banner banner banner
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Оценить:
 Рейтинг: 0

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü


“Onun doğulu fikirleri neydi aziz pederim?”

“Biliyorsun, Hazreti İsa, Doğu’da Kudüs’te doğdu. Fakat başta İngilizler, sonra Fransızlar, sonra Cenevizler, Venedikliler, İspanyollar, kuzeyiyle güneyiyle Batı Avrupa onun öğretisini bozdu, kendilerine göre yorumlar yaptılar. Her krallık hegemonyası için inançları istismar etti. Doğu fikri demek İseviliğin aslını bulmak, yaşatmak… İkincisi de Asalet sınıfının üstünlüğünü ortadan kaldırmak..”

“Eee… İyiymiş…”

“İyi de zor kullanmak ve suikast, tedhiş, tuzak, zehirlemeler tek başına yeter mi? Siyaset bir ilimdir. Bundan mahrumdu…”

Vasilidis’in engin tarih bilgisinden damlalar döktürüyordu Pierre…

“Bizans’ta memuriyetler para ile satılıyordu, bunu ortadan kaldırdı. Ehil insanların göreve getirilmesi özendirildi. Rüşvete karşı acımasız bir savaşa girişti.

‘Hile, rüşvet ile çiğnenen çiğnetilen bu düzenin yüksek ahlaka erişmesi için didiniyorum.’ diyordu toplantılarında. Adamlarına şu sözleri ezberletmişti: ‘Ya haksızlık yapmaktan ya da yaşamaktan vazgeç!’ Vergi usulsüzlüklerini de önledi Andronikos..”

Anastasya bu farklı Bizans imparatoruna giderek hayranlık duymaya başlamıştı.

“Andronikos açgözlü vergi tahsildarlarını sihirli sözüyle darmadağın etmişti. Kazaya uğrayan gemilerin yağmalanması da yasaklandı.”

Anastasya ile babası aynı anda sahildeki gemilere baktılar. Anastasya o gemilerde içini ürperten, kendisini çeken bir şeyin varlığını hissediyordu. Babası ise onları adanın selameti açısından en tehlikeli şeyler olarak görüyordu. Bilmiyordu ki bir gün sevgili kızını çekip götürecek o gemilerden biridir.



“Gemileri soyanlar, bizzat o gemilerin sahipleri ve mağdurlarının gözü önünde soydukları geminin direklerine asılarak cezalandırıldılar.

Vergi tahsildarları, eski polis şefleri, para ile mansıp satın alanlar, ayrıcalıklı tüccarlar ve batılı askerler içten içe devrimci, reformcu imparatora karşı kin bilediler. Latin gücü davet edilende de bütün bu çıkarları elinden alınanlar ittifak ettiler. Batılılaşma, batıyla birlikte iktidar kurma fikri bütün Bizans’ı sarmalamıştı. Andronikos’tan intikam alma fikri gittikçe büyüdü ama bunu bir tek Andronikos fark edemedi.

Fakat Andronikos’ta da bir güç travması, bir güç aşınması oluştu.

Ona göre imparatorların imha edemeyeceği hiçbir kudret yoktu. İmparatorun iyileştiremeyeceği hiçbir yara keza… Haksızlıkları ancak imparator giderir, problemleri yalnız imparator çözerdi. Özellikle asalet sınıfına yönelik yok etme, ezme, sindirme planı öyle bir tedhiş uygulamasına dönüştü ki giderek karşı şiddeti doğurdu. Zorbalığa zorbalıkla cevap vermeler, suikastlara suikastlarla karşılık bulmalar bitmek bilmiyordu…

Her türlü sindirme ve yok etme teşebbüsü daha fazla isyan çıkmasına sebep oldu. Baskı rejiminin sonuç vermemesine daha çok sinirlendi. Yoksa içeride, yanı başında asilere çalışan ajanlar mı bulunuyordu. Bu sefer imparatorda şüphecilik başladı. Artık fevri kararlar alıyor, çelişkili hükümler veriyordu. Her şeyden şüphelenmeye başladı. Ajanlar ihdas etti, ajanları da başka ajanlara takip ettirdi.

Devlet sürekli bir iç savaş hâli yaşıyor gibiydi. Herkes herkesten şüphe ediyor, kimse kimseye güvenmiyordu. Uğruna mücadele edilen değerler de taraflar için anlamsızlaşmıştı.

Güçlü sanılan iktidar kendi yarattığı güven zaafıyla sarsılmaya başladı.

Ülke her an iç savaşın patlak verebileceği bir travma hâlindeydi. Halkın da ruh sağlığı bozulmaya başladı. İmparatorun bile aciz kalacağı hâllerin de olduğu kanaati yaygınlaştı.

Ortadan kaldırılmaya çalışılan büyük arazi sahipleriyle asiller sınıfı daha perçinlenmiş ve neredeyse imhası imkânsız hâle gelmişti. İmparator boşu boşuna fincancı katırlarını ürkütmüştü.

Kitlesel idamlar ise çare değildi. Bu sefer de Bizans’ın savunma gücü azalıyordu. Bozuk askerî düzenin üstüne gidilmesi devletin savaş kabiliyetini azaltmıştı.

O kaçınılmaz hesaplaşma anı geldiğinde artık yapacak bir şey yoktu.

“O kaçınılmaz an, yani Latin karşıtlığının batılı devletleri Bizans aleyhine bir oluşuma itmesi ile içerideki mukavim yapının dış bir saldırıya karşı kırılması, savunma reflekslerinin yitip gitmesi…

Bizans, askerî bakımdan dış tesirlere açıktı artık.

Gerçi onu fazla sert bulanlar bile demir baskısına rağmen, devleti tedavi edici uygulamalarını olumlu buluyor, takdir ediyorlardı. ‘Açılım, değişim süreci bir ihtiyaçtı.’ diyorlardı. Niketas Khoniates ile Selanik Metropoliti Eustathios bunlardandı.”

Vasili kısa süren dalgınlıktan sonra “Benim de anne tarafından soyum bu metropolite dayanır.” dedi.

Anastasya merakla “Kime? Selanik metropolitine mi?” diye sordu.

“Evet… Eustathios’a…”

Anastasya hınzır hınzır güldü:

“Zalim ama reformcu kralın tarafını tutmanız bir aile meselesi galiba aziz peder?”

“Hayır, zalim bir kralın tarafını tuttuğumu nereden çıkardın? Ben sadece…” biraz kekeledikten sonra; “Ben sadece reformlarının gerekli olduğunu ama reform karşıtlarına koz verdiğini belirtmek için…” Aslında Selanik metropolitinin soyundan gelmekle her zaman gurur duyardı Vasili.

Pierre araya girme lüzumunu hissetti:

“Siz devam edin Aziz Vasili.” Bir yandan da kızına kaşını kaldırarak bakıyordu. Ama Anastasya’nın, babasının ikazlarına aldırış ettiği yoktu.

“Sanki kralın sonu kötü gibi…”

Vasili küçük kızın saçlarını okşayarak konuşmasına devam etti:

“Acele etme, fakat galiba haklısın. Kötü bir son onu bekliyordu. Soylular, eski düzenin devamından yana olanlar, sindirilmiş devlet kurumları ile çok sayıda insan intikam peşindeydi, dışarıdan gelebilecek her müdahalede yıkıcı olmaya azmetmiş gibiydiler.

Böylece iflas etti Andronikos’un siyaseti…

Macar Kralı Bela ile Sırp lider Stephan imparatorluğa karşı bayrak açtılar. Kısa zamanda da başarılar elde ettiler. Etraftaki zafiyet ayyuka çıktı. Komşudaki karışıklıklar iç siyaseti de etkiledi. İmparatorluk sınırları içindeki zayıf bağlar kolayca koparılmaya başlandı. Manuel zamanında çok pahalıya mal olan o büyük Macaristan zaferi artık şanla anılamıyor hatta kötü izler olarak hatırlanıyordu. Macar ve Sırp zaferlerinin meyveleri bir bir elden uçtu gitti. İmparatoriçe Maria’yı öldürdüğü için Andronikos, Macar kralına büyük bir koz vermişti. Bela, Manuel’in dul karısının intikamını alacağını cümle âleme duyurmuştu. 1183 yılında Macarlar ve Sırplar birleşerek imparatorluğa saldırı gerçekleştirdiler.

Belgrad, Niş, Sofya ve Braniçevo tahrip edildi. Neredeyse imparatorluktan koparıldılar. Öyle ki altı yıl sonra Haçlılar buralara geldiklerinde ölü birer şehirle karşılaştılar.

Bizzat imparatorun ailesi Kommenos ailesi, Andronikos’un rejimine muhalefet etmeye, derin sert muhalefete katılmaya başladı. Çırpınırcasına direndiler. Herkesle ittifaka yanaştılar. Düşmanlardan umut beslediler. İmparatorluğun hemen sert yumruğunun erişmeyeceği yerlerde müstakillik kazandılar. Mesela İzak Kommenos Kıbrıs adasında kendi hâkimiyetini kurdu. Adına para bastı. Yaptığı küstahlık cezasız kaldı. Bu da imparatorun o büyük gücüne gölge düşürdü. Sadece İstanbul’daki yakınları cezalandırıldı.

Ardından Normanlar darbe vurdu. Sicilya Normanları, Bizans’a karşı sefer başlattılar. Aleksios zamanında Selanik’e kadar gelemeyen Normanlar bu sefer Selanik’e girdiler. Norman donanması Selanik limanına yanaştı. Şehri topa tutmaya başladı. Şehri savunan David Kommenos aciz kaldı. İstanbul’dan gönderilen yardım da yetişmedi. Selanik Normanların eline geçti. Üç yıl önce İstanbul’da nasıl ki Latinlere saldırmışlar, onları en ağır işkencelere maruz bırakmışlardı, şimdi de Latinler aynısını Bizanslılara yapıyordu.

İstanbul içinde vehimlerle boğuşan Andronikos’un baskısı artarken yaklaşan dış tehdit de yakından hissediliyordu. Düşman işgali 12 Eylül 1185 tarihinde gerçekleşti.

Son Kommenos imparatoru 12 Eylül’de yaka paça götürüldü, didik didik edilerek acımasız bir şekilde üstelik düşman kuvvetler tarafından bile değil, zulüm gördüğünü ileri süren kendi halkı tarafından öldürüldü.”

Vasili durdu, Pierre’e baktı. Sonra Anastasya’ya…

“Bundan sonrasını da Pierre anlatsın, biz dinleyelim. Bak Anastasya seyret. Baban kadar tiyatro sanatçısı var mı şu adalarda? Hatta tüm Yunanistan’da?”

Ben Mahpeyker Kösem Sultan

Babama öfkeliydim bazen. Neden Peder Vasilidis ne derse hemen sadık bir kölesi gibi koşturuyordu?

Anlıyordum elbet, babam bir zangoçtur ve papazın hizmetindedir. Ama biz o köyde o kadar eski bir aileyiz ki babam zangoç olmasa da geçinir giderdik diye düşünüyordum.

Belki de aralarında başka bir şey vardı.

Babam ile Vasili Baba… Baba mı desem, aziz peder mi desem, amca mı desem, gerçi hepsini söylüyordum ama o en çok Vasili Baba dememden hoşlanıyordu.