banner banner banner
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Оценить:
 Рейтинг: 0

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü

“Yapma kızım! Bir gören olacak…”

“Benden başka kimse girmez Vasili’m bu samanlığa…”

“Nasıl konuşuyorsun böyle sevgili kızım…”

Sonra birden eteğini kaldırıp cinsel organını gösterdi.

“Bak sevgilim ne hâle soktun beni?”

“Tanrı aşkına kapat kapat!..”

“Artık bakire değilim Vasili’m. Ben artık seninim…”

“Kızım bu mümkün değil…” diyerek gerekçelerini sıralamaya başlayacaktı muhtemelen papaz ama kız sözünü kesti sertçe:

“Anladım. Seni korkak! Ben seni sınadım. Senden zaten bir şey beklemiyorum. Kaç zamandır seni yatağa atmayı düşlüyordum. Kendi iddiamı kazandım. Çocuğum senden olsun istiyordum. Köyümde bir çocuk sahibi olmak için yatacağım bir erkek yok maalesef. Hiçbirini kendime layık bulmuyorum. O yüzden bunu bilerek yaptım. Telaşlanma… Senden bir talebim de yok…”

Genç kadın başını gururla sola çevirerek, “Eğer istemezsen çocuğuma kendim de bakarım.”

Vasili ani bir kararla saçlarını savuran ve koşarak gelip kendine sarılan bu masum ve azgın kıza kısa bir tereddütten sonra sarılmak zorunda kaldı. Sonra o da bu kızı sevdiğini, kendine layık gördüğünü anladı. Ne zamandır böyle bir zevk yaşamamıştı. Gece yaşadıkları ne varsa, enstantaneler hâlinde gözünün önüne geliyordu. Birden önünün kabardığını, tüylerinin dikleştiğini hissetti. Bir kez daha birlikte olacak gibi seviştiler. Papaz o kadar kendinden geçmişti ki kızı bir kez daha samanların üzerine yatırıp emeline nail olmaya başladı. Sofi papazı biraz daha hırçınlaştırdıktan sonra aniden yerinden fırlayıp kapıdan hızla süzülüp çıktı…

Papazın hevesi kursağında kalmıştı. Ayağa kalkarak üstünü başını toplamaya, azgınlığını dindirmeye çalıştı. Bir iki kez yerinde zıpladı, eteğini, gömleğini düzeltti.

Sonra tekrar başını iki eli arasına alıp kütüğün yanındaki kara sabanın üzerine oturdu.

Kazıklanmış gibi hissetti kendini. Oysa ne yaptıysa kendi nefsinin izini sürerek yapmıştı.

“İsa, Meryem, kutsal ruh affet!” diye kendiliğinden bir nida çıktı dudaklarından…

“Aman!” dedi sonra, “Aman! Tanrı her işin doğrusunu bilir. Eğer bir evladım olacaksa da varsın olsun…”

Önündeki kütüğün üzerinde duran sıcak bazlamalardan peynirlerden ballardan birer lokma tattı.

Saçını başını düzeltip çıktı samanlıktan…

Çıkarken etrafın sessizleşmesi için biraz bekledi. Yeterli gördüğü sessizliği duyumsayınca çıktı. Hızla bulunduğu yerden başka bir yere ulaşmak istedi…

Ahırın köşesinden çıkıp da iki köylü delikanlının dama oynadığını görünce heyecanlandı. Ama delikanlılar kendi hâllerinde idiler.

Vasili hızlı adımlarla köyün çıkışına doğru yöneldi.

Pederi son anda fark eden gençler oyunu bırakıp pederin eteğini öpmeye koşturdular.

“Aziz peder sizi göremedik. Kusura bakmayın! Bağışlayın…”

Vasili bu yaptıklarının şaka mı, ciddi mi olduğunu anlamadan eteğini topladı.

“Tamam evlatlarım önemli değil. İşim acele… Bir şeytanı kovalamaktan geliyorum. Başka bir şeytanı kovalamaya gidiyorum. Beni bırakın, işinize bakın!” dedi.

Olmaz aziz peder, bizi bağışlamadan seni bırakmayız.

“Tamam, evlatlarım Tanrı sizi bağışlasın. İşiniz rast gelsin.”

Gençler hâlâ ellerine yapışmaya çalışıyorlardı. Peder ise kirli ellerini onlardan kurtarmaya…

“Tamam, tamam iyi günler.”

“İyi günler aziz peder…”

Vasili gençlerin arkasından gülüştüklerini, kendisiyle dalga geçtiklerini düşünerek utanç içinde köyden çıktı.



Nicedir gitmedi Gavrio’ya Vasili.. Fakat kulağı hep oradan gelecek olumsuz haberlerdeydi. Allah’tan öyle bir haber gelmedi ve Vasili de kalp krizi geçirmedi.

Ben Mahpeyker Kösem Sultan

Sofi’yi annem olarak hiç düşünememiştim. Fakat onu görünce kanım nasıl da kaynamıştı? O da beni nasıl da sımsıkı kucaklamıştı.



Gemiden bir yolunu bulup kaçmıştım.

Daha doğrusu içirip sarhoş ettiğim şövalye kılıklı adamı sarayıma götürmek üzere gemiden dışarı çıkardım.

Adamları bu oyuna inandılar. Daha doğrusu benim yollu biri olduğumu ve yakındaki bir eve herifle yatmaya gittiğimi düşünmüş olmalılar…

Zor yürüyen şövalyeyi evimiz az ötede, diye diye iskeleden hayli uzakta çıkmaz bir sokağa kadar sürükledim. Ne kadar da zorlandım. Fakat hep dua ettim içimden. Kutsal ruha, Aziz Meryem’e, Tanrı’ya…

Tükenmemeli, yorulmamalıydım. Takatimi topladım. Bu sokağın bittiği yerde çöp bidonunun arkasında sadece kedi ve köpeğin geçebileceği bir yer biliyordum. Ben de incecik bir kızdım. Belki geçerim diye düşündüm. Çöp bidonunun yanına gelince:

“Kapıya geldik şövalyem.” dedim. “Şimdi siz biraz uzanın, ben görevlileri çağırıp sizi yatağımıza taşımalarını emredeceğim.” dedim.

Duvara doğru da bağırdım.

“Hey kimse yok mu orada. Yardım edin de şövalyeyi yatağıma taşıyalım!” diye haykırdım.

O anda zaten pencerelerden atılan pisliklerden geçilmeyen ve leş gibi kokan sokağa bakan pencerelerden biri açıldı ve yaşlı bir kadın küfürler savurarak elindeki lazımlığı döktü.

Döktüğü şey tam da kavalyemin kafasında patladı, etrafa saçıldı. O anda yerde bir taş gördüm. Daha doğrusu irice bir saksı kırığı… Ne olduğunu anlayamayan ve gözleri pislikten kapanan adamın başına geçirdim. Olduğu yere yığıldı kaldı. Sesini bile çıkaramadı.

Ben de çöp bidonunun arkasına geçip o küçük deliği aradım. Geçmem çok zordu. Zorlasam belki geçebilirdim ama riski göze alamazdım. Ya delikte sıkışıp kalırsam?..

Uzandım ve ayaklarımla deliği genişletmek üzere tekmeler savurdum. Zaten zayıf dokulu bir duvardı. İki üç vuruşta biraz genişledi. Ben de o delikten süzülüp kaçtım.



Thilas acaba ne yapıyordu?