Baoyu ve Xiren bir kahkaha attılar.
“Eğer Kuzen Bao söylemezse sen söylersin. Hadi!” diye devam etti Daiyu, Xiren’in omuzuna dostça vurarak. “Her şeyi anlat. Belli ki ikiniz bir şey için kavga ediyordunuz. Ne için olduğunu söyle bana da aranızı düzelteyim.”
“Aman küçük hanım! Şaka mı yapıyorsun?” dedi Xiren, onu koluyla hafifçe iterek. “Ben sadece bir hizmetçiyim. Böyle şeyler söyleme bana!”
“Sen kendine hizmetçi diyebilirsin ama ben seni yengem olarak kabul ediyorum.”
“Neden insanların dalga geçecekleri isimler takıyorsun ona?” diye karşı çıktı Baoyu. “Zaten insanlar yeterince dedikodu yapıyorlar. Bir de sen eklenirsen nasıl başa çıkacak?”
“Neler hissettiğimi bilmiyorsun, küçük hanım.” dedi Xiren. “Ölmeden bana huzur yok.”
“Sen ölürsen başkaları ne yapar bilmem ama ben üzüntüden ölürdüm!” dedi Daiyu.
“Ben de rahip olurdum.” dedi Baoyu.
“Biraz daha ciddi olun.” dedi Xiren. “İkiniz de benimle dalga geçiyorsunuz.”
Daiyu iki parmağını havaya kaldırıp, muzip bir ifadeyle Baoyu’ye baktı.
“Rahip oluşun iki etti. Bundan sonra hesap tutacağım.”
Baoyu önceki gün söylediği şeyi ima ettiğini biliyordu ve konuyu gülerek geçiştirdi. Kısa bir süre sonra Daiyu gitti. Hemen onun ardından birisi Xue Pan’den bir davet haberi getirdi. Baoyu bu defa gitmesinin iyi olacağını düşündü. Bu seferkinde sadece içki vardı ama Xue Pan parti bitene kadar onu bırakmadı. Akşam bayağı sarhoş hâlde döndü eve.
Sallanarak avlusuna girdiğinde, birisinin serinlemek için yatağını dışarıya çıkarıp uyuduğunu gördü. Xiren olduğunu düşünerek yatağın kenarına oturup onu dürttü.
“Ağrın geçti mi?”
“Beni rahat bırakır mısınız?” dedi yataktaki kişi doğrulup oturarak.
Xiren değil de Qingwen olduğunu gören Baoyu kızın elinden tutup yanına çekti.
“Giderek daha da inatçı oluyorsun.” dedi gülerek. “Bu sabah yelpazeyi kırdığında sadece birkaç zararsız söz söyledim ama sen veryansın ettin! Sonra Xiren bütün iyi niyetiyle seni ikna etmeye çalışırken, ona saldırdın! Gerçekten bunun yersiz olduğunu düşünmüyor musun?”
“Hava çok sıcak, ellerinizi üzerimden çekin.” dedi Qingwen. “İnsanlar görseler ne derler? Sizinle burada böyle oturmam doğru değil.”
“Madem burada oturmanın doğru olmadığını biliyorsun, neden yatıyorsun?” diye takıldı Baoyu. Bir cevap veremeyen kız kıkırdadı.
“Siz burada yokken sorun değil. Bunu yanlış yapan şey sizin burada olmanız. Şimdi izin verin de kalkıp banyo yapayım. Xiren ile Sheyue yıkandılar, onları size göndereyim.”
“Çok içtim, bana da yıkanmak iyi gelir. Sen de yıkanmadığına göre küveti doldur da beraber yıkanalım.”
Qingwen gülerek bu teklifi reddetti.
“Yok olmaz! Buna cesaret edemem. Bihen yıkanmanıza yardım ederken neler olduğunu unutmadım. İki üç saat sürmüştü de hepimiz çok endişelenmiştik. Siz orada olduğunuz için içeri de girmek istemedik, sonradan girip baktık ki her yer su içinde kalmıştı, yatağın ayakları göl olmuş, hatta üzerine bile suç sıçramıştı. Kim bilir nasıl yıkanıyordunuz! Günlerce buna güldük. Benim o kadar suyu temizleyecek zamanım yok, o nedenle sizinle yıkanamam. Hem zaten hava serinledi, yıkanacağımı hiç sanmıyorum. Size bir tas su getireyim, yüzünüzü yıkayıp saçınızı tarayın. Yuanyang bir sürü meyve gönderdi, büyük bir kâse buzlu suyun içine koyduk. Size getirmelerini söyleyeyim.”
“Peki o zaman!” dedi Baoyu. “Sen yıkanmıyorsan, ben de sadece ellerimi yıkarım. Biraz meyve gönderebilirsin.”
Qingwen güldü.
“Daha bugün bana sakar olduğumu söylediniz. Yelpazeyi bile kırmadan taşıyamıyorum. Meyve nasıl getireyim? Ya tabağı kırarsam? Bunun sonucunu düşünemiyorum bile!”
“Ne istersen yap!” dedi Baoyu. “Bu eşyalar bizim kullanmamız için var. Nasıl kullanacağımız kişisel tercihimize kalmış. Örneğin, yelpazeler serinlemek içindir ama eğer sen onları parçalamaktan zevk alıyorsan, bunu yapmaman için bir neden yok. Yapmaman gereken şey, öfkeni onlardan çıkarmak. Tabaklar ve fincanlar için de aynı şey geçerli. Onlar yiyecek ve içecekleri koymak içindir. Ama eğer sen sırf çıkan sesi seviyorsun diye onları kırmak istersen, bunu yapabilirsin. Yeter ki hırsa kapılıp sinirini onlardan çıkarma! Altın kural bu.”
“Peki o zaman.” dedi Qingwen, sinsi bir gülüşle. “Yelpazenizi verin de parçalayayım. Yırtılan yelpaze sesine bayılıyorum.”
Baoyu çıkarıp verdi. Kız hevesle alıp ’çıt’ diye ikiye ayırdı. Sonra tekrar ve tekrar. Baoyu takdir eden bir izleyici olarak gülerek teşvik etti.
“Aferin! Daha çok ses çıkar!”
Tam o sırada Sheyue geldi. İkisine de öfkeyle baktı.
“Yapmasana!” dedi. “Eşyaları böyle ziyan etmek çok kötü bir şey!”
Ama Baoyu ayağa fırlayıp onun yelpazesini de elinden aldı ve Qingwen’e verdi. Kız hemen paramparça etti. Bunun üzerine ikisi bir kahkaha kopardılar.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” dedi Sheyue. “Kırdığınız benim yelpazemdi. Eğlence anlayışınız bu mu?”
“Eski bir yelpazeydi zaten!” dedi Baoyu. “Yelpaze kutusundan başka bir tane al kendine.”
“En iyisi kutuyu buraya getirin de hepsini kırsın!”
“Tamam. Hadi git, getir.” dedi Baoyu.
“Böyle bir saçmalık yapmam! Bileğini kırmadı ya, o gidip getirsin.”
“Yoruldum ben.” dedi Qingwen, kendini beğenmiş bir şekilde yatağa uzanarak. “Birazını da yarın parçalarım.”
Baoyu güldü.
“Eskiler ne der bilirsin.” dedi Baoyu. “Bin parça altın bile güzel bir kadının gülümsemesini satın alamaz. Birkaç yelpazenin lafı mı olur?”
Sonra Xiren’e seslendi. Üzerine temiz kıyafetlerini giyen Xiren dışarı gelip, onlara katıldı. Küçük Jia Hui kırılan yelpaze parçalarını temizledi. Sonra hepsi bir süre oturup serinliğin tadını çıkardılar. Ama hikâyemiz bu akşama dair başka bir ayrıntı vermiyor.
***Ertesi gün öğlen Wang Hanım, Baochai, Daiyu ve kızlar Büyük Hanımefendi Jia’nın salonunda otururlarken, birisi Shi Xiangyun’ün geldiğini haber verdi. Kısa bir süre sonra bir grup yaşlı kadın ve genç hizmetçi eşliğinde Shi Xiangyun avluya girdi. Baochai, Daiyu ve diğerleri onu karşılamak için dışarı koştular. Bir aydır birbirlerini görmeyen genç kızlar için tekrar kavuşmak sevgi göstermek için bir fırsattı. Karşılıklı olarak duyguların ifade edilmesinden sonra hepsi içeri girince, selamlaşmalar, hatır sormalar tamamlandı ve Büyükanne Jia, hava çok sıcak olduğundan Xiangyun’e üstünü çıkarmasını önerdi. Kız hevesle ayağa kalktı ve üst üste giydiği iki parça kıyafetini çıkardı.
“Hayret çocuğum!” dedi Wang Hanım, şaşkınlık içinde. “Ne kadar çok şey giymişsin! Hiç bu kadar sıkı giyinen birini görmemiştim.”
“Shi teyzem giydirdi hepsini.” dedi Xiangyun. “Mecbur kalmasam asla giymezdim!”
“Sen Xiangyun’ü bilmezsin, teyze.” diye araya girdi Baochai, gülerek. “Başkalarının kıyafetlerini giymeye bayılır. En çok da erkeklerinkini. Geçen yıl üçüncü ya da dördüncü ayda buraya geldiği zaman, Baoyu’nün kürklerinden birini ve çizmelerini giymiş, beline de kemerlerinden birini takmıştı. İlk bakışta Kuzen Bao’ya benziyordu. Sadece küpeleri onu ele veriyordu. Şu sandalyenin arkasında durunca, Büyükanne Jia bile aldanıp, ‘Baoyu, gel buraya! Dikkatli olmazsan o lambanın püsküllerinden gözüne toz kaçacak!’ demişti. Ama Xiangyun sadece gülmüş ve yerinden kıpırdamamıştı. Sonunda insanlar daha fazla dayanamayıp gülünce, büyükanne de kim olduğunu anlayıp gülmüş; çok yakışıklı bir delikanlı olduğunu söylemişti.”
“Bu bir şey mi?” dedi Daiyu. “Ya geçen yıl, birinci ayda iki günlüğüne bize kalmaya geldiğinde, kar yağdığı zaman olanlar? Büyükanne ve Wang teyze bir yerden yeni gelmişlerdi, galiba atalarımızın resimlerine saygılarını sunup dönmüşlerdi. Xiangyun büyükannenin yeni kırmızı yün pelerinini görünce kaptığı gibi üstüne geçirmiş, ona çok büyük ve uzun geldiğinden bir mendille belinden bağlayıp öyle dışarı çıkmış, hizmetçilerle beraber kardan adam yapmıştı. Sonra su oluğunun üstüne düşmüştü de her tarafı çamur olmuştu.”
Diğerleri de bu olayı hatırlayıp güldüler.
Baochai, Xiangyun’ün dadısı Bayan Zhou’ya, Xiangyun’ün hâlâ eskisi kadar erkeksi olup olmadığını sordu. Dadı Zhou hiçbir şey söylemeden güldü.
“Ben muzipliklerine pek aldırmıyorum da keşke bu kadar geveze olmasaydı.” dedi Yingchun. “İnanmazsınız, gece yatağında bile konuşmaya devam ediyor, sonra gülüyor ve tekrar konuşuyor, tekrar gülüyor. Anlattığı saçmalıkları hayatınızda duymamışsınızdır. Nereden buluyor bunları, bilmem!”
“Belki de artık düzelmiştir.” dedi Wang Hanım. “Geçen gün birisinin bir nişan meselesinden söz ettiğini duydum; belki de yakında kayınvalidesiyle beraber oturacak. O zaman bu kadar erkeksi olamaz, kendisine çekidüzen vermesi gerekir.”
“Bu sefer kalıyor musun, yoksa dönecek misin?” diye sordu Büyükanne Jia.
“Hanımefendi getirdiğimiz kıyafetleri görmedi.” diye cevap verdi Dadı Zhou. “Bir iki gün kalmak istiyoruz.”
“Bao evde yok mu?” diye sordu Xiangyun.
“Şuna bakın!” dedi Baochai. “Aklı fikri Kuzen Bao’da. İkisi de yaramazlığa düşkün olduğundan çok iyi anlaşıyorlar. Demek ki muziplikleri henüz geçmemiş.”
“Artık yeterince büyüdünüz, birbirinize bebeklik isimlerinizle hitap etmeseniz iyi olur.” dedi Büyükanne Jia, nişandan söz edilince artık bebeklerinin hızla birer yetişkin olduklarını hatırlayarak.
O sırada Baoyu geldi.
“Ah! Merhaba, Yun!” diye bağırdı. “Geçen seni davet ettiğimizde neden gelmedin?”
“Büyükanne daha demin artık birbirinize bebeklik isimlerinizle hitap etmemenizi söyledi.” dedi Wang Hanım. “Sanırım bu iyi bir başlangıç olmadı.”
“Kuzenimiz sana güzel bir şey verecek.” dedi Daiyu, Xiangyun’e.
“Öyle mi? Neymiş?” dedi Xiangyun.
“İnanma sen ona!” dedi Baoyu, gülerek. “Tanrı’m! Geçen kısa zaman içinde ne kadar da uzamışsın!”
Xiangyun güldü.
“Xiren nasıl?”
“Çok iyi, teşekkürler.”
“Onun için bir şey getirdim.” dedi Xiangyun. Düğüm yapılmış, ipek bir mendil çıkardı.
“O da ne?” diye sordu Baoyu. “Neden geçen gün gönderdiklerin gibi bir çift kırmızı, akik küpe getirmedin?”
“Bunların ne olduğunu sanıyorsun?” dedi Xiangyun ve gülerek mendili açıp öncekilere benzeyen dört küpe çıkardı.
“Şu kıza bir bakın!” diye bağırdı Daiyu. “Bunlar geçen gün uşağınla gönderdiklerinin aynısı. O zaman bunları da ekleyip zahmetten kurtulsaydın ya! Ben de mendile sarıp kendin getirince, daha nadir bulunan bir şey olduğunu sandım. Aynısından birkaç tane daha! Ne aptalsın!”
“Sensin aptal!” dedi Xiangyun. “Niyetimi anlattığım zaman, buradakiler hangimizin daha aptal olduğuna karar verirler. Sana ve kızlara bir şeyler gönderdiğimde, uşağın bir şey söylemesine gerek kalmadan sizin için olduğunu anlayacağınızı düşünüyorum ama eğer hizmetçilerden birine bir şey gönderiyorsam, uşağa kimin için olduğunu iyice açıklıyorum. Eğer uşak akıllı biriyse, sorun yok ama pek de parlak bir zekâya sahip biri değilse ve isimleri hatırlamakta zorluk çekerse, sizinkiler de dâhil her şeyi birbirine karıştırabilir. Eğer gönderdiğim kişi kadınsa, durum o kadar kötü olmaz ama geçen günkü erkekti ve onların kız isimleri konusunda ne kadar umutsuz vaka olduklarını bilirsiniz. Yani, hizmetçilerin hediyelerini kendim getirirsem çok daha iyi olur diye düşündüm. İşte!” Küpeleri birer birer masaya koydu.
“Biri Xiren’e; biri Yuanyang’a, biri Jinchuan’a, biri de Pinger’ya. Bir uşak bu isimleri doğru hatırlayabilir mi sence?”
Herkes güldü.
“Zekice!” dediler.
“Ne güzel konuştun!” diye bağırdı Baoyu. “Her zaman ne yapacağını iyi bilir!”
“O kadar güzel konuşmasaydı, o altın Tekboynuz’u hak etmezdi.” dedi Daiyu, öfkeyle ayağa kalkıp salondan çıkarak.
Neyse ki dediklerini sadece Baoyu ve Baochai duydu. Baochai yüzünü ekşiterek güldü; Baoyu de yine yersiz konuştuğu için pişmanlık duydu ama Baochai’in yüz ifadesini görünce kendisi de güldü. Sonra Baochai ayağa fırlayıp Daiyu’ye takılmaya gitti.
“Çayını içip dinlendikten sonra, gidip evli kuzenlerini görebilirsin. Kızlarla Bahçe’de gezinirsin. Çok güzel ve serindir orası.” dedi Büyükanne Jia.
Xiangyun teşekkür etti. Küpeleri tekrar mendile sardı; dadılarının ve hizmetçilerinin eşliğinde Xifeng’a uğradı; bir süre onunla sohbet ettikten sonra Bahçe’ye gidip Li Wan’i gördü; onunla da kısa bir süre oturup Xiren’i bulmak için Kızıl Neşe Avlusu’na gitti.
“Hepinizin benimle gelmesine gerek yok.” dedi dadılarına ve hizmetçilerine. “Siz de gidip dost ve akrabalarınızı görebilirsiniz. Sadece Cuilu kalsın yeter.”
Diğerleri teşekkür edip dağıldılar. Xiangyun Cuilu ile kaldı.
“Neden lotuslar açmamış?” diye sordu Cuilu.
“Henüz zamanı gelmedi.” dedi Xiangyun.
“Bak, onlar da bizim havuzdakiler gibi çift çiçekli olacak.” dedi Cuilu.
“Bizimkiler daha güzel.” dedi Xiangyun.
“Nar ağaçlarına bak! Dört beş dal üst üste birleşmiş. Pek kolay bir şey değil! Nasıl olmuş acaba?”
“Bitkiler de insanlar gibidir.” dedi Xiangyun. “Yapıları ne kadar sağlıklı olursa, o kadar iyi büyürler.”
“Buna inanmıyorum ben!” dedi Cuilu, başını sallayarak. “Madem insanlarla bitkiler aynı, neden başının üstünde bir baş daha olan kimse görmüyoruz?”
Xiangyun kızın saflığı karşısında kahkahasını tutamadı.
“Sana daha önce de söyledim, çok konuşuyorsun!” dedi. “Şimdi sana bunu nasıl açıklayacağıma bir bakalım. Dünyadaki her şey Yin ve Yang denilen ikili prensiple şekillenir. Yani iyi ya da kötü, tuhaf ya da harika olsun meydana gelen her şey, bu iki gücün olumlu ya da olumsuz etkisine bağlıdır. Kimsenin daha önce görmediği en nadir, en tuhaf şeyler için de bu geçerlidir.”
“Dediğine göre, dünyanın başlangıcından bugüne kadar var olan her şey Yin ve Yang’dı.”
“Hayır, aptal!” dedi Xiangyun. “Konuştukça saçmalıyorsun! O kadar çok Yin ve Yang olabilir mi? Aslına bakarsan Yin ve Yang tek ve aynı şeydir. Birisinin bittiği yerde diğeri başlar. Ama biri sona erince öbürü yoktan var olur anlamına gelmiyor.”
“Bu benim için fazla karışık!” dedi Cuilu. “Ne biçim şey bu Yin ve Yang? Bir biçimleri var mı? Hiç gören olmuş mu? Sadece bunu söyle. Neye benziyorlar?”
“Yin ve Yang bir tür doğal kuvvet.” dedi Xiangyun. “Her şeye kendi ayırt edici biçimini verir. Örneğin, gökyüzü Yang, yeryüzü Yin’dir; su Yin, ateş Yang’dır; güneş Yang, ay Yin’dir.”
“Ah evet! Şimdi anladım.” dedi Cuilu, sevinçle. “Demek bu yüzden yıldız falcıları güneşe ‘Yang yıldızı,’ aya da ‘Yin yıldızı’ diyorlar.”
“Buda’ya şükür! Sonunda anladın!”
“O kadar zor değilmiş! Peki, ya sivrisinek, pire, tatarcık, bitki, çiçek, tuğla, kiremit gibi şeyler? Onlar için de Yin ve Yang var mı?”
“Var tabii! Örneğin yaprak. Yin ve Yang diye ikiye ayrılıyor. Gökyüzüne doğru bakan, üst kısmı Yang, yere bakan, alt kısmı Yin.”
“Anlıyorum. Evet.” diyerek başıyla onayladı Cuilu. “Peki, elimizdeki yelpazeler? Herhâlde onlar için Yin ve Yang yoktur?”
“Var. Ön tarafı Yang; arka tarafı Yin.”
Cuilu tatmin olup başını salladı yine. Soracağı başka nesneler düşündü ama o anda aklına gelmeyince ilham almak için etrafına baktı. O sırada hanımının kuşağına takılı olan altın Tekboynuz gözüne takıldı.
“Peki, hanımım.” dedi eliyle işaret ederek. “Şunun için de Yin ve Yang olduğunu söylemeyeceksin herhâlde?”
“Elbette. Kuşlar ve hayvanlarda erkekler Yang, dişiler Yin’dir.”
“O zaman bu Yang mı, yoksa Yin mi?”
“Yine başlama, aptal kız!” diye bağırdı Xiangyun.
“Tamam, boş ver! Ama her şey için Yin ve Yang varsa, ya biz insanlar?”
“Git şuradan seni sefil şey!” diye bağırdı Xiangyun, tükürerek. “Artık çok ileri gidiyorsun!”
“Neden söylemiyorsun? Neyse, ben biliyorum. Bana bu kadar kötü davranmana gerek yok.”
Xiangyun gülmemek için kendisini tuttu.
“Ne biliyormuşsun bakalım?”
“Sen Yang’sın, ben Yin.” dedi Cuilu.
Xiangyun mendilini ağzına kapatıp kahkaha attı.
“Doğru, değil mi?” diye ısrar etti Cuilu. “Nesi komik?”
“Evet, evet!” dedi Xiangyun. “Çok doğru.”
“Hep öyle demezler mi?” dedi Cuilu. “Efendi Yang’dır; hizmetçi Yin. Ben bile bu kuralı biliyorum.”
“Bildiğinden eminim! Çok güzel.”
Onlar böyle konuşurlarken, gül çardağının kenarında parlayan bir şey Xiangyun’ün gözüne takıldı. Parmağıyla Cuilu’ya işaret etti.
“Gidip baksana, neymiş.” dedi.
Cuilu hemen gidip aldı.
“Ha, ha!” dedi, elindeki nesneyi inceleyerek. “Yang mı, yoksa Yin mi şimdi göreceğiz.”
Böyle dedikten sonra Xiangyun’ün kuşağındaki Tekboynuz’u alıp yakından baktı. Xiangyun elindekini görmek istedi ama Cuilu izin vermedi.
“Gösteremem, hanımım, benim definem.” dedi gülerek. “Ne komik! Nereden geldi acaba? Burada böyle bir şey takan kimse görmedim.”
“Hadi! Göstersene!” dedi Xiangyun.
“İşte!” dedi Cuilu, avucunu açarak.
Xiangyun baktı. Çok güzel, ışıl ışıl, altın bir Tekboynuz’du, kendisininkinden daha büyük ve süslüydü. Uzanıp elinden aldı, avucunun içine koyup bir süre sessizce baktı. Her ne düşündüyse, Baoyu’nün ani gelişiyle yok olup gitti.
“Bu kavurucu güneşin altında durmuş ne yapıyorsunuz?” diye sordu Baoyu. “Neden Xiren’i görmeye gitmedin?”
“Gidiyorduk.” dedi Xiangyun, hemen altın Tekboynuz’u saklayarak.
Üçü beraber Kızıl Neşe Avlusu’na girdiler. Xiren, giriş merdivenlerinin altındaki verandanın parmaklıklarına dayanmış, hava alıyordu. Xiangyun’ü görür görmez, karşılamaya gitti. Onu elinden tutup eve doğru yöneltti. Giderken, neşeyle görüşmeyeli neler yaptıklarını konuştular.
“Daha önce gelmeliydiniz.” dedi Baoyu, içeri girip oturdukları zaman. “Burada senin için sakladığım güzel bir şey var, vermek için gelmeni bekliyordum.”
Bunu söylerken ceplerini karıştırıyordu. Aradığı şeyi bulamayınca, çok şaşırdı.
“Hayret!” Sonra Xiren’e döndü. “Başka bir yere mi kaldırdın?”
“Neyi?” diye sordu Xiren.
“Geçen gün aldığım altın Tekboynuz’u.”
“Her yere yanında götürüyordun. Neden bana soruyorsun?” dedi Xiren.
Baoyu üzüntüyle ellerini kenetledi. “Ah, kaybettim! Şimdi nereden bulacağım?”
Çıkıp aramak için ayağa kalktı. O anda Xiangyun biraz önce dışarıda buldukları o Tekboynuz’u Baoyu’nün düşürdüğünü anladı.
“Ne zamandan beri sendeydi?” diye sordu.
“Birkaç gün oluyor. Tüh! Bir daha onun gibisini bulamam. Asıl sorun, ne zaman kaybettiğimi bilmemem. Ah! Ne aptalım!”
“Bir süs eşyası için mi bu kadar üzülüyorsun?” diye sordu Xiangyun. “Neyse ki daha önemli bir şey değilmiş!” Sonra avucunu açtı. “Bak! Bu mu yoksa?”
Baoyu görünce çok sevindi.
Devamı gelecek bölümde anlatılıyor.
32. BÖLÜM
Baoyu yanlış kişiye itirafta bulununca şaşkına döner.
Utanç Jinchuan’ı intihara sürükler.
Altın Tekboynuz’u gören Baoyu’nün çok sevindiğini söylemiştik. Uzanıp Xiangyun’den hevesle aldı.
“Senin bulmam şaşılacak şey! Neredeydi?”
“Neyse ki kaybettiğin şey buymuş. Bir gün resmî mührünü kaybedersen, o zaman ne olacak?”
“Ah, resmî mühür de bir şey mi?” dedi Baoyu. “Böyle bir şeyi kaybetmek çok daha önemli.”
Bu arada Xiren çayları koyuyordu.
“Önceki gün güzel haberlerini duydum.” dedi Xiangyun’e çayını verirken. “Tebrikler!”
Xiangyun kızardığını göstermemek için fincanının üzerine eğildi ve cevap vermedi.
“Utanacak ne var?” dedi Xiren. “Yıllar önce Büyükanne Jia’nın dairesindeki küçük oyukta beraber yattığımız bir gece bana söylediklerini unuttun mu? O zamanlar utanmıyordun. Şimdi birdenbire ne oldu?”
Xiangyun’ün yüzü daha da kızardı. Zoraki bir şekilde gülümsedi.
“Hâlâ onu mu söylüyorsun?” diye karşı çıktı. “O zamanlar ne kadar yakındık. Sonra amcamın ilk karısı ölünce, ben eve dönmek zorunda kaldım; seni de Kuzen Bao’ya verdiler. Neden bilmem ama ondan sonra ne zaman buraya gelsem, seni bana karşı değişmiş buluyorum.”
Şimdi kızarıp itiraz etme sırası Xiren’e gelmişti.
“Asla!” dedi Xiren. “Burada yaşamak için ilk geldiğinde hep bana ‘kardeşim,’ ‘sevgili kardeşim’ derdin. Saçını taramamı ya da yüzünü yıkamamı istediğinde tatlı dille söylerdin. Ama şimdi her şey değişti. Artık genç bir hanım oldun, değil mi? Hem bana bir hanım gibi davranıp hem de aynı samimiyette olmamı bekleyemezsin.”
“Buda aşkına! Bu haksızlık!” dedi Xiangyun, gerçekten içerleyerek. “Sana hanım gibi davranmaktansa ölmeyi tercih ederim. Bu korkunç sıcakta buraya kadar geldim ve ilk görmek istediğim kişi sen oldun. Bana inanmıyorsan Cuilu’ya sor. O sana söylesin. Evde hep seni ne kadar özlediğimi söylüyorum.”
Xiren ve Baoyu güldüler.
“Üzme kendini, şaka yaptım! Ne telaşelisin.”
“Söylediğin şeyin ne kadar yaralayıcı olduğunu kabul etmeyip bir de bana telaşeli mi diyorsun?”
Bunu söylerken ipek mendilin düğümünü açıp küpelerden birini çıkardı. Xiren’e verince genç kadın çok duygulandı.
“Aslında benim aynısından vardı.” dedi. “Geçen gün küçük hanımlara gönderdiğinde bana vermişlerdi. Ama özellikle buraya kadar getirdiğin için çok düşüncelisin! Demek beni unutmadın! Böyle küçük şeyler bile nasıl biri olduğunu gösteriyor. Çok büyük bir değeri olmadığını biliyorum. Önemli olan ardındaki düşünce.”
“Gönderdiğimi sana kim verdi?” diye sordu Xiangyun.
“Bayan Baochai.” dedi Xiren.
“Ah!” dedi Xiangyun. “Demek Bayan Bao’ymış, ben de Bayan Lin olduğunu sanmıştım. Evdeyken Baochai’in bütün kuzenlerimin içinde en iyisi olduğunu düşünürdüm. Aynı anneden doğmamamız ne üzücü! Kardeş olsaydık, o zaman yetim olmak o kadar kötü bir şey sayılmazdı.”
Bunları söylerken, göz kapakları kızardı, neredeyse ağlayacaktı.
“Tamam, tamam!” diye bağırdı Baoyu. “Böyle konuşma!”
“Niye ki?” dedi Xiangyun. “Ben senin derdini biliyorum. Kuzen Lin duyar, Kuzen Bao’yı övdüğüm için yine bana kızar diye korkuyorsun. Bu yüzden endişeleniyorsun, değil mi?”
“Ah Bayan Yun! Hâlâ eskisi gibi dobrasın!” dedi Xiren, gülerek.
“Hep söylerim, siz kızlarla konuşmak ne kadar da zor!” dedi Baoyu. “Haklıymışım!”
“Böyle konuşup da beni kızdırma, kuzen. Bizimle dilediğin şekilde konuşabilirsin ama Kuzen Lin’e karşı dikkatli olmalısın.”
“Boş ver bunu şimdi!” dedi Xiren. “Senden bir şey isteyeceğim.”
“Nedir o?” dedi Xiangyun.
“Bir çift terlik yapmaya başlamıştım ama son bir iki gündür pek iyi olmadığımdan bitiremedim. Senin yapacak zamanın var mı?”
“Ne tuhaf bir istek!” dedi Xiangyun. “Onca becerikli hizmetçinin haricinde, bu evde tüm gün çalışan terzileriniz ve nakışçılarınız var. Neden benden istiyorsun? Onlar seni geri çevirmezler ki?”
“Ne diyorsun sen?” dedi Xiren. “Bu dairedeki dikiş işlerinin hiçbiri terziler tarafından yapılmıyor. Bunu biliyor olmalısın.”
Xiangyun bu terliklerin Baoyu için olduğu sonucunu çıkardı.
“Peki.” dedi. “O zaman senin için ben yaparım. Ama bir şartla: Eğer sen giyeceksen. Başkası içinse yapamam.”
“Yok artık!” dedi Xiren. “Senden kendim için terlik isteyecek değilim ya! Dürüstçe söylemek gerekirse benim için değil ama kim için olduğunu da sorma. Bana bir iyilik yaptığını düşün.”
“Mesele o değil.” dedi Xiangyun. Geçmişte senin için bir sürü şey yaptım. Bu sefer neden yapmak istemediğimi bilmen gerekir.”
“Üzgünüm ama bilmiyorum.” dedi Xiren.
“Senin için yaptığım yelpaze kılıfını kendisininkiyle karşılaştırılınca öfke nöbeti geçirip, makasla paramparça eden birisini duydum. Her şeyi biliyorum, o yüzden bana karşı çıkma sakın! Durum böyle olunca, benden bunu yapmamı bekliyorsan, bana köle muamelesi yapıyorsun demektir.”
“Ben o zaman kılıfı yapanın sen olduğunu bilmiyordum.” diye araya girdi Baoyu hemen.
“Gerçekten bilmiyordu.” dedi Xiren. “Çok ince ve orijinal iğne işi yapabilen birisini bulduğumuzu ve o yelpaze kılıfını da deneme olarak ona yaptırdığımızı söylemiştim. Dediğime inandı ve herkese göstererek dolaştı. Maalesef bu, bildiğin o kişiyi rahatsız etti ve makası alıp parçaladı. Sonra Baoyu aynı kişinin başka bir tane daha yapmasını isteyince, senin yaptığını söyledim. O zaman çok üzüldü.”
“Yine de bence çok tuhaf bir istek bu!” dedi Xiangyun. “Madem Bayan Lin bir şeyleri kesebiliyor, o zaman senin için dikebilir de. Neden ondan istemiyorsun?”
“Ah, yapmaz ki!” dedi Xiren. “Hem o yapsa bile, Büyükanne Jia yorulur diye izin vermez. Doktorlar sakin bir şekilde dinlenmesini söylediler. Bu işle onu sıkıntıya sokmak istemem. Küçücük bir cüzdanı işlemesi tam bir yıl sürmüştü. Son altı aydır eline iğne aldığını görmedim.”
Bir haberle gelen bir hizmetkâr konuşmalarını böldü.
“Refah Sokağı’ndan Bay Jia geldi. Beyefendi, küçük beyin onu karşılamasını istiyor.”
Söz konusu Bay Jia’nın Jia Yucun olduğunu anlayan Baoyu biraz huzursuz oldu ve gitmek istemedi. Ama Xiren hemen kıyafetlerini getirmek için fırladı. Baoyu oturup çizmelerini giyerken homurdandı.
“Babamın ona eşlik etmesi yeterdi. Neden her seferinde beni görmek istiyor?”
Xiangyun onun memnuniyetsizliğine güldü.
“İnsanları ağırlamakta çok iyi olduğundan eminim.” dedi. “Bu yüzden Beyefendi Zheng seni istiyor.”
“Bu mesaj babamdan gelmedi.” dedi Baoyu. “Kendisi uydurdu.”
“ ‘Ev sahibi kibar olunca misafir eksik olmazmış.’ ” dedi Xiangyun. “Demek ki seni görmekten memnun oluyor, yoksa istemezdi.”