banner banner banner
Oliver Twist`in Maceraları
Oliver Twist`in Maceraları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Oliver Twist`in Maceraları


“Ha…” dedi Mr. Bumble. “Bir oğlana ihtiyacı olan kimse biliyor musun acaba? Bir çırak gibi bir şey, mütevelli cemiyeti vermek istiyor; -idare heyetinin başına bir yük, bir bela- hem müsait şartlarla veriliyor, pek müsait şartlarla.” Mr. Bumble, bu sözleri söylerken bastonuyla tepesindeki ilanı gösterip, “beş lira” yazısının üstüne üç kere vurdu. “Beş lira” dev büyüklüğünde Romen rakamlarıyla yazılmıştı.

“Hay Allah!” dedi cenazeci, Mr. Bumble’ın resmî esvabının kenarı yaldızlı yakasından tutarak. “Ben de size ondan bahsedecektim. Hay Allah! Ne güzel düğme bu böyle, Mr. Bumble! İlk defa görüyorum.”

“Evet, fena değil galiba.” dedi mübaşir, esvabını güzelleştiren koca koca sarı düğmelere gururla bakarak. “Üstündeki resim, idare heyetinin mühründeki resmin aynıdır; yaralıya, hastaya koşan iyi kalpli Samarite’nin resmi. Meclis, onu bana yılbaşı sabahı takdim etti, Mr. Sowerberry. Hatırlıyorum, ilkin, onu kapının önünde ölen müflis tüccarın tahkikatı yapıldığı gün giymiştim.”

“Hatırlıyorum.” dedi cenazeci. “Jüri azaları, soğuğa maruz kaldığı ve yaşamayı gerekli kılan şundan bundan mahrum olduğu için öldü demişlerdi. Değil mi?”

Mr. Bumble başını salladı.

“Ve zannedersem hüküm, muhakemenin hususi bir kararına bağlanmıştı! Demişlerdi ki, eğer yoksullar müfettişi vaktinde…”

“Aman ne saçma şeyler!” diye sözünü kesti mübaşir. “Meclis cahil jüri azalarının mülahazalarına kulak verecek olsaydı, az başı ağrımazdı hani.”

“Pek doğru.” dedi cenazeci. “Çok ağrırdı.”

“Jüri azaları!” dedi Mr. Bumble, kızdığı zamanki gibi bastonunu sıkı sıkı kavrayarak. “Jüri azaları, adi, alçak, serserilerdir.”

“Öyledirler.” dedi cenazeci.

“Ne felsefeden ne de iktisat ilminden anlarlar.” dedi mübaşir, istihzayla parmağını şaklatarak.

“Öyle.” dedi cenazeci.

“Onlardan nefret ediyorum!” dedi mübaşir, yüzü kıpkırmızı olmuştu.

“Ben de.” dedi cenazeci.

“Onun için tarafsız bir jürinin bizde kalmasını isterdim bir iki hafta.” dedi mübaşir. “İdare heyetinin ne büyük bir felsefe, ne doğru bir sistemle hareket ettiğini görürse başka türlü düşünür.” Öfkesi gittikçe kabaran mübaşiri yatıştırmak için, “Neyse bırakın onları siz canım.” dedi Sowerberry.

Mr. Bumble şapkasını çıkardı, astarının içinden bir mendil alarak, gazabının meydana getirdiği teri alnından sildi; şapkasını yeniden taktı ve cenazeciye dönerek daha sakin bir sesle konuştu:

“Neyse… Çocuk hakkında ne düşünüyorsunuz?”

“Ha!” dedi cenazeci. “Biliyorsunuz, epey yoksul vergisi ödüyorum.”

“Hımmm.” dedi Mr. Bumble. “Eeee?”

“Bu bakımdan…” dedi cenazeci. “Yoksullara bu kadar para verdiğime göre, onlardan da aynı miktarda menfaat temin etmeye hakkım var sanıyorum; çocuğu ben alacağım galiba.”

Mr. Bumble cenazecinin kolundan tutarak binaya soktu. Mr. Sowerberry meclisle beş dakika kadar halvet oldu. “Tecrübeye tabi tutmak üzere” Oliver Twist’in o akşam onunla birlikte gönderilmesine karar verildi. “Tecrübe devresi” şu demekti: Yoksullarevi birini çıraklığa verdiğinde kısa bir deneme devresinden sonra, ustası, içine fazla yiyecek tıkmadan yeter derecede çocuktan iş çıkartabildiği takdirde, birkaç yıl müddetle alır, istediğini yapar demekti.

Oliver’cık o akşam beylerin önüne getirildiğinde, o gece her işe koşmak üzere bir tabutçu çırağı olacağı ve durumundan şikâyet edip de bir daha yoksullarevine dönecek olursa boğulmak veya başına bir şey yiyerek kafası parçalanmak üzere, denize gönderileceği bildirildiğinde, Oliver o kadar az bir tepki gösterdi ki, makam oy birliğiyle kaşarlanmış bir küçük yaramaz olduğunu ilan edip Mr. Bumble’a, ortadan kaldırılması için emredildi.

Oysa Oliver, hiç de hissiz değildi, tersine fazla hassastı, gördüğü fena muamele de neredeyse ömrü boyunca aptal ve sarsak olmaya mahkûm etmek üzereydi onu.

Gideceği yönün haberini hiç ses çıkarmadan dinledi; eline bavulu verildi -taşınması pek kolaydı, hepsi on beş santim uzunluğunda on santim kalınlığında bir paketti bu- kasketini gözlerine indirdi; yeniden Mr. Bumble’ın eteğine yapışıp bu yüksek rütbeli memur tarafından işkence sahnesine götürüldü.

Bir süre, Mr. Bumble bir şey söylemeden Oliver’ı sürükleyip götürdü; kilise mübaşiri başını dimdik tutuyordu, tam bir mübaşire yakışır bir şekilde rüzgârlı bir gün olduğu için de küçük Oliver, Mr. Bumble’ın pelerininin savrulan etekleri içinde kayboluyordu; Mr. Bumble, önü açılan pelerininin yeleğini ve pantolonunu açığa çıkardığına memnundu. Varacakları yere yaklaştıklarında mamafih çocuk yeni efendisi tarafından tetkik edildiğinde kusursuz görünmesi için Mr. Bumble gözlerini aşağı çevirdi; bunu tam bir hami havasıyla yaptı.

“Oliver!” dedi, Mr. Bumble.

“Buyurun efendim?” dedi Oliver, alçak ve titrek bir sesle.

“Şu kasketini gözlerinden kaldır hele, kaldır da başını dik tut.”

Oliver istenileni yapmasına ve boş duran eliyle gözlerini silmiş olmasına rağmen, hamisine bakarken yine de yaş vardı gözlerinde. Mr. Bumble, çatık kaşla baktığında yaş damlası yanağından aşağı yuvarlandı, derken bir yaş daha, bir daha. Çocuk bir gayret göstermek istedi ama işe yaramadı. Öteki elini de Mr. Bumble’ın elinden çekerek iki elini yüzüne kapadı, yaşlar çenesinden ve kemikleşmiş parmaklarından dışarı fışkırıncaya kadar ağladı.

“Demek öyle ha!” diye bağırdı Mr. Bumble, durup küçük yüküne kötü kötü bakarak. “Ömrümde gördüğüm en nankör, en edepsiz çocuksun sen Oliver, en…”

“Ne olur yapmayın efendim!” diye hıçkırıyordu Oliver, meşhur bastonu tutan eline sarılarak. “Yapmayın, ne olur yapmayın! Susacağım, valla billa. Küçücük bir çocuğum ben, üstelik…”

“Üstelik?.. Ha, söyle!” dedi Mr. Bumble hayretle.

“Öyle yalnızım ki, yapayalnız.” Ağlıyordu yine. “Herkes benden nefret ediyor. Ne olur, ne olur kızmayın bana efendim.” Çocuk kalbinin üstüne vuruyor, yol arkadaşına bakan yaşlı gözlerinden acı fışkırıyordu.

Mr. Bumble, Oliver’ın bu acıklı ve biçare manzarasına hayret içinde baktı bir süre, boğuk boğuk birkaç kere “Hım…” dedi. “Kahrolasıca öksürük!” hakkında bir şeyler mırıldandıktan sonra, Oliver’a, gözlerini silip susmasını söyledi. Elini yeniden tuttu, sessizce yürümeye devam ettiler.

Kepenklerini henüz kapamış olan cenaze levazımatçısı, Mr.

Bumble içeri girdiğinde kör bir kandil ışığı altında yevmiye defterine bir şeyler geçiriyordu.

“Vay!” dedi cenazeci, gözlerini defterden kaldırıp, sözünün arkasını getirmeden biraz duraklayarak. “Siz misiniz Mr. Bumble?”

“Ta kendisi!” diye cevap verdi kilise mübaşiri. “Çocuk işte, getirdim size.” Oliver eğilerek selam verdi.

“Demek çocuk bu.” dedi cenazeci; Oliver’ı dahi iyi görebilmek için kandili başının üstüne doğru tutarak.

“Mrs. Sowerberry, bir dakikacık buraya gelebilir misin sevgilim?”

Mrs. Sowerberry, dükkânın arkasındaki küçük bir odadan çıkıp kısa boylu, ufak tefek, kara kuru, suyu çekilmiş, hırçın bir kadın manzarası arz etti.

“Sevgilim…” dedi Mr. Sowerberry, hürmetkârane. “Yoksullarevinden gelecek olan çocuk işte burada.” Oliver eğilerek yeniden selam verdi.

“Aman ya Rabb’im!” dedi cenazecinin karısı. “Ne de ufak şey böyle bu!”

“Yalan değil, biraz ufakça.” dedi Mr. Bumble, sanki büyük olmaması çocuğun kabahatiymiş gibi Oliver’ın yüzüne bakarak. “Küçük olmasına küçük ama büyür Mrs. Sowerberry, büyür.”

“Büyür, büyür.” diye cevap verdi hanımefendi huysuz bir edayla. “Bizim yiyeceğimizi, içeceğimizi sömürerek büyür tabii. Yoksullarevinden çocuk almanın iktisadi tarafını anlamıyorum bir türlü; çünkü onları tutmak için değerlerinden fazla sarf etmek gerekiyor. Yine de erkekler, hep kendilerinin doğru düşündüğünü sanırlar. Haydi aşağı, küçük kemik torbası seni.” Cenazecinin karısı, bu sözlerle birlikte, Oliver’ı, bir kapı açıp, dik bir merdivenden aşağı, karanlık, ıslak, taş bir mahzene doğru itti; buraya mutfak diyorlardı ama aslında kömürlüğün giriş yeriydi; içeride, topukları aşınmış ayakkabılı, yamanacak tarafı kalmamış olan mavi yün çoraplı, pasaklı bir kız oturuyordu.

“Hey Charlotte, baksana!” dedi, Oliver’ın arkasından aşağı inen Mrs. Sowerberry. “Şu çocuğa Trip için ayrılan soğuk et parçalarından birazını veriver. Trip sabahtan beri eve uğramadı, yemese de olur, inşallah çocuk onları yemeyecek kadar müşkülpesent değildir. Ne dersin çocuk?”

Et lafı üzerine gözleri parıldayan ve yutmak için içi tir tir titreyen iştah içindeki Oliver, müşkülpesent olmadığını söyledi; bunun üzerine bir tabak dolusu yemek artığı kondu önüne.

Yediği, içtiği, yağlı özlü şeylerin, vücudunda safra hâline geldiği, kanı donmuş, kalbi taşlaşmış bir filozof, keşke orada bulunsaydı da köpeğin bile yemeye tenezzül etmediği bu yemek artıklarına Oliver Twist’in sarılışını görseydi bir. Oliver’ın, et parçalarını açlığın verdiği o büyük vahşetle parçalarken, korkunç açgözlülüğünü görseydi bir. Bunlardan daha da çok istediğim bir şey var; feylesofun bu çeşit bir yemeği aynı iştahla yediğini görmek.

“Tamam.” dedi cenazeci, Oliver akşam yemeğini bitirdiğinde. Bütün bu zaman, sessiz sessiz, dehşet içinde müstakbel iştahını düşünerek Oliver’ın yemek yiyişini seyretmişti. “Bitti mi?”

Çevresinde herhangi yiyecek bir şey olmadığı için Oliver, müspet cevap verdi bu suale.