banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt

“Qiang mı?” dedi. “Nerede peki?”

“Birkaç dakika önce çıktı. Herhâlde Lingguan bir şey istedi, onu almaya gitti.”

Baoyu çok şaşırdı ve biraz daha kalıp neler olacağını görmek istedi. Jia Qiang biraz sonra elinde bir kafesle geri döndü. İçinde de bir kuş vardı. Kafesin üst kısmına minyatür bir sahne oturtulmuştu. Jia Qiang hâlinden gayet hoşnut bir şekilde Lingguan’ı görmek için içeri girerken, Baoyu’yü fark edip durdu.

“Ne kuşu o?” diye sordu Baoyu.

“Yeşil tepeli sarıasma kuşu.” dedi Jia Qiang gülerek. “Gagasında bayrak taşıyıp sahnede yürüyebiliyor.”

“Kaç para verdin ona?”

“Bir tael, yirmi beş gram gümüş.”

Baoyu’yü buyur edip kendisi Lingguan’ı görmeye gitti. Baoyu Lingguan’dan şarkı istediğini tamamen unutmuş, Jia Qiang ile aralarında ne olduğunu öğrenme hevesine kapılmıştı. Kapıda dikilip içeriye bakan kızların arasına karıştı.

“Bak! Sana ne getirdim.” dedi Jia Qiang, gülücükler saçarak.

“Nedir o?”

Lingguan yine yatağında uzanıyordu ama delikanlı içeri girince doğruldu.

“Canın sıkılmasın diye sana eşlik etmesi için bir kuş. Seyret bak, sana numaralar yapacak!”

Cebinden birkaç tahıl tanesi çıkarıp kuşu sahnenin üzerine doğru çekti. Kuş gagasıyla minicik bir maske ve bayrak alıp sanki bir oyunda savaşçı rolünü oynuyormuş gibi kurumlu bir şekilde yürümeye başladı. Bütün kızlar sevinçle gülüp, çok tatlı bir şey olduğunu söylediler. Lingguan hariç. O sadece küçümseyerek dudak büküp “Hıh!” dedi ve nefret içinde tekrar yatağına uzandı.

Jia Qiang neredeyse yalvarırcasına gülümseyerek, “Nasıl buldun?” diye sordu.

“Sen ve ailen yok mu!” dedi Lingguan acı acı. “Kızları evlerinden koparıp bütün gün berbat bir opera öğrensinler diye buraya tıkmanız yetmedi; şimdi bir de kuş getirmişsin. Herhâlde perişanlığımı hatırlatmak istiyorsun. Bir de ‘Nasıl buldun?’ diye soruyorsun küstahça.”

Kızın sözleri Jia Qiang’ı deliye döndürmüş gibi görünüyordu çünkü büyük yeminler ederek karşılık verdi.

“Ne kadar aptalım ben, bunu düşünmem gerekirdi! Seni neşelendireceğini zannederek bütün paramı buna verdim. Böyle düşüneceğin hiç aklıma gelmedi. Tamam, bırakalım o zaman! Canlıları serbest bırakmak erdemdir, en azından sana faydası olur. Sonraki yaşamında sana yardım eder ya da bu dünyada hastalıklardan korur!”

Böyle söyleyerek kuşu serbest bıraktı, hayvan derhâl uçup gitti. Delikanlı da ayağıyla vura vura kafesi parçaladı.

“Belki kuşlar insanlar kadar önemli değildir.” dedi Lingguan. “Ama onların da anne-babaları var. İnsanları eğlendirsinler diye onları yuvalarından koparıp almak ne zalimce bir şey görmüyor musun? Bugün iki kere ağız dolusu kan tükürdüm. Hanımefendi birini gönderip seni sordu. Ne olduğunu öğrenelim diye beni doktora göstermeni istedi ama sen alay eder gibi doktor yerine bunu getirdin. Bakacak kimsem yokken hasta olmam ne büyük şanssızlık!”

Ağlamaya başladı.

“Dün akşam doktorla görüştüm, çok ciddi bir şey olmadığını söyledi.” dedi Jia Qiang. “ ‘O ilaçtan iki doz alsın, iki gün içinde gelip görürüm.’ dedi. Ama kan tükürdüğünü bilmiyordum. Gidip hemen çağırsam iyi olacak.”

Tam giderken Lingguan seslendi.

“Dur gitme! Güneş ortalığı kavuruyor. Sinirlendiğin için gidiyorsun. Artık getirsen de ona görünmem!”

Genç adam bu sözler üzerine durakladı.

Baoyu bu sahneyi hayranlıktan ağzı açık bir hâlde izliyordu. Sonunda yere kazılarak yazılan o kelimelerin gerçek anlamını kavradı. Burada yeri olmadığı çok açıktı, sessizce çekildi. Jia Qi-ang kendisini Lingguan’a öyle bir kaptırmıştı ki Baoyu’nün gittiğini fark etmedi bile. Onu uğurlamak genç oyunculara kalmıştı.

Düşünceler içinde Kızıl Neşe Avlusu’na doğru yürüyen Baoyu öyle şaşkındı ki nereye gittiğinin farkında bile değildi. Oraya vardığında Daiyu, Xiren ile oturmuş sohbet ediyordu. Delikanlı doğru Xiren’in yanına gitti.

“Dün akşam söylediklerim doğru değildi.” dedi iç geçirerek. “Babam bana kendini beğenmiş cahil demekte haklıymış. Anladım ki ben ölünce hepinizin gözyaşlarının nehir olması mümkün değil. Hepimizin payına düştüğü kadar gözyaşımız var ve sahip olduklarımızla yetinmemiz lazım.”

Xiren bu konuyu tekrar açmasına çok şaşırdı. O akşam söylediklerinin şaka olduğunu ve çoktan unuttuğunu sanmıştı. Güldü.

“Biliyor musun, bazen gerçekten biraz çatlak olduğunu düşünüyorum!”

Baoyu sesini çıkarmadı. Bütün aşkların yazgı olduğundan ve herkesin kendi payına düşeni yaşadığından emin bir şekilde, ölünce kimin kendisi için gözyaşı dökeceğini merak ediyordu. Ama aklından geçen her şeyi tahmin etmeye kalkışmayacağız.

Daiyu onun bu tuhaf davranışlarını görünce bir şeyler olduğunu anladı ama sorgulamanın kendisine düşmediğine karar verdi. Konuyu bambaşka bir tarafa çevirdi.

“Demin annenin yanındaydım, bana yarın Xue teyzenin doğum günü olduğunu söyledi. Gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir karar verdiğinde birini gönderip kendisine haber vermeni istiyor.”

“Geçen sefer She amcamın doğum gününe de gitmedim.” dedi Baoyu. “Şimdi gidersem ve She amcamınkilerden biriyle karşılaşırsam hiç hoş olmaz. Artık doğum günlerine katılmaktan tamamen vazgeçsem daha iyi olacak galiba. Hem bu sıcakta giyinip kuşanmak zorunda kalacağım. Gitmezsem teyzemin üzüleceğini sanmam.”

“O da ne demek!” dedi Xiren. “Amcan başka, o başka! Uzak bir yerde değilsin ki. Hem annenin kardeşi. Gitmezsen nedenini çok merak edeceğinden eminim. Sıcaktan korkuyorsan, sabah erkenden, hava serinken gidersin. Saygılarını sunar, bir fincan çay içip gelirsin. Böylesi daha iyi olur.”

“Tabii ki gitmen lazım!” dedi Daiyu, daha Baoyu cevap veremeden. “Seni sivrisineklerden koruyan kişiye bir ziyaret borçlusun!”

“Ne sivrisineği?” dedi Baoyu, afallamış bir şekilde. “Ne diyorsun sen?”

Xiren, o uyurken Baochai’in yanında sineklikle yatağının kenarında oturduğunu anlattı.

“Ne korkunç bir şey!” dedi Baoyu çok bozularak. “Onun yanında uyumam ne büyük kabalık! Neredeyse çıplaktım. Çok iğrenç!”

Bunun üzerine söylenecek bir şey yoktu. Kesinlikle Xue teyzenin doğum gününe gidecekti. Üçü böyle konuşurken, Xiangyun giyinip kuşanmış bir hâlde içeri girdi. Amcası onu aldırmak için adamlarını göndermişti, veda etmeye gelmişti. Baoyu ve Daiyu ayağa kalkıp onu buyur ettiler ama uzun kalamayacağını söyleyince kapıya kadar geçirdiler. Xiangyun gözyaşlarına hâkim olmaya çalışıyor; amcasının adamlarının yanında üzüntüsünü göstermek istemiyordu. Birkaç dakika sonra sevgili Baochai’in aceleyle onu yolcu etmeye gelişi, gidişini çok daha dayanılmaz bir hâle getirdi. Neyse ki her zaman diğerlerinden daha anlayışlı olan Baochai, onu almaya gelen adamlar eve döndükleri zaman halasına ağladığını söylerlerse başının derde gireceğini fark edip gidişini hızlandırmak için elinden geleni yaptı.

İki kız ve Baoyu Xiangyun’ü iç kapıya kadar geçirdiler. Baoyu daha da ileri gidecekti ama Xiangyun ona engel oldu. Arabasına doğru birkaç adım attıktan sonra vazgeçip geri döndü. Baoyu’yü yanına çağırdı.

“Büyük hanımefendiye beni sık sık hatırlat da unutmasın. O zaman belki birisini gönderip yine beni aldırır.” diye fısıldadı kulağına.

Baoyu öyle yapacağına söz verdi.

Arabasına binişini seyrettikten sonra hep beraber içeri girdiler.

Sonra olanları öğrenmek için gelecek bölümü okumalısın.

37. BÖLÜM

Bir gün güzel bir ilham sayesinde Tanchun Sonbahar

Tazeliği Stüdyosu’nda Begonya Kulübü’nü kurar.

Bir akşam Alpinia Parkı’nda kasımpatılar şiir teması olarak seçilir.

Hikâyemize devam edelim.

Shi Xiangyun gittikten sonra Baoyu ve diğer kızlar eskiden olduğu gibi zamanlarını Bahçe’de gezinerek ve şiirler mırıldanarak geçirdiler. Neler yaptıkları konusunda fazla ayrıntıya girmeden Jia Zheng’a dönelim.