banner banner banner
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Оценить:
 Рейтинг: 0

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü


Kösem Sultan’ın Anastasya’nın İzini Sürmesidir

Andronikos, Fatih, Efram ve diğer büyük doğu rüyalarını bir kenara bırakıp bir an babası, Agios Nicolas zangocu Pierre Aretino’yu hatırladı Anastasya. Bir de aziz peder Kostas Vasilidis’i… Onu daha çok baba diye hatırlıyordu. Manevi babasıydı da. Hem babasına, hem kendisine tarih, felsefe, din öğretmişti. Tinos’tan ayrılmazdan birkaç gün evvel söyledikleri kulaklarından gitmiyordu. Öyle bir kızım deyişi vardı ki, Anastasya’nın aklına hep kötü, karmaşık şeyler getiriyordu bu. Biricik anası Tanya’yı hep güzel, saf ve temiz bir ruh olarak hatırlamak istemişti. Ama içinde depreşen cinler ona sanki başka şeyler söylüyordu. Olsun. İkisi de öz ve manevi babası idi. Hangisinin öz, hangisinin manevi olması niye önemli olsundu?



Adalar topluluğunun tam ortasında bir yerde yer alıyordu adası. Tinos adasının karşısında küçük, adı sanı olmayan bir adacıktı. Ama koca yarımadanın başkenti Atina gibi Athinos adında bir köyü vardı. Güneyde Vari, batıda Finikas… Agios Nicolas kilisesi tam da Tinos’a bakardı. Akşam olunca Tinos’un ışıkları görülürdü. Zaman zaman Tinos’taki kiliseye de giderlerdi.

Tinos’ta Hristiyanlığın iki mezhebi de vardı ve ikisi de güçlü taraftar kitlesine sahipti. Sık sık mezhep kavgaları olurdu. Küçücük ada aynı zamanda yeryüzünün bütün din ve mezheplerinin tartışıldığı entelektüel bir ortama sahipti. Bu kendiliğinden mi olmuştu, yoksa adaya gelen Finikeliler, Cenevizliler, Afrikalılar ve tabii Osmanlılar sayesinde mi; bilmiyordu.

Fakat Bizans’ın yaşadıkları, Hz. İsa ve Hz. Meryem meselleri, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Süleyman, Davut, ilk İslam akınları, Bizans imparatorlarının bazılarının batıyı değil de doğuyu tercih edişleri; Haçlı seferleri, “İstanbul’daki Latin baskını ve Ayasofya’nın içinde masum Hristiyanların Haçlı sürüsü tarafından katledilişi… Hep aklındaydı. Hatta “Konstantinopolis’te Latin serpuşu göreceğime Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim.” gibi sözler üzerinde yapılan sokak tartışmaları hep aklındaydı.

“Ah sevgili babacığım! Nasılsın, ne hâldesin? Sağ mı acaba?”

Ya Vasili Baba, ondan da hiçbir haber alamamıştı.

Babasının sağlığından ilk defa ciddi endişe duydu Sultan. Bundan böyle valide sultandı, ne yapıp edip babasını bulduracaktı. Hatta onu saraya aldıracaktı. Olur muydu?

Neden olmasın?

O artık üç kıtada at koşturan şanlı bir imparatorluğun, büyük doğu imparatorluğunun kraliçesi idi. Ne kraliçesi… Valide sultanıydı. Valide sultan demek kraliçelerden üstün olmak demekti.

Devlet işlerinde bir yeri vardı…

Devlet de bütün cihanın devletiydi.

Babasını bulduracak ve yanına aldıracaktı. Pierre Arentino’yu da, belki Leonardo’yu da… Evet, evet köyünü bile istese İstanbul’a taşıyabilirdi. İstese Vasilidis Baba’yı da…

Acı bir elemle yüzü gerildi. Vasilis Baba’yı getirtebilir miydi ki?

Hiç olacak iş mi?

Nasıl da unutur insan? Ama babasını buldurabilir ve belki vezirlik bile verirdi.

Prefekture’deki, Agio Nikolas’taki, Vari’deki, Tinos’daki, Gavrio’daki konuşmalarını hiç unutmuyordu.

Zangoç babası, Aziz Peder Vasilidis sayesinde neredeyse bir papaz kadar dinî bilgiye sahip olmuştu. Bir yandan babası, diğer yandan Aziz Vasilidis yaşıtlarından daha ileride bir bilgiye ve görüşe sahip olmasında ne kadar da büyük emek sahibiydiler. Onlara şükran duyuyordu. Belki de şimdi kraliçeliği, hayır hayır valide sultanlık bütün kraliçeliklerden daha üstün ve şerefli bir makamdı, valide sultanlığı hak etmesinde onların uzak görüşlülüklerinin ve tarih bilgilerinin büyük etkisi vardı.

Büyük doğu fikri, ta o zamanlardan Anastasya’nın aklına yerleşmişti ama şimdi daha iyi anlıyordu babasının ve aziz pederinin anlattıklarını…

O zamanlar Bizans imparatorlarının bir zaafı gibi görüyordu doğulu halklarla olan münasebetlerini… Ne kadar da haklıymışlar oysa…

Uzaktan balıkçılar ağlarını toplarken pazarcılar da üste kalan borçlarını ödüyorlardı. Güneş çoktan Monna Dağı’nın üstünde kaybolmuştu fakat akşamın ziyası iskeleyi aydınlatmaya yetiyordu. Yosun kokuları arasında ateşteki tavuğun kanatları kızardıkça çeviriyor ve önce sıcaklığını kontrol ediyor sonra Anastasya’ya bir parça uzatıyordu papaz…

Akşam yemeklerini yerken klasik eğitimini sürdürüyordu babası…

Bazı akşam yemeklerinde Vasili Baba da sofralarına konuk olurdu. Özellikle Vasili Baba geldiğinde, melek yüzlü Petlis Amca da gelirdi.

Anastasya iki elini yanaklarına koymuş ağzındaki kızarmış piliç kanadındaki deriyi çevirirken büyüklerin sohbetini merakla dinliyor, arada kendisi de lafa karışıyordu.



“Andronikos aslında Kral Manuel ile amcaoğlu idi Anastasya’m.”



“Bizans tarihinin en renkli siması idi. Çapkın, maceralı aşk hayatını seven bir kişiliği vardı. Ama aynı zamanda savaşçı, cesur görünürdü. İyi de eğitim almıştı. Gençliğinde parmakla gösterilen parlak bir sima…”

“Fakat Manuel’i kıskanmakla geçti ömrü.”

“Bir türlü kral olamamıştı.”

“İşte Manuel’in ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklık Andronikos’un işine yarayan bir süreci başlattı.”

“Nasıl?”

“Manuel’in ölümünden sonra on iki yaşındaki oğlu Aleksios tahta çıktı. Dul imparatoriçe ise yetkisini kullanıyordu. Antakyalı Maria niyabeti üzerindeydi.”

Petlis, Vasili’ye soru sorarken gözü Anastasya’da idi.

“Aziz Vasili, Aleksios şu Bizans’ı yeniden dirilten hükümdar değil mi?”

“Hayır sevgili dostum, o Birinci Aleksios. Birinci Aleksios’tan sonra Manuel, ondan sonra gelen de İkinci Aleksios. Bu dönemde başka bir Aleksios devlet idaresinin başına getirildi. Aleksios Kommenos. Bu değersiz ve kendini bilmez adama Kommenos ailesinin diğer üyeleri karşı çıktılar. Aleksios Kommenos ile onun gözdesi Maria’nın yapıp ettikleri halkın öfkesini üzerlerinde topladı kısa sürede. Zaten Latinlere karşı bir nefret vardı öteden beri. Batılı siyasetler Bizans halkında kin ve nefret tohumlarının ekilmesine sebep oldu. İtalyan tüccarlar kollanıyor, batıdan gelen ücretli askerler ayrıcalıklı bir hayat sürüyorlardı. Latinlerin Kostantinopolis’i sıklıkla nasıl yağmaladığı unutulmamıştı ki… Zaten birçok masum, dindar, kendi hâlindeki Bizanslıya göre; Bizans’ın batısındaki sözde Hristiyanlar, dini başka gayeleri için araçsallaştıran fırsatçılardı. Dindar olanları bile din kisvesi ardında kendi menfaatini düşünen egoistlerdi…

Kommenos ailesi yönetimi alaşağı etmek için gizli toplantılar tertip ettiler. İstanbul’daki muhalefetin bir başı yoktu ne yazık ki… O sırada Trabzon’da vali olan Andronikos, Kommenosların en gözde şikisi ve Manuel döneminin muhalifi olarak göze çarptı. Kommenoslar artık muhalefeti sürükleyecek bir önder bulmuşlardı.”

Petlis yüzünü buruşturup araya girdi:

“Ne önder ama!”

Vasili cevabı yapıştırdı:

“Ne olacaktı yani, o devirde? Reform bazı insanların başının ezilmesini gerektiriyorsa?..”

“Ben bilmem dostum, hiçbir iktidar, hiçbir düzen masumların kanı üzerinde payidar olamaz.”

“Masum mu? Onlar niye masummuş? Latinlerin yardakçıları…”

Petlis elini havaya doğru sallayıp kadehinden bir yudum şarap içip, koca bir lokmayı ağzına attı.

Anastasya asıl sorulması gereken soruyu bulmuştu:

“Yani sebep doğu batı çatışması mı?”

Vasili gururla cevap verdi:

“Aferin Anya kızım, işte sorulacak soru bu Petlis. Sen işin teferruatındasın.”

Petlis’e doğru sağ eliyle küçük daireler çizdikten sonra Anastasya’ya döndü: