banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt


“Acelen ne? ‘Altın tokan kuyuya düşse bile, senin olan şey senindir.’ demişler. Bu sözü bilmiyor musun? Canın eğlenmek istiyorsa, ben sana yapacağın şeyi söyleyeyim. Doğu avlusuna git de kardeşin Huan ile Caiyun ne yapıyorlar gör.”

“Onlardan bana ne?” dedi Baoyu. “Biz kendimizden söz edelim!”

O anda Wang Hanım doğrulup oturdu ve Jinchuan’ın suratına bir tokat attı.

“Utanmaz kaltak!” diye payladı öfkeyle. “Senin gibi alçak yaratıklar genç efendileri baştan çıkarıyorlar.”

Annesi kalkar kalkmaz Baoyu duman gibi sessizce ortadan kayboldu. Jinchuan’ın yanağı ateş gibi yanıyordu ama sesini çıkaramadı. Hanımlarının sesini duyan diğer hizmetçiler hızla içeri girdiler.

“Yuchuan!” dedi Wang Hanım. “Gidip anneni çağır hemen. Gelsin kardeşini alsın!”

Jinchuan ağlayarak kendisini yere attı.

“Hayır, hanımefendi, lütfen! İstediğiniz kadar dövün, sövün ama lütfen göndermeyin beni. Neredeyse on yıldır yanınızdayım. Beni kovarsanız, insanların yüzüne nasıl bakarım?”

Wang Hanım genel olarak hizmetçileri dövmeyecek kadar iyi kalpli ve uysal biriydi; her zaman yumuşak bir hanım olmuştu. Aslında hayatında ilk kez bir hizmetçiye vuruyordu. Ama kendi fikrince Jinchuan’ın yaptığı bu utanmazlık her zaman en nefret ettiği şeydi. Bu nedenle bu kadar öfkelenip tokat atmış ve hakaret etmişti. Şimdi Jinchuan ne kadar yalvarıp yakarsa da vazgeçmedi. Annesi yaşlı Bayan Bai geldiğinde, zavallı kızcağız utançtan yerin dibine girerek gitmek zorunda kaldı. Bu konuyu burada bırakalım.

***

Annesi uyanınca çok utanan Baoyu hızla Bahçe’ye kaçmıştı. Yakıcı güneş en tepedeydi ve kısalan gölgeler ağaçların arkasında yoğunlaşmıştı. Öğlen saatinin sükûneti ağustos böceklerinin tiz çığlıklarıyla dolmuştu ama hiç insan sesi yoktu. Gül çardağına yaklaştığında, sanki içeriden bastırılmış hıçkırık sesleri duyar gibi oldu. Bunun ne olduğunu bilemedi ve durup kulak kabarttı. İçeride birisinin olduğuna hiç şüphe yoktu. Yılın beşinci ayı olduğundan, sarmaşık gülleri açmıştı. Bütün çardağı kaplayan gül demetlerinin arasından içeri bakınca, bir kızın yere çömelmiş, kızların saçlarını topladıkları uzun bir tokayla yeri kazıdığını gördü.

“Bu da Daiyu gibi çiçekleri gömmeye gelen budala bir hizmetçi olabilir mi?” diye düşündü.

Güzeller güzeli Xi Shi’nin çirkin komşusu Dong Shi’nin hikâyesini hatırladı. Xi Shi’yi o kadar çekici yapan küçük kaş çatma ifadesini taklit etme çabaları o kadar korkunç bir görüntü oluşturuyordu ki insanlar dehşet içinde kaçışıyorlardı. Bu aklına gelince gülümsedi.

“Yaptığı gerçekten de buysa, ‘Taklitçi Kaş Çatan’ denir buna. Sadece sahte değil, aynı zamanda da iğrenç!” diye düşündü.

“Bayan Lin’i taklit etme!” diye bağıracaktı ama kızın yüzünü görünce onun hizmetçilerden biri olmadığını fark etti. Armut Ağacı Avlusu’ndaki on iki küçük oyuncudan biriydi. Ama sahnede onları makyajlı olarak gördüğü için hangisi olduğunu çıkaramadı. Yüzünü ekşiterek dilini çıkardı ve eliyle ağzını kapattı.

“İyi ki dilimi tutmuşum!” dedi kendi kendine. “Patavatsızlığımla Daiyu ve Baochai’in duygularını incittikten sonra, bugün yine başım derde girecekti az kalsın. Bir on iki oyuncuyu üzmediğim kalmıştı!”

Kızı tanımaya çalışırken ona daha da yaklaştı. Daiyu’nün taklitçisi olduğunu düşünmesi çok ilginçti; kız ince ve narin yüz hatları, zayıf bedeni, kavisli kaşları, sonbaharın durgun göllerini andıran berrak gözleriyle gerçekten de Daiyu’ye çok benziyordu. Hatta Daiyu’nün efsanedeki Xi Shi’yi akla getiren kaş çatışı bile aynıydı. Ayrılıp gidemiyordu bir türlü. Büyülenmiş bir şekilde kızı seyretti. Seyrederken de aslında çiçekleri gömmek için çukur kazmadığını, yazı yazdığını gördü. Elinin hareketlerini izledi, yaptığı her dikey ve yatay darbeyi, her nokta ve kıvrımı kendisi de parmağıyla avucunun içinde tekrarladı. Toplam on sekiz darbeydi. Bir an düşündü. Avucuna yazdığı kelime, çardağı kaplayan çiçeklerin adıydı: Japon gülleri.

“Demek güllerin görüntüsü ona şiir yazma ilhamı verdi.” diye düşündü. “Belki iyi bir beyit geldi aklına, unutmadan yazmak istedi; belki de zaten yazdı; şimdi üzerinde biraz daha çalışıyor. Bakalım başka ne yazacak.”

Kız yazmaya devam ederken, Baoyu de deminki gibi el hareketlerini izledi. Yine Japon gülü yazdı, sonra bir daha, bir daha. Sanki bir büyünün etkisi altında gibiydi. Birini bitirip diğerini yazıyordu. Arka arkaya onlarca kere yazmış olabilirdi. Tıpkı kız gibi Baoyu de çardağın öbür tarafında sanki aynı büyüye kapılmış gibiydi çünkü artık hangi hareketi yapacağını iyi bildiği hâlde gözlerini ayırmadan tokayı seyretmeye devam ediyordu.

“Böyle davranması için aklında kimselere söyleyemediği bir şeyler olmalı.” diye düşündü. “Dışarıdan davranışlarını gören, içten içe neler çektiğini anlar. Çok kırılgan görünüyor. Acı çekmek için fazla kırılgan. Ah keşke birazını senin yerine ben taşısam, canım!”

Yazın bunaltıcı günlerinde hava önceden tahmin edilemiyordu; berrakken birden bulanıveriyor, küçük bir bulut bazen bir sağanağın habercisi oluyordu. Baoyu kızı seyrederken, aniden serin bir rüzgâr esti, hemen arkasından tıslayan bir yağmur indirdi. Kızın saçlarından suların süzüldüğünü ve giysilerinin sırılsıklam olduğunu görüyordu.

“Yağmur yağıyor! Bu narin bedeniyle böyle bir sağanakta kalmamalı!” diye düşündü endişeyle. “Yazmayı bırak artık! Bak, ıslanıyorsun!” diye seslendi istemeye istemeye.

Kız sesi duyunca irkilip başını kaldırdı. Güllerin arkasında birisi olduğunu görebiliyordu ama kısmen Baoyu kız gibi güzel yüz hatlarına sahip olduğundan, kısmen de yüzünün ancak bir kısmını görebildiğinden onu hizmetçi sandı. Bu yüzden de Baoyu olduğunu bilseydi yapacağı gibi ondan kaçmak yerine, minnetle gülümsedi.

“Hatırlattığın için teşekkür ederim. Ya sen? Sen de ıslanmıyor musun?”

“Ay!” diye bağırdı Baoyu. Kızın bu sözleriyle bütün vücudunun buz gibi olduğunu fark etti. Islanmıştı da. “Olacak şey değil!” dedi.

Kızıl Neşe Avlusu’na doğru fırladı ama aklı yağmurda saklanacak yeri olmayan kızda kaldı.

***

Ertesi gün Dragon Teknesi Festivali olduğundan, Baoyu’nün yazı yazarken seyrettiği kız da dâhil, on iki oyuncu için tatil başlamış ve eğlenmek amacıyla Bahçe’ye gitmişlerdi. İçlerinden ikisi, genç delikanlıları canlandıran Baoguan ile genç hanımları canlandıran Yuguan, yağmur başladığında Xiren ile birlikte Kızıl Neşe Avlusu’nda neşeli zaman geçiriyorlardı. Hizmetçilerle beraber olukları tıkayıp, suyu avluda toplayarak eğleniyorlardı. Yeterince su birikince, yeşil başlı yaban ördeklerini, sunaları, mandarin ördeklerini ve diğer su kuşlarını yakalayıp kanatlarını bağladılar, sonra avlu kapısını kapatıp hayvanları yüzsünler diye suya bıraktılar. Hepsi verandada durmuş onları seyrederken, Baoyu geri gelip kapının kapalı olduğunu gördü ve birisi gelip açsın diye kapıya vurdu. Kızlar o kadar yüksek perdeden gülüyorlardı ki bu sesi duymalarına imkân yoktu. Baoyu birkaç dakika bağırıp, kapıyı sarsacak derecede yumruklamak zorunda kaldı ancak o zaman içeriden duydular. Xiren onun bu kadar erken dönmesini beklemiyordu.

“Acaba bu saatte kim geldi?” dedi. “Birisi gidip kapıyı açar mı?”

“Benim!” diye bağırdı Baoyu.

“Bayan Baochai mi o?” dedi Sheyue.

“Yok canım!” dedi Qingwen. “O bu saatte gelmez.”

“Şu aralıktan bir bakayım.” dedi Xiren. “Uygun görürsem alırım içeri. Bu yağmurda kimseyi geri çevirmek istemeyiz.”

Üstü kapalı koridordan kapıya doğru yürüdü, iki kapı arasındaki aralıktan bakıp Baoyu’nün üzerinden sular damlayarak, perişan bir tavuk gibi orada durduğunu görünce hem dehşete kapıldı hem de gülmeden edemedi. Hemen kapıyı açtı ve ellerini çırparak gülmekten iki büklüm oldu.

“Efendi Bao! Senin olduğun hiç aklıma gelmedi! Bu yağmurda neden geldin?”

Baoyu çok sinirliydi ve kapıyı açan kim olursa olsun haddini bildirmeye kararlıydı. Kapı açılır açılmaz, kim diye bakmadan tekmeyi savuruverdi. Kapıyı genç hizmetçilerden birinin açacağını sanmıştı. Xiren kaburgalarına gelen tekmeyle acı içinde çığlık attı.

“Alçak yaratıklar!” diye bağırdı Baoyu. “Size hep iyi davrandığım için her şeyi yapabileceğinizi sanıyor, saygı duygusunu kaybediyorsunuz! İyice maskaranız oldum!”

O anda başını eğip bakınca, ağlayan Xiren’i gördü ve yanlış kişiyi tekmelediğini anladı.

“Ay! Sen miydin? Nerene vurdum?”

O ana kadar Xiren, Baoyu’den hiç böyle kötü sözler duymamıştı. Yediği tekme ve onca insanın içinde işittiği azar yüzünden hissettiği utanç, öfke ve acı karışımı duygu katlanılacak gibi değildi. Yine de dayanmaya çalıştı çünkü yaygara koparmak, Baoyu’nün kendisine vurmak istediğini kabullenmek demekti; hâlbuki durumun kesinlikle öyle olmadığını biliyordu.

“Vurmadın. Bana isabet etmedi.” dedi. “Gel içeri de üstünü değiştir.”

Baoyu içeri girip kıyafetlerini çıkarırken, “Bunca yıldır ilk kez birisine öfkeyle vuruyorum. Bunun da sana rastlamış olması çok kötü!” dedi şakayla karışık.

Xiren dayanmak için çaba gösterdiği acısına rağmen Baoyu’nün üstünü değiştirmesine yardım ediyordu. Onun bu sözleri üzerine güldü.

“Her şeyi yapmaya hep benimle başlıyorsun zaten.” dedi. “Büyük ya da küçük, hoş ya da nahoş her şeyi ilk önce bende denemen çok doğal. Ama bu seferki farklı, umarım bundan sonra herkesi tekmeleyerek dolaşmazsın.”

“Biliyorsun sana vurmak istemedim!” dedi Baoyu.

“İstedin diyen oldu mu?” dedi Xiren. “Normalde kapıyı daha küçükler açıyor ama son zamanlarda o kadar küstahlaştılar ki herkesi çileden çıkarıyorlar. Onlardan birini tekmeleyip içlerine Tanrı korkusu soksaydın, çok iyi olurdu. Ama yok, hata bende. Kendim açacağıma onlara açtırmalıydım kapıyı.”

Onlar konuşurlarken yağmur durdu. Baoguan ve Yuguan gittiler. Xiren’in yan tarafındaki acı o kadar fazlaydı ki midesi bulandığından akşam yemeği yiyemedi. Yatma zamanı geldiğinde üstünü çıkarınca, göğsünün yan tarafına yayılan tas büyüklüğünde bir morluk gördü. Çok korktu ama kendine hâkim olup bağırmadı. Yattıktan sonra da acısı devam etti ve uykusunda inledi. Baoyu onu bilerek tekmelememişti ama Xiren’in hareket ederken ne kadar acı çektiğini görünce rahatsızlık duydu; çok sert vurduğunun farkındaydı. Yatağından kalktı, parmak uçlarına basarak bir lamba alıp bakmak istedi. Yatağının ayakucuna geldiğinde Xiren’in iki kere öksürdüğünü ve balgam tükürdüğünü gördü. Kız nefesi kesilerek gözlerini açınca Baoyu’yü karşısında buldu.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu, irkilerek.

“Uykunda inliyordun. Canını çok yaktım galiba. Bir bakayım.”

“Başım dönüyor.” dedi Xiren. “Ağzımda acı bir tat var. Yere bir baksana.”