Şah, Duban’ın huzuruna getirilmesini emretmiş. Bilge, şahın ellerini öpmüş ve ona olan hayranlığını ağırbaşlı bir üslupla okuduğu şiiriyle dile getirmiş:

Mutluluk, hitabet “efendisi” olarak anılmanızdır,
Sizden başkasına bu sıfat nasıl yakışır?
Ah adil efendim!
Yaydığınız ışık kara bulutlarını dağıtır şüphenin.
Herkesçe bilinir tevazunuz.
Doğan güneşten de batan güneşten de daha aydınlık yüzünüz.
Öfkeyle yanan zamanın yüzü uzak olsun size
Yüceliğiniz öyle hediyeler verdi ki bize
Yağmur bulutları dökerken rahmeti
Cömertliğiniz arttırdı zenginliğinizi
Azametiniz şaşkına çevirdi görenleri.

Bilge şiiri okumayı bitirdiğinde şah derhâl ayağa kalkmış. Adamı yanına oturtmuş ve ona muhteşem bir siropa daha hediye etmiş; çünkü hamamdan çıktığında vücuduna bakmış ve cüzzamdan eser kalmadığını görmüş. Cildi saf gümüş kadar pürüzsüzmüş. Bundan büyük bir sevinç duymuş ve içi neşeyle dolmuş. Kendini çok mutlu hissediyormuş. Kabul salonuna girip tahtına oturduğunda yüksek rütbeli görevlileri ve asillerle birlikte Bilge Duban’ı da yanına oturtmuş. Şah içkisini onun şerefine kaldırmış. Sofra, en güzel yemeklerle donatılmış. Hekim, şahla birlikte yemek yemiş ve gün boyu ona eşlik etmiş. Dahası gece olduğunda şah, Bilge Duban’a iki bin altın, siropa ve bolca hediye vermiş. Sonra kendi atıyla onu evine yollamış.

Bilge Duban yola çıktıktan sonra Şah Yunnan, hekimin marifetine olan hayranlığını bir kez daha dile getirmiş:

“Bilge vücudumu merhemsiz tedavi etti, Allah biliyor ki bu, mükemmel bir beceri. Böyle bir adama hediyeler sunmak benim için şereftir ve bu adam hayatımın geri kalanı boyunca benim dostumdur.”

Şah Yunnan, bütün geceyi vücudunun iyileşmesi ve kötü bir hastalığı atlatmış olmanın getirdiği mutlulukla geçirmiş.

Ertesi gün şah hareminden çıkmış ve tahtına oturmuş. Generalleri, emirleri ve vezirleri de her zamanki gibi onun yanına oturmuşlar. Şah, Bilge Duban’ı çağırtmış, o da gelmiş. Şah kendisini selamlamak üzere ayağa kalktığında yeri öpmüş, ona uzun ömürler dilemiş ve birlikte yemek yemişler. Dahası, şah ona giysiler ve armağanlar verip akşam oluncaya kadar onunla sohbet etmeye devam etmiş. Ona beş siropa daha vermiş ve bin dinar tutarında maaş bağlamış. Hekim ise şaha büyük bir minnet duyarak evine gitmiş.

Sabah olduğunda şah kabul salonuna gitmiş. Generalleri, vezirleri ve emirleri etrafında toplamış. Tıpkı göz akının, göz bebeğini çevrelediği gibi…

Şahın bir veziri varmış: çirkin, tuhaf görünüşlü, cimri, kıskanç ve kötü niyetli bir adam… Şahın, Bilge Duban’a bu kadar yakın davrandığını ve ona hediyeler verdiğini görünce kıskançlığa kapılmış ve ona zarar vermeye karar vermiş. Tıpkı şu meşhur sözlerde olduğu gibi: “Kıskançlık her ruhta pusuda bekler.” ve “Zulüm herkesin kalbindedir; güç onu ortaya çıkarır, zayıflık gizler.” Vezir, şahın huzuruna gelmiş, ellerini öpmüş ve:

“Ey zamanın şahı! Ben ki senin ihsanların sayesinde adam oldum. Sana söyleyeceklerim var ki bunları söylemezsem kahpe dölüyüm demektir. Fakat bana susmamı emredersen buna da eyvallah derim.” demiş.

Şah vezirin sözlerinden rahatsız olmuş: “Ne söyleyeceksin bakalım?”

“Ey haşmetli hükümdarım! Eskilerin de dediği gibi: ‘Sonu olmayanın dostu da olmaz.’ Son zamanlarda sizi doğru olmaktan uzak şeyler yaparken görüyorum. Düşmanına büyük hediyeler verip savurganlık yapmak gibi ki bu adamın amacı şahlığınızı mahvetmek. Siz ise bu adama iyilik ediyor, onu onurlandırıyor ve yakınınızda tutuyorsunuz. Bu sebepten şahın hayatı için endişe ediyorum.”

Rahatsız olan ve benzi atan şah sormuş: “Kimden bahsediyorsun?”

Vezir cevaplamış: “Ah şahım! Uyanın artık. Bilge Duban’dan bahsediyorum.”

Şah: “Yazıklar olsun sana! O bana herkesten daha çok faydası dokunmuş gerçek bir dost çünkü beni büyük bir sıkıntıdan kurtardı. Bütün hekimleri aciz bırakan hastalığıma şifa oldu. Gerçek şu ki bugünlerde onun gibisini bulmak zor. Dünyanın herhangi bir yerinde, doğunun en doğusunda ya da batının en batısında onun gibisine rastlamak imkânsız. Sen ise onun hakkında böyle kötü şeyler söyleyebiliyorsun. Bugünden itibaren ona maaş bağladım. Ona her ay bin altın vereceğim ve onunla şahlığımın zenginliklerini paylaşacağım ki bunlar bile onun bana yaptığı iyiliğin karşısında bir hiç kalır. Sinbad’ın hikâyesinde olduğu gibi kıskançlıkla dolu sözler sarf ettiğin için belki de senden şüphe etmeliyim.” demiş.

Şah Yunnan, şöyle devam etmiş: “Ah vezir! Hekime olan kıskançlığından gözünü kan bürümüş. Bana onu öldürmemi ima ediyorsun. Fakat bu beni çok pişman eder. Tıpkı şahinini öldüren Şah Sinbad’ın pişman olması gibi…”

Vezir: “Bağışlayın beni yüce şahım, bahsettiğiniz olay nasıl olmuş?” diye sormuş.

Şah hikâyeyi anlatmaya başlamış…

Şehrazat sabah olduğunu görünce yine masalını burada kesmiş, hükümdar da bu heyecanlı masalın devamını dinlemek için karısına o gün de bir şey yapmamış. Ertesi akşam Şehrazat masalına devam etmiş…

ŞAH SİNBAD VE ŞAHİNİ

“Derler ki -ama doğrusunu tabii ki Allah bilir- bir zamanlar Fars diyarlarında çok güçlü bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar, zevke, eğlenceye özellikle de avlanmaya çok düşkünmüş. Sürekli yumruğu üzerinde taşıdığı, avlanırken beraberinde götürdüğü bir şahini varmış. Şah, şahininin suyunu rahatça içmesi için boynuna asılacak bir tas yapılmasını emretmiş. Bir gün sarayında sessizce otururken aniden kuşun bakıcısı şaha seslenmiş:

‘Ey yüce şah! Bugün kuşla avlanmak için çok uygun bir gün.’

Şah da ava çıkılması için emirler vermiş. Kuşunu da yanına almış ve av yerinde tuzaklar kurdurmuş. Tuzağın içinden bir ceylan çıkmış. Bunun üzerine şah bağırmış:

‘Bu ceylanı elinden kaçıran ve kaybeden kim olursa olsun kesinlikle onu öldüreceğim!’

Askerler, ceylanı tuzaktan kurtarmışlar. Hayvan şahın yanına gidip ön ayaklarını göğsüne yaslayarak yere dayamış. Âdeta yeri öper gibi… Bunun üzerine şah eğilerek ellerini çırpmış. Sonra hayvan aniden kaçmaya başlamış. Şah, askerlerin kendisini işaret ettiğini görünce sormuş:

‘Ey vezir! Adamlarım ne diyor?’

‘Her kim ceylanı serbest bıraktıysa öldürülecek! diyorlar.’

Şah: ‘Hayatım üzerine yemin ederim ki o ceylanı bulup geri getirinceye dek takip edeceğim.’ diyerek hayvanın ayak izlerini takip etmek üzere dörtnala yola çıkmış. Takibi, şahinin bir mağaraya girdiği ana kadar sürmüş. Şah, şahinin yakaladığı ceylanı onun insafına bırakmış. Şahin, ceylanın üstüne çullanmış, pençelerini gözüne sokmuş ve hayvanı sersemletip kör etmiş. Şah da topuzunu çıkarıp ceylana şiddetli bir darbe vurmuş. Öyle ki bu darbe hayvanın sonunu getirmiş. Şah ceylanın boğazını kesip derisini yüzdükten sonra ayağa kalkmış ve hayvanı atın eyerine asmış.

Sonra arazinin sıcaktan kavrulduğu ve bir damla suyun bile bulunmadığı bu yerde öğle vakti gelmiş. Şah da atı da çok susamış. Âdeta eriyen tereyağı gibi dallarından su akan bir ağaca denk gelmişler. Bunun üzerine şah, şahinin boynundan tası almış, suyla doldurup kuşa vermiş. Birden kuş, kabı pençeleriyle itmiş ve suyu dökmüş. Sonra şah kabı ikinci kez doldurmuş ve kuşun susadığını düşünerek tekrar vermiş. Fakat kuş kabı pençeleyerek suyu yine reddetmiş. Şah sinirlenmiş ve kabı üçüncü kez doldurarak bu sefer ata vermiş. Fakat şahin kanat darbeleriyle bir kez daha suyu dökmüş. Kabı bir daha dolduran şah bu sefer de kendisi içmek istemiş. Kuş buna da engel olmuş.

Şah: ‘Allah seni kahretsin! Seni zavallı yaratık! Benim suyu içmemi engelledin, atın içmesini engelledin, kendin de içmedin!’ demiş.

Sonra kılıcıyla şahinin kanatlarını kesmiş. Fakat kuş kafasını sallayarak işaretlerle şöyle demek istemiş: ‘Ağaca asılı olan şeye bak!’

Şah gözlerini kaldırdığında bir sürü zehirli yılan görmüş. Meğer su zannettiği şey, onların zehriymiş. Şah şahinin kanatlarını kestiğine üzülerek atına atlamış ve ölü ceylanla birlikte yola çıkmış.

Avı aşçıya vermiş: ‘Bunu pişir.’ demiş ve ardından odasına çekilmiş. Şahin hâlâ yumruğunun üzerinde duruyormuş fakat aniden düşüp ölmüş. Bunun üzerine Sinbad, hayatını kurtaran şahini öldürdüğü için pişmanlık duyarak kederle ağlamaya başlamış.”

“Şah Sinbad’ın başına gelen şey işte bu! Eğer ben senin dediğini yaparsam tıpkı papağanını öldüren adam gibi pişmanlık duyacağım.”

Vezir şaşırarak: “Nasıl yani?” diye sormuş.

Şah da anlatmaya başlamış…

PAPAĞAN VE ADAMIN HİKÂYESİ

“Çizme işiyle uğraşan bir tüccar, çok güzel bir kadınla evliymiş. Bu kadının mükemmel bir güzelliği ve çekiciliği varmış. Adam karısını deli gibi kıskanırmış ki bu da onu seyahat etmekten alıkoyarmış. Bir gün adamı bulunduğu şehirden ayrılmaya mecbur edecek bir işi çıkmış. Bunun üzerine, kuş pazarına gidip yüz altın karşılığında bir dişi papağan satın almış ki evde durup karısına refakat etsin; dönüşünde de kendisine o yokken neler olduğunu anlatsın. Papağan kurnaz ve zeki bir hayvanmış ve duyduğu şeyleri hiçbir zaman unutmazmış.

Adamın karısı genç bir Türk’e âşık olmuş ve Türk, kadını ziyaret etmeyi alışkanlık hâline getirmiş. Adam yolculuktan dönüp eve gelir gelmez kuşun kendisine getirilmesini emretmiş. Yokluğunda eşinin yaptıklarıyla ilgili papağana soru sormaya başlamış.

Papağan: ‘Karının bir âşığı var ve senin yokluğunda her gece onunla birlikte.’ demiş.

Bunun üzerine adam büyük bir öfkeyle karısının yanına gitmiş ve hırsı geçinceye kadar onu dövmüş. Kadın, kölelerden birinin kendisini efendiye gammazladığını düşünüp hepsini sorgulamış. Herkes sırrını sakladığına yemin etmiş. Fakat papağanın konuştuğunu söyleyip: ‘Kendi kulaklarımızla duyduk.’ demişler.

Ertesi sabah kocası, arkadaşlarının birinin yanından eve döndüğünde papağanı karşısına almış ve yokluğunda neler olduğunu sormuş.

‘Beni affedin efendim.’ demiş kuş. ‘Karanlık olduğundan ve bütün gece şimşek çakıp yağmur yağdığından hiçbir şey görmedim ve duymadım.’

Yaz vakti olduğu için adam şaşırarak bağırmış: ‘Ama temmuzun ortasındayız! Yağmurların ve fırtınaların vaktinde değiliz ki!’

‘Size dediğim gibi bir şey görmedim.’ diye cevaplamış kuş.