banner banner banner
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Оценить:
 Рейтинг: 0

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Lütfü Şehsuvaroğlu

"Aşkı aramak, tutkunun peşinden gitmek değilmiş, onu anladım. Aşkı aramak hakikati aramakmış. Şimdi yüzüğüme bakarken ondaki aşkı anlama gayretimin her faslının farklı farklı olduğunu görüyorum. Şimdi oğlumun tahta geçtiği şu zamanda bundan sonrası için daha önceki hayatımdan çok farklıyım. Çok farklı düşünüyorum artık. Ben artık Ahmed’in gözdesi, başhasekisi, Kösem Sultan değilim. Ben artık Dördüncü Murad’ın validesi Kösem Sultan’ım. Elbette anne ile eş birbirinden farklıdır ama ben gerçekten Sultan Ahmed döneminde yapamadıklarımı yapacağım, bunda kararlıyım. Nasıl ki Anastasya başka, Hatice başka, Mahpeyker başka ve Kösem de başkaydı; şimdi de önceki Kösem ile bundan sonrası farklı olacak. Yüzük de şahit. Kalbimin bütün hislerini işaret parmağımdaki yüzükte müşahhaslaşmış hâlde görüyorum. (…) İşte adaların kendi hülyasında gezinen, papazın kızı mı, zangoçun kızı mı olduğunu bile bilemeyen köylü Rum kızı rüyasını bile göremediği cihan padişahının sarayına valide sultan oldu. Şaşıyorum, sanki yaşananların hiçbiri yaşanmamış da ben o küçük köyümden kalkıp dünyadaki bütün kraliçelerden daha etkili ve yetkili valide sultan olmuşum! Nasıl da geçti zaman?" Yaşadığı küçük Yunan adasından ayrıldıktan sonra güzelliği sayesinde Topkapı Sarayı’nın haremine cariye olarak giren Anastasya, Osmanlı Padişahı I. Ahmed'in eşi olup devlet yönetiminde etkin bir rol oynamış, Padişah IV. Murad ve I. İbrahim'in annesi ve IV. Mehmed’in büyükannesi sıfatıyla tarihe adını Kösem Valide Sultan olarak yazdırmıştır. Çok genç yaşta I. Ahmed'e haseki olmuş, kocası ölünce önce tahta geçen kocasının kardeşi Sultan I. Mustafa ve daha sonra da Sultan II. Osman zamanında devlet işlerinde etkinliği yavaş yavaş artmıştır. Bu padişahların tahttan indirilmesi üzerine tahta nihayet Kösem Sultan'ın kendi oğlu IV. Murat çıktı. IV. Murat tahta çıktığında yalnızca 12 yaşındaydı ve Kösem Sultan zekâsı ve hırsıyla artık oğlu adına imparatorluğu perde arkasından yönetmeye başlamıştı. Hareme girdiği ilk gün buradaki diğer cariyeler gibi olmayacağına yemin eden Anastasya, önce padişahının kalbini çalmış sonra tüm imparatorluğu yönetmiş; hayallerini hayata geçirmek için gözünü budaktan sakınmamış ve en nihayetinde Anastasya’yı Mahpeyker Kösem Valide Sultan’a dönüştürmeyi başarmıştır.

Lütfü Şehsuvaroğlu

Erguvan Tahtındaki Lanetin SırrıKösem Sultan’ın Yüzüğü

1. Bölüm

Valide Sultan Alayının Eski Saray’dan Yeni Saray’a Geçit Resmidir

İngiltere kraliçesinin Osmanlı valide sultanları kullansın diye gönderdiği kraliyet arabalarından biri içinde Mahpeyker Kösem Sultan bulunuyordu. Kösem Sultan dün geceden itibaren yeni valide sultandı. Araba sabaha kadar ala-yı valayla hazırlanmış onu en çok hak edeni beklemeye başlamıştı. Ertesi gün de ne zamandır içine kurulmayı beklediği arabanın artık içinde Yeni Saray’a doğru yol alıyor, bütün tebası da yol boyu temenna gösteriyordu. Bundan daha büyük bir yeryüzü saadeti var mıydı?

Mahpeyker Valide namıdiğer Kösem Sultan köyünden kopup da gemiye bindiği ilk günden bu yana geçen zamanı bir bir turaladı arabanın tül perdesinden yol boyu sıralanan askerleri seyrederken.

Yeni valide sultanı Eski Saray’dan alıp Yeni Saray’da bekleyen yeni Osmanlı Padişahı Dördüncü Murad Han’a götürecek olan araba, salına salına ilerlerken yolun iki yanında keçeli yeniçeriler selama durmuşlar ve devletin koruyucusu, belki de hakiki sahibinin ortakları gibi güven, itimat, ama aynı zamanda uyarıcılık telkin ediyorlardı.

Gerçi dün geceden itibaren Kösem Sultan, valide sultan olduğunu biliyordu. Dün gece zaten oğluyla halvet etmiş bir gün sonra yapılacak seremoninin ayrıntılarını teati etmişlerdi. Hatta Kösem için valide sultan olma rüyası aylar dahası yıllar evvel görülmüştü. Yine de insanda tatlı bir heyecan dalgası oluşturuyor, diye geçirdi içinden Kösem…

Sultan Mustafa’nın halli, üstelik iki defa tahta çıkmasına rağmen şimdi indirilip Eski Saray’a o lanet olası annesiyle birlikte gönderilmesi hiç kimsenin itirazına mahal vermemişti. Valide alayının Eski Saray’dan Yeni Saray’a avdet etmesi öncesi yaşanan olaylar devletin aklını yeniden geri getirmişti. Deli yine inzivasına, bir çocuğa teslim edilecek olsa da devlet aklına kavuşmuştu. Şeyhülislam ve ulemanın tavsiyeleri asker tarafından kabul görmüştü. Kemankeş Ali Paşa, Yeniçeri ve Sipahi Ocaklarının desteğini arkasına almayı bilmiş; bütün vezirleri, kumandanları, ağaları, imamları, şeyhleri toplayarak devletin maruz kaldığı tehlikeyi anlatmıştı.

Bir yanda Celalî isyanları, işte Abaza Paşa neredeyse Anadolu’nun tamamına hükmeder hâlde, diğer yanda İran yedi eyaleti almış, üstüne üstlük Bağdat’ı da ele geçirmişti. İstanbul’da hükmedenler aklını başına almazsa şu cihan devletinin hâli ne olacaktı? Huzur-i mahşerde emanet sorulduğunda ne cevap verilecekti?

Asker ilk defa ulufe istemedi. İlk defa vüzera ve ulema hemfikirdi. İlk defa bir avuç insanın ihtiraslarına gem vurarak yüksek bir ülkü etrafında birlikteliği ile kansız bir ihtilal gerçekleşmişti. Tarihte pek ender olan bu ihtilal, Osmanlı maşeri vicdanının yeniden teşekkülü anlamına geliyordu. Çocuk padişah bu iyi niyet devriminin üstüne saltanat sürecekti.

Birinci Mustafa, annesiyle ve cariyeleriyle birlikte Eski Saray’ın yolunu tuttu.

“Kardeş katli yasasını uygulasaydım, başımıza bunlar gelmezdi.” diye etrafındaki cariyelere dert yanan eski valide sultan kaderine küstüğü sırada yeni valide sultan, bir yandan elindeki yüzüğe bakıyor, bir yandan da kendini ve yakın cariyelerini Divan Yolu üzerinden Yeni Saray’a, yeryüzünün en büyük efendisinin sarayına götüren saltanat arabasının dışındaki seslere kulak kabartıyordu.

Mücevveze ile Divan çavuşları yol boyu sıralanan onlarca arabayı sanki sayıyorlarmış gibi kafalarını uzatıp birbirlerine göz ucuyla işaret ediyorlardı. Elleri arada bir talimat verir gibi açılsa da daha çok önde birbirine bağlı duruyordu.

Harikulade bezenmiş arabayı tebessüm ve endişe arasında gidip gelen bir yüzle süzen bu insanlar gelen kafilenin önlerine düşüp badehu Haremeyn-i Şerifeyne müteallik gerek mansub ve gerek tevliyette olanlar da yine mücevveze ile yürüyüp bunlardan sonra valide kethüdası paşalı kavuğuyla, bol yeni samur kürk ve elinde asa ile gidekoydu. Bundan sonra iki taraflı baltacılar ve daha sonra mücevveze ile darüssaade ağası ve ondan sonra altı beygirli ve perdeleri örtülü şahane araba ile valide sultan geçekoydu. Arabanın hemen ardından iki memur sağa sola para saçıyor ve halkı sevindiriyordu. Valide sultanın arabasını şehzadelerin ve cariyelerin arabaları takip ediyordu.

Valide alayı, bab-ı hümayundan geçip de Topkapı Sarayı’nın havasını teneffüs etmeye başladıktan sonra henüz yedi yaşında olan küçük padişah, hemen ardındaki sadrazam ve şürekâsının teşvikiyle has fırın önüne doğru yürüdü. Araba durdu ve Kösem Sultan arabanın penceresini örten perdelerin arasından elini uzattı. Çocuk padişah annesinin uzanan elini öptü ve alnına götürdü.

Valide alayı, padişahın ve etrafındakilerin eklenmesiyle daha kalabalıklaşmıştı. Alay, Harem-i Hümayun’a doğru yollandı. Yeniçeri ağası ile sekbanbaşı birlikte temenna ettiler. Ağalar yer öperek hürmet ve tazimlerini ifade ettiler.

Kösem Sultan günlerden beri hazırlık yapmış, oğlunun cülus merasiminin bir parçası olan valide alayının Yeni Saray’a varışıyla ilgili herhangi bir problem çıkmaması için ihtimam göstermişti. Her şey tamdı. Evvelce hazırlanan defter mucibince sırayla hilatler giydirildi. Atiyyeler dağıtıldı. Geçilen her kullukta dağıtılması icap eden atiyyeler dağıtılıyordu. Alayın bazı arabalarından da etrafa paralar saçılıyordu. Alay, Cebehane önüne gelince cebecibaşı, valide sultanı selamladı ve atiyyesini aldı.

Sonunda tazim edilen ana ile oğul Bab-ı Hümayun’un kapısından hulul ettiler. Herkes rütbesini biliyordu. İki sıra hâlinde dizildiler. Bostancıbaşının nezaretinde bostancı başhasekisi ile hasekiler ellerinde hezeran değneklerle arz-ı endam eyleyüp alayı tazime durdu. Alay da buna karşılık durdu. Bu karşılıklı tazimde yarı tehdit vardı. Zira bundan sonrası için diğerleri daha ileriye geçemezlerdi. Farkında olmayıp da ilerleyenler ikaz edilirdi. Değnekler hemen göze batar, daha ileriye kimseyi geçirmez.

Valide orta kapıdan girdi. Aheste aheste yürüyordu. O boy, o endam bugüne kadar gelmiş geçmiş hiçbir valide sultanda yoktu. O nasıl yürüyüştü öyle! Bütün alay içi gıcıklanır biçimde bakışlarını dondursa da sanki başka tarafa bakmak zorunda imişler gibi gözleri resimde durmuş başlar da başka yana çevrilmişti.

Valide sultan ile padişah kapıdan girerken alay arkada kalan tüm kısımları ile alkış kopardılar.

“Bir deliden sonra bir saralı yeryüzü mülkünü bakalım nasıl idare edecek?” soruları kafalarını meşgul ederken dudaklarda dua fısıltılarıyla alay yavaş yavaş dağıldı.

Kösem Sultan daha Babüssaade kapısından girerken karşılama heyetindekileri bir bir süzmüş, şu vüzeranın akıbeti hakkında zihninde birkaç tayine imzasını atmıştı.

Aynı seremoniyi daha evvel yaşayan Hürrem’in de Safiye’nin de Nurbanu’nun da ruhlarının imreneceği bir saltanat sürecekti, bundan emindi.

Ama bunun için bir an önce şu çürüyen hanedanın devletine de genlerine de doğru kanı, Rum köylü kızının kanını vermeliydi.

Küçücük bir çocukken babasının anlattığı Bizans hikâyelerindeki, havsalasına bir türlü oturtamadığı yapının devamı olan bu dünyanın merkezinde, bu iki kıtayı birleştiren şehirde ve onun sarayında yeryüzünün en güzel ve en akıllı kraliçesi olarak doğunun ve batının birlikteliğinin yeniden inşasını gerçekleştirecekti.

Bu konuda azimli ve kararlı idi. Azimli ve kararlı olduğu kadar bunun için gerekli zekâ ve bilgi donanımına sahip olduğunu düşünüyordu.

Hayır hayır; Andronikos’un akıbetine uğramayacaktı…

Onun yaptığı hatayı yapmayacak, onun düştüğü yanlışa düşmeyecekti.

Doğu fikrini, büyük doğu hülyasını hiç kimseye açık etmeden kendi içinde büyüterek doğrudan batıya kabul ettirmeye, doğunun zenginliğini ve kudretini onlara hissettirmeye çalışacaktı.

Bunu ne Andronikos, ne bir başkası yapmıştı. Bir tek o çağ değiştiren ecdadı yapmıştı. Fatih Mehmet Han…

Ecdadı mı?..

Dudağının sol tarafında derin bir tebessüm dalgası dolaştı Kösem’in. Ecdadı…

Daha küçük yaşta kraliçe olma hülyalarıyla büyüyen Kösem yani Anastasya, on yaşından sonra bütün bütün dünyanın en büyük ülkesinin kraliçesi olmayı kafasına koymuştu. Öyle Avrupa derebeylerinin tahtlarına ortakmış gibi oturan ama içki sofralarına meze yapılan sahte kraliçelerden olmayacaktı. Babasının anlattığı tarihin izini sürecekti.

Ben Mahpeyker Kösem Sultan…

Kafamda hep Andronikos’un parçalanma sahnesi var. İşte adaların kendi hülyasında gezinen, papazın kızı mı, zangoçun kızı mı olduğunu bile bilemeyen köylü Rum kızı rüyasını bile göremediği cihan padişahının sarayına valide sultan oldu. Şaşıyorum, sanki yaşananların hiçbiri yaşanmamış da ben o küçük köyümden kalkıp dünyadaki bütün kraliçelerden daha etkili ve yetkili valide sultan olmuşum! Nasıl da geçti zaman?

Ahmed’imin ölümü beni çok sarstı.

Tam on bir yıl benden başkasını gözü görmedi. Bana hep sadık kaldı. Haremde benden daha güzeli yok muydu? Dünyanın neresinde bir güzel varsa ona sahip olma kudreti yok muydu? Fakat o beni sevdi.

Ben de onu sevdim.

Yirmi sekiz yaşındaydı henüz. Gepegenç gitti.

Onu ilk gördüğüm anı unutamıyorum.

Bosna’dan yola çıktığımızda çocukluğumda dinlediğim hikâyelerden Osmanlı padişahlarını hep kaba saba, dev gibi, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, acımasız, kan emici insanlar olarak bilirdik.

Ahmed’imi gördüğümde bu kadar temiz bir yüze bir erkek nasıl sahip olabilir diye geçirdim aklımdan.

Tahminlerimin ötesinde güzel, zarif, iyi kalpliydi.

Piyanonun tuşlarına basarken sanki kalbim yerinden fırlayacaktı.

Arkamda Arz Odası’ndaki tahtında oturan dünyanın en kudretli adamı gencecik, yakışıklı bir adamdı. Bütün Yunanistan’da bu kadar güzel, hele hele gözleri bu kadar anlamlı bakan bir genç asla bulamazdım.

Ne kadar mutluydum o soneleri çalarken.

Göklerde uçuyordum sanki.