banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları


“İşte bu, bana olanları anlatman için iyi bir sebep. Allah hakkı için benden hiçbir şey gizleme!”

Bunun üzerine Şahzaman bütün gördüklerini baştan sona anlatmış ve sözlerini şöyle bitirmiş: “Benim iktidarımdan daha güçlü bir iktidara sahipsin ve yaşça da benden büyüksün. Böyleyken karının ihanetini ve fenalığını görmüş olmak, kendi acımı azımsamama sebep oldu. Zihnim berraklaştı. Böylece içimdeki hüzünden ve kederden kurtuldum. Yeniden yemeye, içmeye ve uyumaya başladım ve bu sayede gücümü ve sağlığımı geri kazandım. Bütün olanlar bundan ibaret.”

Bunu duyan Şah Şehriyar çok öfkelenmiş; o kadar ki kardeşini boğmak istemiş. Fakat hemen sakinleşip; “Ah kardeşim, bu konuda bana yalan söyleyeceğini düşünmüyorum ama kendi gözlerimle görünceye kadar bundan emin olamam.” demiş.

“O zaman bu fenalığı sen de görmelisin.” demiş Şahzaman. “Bir kere daha avlanmak için hazırlan, sonra benimle birlikte saklan, kendin de göreceksin ve gözlerin seni ikna edecektir.”

“Doğru.” demiş şah.

Ava çıkma niyetini askerlerine bildirmiş. Böylece askerleri, şehrin dışına doğru yola çıkmış, kamp kurmuşlar. Şehriyar da onlarla birlikteymiş. Kamp yerinin ortasına kurulmuş. Huzuruna kimseyi kabul etmek istemediğini söylemiş.

Gece olduğunda şah, vezirini çağırmış ve: “Benim yerime otur ve üç gece geçmeden yokluğumdan kimseye bahsetme.” demiş.

Kardeşler gizlenerek yola çıkmışlar ve saraya vardıklarında vakit geceymiş. Şafak vakti geldiğinde sefa bahçelerine bakan pencerenin orada saklanmışlar. Sultan ve hizmetkârları daha önce olduğu gibi ortaya çıkmış. Çeşmenin oraya gitmişler. Sonra herkes soyunmuş. On kadın ve on erkek… Şahın karısı bağırmış:

“Neredesin Seyit?”

İğrenç zenci, ağaç yolundan çıkagelmiş. Hemen kadının kollarına koşmuş ve bağırmış:

“Ben Seyit el Bin Saud!”

Kadın histerik bir şekilde gülmüş ve ikisi şehvet duygularını tatmin etmeye başlamışlar. Böylece birkaç saat geçirmişler. Beyaz köleler cariyelerin, zenci köle sultanın göğsünden başlarını kaldırıp hep beraber havuza gitmişler ve gusül abdesti aldıktan sonra elbiselerini giyip daha önceki gibi âlem yapmaya devam etmişler.

Şah Şehriyar, karısının ve cariyelerinin bu fenalığını gördükten sonra aklı başından gitmiş ve: “Gerçekten sadece yalnızlıkla, bu adi dünyanın fenalıklarından uzak kalınabilir. Allah biliyor ki bu hayat koca bir yalandan başka bir şey değil!” demiş ve sonra kardeşine: “Ah kardeşim, sana bir şey teklif edeceğim fakat bana itiraz etme.” demiş.

Kardeşi, “Tamam, etmem.” diye cevap vermiş.

Şöyle devam etmiş Şah Şehriyar: “Şahlığımızı bir süre bırakıp yola çıkalım, Allah’ın kâinatını gezelim. Bizim başımıza gelen felakete benzer bir şey yaşayan birini buluncaya kadar Rabb’imize sığınarak dolaşalım. Eğer kimseyi bulamazsak ölüm bize müstahak.”

Böylece kardeşler sarayın arka kapısından ikinci kez gizlice çıkmışlar, gece gündüz demeden gezmişler; ta ki tuzlu denizin kıyısındaki suyu tatlı derenin yakınında bulunan çayırın ortasındaki ağaca varıncaya dek. İkisi de dereden su içmiş ve dinlenmek için oturmuşlar. Bir saat kadar sonra büyük bir gürültü duymuşlar. Gökleri yerle bir eden bir gürültü… Dalgalar âdeta bir kule gibi göklere doğru yükselmiş. Bunu gören kardeşler çok korkmuş ve oldukça yüksek bir ağacın tepesine tırmanmışlar. Ne olduğunu anlamak için etraflarına bakınırken bir de ne görsünler? Bir cin… Uzun boylu, iri cüsseli, geniş alınlı bir cin… Geniş adımlarla yürüyerek suyun içinden geçmiş, iki şahın üstünde oturduğu ağacın yanına gelmiş ve oturmuş. Daha sonra yere bir sandık koymuş ve içinden çelikten yapılma yedi tane kilidi olan bir kutu çıkarmış. Kutuyu yedi anahtarla açmış. İçinden beyaz tenli, masum görünüşlü, endamlı, narin, ayın on dördü gibi güzel, üzerine âdeta gün doğmuş bir kız çıkmış. Şair Utayyah’ın da muhteşem bir şekilde söylediği gibi:

Parlaklığıyla geceyi aydınlattı, tıpkı sabah gibi
Süsledi güzelliğiyle bahçeleri
Işığıyla güneşi söndürdü sanki
Utandırdı ay ışığını soyunduğunda
Bütün mahlukat eğildi önünde

Zarafetini gördüklerinde
Ağlattı şehirleri
Cennet gibi güzelliğiyle.

Cin, yanına oturtmuş, ona bakmış ve: “Ah, asil kadın! Zifaf gecesinde kaçırıp benden başkasının bekâretini bozmasına engel olduğum kadın. Benden başka kimsenin sevmediği ve beraber olmadığı kadın… Ah sevdiceğim, birazcık dizinde uyuyacağım!” demiş.

Daha sonra başını kadının kucağına koymuş. Bacaklarını denize doğru uzatmış ve uyumaya başlamış, gök gürültüsünü andırırcasına horluyormuş.

Kadın, başını kaldırmış ve ağacın tepesinde oturan iki şahı görmüş. Sonra cinin kafasını kucağından indirmiş, yere koymuş. Ayağa kalkıp ağaçtakilere seslenmiş:

“Siz ikiniz aşağı gelin, bu cinden korkmayın!”

Kadının onları görmesi iki kardeşi çok korkutmuş ve ürkerek ona cevap vermişler: “Allah sizi korusun, bize merhamet edin hanımefendi! Aşağı inmeyelim.”

Kadın: “Allah sizi de korusun, derhâl aşağı inin! Eğer inmezseniz kocamı yani bu cini uyandırırım, o da sizi feci bir şekilde öldürür.”

İki şah korkuyla aşağı inmiş. Kadın, onların karşısına geçerek:

“Şimdi hemen benimle beraber olacaksınız; yoksa bu cini başınıza bela ederim, o da sizi anında keser.”

Şöyle demişler: “Hanımefendi Allah aşkına bizi bu işe karıştırmayın; biz sizin kocanızdan çok korkuyoruz, istediğiniz şeyi nasıl yapabiliriz?”

“Bırakın konuşmayı. Bunu yapacaksınız!” demiş kadın.

Olur da dediğini yapmazlarsa onları öldürtüp denize attıracağına gökleri ve yeri yaratan adına yemin etmiş. Bunun üzerine Şah Şehriyar, Şahzaman’a:

“Ah kardeşim, emrettiği şeyi yap!” demiş.

Şahzaman: “Sen yapmadan ben yapmayacağım.” diye cevap vermiş.

Böylece iki kardeş, kadınla birlikte olma konusunda tartışmaya başlamışlar. Kadın onlara seslenmiş:

“İtiraz ettiğinizi ve tartıştığınızı görüyorum, eğer erkek olup dediğimi yapmazsanız cini uyandırırım.”

Bunun üzerine cinin korkusundan kadının kendilerine yapmalarını emrettiği şeyi yapmışlar. Üzerinden kalktıklarında kadın: “Aferin!” demiş.

Sonra cebinden bir kese çıkarmış, kesenin içinde ipe dizilmiş beş yüz yetmiş tane mühür yüzüğü varmış. İki kardeşe sormuş: “Bunların ne olduğunu biliyor musunuz.”

“Bilmiyoruz.”

Bunun üzerine kadın: “Bu iğrenç cinin haberi olmadan benimle birlikte olan beş yüz yetmiş adamın mühür yüzükleri. Siz iki kardeş de bana mühür yüzüklerinizi verin.” demiş.

Yüzüklerini parmaklarından çıkarıp ona verdiklerinde kadın:

“Gerçek şu ki, bu cin beni düğün gecemde kaçırdı. Sonra beni bir sandığın içindeki tabuta koydu. Tabutu yedi tane sağlam çelik kilitle kilitledi ve beni öfkeli denizin dibine bıraktı. Sonra beni korumaya başladı ki iffetli ve namuslu kalayım. Güya benimle ilişkiye giren kimse hayatta kalmazmış. Ama ben istediğim kadar erkekle birlikte oldum. Bu sefil cin bilmiyor ki kader herhangi bir şekilde değiştirilemez ve gizlenemez. Bir kadın istediği şeyi istediği şekilde istediği erkekle yaşayabilir. Bir şiirde dediği gibi:

Ne güven kadınlara ne de itibar et sözlerine
Gül geç vaatlerine
İtibar etme kalplerine
Onların neşeleri de kederleri de
Bağlıdır şehvetlerine.
Yalan söylerler, inanma
“Seni seviyorum.” dediklerinde
Bu onların ihanetlerini gizleyişidir
Düzenbazlıktan vazgeçmezler.
Yusuf’a bak mesela
Mahvetmedi mi onu Züleyha?
Kovuldu Âdem cennetten.
Havva’nın yüzünden.
Görmüyor musun hâlâ
Kalplerinde eser yok iyilikten.