banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt

“Ah, Bayan Bao! Sizi beklemiyordum.” diye fısıldadı. “Beni korkuttunuz. Sinek falan olmadığını biliyorum ama minicik bir böcek var, filenin deliklerinden bile geçiyor. O kadar ufacık ki fark edilmiyor. Uyurken çok fena ısırıyor insanı. Karınca ısırığı gibi.”

“Bunda şaşılacak bir şey yok!” dedi Baochai. “Arkanda su var; dışarıda da şeker kokulu bir sürü çiçek; içerisi parfüm kokuyor. Bu tür böcekler çiçeklerin içine yavrularlar ve kokulu her şeyi severler. Onun için içeri giriyorlar.”

Konuşurken Baochai’in gözü Xiren’in nakışına takıldı. Çocukların taktığı türden bir önlüktü, göğüslüğü de vardı. Kenarları kırmızı ipek biyeli, beyaz satendendi. Xiren üzerine lotuslarla oynayan Mandarin ördekleri işliyordu. Ördekler gökkuşağı renklerindeydi, lotusların da kırmızı çiçekleri ve yeşil yaprakları vardı.

“Ne kadar güzel!” diye bağırdı Baochai. “Kimin için? Bu kadar ince işlemeyi hak edecek kadar özel biri olmalı.”

Xiren başını çevirip dudaklarını yatakta uyuyan kişiye doğru uzattı.

“Onun için mi? Böyle bir şeyi takmak için biraz büyük değil mi?”

“O da öyle diyerek takmak istemedi.” dedi Xiren gülerek. “Bu yüzden taksın diye cazip hâle getirmeye çalışıyorum. Bu sıcakta uyurken üstünü açıyor, bunu takarsa akşamın serinliğinde üşütmez. Bu işlemeleri çok buluyorsanız bir de üzerindekini görün.”

“Böyle sabırlı olman ne güzel!” dedi Baochai.

“Bugün o kadar çok işledim ki eğilmekten boynum tutuldu. Bize bir iyilik yapar mısınız, küçük hanım? Siz biraz benim yerime oturun, ben de dışarı çıkıp bacaklarımı esneteyim. Hemen dönerim.” dedi yalvarırcasına.

Böyle söyledikten sonra cevabını beklemeden sessizce süzülerek dışarıya çıktı. Baochai işlemeye öylesine dalmıştı ki farkına bile varmadan Xiren’in kalktığı sandalyeye oturuverdi. Gerçekten de muhteşem bir nakıştı. Dayanamayıp iğneyi eline aldı ve Xiren’in bıraktığı yerden işlemeye devam etti.

Bu arada Daiyu banyo yapmaya giderken yolda Xiangyun ile karşılaştı ve onun Xiren’i terfisi için tebrik etme teklifini kabul etti. Kızıl Neşe Avlusu’na girdiklerinde tam bir sessizlikle karşılandılar. Xiangyun, Xiren’i aramak için hizmetçi odalarına doğru yöneldi. Daiyu ana binaya gidip pencerenin tülünden Baoyu’nün yatak odasına göz attı. Delikanlı üzerinde gül rengi keten bir gömlekle yatağında uyuyor, Baochai de kenarında oturmuş, nakış işliyordu. Yanında da sineklik duruyordu. Bir süre bu dokunaklı manzaraya şaşkınlık içinde bakakaldı; sonra bu görüntüyü bozmaktan korkarak eliyle ağzını kapatıp kahkahasını bastırdı. Biraz yatışınca eliyle Xiangyun’ü çağırdı. Onu bu hâle getirecek ne görmüş olabileceğini merak eden Xiangyun hemen geldi. O da içerideki manzarayı komik buldu; bir kahkaha kopartacaktı ama Baochai her zaman ona karşı çok nazik olduğundan kendisini tuttu. Daiyu’nün nüktelerinin ne kadar acımasız olduğunu bildiği için elinden tutup çekiştirerek oradan uzaklaştırdı. Bunu yaparken de Xiren’in öğlen gölde çamaşır yıkamaya gideceğini hatırladığını söyledi.

“Kesin oradadır!” dedi. “Gidip bakalım.”

Daiyu bu numarayı yutmadı ve alaycı gülüşüyle belli etti. Yine de onun peşinden gitti.

Bu arada Baochai nakış işlemeye devam ediyordu. İkinci yaprağını tamamlamış, hatta üçüncüye başlamıştı ki rüya gören Baoyu uykusunda öfkeyle bağırdı.

“Bu yaşlı rahiplerin ve Taocuların söylediklerine ne diye güveneyim? Altın ve yeşim taşının evliliğine inanmıyorum ki. Taşla çiçeğin evliliğine inanıyorum ben.”

Baochai bu sözlerle afalladı. Duyduklarının şokunu daha atlatamadan Xiren geldi.

“Uyanmadı mı hâlâ?” diye sordu.

Baochai kafasını salladı.

“Bayan Lin ve Bayan Shi’yle karşılaştım. Sanırım buraya gelmediler, değil mi?”

“Hayır, hiç görmedim. Sana bir şey söylediler mi?” dedi Baochai, muzip bir gülümsemeyle Xiren’e bakarak.

Xiren kızardı.

“Her zamanki gibi bir sürü saçmalık! Şaka yapıyorlar!”

“Yapmıyorlar.” dedi Baochai. “Bu sefer değil. Ben de sana söyleyecektim ama fırsatını bulamadan sen çıkıp gittin.”

O anda bir hizmetçi gelip Xifeng’ın Xiren’i çağırdığını söyledi.

“Gördün mü? Sana ima ettikleri konuyla ilgili olmalı.” dedi Baochai gülerek.

Xiren uyuyan hizmetçilerden ikisini kaldırıp iç odaya geçmelerini söyledi. Sonra Baochai ile beraber Kızıl Neşe Avlusu’ndan çıktılar. Dışarıda birbirlerinden ayrıldılar; Xiren, Xifeng’ın dairesine yöneldi. Oraya vardığında, aynen Baochai’in tahmin ettiği gibi, maaşı ve mevkisi ile ilgili Wang Hanım’ın getirdiği yeni düzenlemeler konusunda resmî olarak bilgilendirildi. Wang Hanım’a gidip teşekkür etmesi söylendi ama Büyükanne Jia’yı görmesine gerek yoktu.

Xifeng ile görüşürken çok mahcup oldu. Wang Hanım’a da uğradıktan sonra geri döndüğünde Baoyu uyanmıştı. Nereden geldiğini sorunca kaçamak bir cevap verdi. Gayriresmî bir şekilde Baoyu’nün yatağına terfi ettiği haberini ancak akşam karanlığı çöküp, el ayak çekilince verebildi. Baoyu buna çok sevindi.

“Umarım artık beni bırakıp gitmekten söz etmezsin!” dedi, ağzı kulaklarında. “Aileni ziyarete gidip döndüğünde, ağabeyinin seni buradan almak istediğini, artık senin için burada bir gelecek ya da kalman için bir neden olmadığını ve daha bir sürü acımasız sözler söyleyerek beni nasıl korkutmaya çalıştığını hatırlıyor musun? Şimdi kim seni benden almaya cüret edecek görelim!”

“Hıh!” diyerek burun kıvırdı Xiren. “Durum hiç de öyle değil. Artık ben hanımefendiye aitim. Eğer seni bırakmak istersem seninle konuşmama gerek yok. Hanımefendiden izin alıp gidebilirim!”

Baoyu güldü.

“Diyelim ki ben bir kabahat işledim, sen de hanımefendiden ayrılmak için izin istedin. Benim hatam yüzünden buradan ayrıldığın ortaya çıktığında, bundan en ufak bir rahatsızlık duymaz mısın?”

“Neden duyayım?” dedi Xiren gülerek. “Eğer haydudun teki olursan neden seninle kalayım? Her zaman başka bir yolu vardır. Her zaman canıma kıyabilirim. Hepimiz bir gün öleceğiz nasılsa, sadece zamanı belli değil. Nefesin kesilecek o kadar. Hiçbir şey görmeyip duymayınca her şey bitmiş olur.”

“Kes şunu! Sus!” dedi Baoyu eliyle kızın ağzını kapatarak. “Böyle şeyler söyleme!”

Xiren onun zaaflarını iyi biliyordu. Samimiyetten uzak iltifatları sahte ve boş bularak sinirlenirken, doğrular söylendiğinde de üzülüp somurturdu. Xiren hiç düşünmeden içini açtığı için çok pişman oldu ve lafı hoşuna gideceğini bildiği konulara, doğanın güzelliklerine ve hoş kızlara yöneltti. Ama nasıl olduysa konu yine dönüp dolaşıp kızların ölmesine geldi. Tam kendisi konuşurken birden bunu fark eden Xiren, bocaladı. Büyülenmiş bir şekilde onu dinleyen Baoyu bu ani sessizliği karşısında güldü.

“Senin de dediğin gibi bir gün hepimiz öleceğiz. Önemli olan nasıl öleceğimiz. O budalaların göklere çıkardıkları şey, bir âlimin imparatoru protesto ederken, bir askerin de savaş alanında ölerek ebedî bir ün kazanmasıdır. Hâlbuki ölmeseler daha iyi olmaz mı? Ama düşünüldüğünde, protesto etmenin tek geçerli zamanı hükümdar yanlış yönlendirildiğinde; dövüşmenin tek geçerli zamanı da ülke savaşta olduğundadır. Eğer âlimler şehit olmaya o kadar heves edip ilk fırsatta canlarını ortaya koyarlarsa, yanlış yönlendirilen zavallı hükümdar tavsiye alacak insanları nereden bulacak? Eğer bir asker kahramanca bir ölümün özlemini çekip daha ilk karşılaşmada kendisini öldürtürse, savaşta çarpışacak askeri olmayan ülkenin hâli ne olacak?”

“Ama hiç şüphe yok ki eski günlerdeki o ünlü insanlar mecbur oldukları için canlarını ortaya koydular.” diye araya girdi Xiren.

“Saçmalık!” dedi Baoyu. “Gözü kara bir generalin strateji geliştirmeden kendisini ölüme atması mı gerekli olan? Memurların hâli daha da beter. Onlar kitaplardan birkaç paragraf ezberliyorlar, hükûmetin en ufak bir hatası olduğunda, sırf ün kazanmak adına rastgele protesto ediyorlar. Bir öfkeye kapılıp ölümüne susamak mı gerekli olan? Hâlbuki bir hükümdarın gücünü göklerden aldığını bilmeleri gerekir. Gökler böyle dev bir sorumluluğu değersiz birinin omuzlarına yükler mi? Şerefleri için ölen, çok önemsediğiniz o insanların hepsi sadece kendi ünlerinin ve zaferlerinin peşindedir aslında, asil ilkelerin değil.

“Benim şanlı ölüm düşüncem, şimdi siz hepiniz yanımdayken ölmektir. Gözyaşlarınız birleşip büyük bir nehir oluşturur, cesedim üzerinde yüzerek kuş uçmaz, kervan geçmez, uzak yerlere gider; orada rüzgâr kemiklerimi alıp götürür, bir daha asla insan olarak tekrar dünyaya gelmem. İşte o zaman bu güzel bir ölüm olur!”

Xiren böylesine delice konuşmaları kısa kesmek için yorgun olduğunu söyleyerek cevap vermeyi bıraktı. Baoyu de gözlerini kapatıp hemen uykuya daldı.

Ertesi sabah bu konu tamamen unutulmuştu.

***

O gün Baoyu artık Bahçe’den sıkılmış gibi görünüyordu; sanki bütün cazibesi onu bıktırmaya başlamıştı. Ruhun Dönüşü’nden bazı şarkılar hatırladı ve iki kere söylemesine rağmen tatmin olmadı. Ona, Armut Ağacı Avlusu’ndaki on iki küçük sanatçı arasında en iyi şarkı söyleyenin genç hizmetçileri canlandıran Lingguan olduğunu söylemişlerdi. Gidip onu bulmaya karar verdi; kendisi için aryalar söylemesini isteyecekti. Avluda rastladığı Baoguan ve Yuguan onu sevinçle selamlayıp içeri davet ettiler.

“Lingguan nerede?” diye sordu.

Kızlar koro hâlinde, “Odasında.” dediler.

Baoyu hemen gösterdikleri odaya gitti. Lingguan odada yalnızdı; yatağına uzanmıştı. Baoyu’nün girdiğini görünce hiç istifini bozmadı. Pes etmeyen Baoyu yanına oturdu; kızlarla birlikteyken alışkın olduğu gibi, gayet samimi bir şekilde gülümseyerek kendisi için Ruhun Dönüşü’nden bahçeyi ziyaret konulu bölümü okumasını istedi. Ama Lingguan beklendiği şekilde karşılık vermedi. Hemen doğrulup yanından kalktı. Şarkı söyleme ricasına karşı soğuk ve somurtkan bir ifadeyle sesinin kısıldığını söyledi.

“Ses tellerim gerildi. Geçen Majesteleri bizi çağırttığında da söyleyememiştim. Hâlâ dinlendiriyorum.”

Bunları söylerken Baoyu’nün karşısında oturdu. Delikanlı yüzünü tam olarak görebiliyordu. Dikkatle bakınca onu daha önce nerede gördüğünü hatırladı. O gün sarmaşık güllerle kaplı çardakta yeri kazıyan kızdı. Şimdi kendisinin orada olmasından hiç hoşlanmamış gibi davranıyordu. Hayatında daha önce hiç böyle ani bir reddedilişle karşılaşmamıştı. Kıpkırmızı kesilip, daha fazla orada kalmanın anlamı olmadığından, utanç içinde bir şeyler mırıldanarak çıktı.

Bu kadar kısa süre içinde dışarı çıktığını görenler şaşırıp, nedenini sordular. Olanları anlattı.

“Bay Qiang’ın gelmesini bekleyin.” dedi Baoguan, gülerek. “O isterse reddedemez, söyler.”

Baoyu bundan ne anlam çıkaracağını bilemedi.