“Kime mesela?” diye sordu Fivey.
“Dayının oğluna yarım fincan vermeyi düşündüm.” dedi Aşçı Liu. “Bir iki gündür ateş içinde yatıyor. Tam seveceği bir şey bu.”
Fivey cevap vermedi; annesinin bir çay fincanına kırmızı sıvıyı döküşünü seyretti. Sonra kadın şişenin mantarını kapatıp mutfak dolabının rafına koydu.
“Yerinde olsam ona vermezdim.” dedi Fivey. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. “Eğer birisi nereden bulduğunu soracak olursa, başımız derde girer.”
“Saçmalık!” dedi annesi. “O kadar korkmamıza gerek yok. Sen de bütün yıl boyunca benim kadar çok çalışsan birkaç hediyeyi hak ederdin. Çaldığımızı söyleyecek değiller ya!”
Kızının tavsiyesine kulak asmadan, onu mutfakta yalnız bırakarak fincanı alıp ağabeyinin evine gitti. Yeğeni yatıyordu. Evdekiler kadının ne getirdiğini öğrenince çok sevindiler. Kuyudan yeni çekilen bir fincan soğuk suya gül özünden biraz katıp hasta çocuğa verdiler. Çocuk bir dikişte içti ve hemen kendisini iyi hissettiğini, sanki zihninin açıldığını söyledi. Kalan gül özünün olduğu fincana kare bir kâğıt örtülüp yatağın başucuna kondu.
Aşçı Liu hâlâ oradayken, hasta çocuğun konaktan iş arkadaşları ziyaretine geldiler. Aralarında Odalık Zhao’nun yeğeni Qian Huai de vardı. Babası muhasebe dairesinde çalışıyordu. Qian Huai’nin işi de Jia Huan’ı okula götürüp getirmekti. Para kazanan bir bekâr olarak uzun zamandır Fivey’ye hayranlık duyuyordu ve geçmişte aracılar vasıtasıyla birkaç kere kızı istetmişti. Fivey’nin ailesi bu işe karşı değildi ama Fivey doğrudan bir şey demese de davranışlarıyla bu fikrin kendisi için hiç de uygun olmadığını belli edince, onaylamaya kalkışmadılar. Son günlerde Fivey’nin Bahçe’de işe başlayacağı lafları edilince, Qian Huai’yi müstakbel damatları olarak görmeyi iyice bıraktılar çünkü dört beş yıllık hizmetten sonra Fivey dışarıdan kendi seçtiği biriyle evlenme özgürlüğüne sahip olacak gibi görünüyordu. Durumu gören Qian Huai’nin ailesi de bu konuyu kapatmayı uygun buldu. Ama Qian Huai için öyle değildi. Fivey reddedince onuru kırılan delikanlı inatla kız karısı olana kadar peşini bırakmayacağına yeminler etmişti. Şimdi arkadaşlarıyla hasta ziyaretine geldiğinde Fivey’nin annesini de orada bulunca hâliyle çok şaşırdı. Aşçı Liu da misafirlerin içinde Qian Huai’yi görünce aynı şekilde afallayıp, çok işi olduğu bahanesiyle gitmek üzere kalktı.
“Bir fincan çay içseydin.” dedi ağabeyi ve yengesi. “Yeğenini düşünüp gelmen büyük incelik!”
“Bahçe’de yemek beklerler.” dedi Aşçı Liu. “İşim olmadığında yine gelirim.”
Yengesi bir çekmeceden küçük bir paket çıkardı. Dış kapının köşesinde paketi gülerek Aşçı Liu’nun eline sıkıştırdı.
“Dün ağabeyin kapıdan dönerken getirdi. Beş gündür orada görevliydi, onca zaman hiç bahşiş verilmemiş. Sonra dün birdenbire Guangdong’dan yüksek mevkiden biri gelmiş, üç sepet bu beyaz şeyden getirmiş. Kurt mantarı diyorlar. İki sepet efendiler, bir sepet de kapıdakiler için. Bu ağabeyinin payı. Dün gece açıp baktım. Çok güzel bir şey, bembeyaz. Her sabah anne sütüyle bunun bir parçası karıştırılıp yenirse vücudu güçlendirirmiş. Anne sütü bulamazsan inek sütü, hatta su bile olur. Tabii hemen aklımıza Fivey geldi. Tam ona yarar bir şey. Bu sabah bir hizmetçiyle size gönderdim ama kapınız kilitliymiş. Fivey’yi de yanında götürmüş olabileceğini söyledi. Gelip kendim getirmeyi düşündüm ama hanımefendiler evde olmayınca giriş çıkışlar konusunda katı olacakları aklıma geldi, içeride ne işim olduğunu soracaklardı. Zaten bir iki gündür içeride dolaşan çirkin dedikoduları duydum. Beni de bir şeylere bulaştırırlar diye korktum. İyi ki sen geldin, kendin götürürsün.”
Aşçı Liu teşekkür edip gitti. Bahçe’nin köşedeki kapısında sırıtan bir görevli yolunu kesti.
“Neredeydin, teyzeciğim? İçeriden iki üç kere seni sordular. Her yerde seni aradık. Nereden geliyorsun? Sizin ev bu tarafta değil. Şüpheli bir durum var ortada.” dedi.
“Seni küstah maymun!” diyerek güldü kadın.
Konuşmalarının devamı sonraki bölümde.
61. BÖLÜM
Baoyu kız kardeşini korumak için bir hırsızlığı üstlenir.
Pinger bir yanlışlığı düzeltmek için yetkisini kullanır.
Aşçı Liu Bahçe’ye geri dönerken görevli bir delikanlı yolunu kesmişti.
“Sizin ev bu tarafta değil. Şüpheli bir durum var ortada.”
“Seni küstah maymun!” diyerek güldü kadın. “ ‘Teyzeciğim’ öyle mi? Teyzen kendisine bir sevgili bulursa, bir enişten daha olur, ne diye endişeleniyorsun! Hemen kapıyı aç da beni içeri al, delikanlı, yoksa o pis saçından tuttuğum gibi koparırım! Haydi, çabuk ol!”
Genç serseri dediğini yapacağına ona takılmaya devam etti.
“Seni içeri alırsam, benim için birkaç tane kayısı aşıracağına söz ver. Uzun zamandır burada seni bekliyorum. Sakın unutma, yoksa bir dahaki sefere gece yarısı bir şişe şarap ya da biraz yağ için dışarı çıktığında kapıyı açmam. Orada bağırıp durursun, cevap bile vermem.”
“Deli misin nesin sen!” dedi aşçı. “Artık öyle şeyler yapamıyoruz. Bugünlerde Bahçe kadınlar arasında paylaştırıldı. Hepsi gözünü oymaya hazır hâlde bekliyor. Meyve ağaçlarından birinin altında yürümeyegör, şahin gibi gözlüyorlar seni. Bir meyve koparmanın hiç imkânı yok. Daha dün erik ağacının önünden geçiyordum, yüzümde vızlayan bir arıyı kovalamak için elimi kaldırdım, yaşlı teyzelerinden biri beni gördü. Ne yaptığımı fark edemeyecek kadar uzaktaydı. Erik topluyorum sanmış. Ah, nasıl bağırdığını duyman lazımdı! ‘Sakın alma onları! Daha ilk meyveleri dağıtmadık. Hanımefendiler geri dönene kadar hiç kimse o eriklere elini bile süremez. Zamanı geldiğinde payını alırsın!’ dedi. Herhâlde eriğe hasret kaldığımı sandı. Ben de pek nazik olamadım, ağzının payını verdim. Meyve istiyorsan öteki teyzelerine sor, oğlum, benden fayda yok. Benden meyve istemek, ambar faresinin kargadan darı istemesine benzer. Uçan kuşun var da ambardaki farenin yokmuş gibi.”
“Vay vay!” dedi delikanlı alaycılıkla. “Veremiyorsan veremiyorsun; lafı bu kadar uzatmaya gerek yok! Herhâlde bana hiç ihtiyacın olmayacağını sanıyorsun ama olacak. Senin Fivey içeride işe girince, her zamankinden daha çok bana ihtiyacın olacak.”
“Bakalım daha neler çıkaracak!” dedi aşçı. “Sen ne işinden bahsediyorsun?”
“Numara yapmana gerek yok.” dedi delikanlı. “Biliyorum ben. İçeride bağlantıları olan tek kişi sen değilsin. Benim de var. Sürekli dışarıda çalışıyor olabilirim ama içeride bana haberleri taşıyan iki kuzenim var. Benim bilmediğim pek fazla bir şey yok.”
O anda yaşlı bir kadının sesi araya girdi.
“Haydi, küçük maymun, Bayan Liu’yu hemen içeri al! Şimdi gelmezse yemekler zamanında hazır olmayacak.”
“Merak etme, geliyorum!”
Aşçı Liu delikanlıyı itip geçti, kapıyı kendisi açtı ve koşarak mutfağa gitti. Yardımcılarından birkaçı orada bekliyordu. O olmadan inisiyatif kullanamadıklarından hiçbir şey yapmadan, boş boş duruyorlardı.
“Fivey nerede?” diye sordu kadın.
“Çay odasındaki kuzenlerini görmeye gitti az önce.” dediler.
Aşçı Liu daha sonra kızına vermek için kurt mantarı paketini bir yere kaldırdı ve farklı daireler için yemek kutularını hazırlamaya girişti. O bu işle uğraşırken Yingchun’ün küçük hizmetçisi Lianhua geldi.
“Siqi bir kâse hafif pişirilmiş yumurta kreması istiyor.” dedi.
“Biraz zor o iş!” dedi Aşçı Liu. “Neden bilmem ama bu yıl tavuk yumurtaları çok nadir bulunuyor. Şu sıralar tanesine on sikke istiyorlar, o zaman bile bulursan şanslısın. Geçen gün hanımefendinin yeni doğum yapan akrabalarından birine hediye göndermek istediklerinde, dört beş satın almacı çarşının altını üstüne getirdi. Ancak iki bin tane bulmayı başardılar. Ben nereden bulayım? Söyle ona başka zaman istesin.”
“Geçen gün de soya peyniri istediğinde küflü olanından vermiştin.” dedi Lianhua. “O yüzden azar işittim. Şimdi yumurta istiyor, yok diyorsun. Burayı arasam bulacağımdan eminim.”
Erzak dolabına doğru gidip kapağını açtı. Diğer şeylerin arasına saklanmış on on iki tane yumurta ortaya çıktı.
“İşte! Bunlar ne peki?” dedi. “Korkunç birisin! Yediğimiz her şeyin parası ödeniyor, neden böyle cimrilik ettiğini hiç anlamıyorum. Sanki yumurtaları kendin yumurtlamışsın gibi! İnsanlar yese ne olur?”
“Ben sana yumurtlamayı gösteririm! Buralarda yumurtlayan biri varsa, o da annendir! Bunlar elimde kalanlar, diğer yemekleri süslemek için saklıyorum. O zaman bile küçük hanımlar özellikle isterlerse kullanıyorum. Acil durumlarda elimde birkaç yumurta bulunması lazım. Siz hepsini yediğinizde küçük hanımlardan biri yumurta isterse ne yapacağım ben? ‘Ne? Yumurta yok mu? Bir tane bile mi?’ derler. Siz yumuşacık, korunaklı bir hayat sürüyorsunuz. Tek yaptığınız yıkamak için elinizi uzatmak, yemek için ağzınızı açmak. Yumurta kolayca bulunuyor sanıyorsunuz, dünyada yokluk diye bir şey olduğunun farkında bile değilsiniz. Yumurtayı boş ver, bir gün gelecek mısır sapı bile olmayacak. Benim sizlere tavsiyem, elinizdekilerle yetinmeyi bilin. Ne de olsa her gün en kaliteli beyaz pirinci, tavuğu ve ördeği yiyorsunuz. Zengin yiyeceklerle o kadar fazla şımartılıyorsunuz ki sürekli farklı şeyler istiyorsunuz. Bir gün yumurta, ertesi gün soya peyniri, glüten hamurunda kızartılmış salamura turp… Farklı bir şeyler istemek kolay ama bir işe yaramaz! Herkes başka bir şey istese, on çeşit şey hazırlamam gerekir. O zaman küçük hanımlar için yemek pişirme işini bırakıp size hizmet edeyim bari!”
“Her gün farklı bir şey isteyen mi var?” diye bağırdı Lianhua, kıpkırmızı bir suratla. “Bu saçma sapan konuşmalara hiç gerek yok! Neyse, istediğimizi vermek senin görevin. Eğer bu değilse, nedir acaba? Geçen gün Chunyan, Qingwen’in pelin otu filizi istediğini söylediğinde, ‘Kızarmış domuzla mı, yoksa tavukla mı ister?’ diye sormuşsun. Chunyan, Qingwen’in et yemediğini, az yağda, buğday glüteniyle yemek istediğini söyleyince, ‘Tüh ya! Ne kadar da aptalım! Vejetaryen olduğunu unutmuşum.’ demişsin. Sonra da hemen ellerini yıkayıp pişirmeye koyulmuşsun; efendisine kuyruğunu sallayan köpek gibi kendin servis yapmışsın. Şimdi bunca insanın içinde ibret olsun diye beni tersliyorsun, anlamıyorum!”
“Buda aşkına!” diye bağırdı Liu. “Buradaki insanlar şahidimdir. Şimdi değil, bu mutfak açıldığından beri ne zaman diğer dairelerden biri, ister efendi, ister hizmetçi olsun, gelip bana özel bir sipariş verse, ekstra masraflar için para da teklif ediyor. Ekstra bir şey almam gerekse de gerekmese de çok nazik bir davranış bu, çok takdir ediyorum. Sadece küçük hanımlar için yemek pişirmek çok rahat ve kazançlı bir iş gibi görünebilir. Ama insan bir oturup düşünse, hayretler içinde kalır. Hanımlar ve hizmetçiler, hep beraber kırk elli kişi ediyor. Günlük erzakımın ne olduğunu biliyor musun? İki tavuk, iki ördek, beş kilo domuz eti, bir dizi sikkelik sebze. Bunlarla idare etmeye çalış bakalım! Ne kadar idare eder, kendin hesapla. İki öğüne bile yetmezken, biri bir şey, diğeri başka bir şey istediğinde, bu ekstra siparişleri nasıl karşılayayım? Eğer istediğiniz buysa, hanımefendiden daha fazla maaş talep edin; o zaman biz de ana mutfakta büyük hanımefendi için yapılan şeyi uygularız: Bir kara tahtaya tebeşirle yeryüzündeki bütün yemekleri yazar, her gün için farklı bir menü belirleriz. Her ayın sonunda hesaplaşırız. Bir iki hafta önce Bayan Tan ve Bayan Bao’nın canı birden tuzlu fasulye filizi istedi. Bayan Tan kızlardan birine beş yüz sikke verip bana gönderdi, pişirebilir miyim diye sordu. Çok güldüm. ‘Gülen Buda kadar büyük mideleri yoksa, beş yüz sikkelik fasulye filizini yemelerine imkân yok.’ dedim. Yirmi otuz sikke yeter de artardı bile. Parayı geri gönderdim ama kabul etmedi; kendime içki almak için saklamamı söyledi. ‘Artık Bahçe’de mutfak olduğu için herkes gelip kendi sevdiği şeyleri talep ediyordur. Reddetmenin kolay bir şey olmadığını biliyorum ama tuz ve soya sosunun bile bir bedeli olduğundan, cebinden harcamanı istemeyiz. Bu para senden istedikleri ekstraların karşılığı olsun.’ dedi. İşte bu kadar anlayışlı ve düşünceli bir hanımefendi! Böyle bir hanımı kutsaması için Buda’ya dua etmemiz lazım! Ama Odalık Zhao bunu duyunca çok fazla kazandığımı sanıp öfkelenmiş. On gün bile geçmeden bir hizmetçisini gönderip bir sürü şey istedi. Gülmeden edemedim. Hepiniz aynısınız. Herhâlde hepiniz onun kitabından bir yaprak koparmışsınız. Ama faydası yok. Bana verilen erzak buna yetmez!”
O sırada Siqi, Lianhua’yı merak edip birisini gönderdi. “Sorun ne? Kök mü saldın? Neden dönmüyorsun?” diye sordu.
Lianhua habercinin arkasından öfkeyle fırladı. Geri döndüğünde, olanları öyle allayıp pullayarak anlattı ki Siqi parlayıverdi. O an için yapabileceği bir şey yoktu çünkü tam Yingchun’ün yemeğini servis ediyordu ama yemek biter bitmez, yanına genç hizmetçileri de alıp hızla mutfağa koştu. Oraya vardığında mutfak personeli yemek yiyordu. Bir şeyler olacağını anlayan kadınlar yüzlerinde gergin bir gülümsemeyle ayağa kalktılar ve onları buyur ettiler. Davete aldırmayan Siqi emrindekilere sert talimatlar yağdırdı.
“Haydi! Kutular, sandıklar, dolaplar, yiyeceklerin saklandığı her şeyi açıp içindekileri çıkarın! Bu dolandırıcılar yiyeceğine köpekler yesin!”
Genç hizmetçiler, ikinci bir emre gerek bırakmadan büyük bir zevkle işe koyulup mutfağı yağmalamaya başladılar. Kadınlar onları engelleyip ve durdursun diye Siqi’ye yalvarmak için boşuna çabaladılar.
“O çocukların her söylediğine inanmayın siz! Bayan Liu asla sizi kırmaz, işini iyi bilir. Son zamanlarda yumurta bulmanın çok zor olduğunu söyledi, bu doğru ama ona aptallık ettiğini, kendisinden ne isteniyorsa elindekilerle idare edip yapmasını söyledik. Aynen öyle dedik. O da hatasını kabul etti ve siz gelmeden, yumurtaları ateşe koydu. İnanmıyorsanız ocağa bakın.”
Bu tatlı sözler karşısında Siqi’nin öfkesi biraz yatıştı ve genç hizmetçiler istemeden de olsa talanlarını kestiler. Siqi biraz daha söylendi, aşçıya sayıp döktü ama sonunda geri dönmeye ikna edildi. Aşçı Liu da tabak çanağı gürültüyle birbirine vurarak kendi kendine söylenip yumurtayı pişirmeye başladı. Pişen yumurta Siqi’ye gönderildiğinde, kız tabağı ters çevirip içindekileri yere döktü ama bunu sağduyuyla karşılayan kadın, geri döndüğünde, daha fazla tatsızlık çıkmaması için aşçıya hiç sözünü etmedi.
Fivey mutfağa geri gelince, annesi ona biraz çorba ve yarım kâse pirinç lapası verdi; kurt mantarı tozundan söz etti. Fivey bunu arkadaşı, hayırsever Fangguan ile paylaşmaya karar verdi. Yarısını bir kâğıda sarıp havanın kararmasını bekledi. Etrafta pek birileri yokken, kimseye görünmemek için mümkün olduğunca ağaçların dibinden Kızıl Neşe Avlusu’na gitti. Herhangi birine rastlamadan avlu kapısına kadar ulaştı ama içeri girmeye cesaret edemeyip, gül çalılıklarının arasına gizlendi ve birisi gelene kadar pusuda bekledi. Neyse ki bir fincan çay içimi kadar kısa bir süre sonra Chunyan kapıdan çıkınca, Fivey hemen öne atılıp onu durdurdu. Chunyan önce kim olduğunu anlamadı ve yaklaşıp dikkatle baktıktan sonra ne istediğini sordu.
“Fangguan’a biraz dışarı gelmesini söyler misin, lütfen? Ona bir şey söyleyeceğim.”
Chunyan güldü.
“Çok sabırsızsın. Senin işin on gün içinde halledilecek. Sorup durmanın bir faydası yok. Zaten Fangguan ön tarafa gitti, biraz beklemen lazım. İstersen mesajını bana söyle, gelince ileteyim. O dönene kadar beklersen, kapıyı kapattıklarında içeride kilitli kalabilirsin.”
Fivey paketi ona verdi.
“Bunda kurt mantarı tozu var.” dedi ve nasıl alınacağını, ne işe yaradığını anlattı. “Bana verdiklerini onunla paylaştım. Rica etsem ona verir misin?”
Paketi Chunyan’in eline tutuşturup geri döndü. Madımak Kıyısı’na vardığında, Lin Zhixiao’nın karısının karşı taraftan bir grup hizmetçiyle beraber geldiğini gördü. Saklanabilmesi imkânsızdı; yanlarına gidip selam vermekten başka yapılacak bir şey yoktu.
“Burada ne arıyorsun?” diye sordu Lin Zhixiao’nın karısı. “Hasta olduğunu duymuştum.”
Fivey zoraki gülümsedi.
“Son birkaç gündür biraz daha iyiyim, hava alayım diye annem beni Bahçe’ye getirdi. Kızıl Neşe Avlusu’na bir şey götürmemi istedi.” dedi.
“Bu doğru olamaz.” dedi kadın. “Anneni şimdi Bahçe’den çıkarken gördüm. O yüzden kapıyı kapattım. Eğer gerçekten seni Kızıl Neşe’ye göndermiş olsaydı, bana hâlâ içeride olduğunu söylerdi. Neden kapıyı kilitlediğimi gördüğü hâlde hiçbir şey söylemedi? Yalan söylüyorsun.”
Fivey bir an için ne diyeceğini bilemedi.
“Aslında bu sabah söylemişti ama unutmuşum.” diye kekeledi. “Şimdi aklıma geldi. Herhâlde benim çoktan eve gittiğimi düşündüğünden bir şey söylemedi.”
Onun tereddüdünü ve duraklayarak konuştuğunu fark eden kadın, Yuchuan’in geçenlerde Wang Hanım’ın odasında bir şeylerin kaybolduğunu, genç hizmetçilerin de bu konuda hiçbir şey bilmediklerini söylediğini hatırlayıp, Fivey’nin hırsız olabileceğini düşündü. Tam o sırada Chanjie ve Lianhua birkaç hizmetçi kadınla beraber çıkagelip kadının şüphelerini doğruladılar.
“Onu iyice sorguya çekin, Bayan Lin!” dedi yeni gelenlerden biri. “Son günlerde etrafta gizlice dolaşıp duruyor. Neyin peşinde olduğunu bilmiyorum ama bir şeyler olduğu kesin.”
“Evet ya.” dedi Chan. “Dün Yuchuan de hanımefendinin dolabının açıldığını ve içinde bir sürü şeyin eksik olduğunu söyledi. Bayan Lian, Yuchuan’den biraz gül özü alması için Pinger’yı gönderince bir şişenin eksik olduğu ortaya çıkmış. Yoksa kontrol etmek hiç akıllarına gelmezmiş.”
“Ya?” dedi Lianhua, memnun bir şekilde gülümseyerek. “Hiç duymadım. Aslına bakarsanız, bugün bir yerlerde bir şişe gül özü gördüm.”
“Nerede?” diye sordu Lin Zhixiao’nın karısı hevesle. Wang Hanım’ın dolabında bir şişenin eksik olduğu anlaşılınca, Xifeng her gün Pinger’yı gönderip Bayan Lin’e araştırmaların ne durumda olduğunu sorduruyor; hırsızı bulması için baskı yapıyordu.
“Annesinin mutfağında.” dedi Lianhua.
Hemen fenerler yakıldı ve küçük grup araştırma yapmak üzere yola koyuldu. Fivey yol boyunca itiraz etti.
“Ama o şişe Efendi Bao’nın dairesinden geldi. Fangguan verdi bana.”
“Fangguan’mış!” dedi Lin Zhixiao’nın karısı, küçümseyerek. “Ben anlamam! Eğer mutfakta kanıtları bulursak, rapor ederim, o kadar! Hanımlara açıklamasını kendin yaparsın.”
O esnada mutfağa gelmişlerdi. Birkaçı Lianhua’nın yönlendirmesiyle içeri girdi. Ellerinde şişeyle çıktılar. Lin Zhixiao’nın karısı mutfakta başka çalıntı eşyalar da olabileceğini düşünerek iyice araştırma yapılmasını söyledi; o zaman kurt mantarı paketi de bulundu. Onu ve gül özü şişesini kanıt olarak kabul edip, Fivey’yi Li Wan ve Tanchun’e hesap vermeye götürdüler.
Ama Li Wan’in oğlu Jia Lan hasta olduğundan, ev işleriyle ilgilenmeyi bırakıp oğluna bakmaya gitmişti. Bayan Tan’e gitmelerini söyledi onlara.
Tanchun de görüşme odasında değildi; kendi dairesine dönmüştü. Hep beraber onun evine gittiler. İçlerinden biri olanları anlatmak için içeri girdi. Hizmetçilerin hepsi avluda serin havanın keyfini çıkarıyorlardı. Tanchun’ün içeride saçını yıkadığını söylediler. Daishu haber vermeye gitti. Çok uzun bir süre sonra dışarı çıktı.
“Bayan Tan’e anlattım. En iyisi Pinger’yı bulup konuyu Bayan Lian’e iletmesini söylemenizi istedi.”
Bu sefer de hep beraber Wang Xifeng’ın dairesine gittiler ve konuyu Pinger’ya anlattılar. Pinger haber vermek için içeri girince hanımının yattığını gördü. Xifeng onu dinledikten sonra konuyu hükme bağladı.
“Anneye kırk sopa vurulsun, Bahçe’den kovulsun ve bir daha içeride iş verilmesin. Fivey’ye de kırk sopa vurulsun ve çiftliğe gönderilsin. Orada ya satarlar ya da evlendirirler.”
Pinger, dışarıda bekleyen Lin Zhixiao’nın karısı ve diğer kadınlara bu kararı harfi harfine iletti. Dehşete kapılan Fivey ağlamaya başlayarak Pinger’nın ayaklarına kapandı; Fangguan’ın nasıl kendisine gül özü hediye ettiğini anlattı.
“Bunu kontrol etmesi kolay.” dedi Pinger. “Tek yapmamız gereken şey, yarın Fangguan’a sormak. Bakalım o mu vermiş! Peki, ya kurt mantarı tozu? Bunu hanımefendiye hediye olarak getirdiler. Daha kendisi görmeden hiç kimse elini bile süremez.”
Fivey tozun Wang Hanım’ın değil, kapıdaki çalışanlara bahşiş olarak verilen paketten dayısının payı olduğunu söyledi.
“O zaman sen temize çıktın.” dedi Pinger. “Anlaşılan günah keçisi olarak kullanmışlar seni.” Sonra Lin Zhixiao’nın karısına döndü. “Artık bu konuda bir şey yapmak için geç oldu. Bayan Lian ilacını alıp yattı. Gecenin bu saatinde onu böyle önemsiz bir mesele için rahatsız edemem. En iyisi onu nöbetçilere teslim edin, sabaha kadar göz kulak olsunlar. Yarın Bayan Lian’e durumu anlatırım, ne yapacağımıza bakarız.”
Hanımının emrini yerine getirmeyen Pinger’ya itiraz etmeyi göze alamayan kadın Fivey’yi götürüp nöbetçilere teslim etti, sonra da kendi işine gitti.
Gözetim altında olan Fivey, kıpırdamaya bile çekiniyordu; oturtulduğu yerde kalıp, yaşlı kadınların hastalıklı yorumlarını dinlemek zorunda kaldı. Bazıları suçlu olduğunu düşünüyor ve kabahati yüzünden onu azarlıyorlar; bazıları da başlarına dert açtığı için söyleniyorlardı.
“Sanki yeterince işimiz yokmuş gibi, bir de bu hırsızı verdiler.” diye homurdandılar. “Ya bizim bakmadığımız bir anda kendisine zarar verse ya da kaçsa, başımız belaya girer.”
Geçmişte annesiyle anlaşmazlık yaşayanlar da kızının bozguna uğratılmasından keyif aldılar ve başına kakıp hakaret etme fırsatını kaçırmadılar. Zavallı Fivey! Gördüğü haksız muamele karşısında içini dökeceği kimsesi yoktu. O geceki olumsuz şartlar, onunki gibi zayıf ve hastalıklı bünyesi olan birisi için iki kat daha zordu. Ne susasa bir fincan çay ya da bir bardak su vereni vardı ne de uyumak istese yatacağı bir yatak. Zavallı kızcağız bütün gece boyunca sürekli ağlayıp durdu.
Fivey ve annesinin düşmanları, verilen cezanın hemen uygulanmamasına çok bozuldular ve ertesi gün bağışlanmalarından korktular. Sabah şafak sökerken kalkıp, rüşvet ya da yaltaklanmayla satın alabileceklerini düşünerek gizlice Pinger’ya gittiler. Kararlılığına övgüler yağdırdılar, aleyhindeki kanıtları güçlendirmek için Aşçı Liu’nun geçmişteki kabahatlerine dikkatini çektiler. Pinger hediyelerini kabul etti, tavsiyelerini kibarca dinledi ve onlar gider gitmez, gizlice Kızıl Neşe Avlusu’na uğrayıp, Xiren’e gerçekten de Fangguan’ın Fivey’ye gül özü verip vermediğini sordu.
“Ben Fangguan’a vermiştim.” dedi Xiren. “Ama o başkasına verdi mi, vermedi mi haberim yok.”
Sonra Fangguan çağrıldı. Sorgudan dehşete kapılan kız hemen şişeyi Fivey’ye verdiğini doğruladı ve olanları Baoyu’ye anlatmaya gitti. Baoyu de onun kadar şaşırdı.
“Gül özü hiç sorun değil de kurt mantarı tozu ne olacak?” dedi Baoyu. “Fivey’nin doğruyu söylediğinden eminim ama dayısının görev başındayken aldığı duyulursa, onu suçlu bulurlar. İyi niyeti başına dert açar.”
Baoyu, Pinger’yla bizzat konuşup bu durumu anlatmasının daha iyi olacağını düşündü.
“Bak.” dedi. “Gül özü meselesi halledildi ama mantar tozu işi biraz şüpheli görünüyor. Neden sen iyi kalpli bir kız olarak bir güzellik yapıp, mantar tozunu da Fangguan’ın verdiğini söylemiyorsun? Böylece mesele kapanır.”
“Tamam ama dün herkese dayısının verdiğini söylemiş. Şimdi nasıl sizden aldığını söyleyecek? Ayrıca hanımefendinin dolabındaki gül özü şişesinin hâlâ bulunmadığını unutuyorsunuz. Eğer bu şişe o değilse, onu nereden bulacaklar? Birisinin çıkıp da şişeyi aldığını kabul etmesi pek mümkün değil.”
O sırada Qingwen araya girdi.
“Wang Hanım’ın dolabındaki gül özü şişesini Caixia küçük Huan’a vermek için çalmıştır. Gün gibi ortada. Neden böyle saçma sapan tahminlerde bulunduğunuzu hiç anlamıyorum.”
“Bunu ben de çok iyi biliyorum.” dedi Pinger. “Ama mesele o kadar basit değil. Yuchuan şişenin yerinde olmadığını görünce o kadar endişelendi ki gözyaşları içinde Caixia’ya gidip o mu aldı diye sordu. Caixia yüreklice ‘Evet’ deseydi, Yuchuan’in diyecek bir şeyi kalmaz, eminim başka hiç kimse bunu mesele etmezdi. Kim böyle önemsiz bir şey için sorun çıkarır ki? Ama ne yazık ki Caixia aldığını kabul etmediği gibi, Yuchuan’i hırsızlıkla suçladı. İkisi arasında öyle bir arbede yaşandı ki evdeki herkes duydu. O aşamadan sonra istesem de meseleyi görmezden gelemedim. Araştırmak zorunda kaldım. Öğrendiğim ilk şey, suçlamayı yapanın hırsızlığı yaptığıydı. Ama hiç kanıtım olmadığından yapabileceğim bir şey yoktu.”
“Boş ver.” dedi Baoyu. “Onu da ben üstlenirim. Kızları korkutmak için annemin dolabından gizlice aldığımı söylerim. Böylece her iki mesele de halledilmiş olur.”
“Başka birisinin şerefini temizlemenin erdemli bir davranış olduğuna hiç şüphe yok.” dedi Xiren. “Ama hanımefendi bunu duyunca hiç memnun olmayacak. Yine eski çocuksu davranışlarına geri döndüğünü söyleyecek.”
“Bu önemli bir şey değil.” dedi Pinger. “Aslında ben Odalık Zhao’nun dairesinde çalıntı şişeyi kolayca bulurum. Tereddüt etmemin sebebi, bunu yaparsam duygularına çok önem verdiğim başka birisinin gururu kırılır. Çok üzülür. ‘Fareye vurmak için yeşim vazoyu kırmak’ istemem.” Bunları söylerken parmaklarıyla üç işareti yaptı, yani Tanchun’ü kastediyordu. Xiren ve diğerleri başlarını sallayarak onayladılar.