banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt


Baoyu lambayı yere doğru tuttu. Yatağın yanında, Xiren’in tükürdüğü yerde parlak kırmızı kan lekesi görünce dehşete kapıldı.

“Ne korkunç!” diye bağırdı.

Xiren de baktı ve kanı görünce içi fena oldu.

Sonra olanlar gelecek bölümde.

31. BÖLÜM

Parçalanan bir yelpaze gümüş bir kahkaha değerindedir.

Kayıp bir Tekboynuz mutlu bir evliliğin işaretidir.

Kanı göre Xiren fenalaştı çünkü hep insanların, “Gençken kan tükürürsen, erken ölürsün ya da hayatını hastalıklı olarak geçirirsin.” dediklerini duyardı. Şimdi bunu hatırlayıp geleceğe dair bütün parlak ve tutkulu umutlarının boşa gittiğini hissetti. Acı acı gözyaşı döktü. Bunu gören Baoyu’nün de yüreği sızladı.

“Ne oldu?” diye sordu.

“Yok bir şey.” dedi Xiren zoraki gülümseyerek. “İyiyim.”

Baoyu hizmetçilerden birini çağırıp biraz pirinç şarabı ısıtmasını ve keçi kanı hapı getirmesini isteyecekti ama Xiren gözyaşlarının arasından gülümseyerek elini tutup onu durdurdu.

“Eğer velvele koparırsan, herkes buraya doluşur ve caka satıyorum diye beni suçlar. Hem zaten kimse bir şeyin farkında değilken, dikkatleri üzerimize çekmemiz ikimiz için de iyi olmaz. Yapacağın en mantıklı şey, yarın çocuklardan birini Dr. Wang’a gönderip ilaç aldırman. Kimse anlamadan, birkaç dozdan sonra iyileşirim herhâlde. En iyisi bu, değil mi?”

Baoyu ona hak verdi ve başkalarını ayağa kaldırma fikrinden vazgeçti. Masanın üzerindeki çaydanlıktan bir fincan çay koyup, ağzını çalkalaması için Xiren’e verdi. Xiren efendisinin başında beklemesinden rahatsız oldu ama yardımını geri çevirirse herkesi ayaklandıracağından korkarak, yatağına yatıp delikanlının üzerine titremesine izin verdi.

Ertesi gün, şafak sökerken, Baoyu kıyafetlerini üstüne geçirdi, yıkanıp taranmayı bile beklemeden Bahçe’den çıktı, konağın ön tarafındaki çalışma odasına gitti. Doktor Wang Jiren’i çağırtıp soru yağmuruna tuttu. Doktor söz konusu kanamanın tekmeden kaynaklandığını öğrenince, durumu fazla ciddiye almadı; sadece bazı hapların adını verip lapanın içine katılmasını söyledi. Baoyu onun talimatlarını not etti ve yerine getirmek için Bahçe’ye döndü. Ama burası bizim hikâyemizin bir parçası değil.

***

Festival günü gelmişti. Eğir otları ve pelinler kapılara asılmış, herkes giysisine kaplan muskası takmıştı. Öğlen Wang Hanım küçük bir parti verdi, Xue teyze ve Baochai de davetliler arasındaydı. Baoyu kızın tavırlarının buz gibi olduğunu ve kendisiyle gönülsüz konuştuğunu görünce önceki gün ona karşı patavatsızlığı yüzünden olduğunu anladı. Wang Hanım da Baoyu’nün keyifsizliğini önceki gün Jinchuan ile yaşananlara atfedip ona aldırış bile etmedi. Baoyu’nün somurtkanlığını gören Daiyu ise Baochai’i gücendirdiği için böyle olduğunu düşünüp, bu konuya böylesine önem vermesine içerleyip kendisi de surat astı. Önceki gece Baoyu ile Jinchuan arasında olanları Wang Hanım’dan öğrenen Xifeng’a gelince, yengesinin hoşnutsuzluğunu düşünerek neşesi kaçtı, her zamanki gibi gülüp şakalaşmadı; böylelikle atmosfer daha da soğudu. Herkesin son derece keyifsiz olduğunu gören Yingchun, Tanchun ve Xichun de rahatsız oldular. Sonunda, çok kısa bir süre daha oturmaya devam eden grup dağıldı.

Daiyu normalde yalnızlığı toplantılara tercih ederdi. Bunun nedeni olarak da “Bir araya gelmenin kaçınılmaz sonucu ayrılmaktır ve insanlar birlikteliklerden ne kadar keyif alırlarsa, ayrıldıklarında kendilerini o kadar yalnız ve mutsuz hissederler. O zaman en başından bir araya gelmemek daha iyi. Aynı şey çiçekler için de geçerli. Açtıkları zaman insanları sevindirirler ama solduklarını görmek ekstra hüzün getirir; o zaman hiç açmasınlar daha iyi.” derdi.

Öte yandan Baoyu bunun tamamen tersini düşünüyordu. Partilerin sonsuza kadar devam etmesini, çiçeklerin de sürekli açmalarını isterdi. Sonunda partiler bittiğinde ve çiçekler solduğunda, tabii ki çok üzülürdü ama bunun bir çaresi yoktu.

Bugün de herkes kasvetli bir şekilde partiden ayrılınca, Daiyu bundan hiç etkilenmedi. Baoyu ise moral bozukluğu içinde, iç çekerek ve kendi kendine söylenerek odasına döndü. Maalesef üstünü değiştirmesine yardım etmek için Qingwen gelmişti. Can sıkacak derecedeki savrukluğu yüzünden bir yelpazeyi yere düşürüp, sonra da üstüne basarak kırdı. “Sakar!” diye azarladı Baoyu. “Kendi evin olduğunda da bu kadar dikkatsiz mi olacaksın?”

Qingwen alaycı bir şekilde burun kıvırdı.

“Son zamanlarda ne kadar huysuz oldunuz, Efendi Bao.” dedi. “Nereye dönsek ters bir bakışınızla karşılaşıyoruz. Dün Xiren bile payını aldı. Bugün de bende kusur buldunuz. Ben de tekme bekleyeyim mi? Vurun! Bir yelpazeye basıp kırmanın bu kadar korkunç bir şey olduğunu sanmıyorum. Geçmişte sayısız kâse ve fincan kırıldı ama kılınızı kıpırdatmadınız. O zaman şimdi bu yaygara niye? Benim hizmetimden memnun değilseniz, kovun ve daha iyisini alın. Lafı dolandırmaya lüzum yok.”

Onu dinlerken Baoyu o kadar sinirlendi ki tir tir titriyordu.

“Merak etme, yakında gideceksin zaten!” diye bağırdı.

Yan odadan bu konuşmaya kulak misafiri olan Xiren hemen içeri girdi.

“Yine ne oldu?” diye sordu, Baoyu’ye dönerek. “Arkamı döner dönmez bir sorun çıkıyor demiştim ben sana.”

“Bunu biliyordun madem, biraz daha erken gelip bu krizi önleseydin ne iyi olurdu!” dedi Qingwen. “Ona en iyi hizmet eden tek kişinin sen olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama hiçbirimiz bunu nasıl başardığını anlayamıyoruz. Sanırım bu işi o kadar iyi becerdiğin için dün kaburgalarına tekmeyi yedin. Bu kötü hizmetimin karşılığında beni neler bekliyor kim bilir!”

Xiren, duyduğu öfke ve utançla ters bir cevap verecekti ama Baoyu’nün sinirden mosmor kesilen yüzünü görünce kendini tuttu.

“Hadi şimdi iyi bir kız ol ve gidip dışarıda oyalan! Suçlu olan biziz.”

Qingwen, doğal olarak “biz” diyerek Baoyu ile kendisini kastettiğini düşündü ve kıskançlıktan kudurdu.

“Biz de ne demek?” diye sordu, alaycı bir şekilde gülerek. “Sizin adınıza ben utanıyorum. Bu şeytanca oyunlarınızla beni kandıramazsınız! Kimse görmediği zaman, aranızda neler olduğunu biliyorum. Biz diyerek neyin peşinde olduğunun da farkındayım. Ama daha odalık seviyesine bile gelemedin. Yani hiçbirimizden tek bir farkın yok. ‘Biz’ olma durumunu nereden çıkarıyorsun bilmem.”

Xiren onun bu patavatsızlığı karşısında kıpkırmızı kesildi. Dilinin sürçtüğünü çok geç anladı. Aslında “biz” demekle kendisiyle Qingwen’i kastetmişti, onun düşündüğü gibi Baoyu ile kendisini değil. Ama yanlış anlaşılmaya yol açmıştı.

Ters cevap veren Baoyu oldu.

“Eğer endişelendiğin şey buysa, sırf sana nispet olsun diye, yarın onu terfi ettirip odalığım yapacağım. Kıskançlığını buna sakla!” dedi Baoyu öfkeyle.

Xiren onu zapt etmek için elinden tuttu.

“Aptal bir kızla neden tartışıyorsun? Geçmişte bundan çok daha beter şeylere bile aldırış etmedin. Şimdi ne oldu?”

Qingwen cırtlak bir kahkaha attı.

“Evet ya! Ben sizinle konuşamayacak kadar aptalın tekiyim! Köleden başka bir şey değilim zaten.”

“Benimle mi tartışıyorsunuz, küçük hanım, yoksa Efendi Bao ile mi?” diye sordu Xiren. “Eğer garezin banaysa, benimle başka bir yerde konuşabilirsin. Efendi Bao’nın önünde kavga etmene gerek yok. Eğer Efendi Bao ile tartışmak istiyorsan, o zaman en azından biraz daha sakin olabilir, kimseye duyurmazsın. Ben herkesin iyiliği için, durumu yatıştırmak ve huzuru sağlamak üzere içeri geldim. Neden bana saldırıp kusurlarımı çıkarmaya başladığını anlayamadım. Bana mı, yoksa Efendi Bao’ya mı kızdığına kendin de karar veremiyor gibisin. Bir oraya, bir buraya saldırıyorsun. Neyse, başka bir şey demeyeceğim. Ben gidiyorum, artık meseleyi kendin hallet.”

Böyle söyleyip dışarı çıktı.

“Bu kadar öfkelenecek bir şey yoktu.” dedi Baoyu, Qingwen’e. “Senin canını sıkan şeyin ne olduğunu biliyorum. Artık eve gönderilmen gereken yaşa geldiğini söyleyeceğim anneme. Senin asıl istediğin bu, değil mi?”

“Ben gitmek istemiyorum. Neden isteyeyim ki?” dedi Qingwen, gözünde yaşlarla. “Benden kurtulmak için uyduruyorsunuz bunları, değil mi çünkü yolunuza çıkıyorum. Ama kolay kurtulamayacaksınız!”

“Bak, daha önce hiç böyle bir şeye katlanmak zorunda kalmamıştım.” dedi Baoyu. “Gitmeyi aklına koymuşsun sen. En iyisi gidip annemden bu meseleyi halletmesini isteyeyim.”

Gitmek üzere kapıdan çıkarken Xiren gelip yolunu tıkadı.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu gülerek.

“Anneme anlatmaya.”

“Ne saçma!” dedi Xiren. “Hiç utanmayacak mısın? Qingwen gerçekten gitmek istiyorsa bile, bunu hanımefendiye söylemek için uygun çok zaman olacak; herkes biraz yatışsın, sen de sakinleş ve toparlan. Şu hâlinle koşup gidersen, hanımefendi bir şeylerden şüphelenir.”

“Hiçbir şeyden şüphelenmez.” dedi Baoyu. “Qingwen’in gitmek için can attığını açık açık söyleyeceğim.”

“Ne zaman can attım ki?” dedi Qingwen, hıçkırarak. “Çok öfkeli olduğunuzdan, beni alt etmek için lafımı çarpıtıyorsunuz. Gidin, söyleyin! Beynimi patlatsalar bu odadan çıkmam!”

“Gerçekten çok tuhaf!” dedi Baoyu. “Gitmek istemiyorsun ama sesini de kesmiyorsun. Bu iyi bir şey değil. Ben böyle tartışmalara gelemem. Anneme anlatıp konuyu halledeceğim.”

Bu sefer gitmeye çok kararlı görünüyordu. Onu durduramayacağını anlayan Xiren dizlerinin üzerine çöktü. Her zamankinden daha büyük bir kavga çıkacağının farkında olan Bihen, Qiuwen ve Sheyue dışarıda nefeslerini tutmuş bekliyorlardı. Xiren’in diz çöküp Qingwen için yalvardığını anlayınca, sessizce içeri girip onun arkasında diz çöktüler. Baoyu Xiren’i ayağa kaldırdı, içini çekip yatağının kenarına oturdu, diğerlerine de kalkıp dışarı çıkmalarını söyledi.