banner banner banner
Türk Medeniyet Tarihi
Türk Medeniyet Tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türk Medeniyet Tarihi


Eğer çocuğun babası, “kirve”ye onun masraflarına faik hediyelerle mukabele etmezse halk arasında bütün şeref ve haysiyetini kaybeder. Binaenaleyh “kirve”nin büyük masrafları bir nevi ikraz mukavelesidir ki efkâr-ı âmmenin takbihi gibi, münteşir fakat çok kuvvetli bir müeyyideye malikdir. Bu müeyyide sayesindedir ki manen ikraz etmiş olduğu meblağları mürekkep faiziyle beraber almış olur.

Bundan başka “kirvelik” iki aile arasında akrabalıktan daha kuvvetli bir tesanüt ve teavün husule getirir, hatta, kadınlarla erkekler arasındaki kaçgöçü bile kaldırır.

Bu kaide, Cenubi Türkmenlerde de mevcuttur. Bunun Kürtlere, Cenubi Türkmenlerden geçmiş olması ve “sağdıç”lığın da bunun bir şekli olduğu, bazı emmârelerden anlaşılmaktadır.

Eski Türklerde Potlaç: Eski Türklerde potlaça benzer gayet müsrifâne, muhteşem bir ziyafet vardı ki adı “Toy”du:

“Dirse Han dişi ehlinin sözüyle ‘Ulu Toy’ eyledi, hacet diledi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırdı, İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini üstüne yığınak etti.

Aç görse doyurdu. Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı. Göl gibi kımız sağdırdı.[36 - Dede Korkut kitabı, s. 5.]

Eski Oğuzların Hanlar hanı ve beylerbeyi ile beraber yirmi dört Oğuz beyini cami olan resmî toylarına “şölen” adı verilirdi. “Şölen” ziyafetlerinde de aynı masraflar ve israflar yapılırdı.

Eski Oğuzlarda mutlaka her gün, obaların birinde “şölen” vardı. Bütün beyler, bu “şölen”de toplanarak müzakereye ve ziyafete iştirak ederlerdi. Bu yerlerin halkı da resmî divanlara iştirak etmemekle beraber, ziyafete iştirak ederlerdi. Yerler, içerler, giyinir kuşanırlar, borçları verilirdi.

Mamafih bu ziyafetlerden hiçbiri “potlaç” mahiyetinde değildi. Eski Oğuzlarda “potlaç” müessesesini, tam olarak yalnız “Salur Kazan”ın evini yağmalatmasında görürüz.

“Salur Kazan”, “Korkut Ata” zamanında Oğuzların beylerbeyi idi. Hâkimiyet ismen “Bayındır Han”da olmakla beraber, fiilen “Salur Kazan”da idi. Bunun sebebi, “Salur Kazan”ın evini yağmalatması yani “potlaç” yapması idi:

“Üç Ok, Boz Ok yığınak olsa Kazan evini yağmalatırdı. Kazan bir gün yine evini yağmalattı. Ama Dış Oğuz beraber bulunmadı. Yalnızca İç Oğuz yağmaladı.”

“Ne zaman, Kazan evini yağmalatsa helalinin elini alır, dışarı çıkardı. Ondan sonra hazır bulunanlar yağma ederlerdi.”[37 - Dede Korkut Kitabı, s. 116.]

“Kazan”, bu suretle evini yağmalatmak sayesindedir ki; hem “İç Oğuz” hem de “Dış Oğuz” üzerinde bir prestij ve velayet sahibi olmuştu. Bu sebepledir ki, bu kere “Dış Oğuz”u yağma toyunda bulundurmamakla, onun üzerindeki velayetini derhâl kaybetti; “Dış Oğuz” beyleri bu haberi işitir işitmez, derhâl, “Kazan”a gelmeyi terk ettiler: “Dış Oğuz beylerinden Uruz, Emen ve kalan beyler bunu işittiler. Dediler ki: Bak bak! Şimdiye değin Kazan’ın evini beraber yağma ederdik. Şimdi neden beraber olmadık? İttifakla cemi Dış Oğuz beyleri Kazan’a gelmediler, adavet eylediler.”[38 - Dede Korkut Kitabı, s. 116.] Dış Oğuz beyleri, bununla da kalmayarak isyan hazırlıkları görmeye başladılar: “Uruz, gayet soht oldu. Dış Oğuz beylerine adam saldı: ‘Emen gelsin, Alp Rustem gelsin, Dönebilmez Dölek Evren gelsin, geri kalan beyler hep gelsin.’ dedi Dış Oğuz beyleri hep yığınak oldu.”[39 - Dede Korkut Kitabı, s. 117.] Uruz da “Dış Oğuz” üzerindeki velayetini kuvvetlendirmek için “potlaç”a benzer bazı şeyler yaptı: “Uruz ala bargâh otağlarını düze dikti. Attan aygır, deveden buğra, koyundun koç kırdırdı. Dış Oğuz beylerine ağırlık edip onları topladı.”[40 - Dede Korkut Kitabı, s. 117.] “Uruz, cümle beyleri hılatledi.”[41 - Dede Korkut Kitabı, s. 117.] Fakat Uruz evini yağmalatmadığı için, tam bir “potlaç” yapmış olmadı. İşte, görülüyor ki; eski Oğuzlarda hakiki bir “potlaç” vardı. “Kazan” iptida kendi boyuna evini yağmalatarak onları, yani “Salur” boyunu hâkimiyeti altına aldı. Ondan sonra kendi “kol”u olan “Üç Oklar”a yani “İç Oğuz”a evini yağmalatarak onların hepsini hâkimiyeti altına aldı. Daha sonra “Buz Oklar”ı yani Dış Oğuz’u da yağma toyuna idhâl ederek onları da hâkimiyeti altına aldı. Eski Oğuzların, iptida cumhurî ve demokratik iken sonradan aristokratik ve feodal olması, bu “potlaç”ların bir neticesidir.

Oğuzların umumi totemi “ok”tu : “Oğuz = Ok + Öz” tahlili de gösteriyor ki “Oğuz”, “Ok Aşireti” demekti. “Boz Ok” ve “Üç Ok” kollarının totemleri de isimlerinin müsemmalarıydı. Boyların totemleri de ongunları, sünükleri damgalarıydı. “Kazan” zümrelerin hâkimiyetini gasp için sırasıyla bu totemleri de gasbetmişti.

İkili Tasnif: Çinlilerde yalnız bir türlü “ikili tasnif” vardır. Bütün eşya, “Yang” ve “Yen” sınıflarına idhâ edilmiştir. Çinlilere göre “Yang” uğurlu, “Yen” uğursuzdur: Erkek ile kadın bu tasnife idhâl edilmiş erkek “Yang”, kadın “Yen” itibar olunmuştur. Bunun neticesi olarak Çinlilerde erkek “uğurlu”, kadın “uğursuz” addedilmiştir. “Sağ” ve “Sol” mefhumları da bu tasnife idhâl edilmiş: Sağ “Yang” sınıfına, Sol “Yen” sınıfına nispet olunmuştur. Bu suretle “Sağ” uğurlu, “Sol” uğursuz olmuştur.

Sonradan bu telakkilerin birçok içtimai neticeleri doğmuştur. Kadının hukukça dûn olması, erkekten kaçması gibi hâller “Yen” sınıfına mensup olmasındandır. Sol kolun sağ kola müsavi olmamasından da feodalizm ve emperyalizm doğmuştur.

Eski Türklerde ise iki türlü ikili tasnif vardı: Birisi, tamamıyla Çin tasnifinin aynı idi. Eski Türklerde “Ak” kelimesi “Yang”ın mukabilidir. “Kara” kelimesi de “Yen”in karşılığıdır. Çinlilerde olduğu gibi “Ak” uğurlu, “Kara” uğursuzdur.

İkinci ikili tasnif de “Sağ” ve “Sol” tasnifidir. Bu tasnifin iki tarafı da uğurludur, yani “Ak”tır.

Birinci tasnifte, iki taraf birbirine karşı “tabu”dur; yani birbirine karşı “tekin” değildir, çarpar.

İkinci tasnifde ise iki taraf birbirinin lazım ve mütemmimidir ve iki taraf birbirine müsavidir. Eski Türkler, erkeği “Sağ” sınıfına, kadını “Sol” sınıfına idhâl etmekle, kadın ile erkek birbirine karşı “tabu” olmak şöyle dursun, birbirinin lazım ve mütemmimi olmuştur. Binaenaleyh, gerek siyasi, gerek iktisadi ve bediî işlerde daima beraber çalışmaları icap ederdi.

Potlaçtan Sonra İçtimai Sınıflar: Eski Türkler, bidâyette, cumhurî ve demokrat idiler. O zaman, tabii “Ak” ve “Kara” tasnifine lüzum yoktu. Fakat “potlaç” müessesesi tabu edildikten sonra “Türk İli” içinde de “hâkim” ve “mahkûm” sınıflar husule geldi. Bilhassa, alınan esirler “mahkûm” sınıfını vücuda getiriyorlardı.

Bu iki sınıf husule gelince, “hâkim”lere “Ak Süyek = Ak Kemik”, “mahkûm”lara da “Kara Süyek = Kara Kemik” adları verildi.

Bu iki sınıf, içtimai tabakaların birinci derecesi idi: “Kara Kemik” (Demokratlar), “Ak Kemik” (Aristokratlar).

“İlhanlık” sülaleleri teşekkül edince, bu iki tabakanın fevkinde, üçüncü bir tabaka daha vücuda geldi: Bu da sülaleye mensup olan “Altun Süyekler = Altun Kemikler”di.

Türkistan ve Tibet’te sosyolojik bir seyahat yapan “Grenard” diyor ki: “Kaşgar dağlarında üç muhtelif renge malik çadırlar görülür: Kara Kırgızlar kara çadırlarda(…) ak çadırlarda, Çingiz sülalesinden olan Moğollar kızıl çadırlarda otururlar.”Kızıl çadır, “alturt atak”ları yerine kaim olmuştur.

Çadırların bu üç rengine, başka yerde de tesadüf olunur:

“Hanlar hanı Han Bayındır, yılda bir kere, toy edip Oğuz beylerini konuklardı. Yine toy edip attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırmıştı. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu: Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun; kara keçeyi altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin. Yerse yesin, yemezse kalksın, gitsin demişti. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun. Oğlu, kızı olmayanı, Tanrı kargamıştır (telin etmiştir) biz de kargarız. Belli bilsin” demişti.

Bu tabirler, coğrafya ıstılahı olarak da kullanılır: “Ak Kum, Kara Kum, Kızıl Kum”

İçtimai Tabakaların İlahlara Tesiri: “Potlaç”tan evvel, eski Türklerde, ilahlar arasında tabakalar yoktu. Tanrılarla “Yer Su”lar birbirine müsavi idiler. Fakat “Potlaç” neticesi olarak cemiyet içinde gayri müsavi tabakalar husule gelince, ilahlar arasında da gayri müsavi tabakalar vücuda geldi: Yer altındaki “Siyah Sema”da yaşayan ilahlar “Kara” tabakasını teşkil ettiler. “Yer Su”lar, kısmen “Ak” ve kısmen “Kara” sınıflarına mensup oldular. “Yukarıki Sema”ya mensup ilahlar da “Al-tun” sınıfına nispet edildiler.

Eski Türklerde “Lâhût”: Eski Türklerde “Lâhût” üç âlemden mürekkeptir: “Yukarıki Sema”, “Orta Dünya” “Aşağıki Sema” “Yukarıki Sema”da tanrılar, “Orta Dünya”da yersular, “Aşağıki Sema”da cehennem ve zulmet ilahları yaşarlar. Şimdiye kadar, yalnız “Yukarıki Sema” ile “Orta Dünya”dan bahsettik. Şimdi de “Aşağıki Sema”ya mensup ilahlar ve cinlerden bahsedeceğiz.

16. Aşağıki Sema

Oğuzlarda ve Gök Türklerde Aşağıki Sema: Oğuzlarda “Aşağıki Sema”ya ve orada hâkim olan ilaha “Kara Yer”, Gök Türklerde ise “Yağız + Yer” derlerdi.

Yakut Türklerinde “Aşağıki Sema: Radloff’a göre, Altay Türklerinde yukarıdaki on yedi tabaka “cennet” ve “ziya” memleketini teşkil eder. Altaylılara göre aşağıdaki yedi veya dokuz tabaka da “cehennem” yani “zulmet” memleketini teşkil eder. “Cennet” ve “cehennem” tabakaları arasında “Orta Dünya” bulunur ki; yeryüzünden ibarettir. Yakutların yeraltı hakkında fikirleri müphemdir. Onlara göre yeraltı bizim dünyamızın aynıdır. Burada karanlık bizden ziyadedir. Hava boz renktedir. Burada yaşayan muzır ruhların sayısı ve adları malum değildir. Çünkü gerek Şamanlar, gerek Cismânîler, bunların adlarını söylemekten korkarlar. Bununla beraber Seroşevskiy bazılarının adlarını öğrenebilmiştir.

1) “Kazr-Kağatan” (Kadir Kağan) Buray Toyon kudretli bir ruhtur. Yalnız “Ulu Toyon”a gücü yetmez. Göğün cenubi kısmında bulunur. Bu cihette ona beyaz alınlı boz bir at kurban edilir.

2) “Caday Bluh” ki insanların gözüne zarar verir. Buna kan kırmızısı bir kula inek takdim edilir. Bu inek kesilmez. Serbest olarak kıra bırakılır.

3) Garptaki ulusların kadını “Meleşin Ayıt” ile “Simigen Udagan” ki bir çıngırakla tahtadan bir kap taşır. “Udagan” “kadın Şaman” demektir. Bunların her ikisine, arkadan dizlerinin iç tarafı beyaz bir kula kısrak takdim edilir.

4) En kudretli kadın ruh “Düşün Dubah”. Buna da beyaz başlı bir altun kula kısrak nezir edilir.

5) “Kıvata Kız Hatun”. Buna da, maî ve beyaz benekli bir boz kısrak takdim edilir.

6) “Keleti Uyuhu Giyün Kır”. “Keleti”, Şamanlar tarafından çok hırpalanan ruhlardan biri. Gene kızlara ıstırap çektirir. Kanlarını bozar, onlara delilik getirir. Bunu teskin için, Şaman, yere bir tabi koyarak, kaymak üzerine erimiş tereyağı döker. Hatta para sikkeleri bile saçar.

Bu ruhların hepsi “Yenemi Yaya” adlı dev kadının hemşirelerdir. Bunlardan çok uzak olmayan bir yerde, gökte, kış güneşinin doğduğu yerde, “Daliyer Cunuk” adlı kadın ruh oturur. Göğün cenubunda oturan bütün ruhlar, çok kudretlidirler. Ekseriya insanlara zarar verirler. Onları en çok mahzur eden kurban, ağzının yarısı beyaz, burnu kül renginde, gözleri beyaz olan açık kula atlardır. Göğün garp tarafında, “Şamanlar Prensi” oturur. Bu, “Ulu Toyon” ailesinden bir “Şaman”dır. Buna kurban olarak çelik renginde beyaz lekeli gözleriyle burnu arasında başı beyaz bir av köpeği takdim edilir. Bu, evvelce “Nam” ulusundan bir “Şaman”dı. İnsanlara büyük felaketler gönderebilen korkunç bir ruhtur.

Şimale doğru ve yeraltında, “Yeraltındaki İhtiyar” (Allara Uguynur) oturur. Şimdi, buna, “Satana” adı veriliyor. Yakutlar, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra “Art Toyon – Tangara”yı Hristiyan telakkisine göre “Allah” telâtakki ettikleri gibi, “Yeraltındaki İhtiyar” da, “Şeytan” sayıldılar. Buna, beyaz alınlı beyaz gözlü ve kırmızı çizgili, altıf, yaşında bir dana takdim edilir. “İhtiyar”la beraber, “Siyah Karga Çang” oturur. Bu “Karga”, zenginlerin evlerini ziyaret ederek “tabi” çalar ve bu suretle hizmetçileri hasta eder.

Şarka doğru, “Beyaz Tatlı Hanım” (Dopolo Bağlaç Hotun) oturur. “Baygantay” ulusundan olan bu kadın, baş ağrıları, mide hastalıkları, kemik içinde sancılar husule getirir. Buna da beyaz bir tay takdim edilir.

Altay Türklerinde Yeraltı Seması: Altaylılarda yeraltındaki “zulmet” memleketi dokuz tabakadır. Bu tabakaların kâffesinde cehenneme mahsus güneşin korkunç nuru münteşirdir. Bütün fena ruhlar, yani insanların peşine takılıp onlara daima fenalık etmeye çalışan ruhlar bulunur. Altaylılar, bu düşman kuvvetlerini, “Tün Seritüs” yani “Cehennem” adıyla anarlar ki; bu kelime, Türkçede “cehennem”, manasına olan “tamu” kelimesiyle alakalıdır. Bu ruhların muhtelif nevileri vardır: Cinler, Aynatar, Körmösler, Ötkerler, Yaman Üzütler. Cehennemin bütün bu sakinleri üzerinde hükümdar, göğün de hâkimi bulunan “Kara Han”dır. “Kara Han”dan sonra cehennemin hâkimi “Erlik Han”dır ki yeraltının beşinci yahut dokuzuncu tabakasında siyah bir taht üzerinde oturur. “Erlik”, “Yerlik” kelimesinin hafifi olabilir. “Yerlik” “yerli” demektir. O hâlde “Erlik Han” ile “Yağız Yer = Kara Yer” aynı şahsiyettir. “Erlik Han” gök altında kendi tabileri ve yukarıda adları geçen zararlı ruhlarla doludur. “Erlik Han”dan daha derinde “Kazırgan” vardır ki; orada dünyada günah işleyenler cürümlerinin adilane cezalarını görürler. “Erlik Han” hepimizin ona ait olmaklığımız ve en sonra onun tarafından mahvedileceğimiz için, “Erlik Baba” unvanını almasına rağmen insanların en korkunç düşmanıdır. İnsanlar, korkmakla beraber ona hürmet ederler ve ibadette bulunurlar.

17. Ervah Alemi

Animizm, “Kut” ve “Altun lşık”: Etnografların ve Sosyologların “Mana” dedikleri şeye eski Türker “Kut” derlerdi. “Kut” münteşir bir kudsiyettir ki hangi şeyin üzerine konarsa onu mukaddes kılar: Kutlu Dağ, Kutlu Maral, Kut Kent (Hokand) gibi.

Eski Türkler, “Kut”u gökten inen bir nur sütunu, bir “Altun Işık” suretinde tasavvur ederlerdi. Bu “Altın Işık” hangi insana, hangi hayvana, hangi şeye temas ederse onu gebe bırakırdı.

Bidayette yalnız maşerî ruh vardı ki “Kut”tan ibaretti. Ferdî ruh, ferdî toteme yani ferdî velayete malik olduktan sonra vücuda geldi. Ferdî ruha, eski Türkler “Eş” adını verirlerdi. “Eş”, insanın vesair mevcudların haricî olan ruhlarıdır. Dâhilî olan ruha, esasen “Nefs” manasına olan “Tin” adı verilir. Eski Türklerde “Eş”in “Kut”tan ayrılarak vücuda gelmesi, ferdî ruhun maşerî ruhtan ayrılarak vücuda gelmesinin bir timsalinden ibarettir.

“Çur”lar: “Çar”lar da bu manayadır. “Mana” haricinde bir takım ervaha da intikal ederek onları “izuk” yani “mübarek” kılar. Eski Türkler ervâh-i tayyibeye “Akl Çur” ve “Ak Çar”, ervâh-ı habîseye de “Kara-Çur” ve “Kare Çan” derlerdi.

Zaten “Yer Su”lar ve tanrılar da ervah hâlinde başlamışlardı.

Fetişler: “Kutlu cisimler” demektir. “Mana” bir takım camit cisimlere konmakla onlara kudsiyet verirdi. Kudsileşen bu cisimlere “Fetiş” adı verilir. Eski Türklerde çok “fetiş”ler vardır. Bunlar arasında bilhassa, “Yeşim Taşı = Yad Taşı” zikre şayandır. Güya “Yeşim Taşı” yağmur yağdırmak, yangını söndürmek, havayı güzelleştirmek gibi hassaları haiz imiş. “Yeşim Taşı” bu kudsiyeti “Altun Işık”tan almış. Güya, bir gece gökten inen bir nur sütunu bin “Kayın” ağacı ile bir “Fıstık Camı” üzerine inerek orada “Yeşim”den bir kaya vücuda getirmiş. Eski Türkler “Kutlu Dağ” diyerek tavaf ederlermiş. Türklerin şevket ve satvetine sebep de bu tavafmış. Bir Çin sefiri, bir Türk hakanını aldatarak bu kaya üzerine sirke döküp etrafındaki odunlara ateş vermiş. Kaya bu suretle yanınca parça parça dağılmış. Sefir bu parçaları araba ile Çin’e nakletmiş. Sihir kuvvetine malik olan bütün “Yeşim”ler, “Kutlu Dağ”ın dünyanın her tarafına dağılmış olan parçalarından ibarettir. Ve ondan dolayı sihir kuvvetini ve kutluluk hassasını haizdirler.