“Bak yine saçmalıyorsun!” diye bağırdı Büyükanne Jia. “Perdenin saçakları kırmızı! Lambanın ışığı yansımıştır!”
“Olamaz ki! Lambaların hepsi sönüktü, odam zifirî karanlıktı ama ışıltıyı görebiliyordum?”
Xing Hanım ve Wang Hanım manalı bir gülümsemeyle birbirlerine baktılar. Son günlerde onların da akıllarında gül rengiyle ilgili bir şeyler vardı. Xifeng da esrarlı bir şekilde konuşmadan duramadı.
“Şans işareti.” dedi.
“Ne şansı?” diye sordu Baoyu.
“Sen anlamazsın.” dedi Büyükanne Jia hemen. “Bugün senin için heyecanlı bir gün oldu. Gidip dinlen haydi, burada hikâye anlatıp zaman kaybetme.”
Baoyu bir iki dakika daha kalıp Bahçe’ye döndü. O odadan çıkınca, Büyükanne Jia, Wang Hanım’a döndü.
“Xue Hanım’a gidip konuyu açabildin mi?” diye sordu.
“Evet, anne, konuştuk.” dedi Wang Hanım. “Feng, birkaç gündür küçük Qiaojie ile o kadar meşguldü ki bugüne kadar gitme fırsatımız olmamıştı. Neyse, ablam bu fikre çok memnun oldu ama son kararı bildirmeden önce Pan’in eve dönmesini beklemesi gerektiğini söyledi. Ailenin en büyük erkeği olarak önce ona danışmak istiyormuş.”
“Doğru.” dedi Büyükanne Jia. “Konuşma fırsatı bulmalarını beklemek zorundayız o zaman. Bu arada kimseye bir şey söylemeyin.”
***Bu hoşbeşi bir tarafa bırakıp Kızıl Neşe Avlusu’na gelen Baoyu’nün Xiren’le konuşmalarına dönelim.
“Büyükannem ve Feng çok gizemli bir şeyler yapıyorlar. Neler olduğunu hiç bilmiyorum.” dedi Baoyu.
Xiren bir an düşündü.
“Benim de hiçbir fikrim yok.” dedi sonunda, tuhaf bir gülümsemeyle. Sonra, sanki bir kere daha düşünmüş gibi ekledi. “Acaba konuşurlarken Bayan Lin orada mıydı?”
“Yok canım! Biliyorsun hasta, yatıyor o.”
Konuşmaları, yan odada tartışan Sheyue ve Qiuwen’in sesleriyle yarım kaldı.
“Ne oluyor size?” diye seslendi Xiren.
“Hep Qiuwen’in yüzünden!” dedi Sheyue. “Kâğıt oynarken hile yapıyor! Kazandığında paramı aldı ama şimdi ben kazandım, para vermiyor. Bütün paramı silip süpürdü.”
“Haydi canım!” diye araya girdi Baoyu gülerek. “Aptallığı bırakın! Birkaç bozukluk için kim kavga eder?”
İki kız öfkeyle surat asıp dışarı çıktı, Xiren de Baoyu’nün yatmasına yardım etti.
Xiren, Baoyu’nün sözünü ettiği gizemli konuşmanın nişan meselesiyle ilgili olduğundan emindi. Şu anki ruh hâlindeyken, böyle hassas bir konunun onu yine bir krize sokabileceğinden korkup bilmiyormuş gibi yaptı. Kendisi de son gelişmeleri öğrenmeye can atıyordu. O gece yatağında yatarken, sabah ilk iş gidip Zijuan’i görmeye karar verdi. Onun kesin haberi vardı ve neler olduğunu anlatırdı.
Ertesi gün erkenden kalktı. Baoyu’yü okula gönderdikten sonra kendi sabah hazırlıklarını bitirip Bambu Evi’ne doğru yola koyuldu. Zijuan avluda çiçek topluyordu, gülerek selamladı onu.
“Merhaba, Xiren. İçeri gelip otursana.”
“Teşekkür ederim. Çiçeklerle meşgulsün. Bayan Lin nasıl?”
“Sabah tuvaletini yeni tamamladı. İlacının ısınmasını bekliyor.”
Zijuan Xiren’i içeri aldı. Daiyu kitap okuyordu, bu da Xiren’e konuşmak için bahane yarattı. Samimi bir şekilde gülümsedi.
“Böyle erken saatte okumaya başlarsanız, yorgun olmanız normal, küçük hanım. Efendi Bao keşke sizi örnek alsa!”
Daiyu cansız bir şekilde gülüp kitabı bıraktı. Bu arada Xueyan, üzerinde bir fincan ilaç ve bir fincan su olan bir tepsiyle geldi. Arkasında da tükürük hokkası ve kâse taşıyan küçük bir hizmetçi vardı.
Xiren, ağızlarından laf almak niyetiyle gelmişti ama bütün bu ilaç telaşının arasında konuyu açma fırsatı bulamadı; istediği bilgiyi alması ufak bir ihtimal olduğundan, aksi Bayan Lin’i kızdırma riskini almak istemedi. Biraz daha oturup havadan sudan konuştuktan sonra vedalaşıp eve döndü.
Kızıl Neşe Avlusu’na yaklaşırken, biraz ileride iki erkeğin durduğunu görüp şaşırdı; daha fazla ilerlemenin doğru olmayacağını düşündü. Ama içlerinden biri onu görmüştü, koşarak yanına geldi. Baoyu’nün hizmetkârlarından biri olan Chuyao’ydu.
“Burada ne arıyorsunuz?” diye sordu Xiren.
“Efendi Yun, Efendi Bao’ya bir mektup gönderdi, cevap bekliyor.” dedi çocuk.
“Ama Efendi Bao’nın okulda olduğunu gayet iyi biliyorsun, ne diye bekliyorsunuz?”
“Ben de öyle söyledim.” dedi çocuk, süklüm püklüm bir şekilde. “O zaman size söylememi ve cevabınızı almamı istedi.”
Xiren sert bir şekilde azarlamak üzereydi ki diğerinin de sinsice yaklaştığını gördü. Dikkatle bakınca bu sinsinin Jia Yun olduğunu anladı. Hizmetkâr çocuğa döndü.
“Zamanı gelince mektubunun Efendi Bao’ya iletileceğini söyle ona.” dedi.
Jia Yun’ün ağır ve sinsi ilerleyişi, aslında güzel Bayan Xiren ile yüz yüze konuşma niyetini saklamak içindi. Neredeyse amacına ulaşmak üzereyken, gayet net şekilde duyduğu ret ifadesi üzerine planından vazgeçip durakladı. Xiren dönüp Kızıl Neşe Avlusu’na doğru yoluna devam etti. Kederli Jia Yun, hizmetkâr çocuk eşliğinde Bahçe’den çıktı.
Xiren, Baoyu okuldan dönünce bu olayı anlattı.
“Bugün Batı Sokağı’ndan Efendi Yun buraya geldi.” dedi kısaca.
“Ne istiyormuş?”
“Senin için bir not bıraktı.”
“Nerede? Bakalım ne diyor.”
Sheyue hemen gidip kitaplıktan alıp geldi; Baoyu’ye verdi. Zarfın üzerinde, ‘Saygıdeğer Amcama’ diye yazıyordu.
“Ne komik!” dedi Baoyu. “Babası olduğumu sanıyordum!”
“Ne?” dedi Xiren.
“Önceki yıl, bana beyaz begonyalar gönderdiğinde ‘İtaatkâr ve Sevgi Dolu Oğlun’ diye yazmıştı ya, unuttun mu? Şimdi amcalık makamına düşmüşüm…”
“Gerçekten hiç utanmanız yok!” diye bağırdı Xiren. “Onun gibi yetişkin biri oğlun diye geçiniyor, öyle mi? Daha aklı başında olması lazım! Sana gelince… Bao Baba! Sen daha…”
Xiren durdu. Kıpkırmızı oldu, hafifçe gülümsedi. Baoyu ne demek istediğini biliyordu.
“Kim bilir?” dedi. “Belki beni manevi babası olarak görüyordur. ‘Çocuğu olmayan keşişin pek çok sadık oğlu olabilir.’ derler. Bunu kabul ettim çünkü bence oldukça zeki ve sevimli biri. Eğer fikrini değiştirmişse, üzülürüm.”
“Aslını sorarsan benim tüylerimi ürpertiyor.” dedi Xiren ve Baoyu mektubu açarken devam etti. “Sinsice yaklaşmaya çalışıyor ve kaypak bir hâli var. Ona zerre kadar güvenmiyorum.”
Baoyu, mektubun içeriğine öylesine dalmıştı ki Xiren’in söylediklerine pek kulak vermedi. Xiren mektubu okuyan Baoyu’nün yüz ifadesini inceledi. Kaş çatma, gülümseme, sonra baş sallama ve nihayetinde tahammülsüzlük.
“Ne diyor?” diye sordu okumayı bitiren Baoyu’ye.
Baoyu, cevap vermek yerine mektubu yırtıp attı. Xiren konuyu değiştirmenin daha akıllıca olacağını düşündü.
“Yemekten sonra çalışmayı düşünüyor musun?” diye sordu.
“Aşağılık herif!”
“Ne oldu?” diye sordu Xiren gülerek.
“Neyse, boş ver! Haydi yemek yiyelim. Sonra hemen yatacağım. Biraz hasta hissediyorum.”
Küçük hizmetçilerden birine bir ateş yakıp mektubu içine atmasını söyledi.
Yemek kısa sürede hazır oldu ama Baoyu’nün pek iştahı yoktu, suratını asıp önüne bakarak oturuyordu.
Xiren, her türlü baskı ve ikna çalışmalarından sonra nihayet bir lokma almasını sağlayabildi ama ardından tabağı bırakıp kendisini yatağına attı. Birdenbire ağlamaya başladı.
Ne Xiren ne de Sheyue buna bir anlam verebildi, şaşırıp kaldılar.
“Haydi ama bize söylemen lazım.” diye karşı çıktı Sheyue. “Yun mudur nedir, hep onun yüzünden! Seni bu kadar etkileyecek ne yazmış olabilir, bir gülüyorsun, bir ağlıyorsun. Eğer böyle tuhaf davranmaya devam edersen, bizi endişeden öldüreceksin!”
Kendisi de ağlamak üzereydi. Xiren gülmeden edemedi.
“Sheyue canım, durumu daha da berbat etmesene! Zaten yeterince sıkıntı yarattı, bir de sen başlama. Bu mektubun seninle ne ilgisi var?” dedi.
“Ne aptalca bir laf!” dedi Sheyue. “Kim bilir ne saçmalıklar yazdı. Her şey olabilir. Beni neden işe karıştırıyorsun? Belki de seninle ilgili bir şeydir.”
Xiren cevap vermeden Baoyu yattığı yerden bir kahkaha attı, doğrulup oturdu, üstünü başını düzeltti.
“Tamam, bu kadar yeter. Artık uyuyalım. Yarın erkenden okula gideceğim.” dedi, sonra da yatıp uykuya daldı.
Kızlar da yattılar ve gece sorunsuz bir şekilde geçti. Ertesi sabah tuvaletini tamamlayan Baoyu okula doğru yola çıktı. Daha kapıdan yeni çıkmıştı ki aklına bir şey geldi, Mingyan’e beklemesini söyleyip geri döndü.
“Sheyue!” diye seslendi.
Kız koşarak geldi.
“Ne oldu?”
“Eğer bugün Yun buraya gelirse, bir daha rahatsızlık vermemesini söyle, yoksa büyük hanımefendi ve Sör Zheng’a bildireceğim.”
“Tamam.” dedi Sheyue.
Baoyu tekrar yola koyuldu ama giderken telaş içinde gelen Yun’le karşılaştı. Yun, Baoyu’yü görünce hemen selamladı.
“En içten tebriklerimi sunuyorum, amca!” dedi.
Baoyu bunu mektubunda sözünü ettiği konuya yordu ve ters bir şekilde cevap verdi.
“Her şeye burnunu sokan patavatsız! İnsanların başka dertlerle uğraşmaları senin için hiç fark etmiyor, değil mi?”
“Ama amca!” diye karşı çıktı Yun gülümseyerek. “Bana inanmıyorsan kendi gözlerinle gör. Dışarıda kalabalık toplanmış.”
“Sen neden söz ediyorsun?” diye bağırdı Baoyu öfkeyle.
O anda bir bağırtı ve alkış dalgası geldi sokaktan.
“Dinlesene!” dedi Yun. “Şimdi inandın mı bana?”
Baoyu daha da şaşırdı. Genel velvelenin arasında birkaç kelime yakaladı.
“Sizde hiç terbiye yok mu? Ne diye buraya gelip gürültü çıkarıyorsunuz?”
Başka bir ses de ona cevap verdi.
“Sör Jia’yı terfi ettiren güç, bize müjde verme ayrıcalığı kazandırdı, diğer evler bunu duyduklarına memnun olacaklar!”
Baoyu sonunda babasının terfi ettirildiğinin resmî olarak açıklandığını anladı; kapının dışındaki velvele iyi dileklerini iletmek isteyen insanlardan geliyordu; tabii sevinçlerini bu kadar gürültülü yapan bahşiş beklentisiydi. Baoyu memnun oldu ve aceleyle Bahçe’den çıktı, yine Jia Yun yolunu kesti.
“Sevindin mi, amca? Senin nişanın da bir açıklansın, o zaman sevinci iki katına çıkar!”
Baoyu kıpkırmızı kesildi ve Jia Yun’ün suratına tükürdü.
“Hemen kaybol şuradan, sersem! Beni hasta ediyorsun!” dedi.
Jia Yun de kızardı.
“Yanlış bir şey mi söyledim? Sanki sen biraz…”
“Sanki biraz ne?” diye sordu Baoyu öfkeyle.
Yun cevap vermeye cüret edemeyip, cümlesini yarım bıraktı. Baoyu de okula gitti.
“İyi haberleri duydum, oğlum.” dedi, onu gülerek karşılayan Dairu. “Aslına bakarsan bugün seni burada gördüğüme şaşırdım.”
“Babamı tebrik etmeye gitmeden önce size gelmek istedim, efendim.” dedi Baoyu kibarca gülerek.
“Anlıyorum. Tamam, bugün derse katılmana gerek yok. Bir günlük izinlisin. Ama Bahçe’de dolaşarak boşa geçirme. Senin yaşında biri, aile meselelerinde aktif bir rol almasa da senden büyük kuzenlerinle beraber olup birçok şey öğrenebilirsin.”
“Evet, efendim.”
Baoyu eve döndü. Büyükanne Jia’nın dairesinin kapısına yaklaşırken, karşı taraftan gelen Li Gui ile karşılaştı.
“Geri döndüğüne memnun oldum.” dedi Li Gui, yanında durup gülümseyerek. “Ben de okula seni almaya geliyordum.”
“Kim söyledi bunu yapmanı?” diye sordu Baoyu.
“Büyük hanımefendi evine birisini göndermiş.” dedi Li Gui. “Ama hizmetçiler okula gittiğini söylemişler; o da bana birisini gönderip senin için okuldan birkaç gün izin almamı istedi. Şenlikler için tiyatro gösterileri düzenlediklerini duydum. Neyse, beni okula gitmekten kurtardın.”
Baoyu içeri girince Büyükanne Jia’nın ön avlusunun hizmetçiler ve yaşlı kadınlarla dolu olduğunu gördü; hepsinin sadık yüzleri sevinç ve heyecanla ışıldıyordu.
“Geç kaldınız, Efendi Bao! Hemen içeri girip büyük hanımefendiyi tebrik etseniz iyi olur!”
Baoyu’nün yüzü aydınlandı. İçeri girince Büyükanne Jia’yı Daiyu ve Xiangyun’ü iki yanına almış, sedirde otururken buldu. Aşağısında da Xing ve Wang Hanımlar, Tanchun, Xichun, Li Wan, Xifeng, Li Wan’in iki kuzeni Wen ile Qi ve Xing Hanım’ın yeğeni Xing Xiuyan toplanmışlardı. Baochai, Baoqin ve Yingchun’ün orada olmadıklarını fark etti. Böyle bir topluluğu görmekten çok memnuniyet duyan Baoyu önce Büyükanne Jia, sonra annesi ve Xing Hanım’a tebriklerini sundu; ardından bütün aileyi selamladı. Gülerek Daiyu’ye döndü.
“Artık iyileştin mi, kuzen?”
“Evet, teşekkür ederim.” dedi Daiyu, hafif gülümseyerek. “Sen? Pek iyi olmadığını duydum.”
“Evet, geçen gece kalbime ani bir ağrı girdi. Bir süredir iyiyim ama her gün okula gittiğim için gelip seni göremiyorum.”
Baoyu lafını bitirmeden, Daiyu dönüp Tanchun’le konuşmaya başladı. Yanlarında duran Xifeng onlara takıldı:
“Ben de ayrılmaz ikili olduğunuzu sanıyordum. Sizi duyan da yabancı olduğunuzu düşünür. Şu resmiyete bakın!”
Herkes buna güldü. Daiyu’nün yüzü sarardı; önce utancından konuşamadı. Ama bir cevap vermesi gerektiğini düşündü.
“Zaten anlamanı bekleyen yoktu…” dedi.
Bu herkesi daha da güldürdü. Xifeng, kısa bir süre durakladıktan sonra, gafının farkına varıp konuyu değiştirmeye yeltendi ama o sırada Baoyu birden Daiyu’ye döndü.
“Kuzen, şu patavatsız ve aptal Yun ne yapmaya çalıştı biliyor musun?” dedi ama ne diyecektiyse vazgeçti. Diğerleri şaşkın bir şekilde güldüler.
“Ne diyorsun?” dedi birisi.
Daiyu de herkes gibi olan bitenden habersiz, şaşkın şaşkın gülümsedi. Baoyu başka bir konu açarak sıyrıldı.
“Duyduğuma göre opera oynanacakmış. Ne zaman başlayacak?” dedi.
Herkes ona hayretler içinde bakakaldı. Xifeng cevap verdi.
“Duyan sensin, bize niye soruyorsun?”
“Gidip bir bakayım.” dedi Baoyu hemen.
“Gidip de yaramazlık yapmaya kalkışma!” diye uyardı onu büyükannesi. “Herkesin seninle dalga geçmesini istemezsin herhâlde. Unutma, bugün baban için çok özel bir gün, gelince seni aylaklık ederken görürse, sorun çıkacağı kesin.”
“Tamam, büyükanne.” dedi Baoyu ve gitti.
O çıkınca, Büyükanne Jia, Xifeng’a döndü.
“Bu opera meselesi nedir?” diye sordu.
“Wang amca, seni ve Zheng enişteyle halamı tebrik etmek için bir şeyler yapmak istiyormuş. Yeni bir aktris topluluğu tutmuş, yarından sonraki gün uğurlu günmüş.” dedi Xifeng ve gülerek ekledi: “Sadece uğurlu değil, aynı zamanda mutlu bir gün.”
Daiyu’ye bakıp güldü. Daiyu de mahcup bir şekilde ona gülümsedi.
“Tabii ya!” diye bağırdı Wang Hanım. “Yeğenimizin yaş günü!”
Büyükanne Jia neyi kastettiklerini anladı ve gülerek ekledi:
“Yaşlandıkça ne kadar unutkan olduğum ortaya çıkıyor! Neyse ki sekreterim Xifeng var da bana hatırlatıyor. Daha ne olsun? Baoyu’nün dayısı tebriklerini sunmak istiyorsa, Daiyu’nün dayısının ailesi de onun yaş gününü kutlar.”
Bu herkesi güldürdü ve her şeyi bu kadar iyi ifade edebilen yaşlı kadının müthiş bir şansı boşuna hak etmediğini söylediler.
Baoyu, tam yaş günü partisi konuşulurken geri geldi ve sevinçten mest oldu. Hep beraber büyük bir heyecan havasıyla yemeğe oturdular. Yemekten sonra Jia Zheng Saray’a teşekkürlerini sunup döndü, aile mabedinde atalarının önünde secde ettikten sonra Büyükanne Jia’ya da saygılarını sunmaya geldi. Ayağa kalkınca bir şeyler söyleyip resmî ziyaretlerini yapmak için çıktı.
Sonraki bir iki gün, sürekli bir koşuşturma ve keşmekeş içinde geçti; akrabalar akın akın Rong Konağı’na geldiler. Atlar ve arabalar ana girişe yığıldı, her köşede önemli bir beyefendi, samur kürklü, kolalı şapkasıyla oturmuş, sırasını bekliyordu.
Çiçeklerin açtığı yerde,Arılar, kelebekler bol olur;Dolunayın altındaGökyüzü ve deniz kabarır.***Bu ziyaretler, kutlama gününe kadar iki gün sürdü. O sabah, Wang Ziteng ve diğer akrabaların talimatıyla aktris topluluğu erkenden geldi, Büyükanne Jia’nın avlusunda, kabul salonunun karşısına sahnelerini kurdular. Jia erkekleri resmî kıyafetleri içinde, ondan fazla masanın hazırlandığı avluda misafirleri ağırladılar. Hanımların da oyunları seyrederek eğlenmeleri için avluyla, kuzey taraftan ona bakan balkon arasına camdan bir paravan yerleştirildi; etrafı çevrili bir alana dört masa kuruldu. Özellikle Büyükanne Jia bu kutlamada herkesten daha coşkuluydu. Xue teyze, kardeşi Wang Hanım ve yeğeni Baoqin ile beraber masanın başındaki şeref misafiri yerine yerleşti. Büyükanne Jia diğer masanın başına Xing Hanım ve yeğeni Xiuyan’le beraber oturdu. Kalan iki masa hâlâ boştu, yaşlı kadın küçük hanımlara haber gönderip çabuk olmalarını istedi.
Daiyu, Xifeng ve büyük bir hizmetçi grubunun öncülüğünde geldi. Yeni kıyafetlerini giymişti; yeryüzüne inen Ay Tanrıçası gibi görünüyordu. Büyükanne Jia ve diğer hanımefendileri mahcup bir gülümsemeyle selamladı. Xiangyun ve iki Li kardeşler kendi masalarının başına oturmasını söylediler. Kibarca reddine Büyükanne Jia karşı çıktı.
“Haydi, canım. Bugün senin de günün.”
“Öyle mi?” dedi Xue teyze ayağa kalkarak. “Bayan Lin de mi bir şey kutluyor?”
“Evet, bugün onun yaş günü.” dedi Büyükanne Jia gülerek.
“Olamaz! Nasıl da unuttum!” dedi Xue teyze Daiyu’nün yanına giderek. “Çok affedersin. Umarım beni bağışlarsın, çocuğum! Seni tebrik etmesi için Baoqin’i göndereceğim.”
“Çok naziksiniz. Benim için zahmete girmeyin.” diye mırıldandı Daiyu gülümseyerek. Herkes yerlerine otururken etrafına bakındı, Baochai’in gelmediğini fark etti.
“Umarım Kuzen Chai hasta falan değildir. Neden gelmedi?” diye sordu.
“Gelecekti ama evle ilgilenecek kimse olmadığı için evde kalması gerekti.” dedi Xue teyze.
Daiyu kızardı ve şaşkın bir şekilde gülümsedi.
“Kuzen Pan evlendiğine göre, artık evde kalmasına gerek yok ki. Galiba bu gürültü ve heyecanı kaldıracak durumda değil. Gelmediğine çok üzüldüm. Onu çok özlüyorum.” dedi.
Xue teyze de gülümsedi.
“Ne kadar da tatlısın, canım! O da seni düşünüp duruyor. Bir iki gün içinde gelip seninle sohbet etmesini söylerim.” dedi.
Hizmetçiler şarap servisi yaptılar; masalara tabakları yerleştirdiler; bu arada avluda da gösteri başladı. Tahmin edileceği gibi bir iki şölen oyunu sergilendi. Üçüncüsü yepyeni bir şeydi. Peri kılığındaki erkek ve kız hizmetkârlar bayrakları ve flamaları sallayarak, ihtişamlı bir kıyafet içindeki tanrıçanın önünden sahneye çıktılar. Tanrıçanın başında siyah bir tül vardı, gökkuşağı renklerindeki eteği ve tüylü ceketiyle kostümü ışıltılar saçıyordu. Kısa bir arya söyleyip sahneden ayrıldı.
Ailedeki hiç kimse bu parçayı bilmiyordu ama misafirlerden biri, son eserlerinden biri olan “İnci Sarayı”ndan “Dönüşüm” parçası olduğunu söyledi. Bir ölümlüyle evlenmek için aydaki sarayından yeryüzüne inen Chang’E’nin hikâyesiydi. Merhamet Tanrıçası Guanyin ona gerçeği gösteriyor ve kız bu evlilik gerçekleşmeden ölüyordu. Bu sahnede, tekrar aya götürülüyordu. Şarkısında şöyle diyordu:
Fânilerin aşkı tatlıdır derler,Ama hasat dolunayı küçülür,Baharın saf güzellikleri solar gider.Ah yazık, bu fâni aşk gözlerimi kör etti,Beni ışık küremden alıp getirdi.Bir sonraki parça Lavtanın Hikâyesi’nden Kabuk Yiyen Kadın’dı. Arkasından Seyyahın Yolu’nda Bodhidharma ve Öğrencisi Nehri Geçiyorlar geldi. Son sahne muhteşem bir akrobatik pandomim ve hayal oyunlarıydı. Heyecanın dorukta olduğu bir anda, Xue ailesinin uşaklarından biri yüzünden ter damlayarak avluya daldı ve Xue Ke’nın masasına gitti.
“Efendi Ke! Hemen eve gelin! Hanımefendiye haber gönderin, o da gelsin. Çok acil!” dedi.
“Ne oldu?” diye sordu Xue Ke.
“Eve gittiğimizde anlatırım, efendim!” dedi çocuk nefes nefese.
Xue Ke, ev sahiplerine teşekkür bile edemeden çocuğun arkasından avludan ayrıldı, bir hizmetçiyle hanımların olduğu tarafa, Xue teyzeye de mesaj gönderdi. Haberi alan Xue teyze bembeyaz oldu. Baoqin’i de yanına alıp endişeli bir şekilde vedalaşarak arabasına bindi, herkesi dehşet içinde bıraktı.
“Biz de birisini gönderelim.” dedi Büyükanne Jia. “Herkes merak içindedir mutlaka.”
Onayladılar.
Aktrisler oyunlarına devam ettiler ama biz onları bırakıp Xue teyzenin peşinden gidiyoruz. Xue teyze evine gittiğinde iki yamen görevlisinin girişte beklediğini gördü. Onların yanında aile dükkânından çalışanlar da vardı.
“Bayan Xue gelince her şeyi açıklar.” diye konuşuyorlardı.
Yamen görevlileri, yaşlı kadının, bir hizmetkâr ordusuyla birlikte kapıya doğru yaklaştığını gördüler ve muhatap oldukları kişinin seçkin pozisyonunu fark edip ayağa kalktılar. Xue teyze kabul salonundan geçip içeri girerken, gelininin dairesinden gelen ağlama seslerini duydu. Adımlarını hızlandırdı. Onu karşılamak için çıkan Baochai’in yüzü gözyaşıyla ıslanmıştı.
“Duydun mu, anne? Lütfen paniğe kapılma! Bir şeyler yapmaya çalışacağız!” dedi.
Beraber içeri girdiler. Xue teyze yolda uşaklardan birinden meseleyi öğrenmişti; şok yüzünden hâlâ tir tir titriyor ve hıçkırıyordu.
“Peki kimdi? Kim?” diye sordu heyecanla.
“Hanımefendi!” dedi uşaklardan biri. “Şu anda bu tür detaylar pek bir işe yaramayacak. Can almak kişilerden bağımsız bir suçtur. Bu yüzden ne yapacağımızı düşünmemiz lazım.”
“Düşünecek ne var ki?” dedi kadın hıçkırarak.
“Yapılacak en iyi şey şu.” diye devam etti uşak. “Öncelikle, Efendi Ke’ya biraz para verip hapishaneye Bay Pan’i ziyarete gönderin. Sonra yarın ilk iş, Efendi Ke, yasal terimleri iyi bilen, usta bir arzuhâlci bulsun. Ölüm cezasını bozdurmak için iyi bir para teklif etsin. Bu halledilince Jia beyefendilerinden birinden araya adam sokmasını isteriz. Ama öncelikle dışarıda bekleyen yamen görevlilerine birkaç tael bahşiş verelim. Sonra planı uygularız.”
Xue teyze ikna olmadı.
“Adamın ailesini bulun. Cenaze masrafları ve tazminat için ne kadar istiyorlarsa verin. Eğer dava açmazlarsa kolayca serbest bırakılır.”
Kapı perdesinin arkasından Baochai’in sesi geldi.
“Hayır, anne, olmaz! Ne kadar çok para verirsek, uzun vadede o kadar sorun yaşarız. Onun dediği gibi yapalım.”
“Ben ne için yaşayacağım?” dedi Xue teyze hıçkırarak. “Hemen gidip onu görmem lazım! Sonra ikimiz beraber ölürüz!”
Baochai, metanetli olması için yalvardı ve dışarıdaki uşaklara seslenerek, Efendi Ke’yla birlikte gidip bu işle ilgilenmelerini söyledi. Hizmetçiler Xue teyzeyi içeri götürdüler. Giderken Xue Ke’yla karşılaştılar.
“Herhangi bir haber alır almaz bize de bildir, kuzen!” dedi Baochai. “Sen orada kal, sana güveniyoruz.”
Xue Ke elinden geleni yapacağına söz verip gitti. Baochai, perişan hâldeki annesini yatıştırmaya çalışırken, Xia Jingui, Xiangling’e saldırma fırsatını yakaladı.
“Cinayet bu aile için ne ki?” diye bağırdı. “Hiçbir şey olmamış gibi doğru şehre mi geldiniz? Fazla övünmüşsün kasıntı dalavereci! Bu sefer olanlar gerçek! Hani paranız, iyi dostlarınız, hatırlı akrabalarınız, neredeler? Hepiniz o kadar korktunuz ki ne yaptığınızı bile bilmiyorsunuz! Birkaç gün içinde Pan’i götürdüklerinde, hepiniz beni yalnız başıma bırakıp buradan gideceksiniz, ceremesini ben çekeceğim.”
Yine o acıklı feryatlarından birini kopardı. Xue teyze her kelimesini duydu ve öfkeden bayıldı. Baochai’in eli ayağına dolaştı. Bu curcunanın ortasında Wang Hanım’ın kıdemli hizmetçilerinden biri haber var mı diye sormaya geldi. İşte Baochai için yeni bir problem daha. Birkaç gün önceki resmî nişan ziyaretinden beri kendi nazik durumunun farkındaydı ve çalışanlar da dâhil müstakbel kocasının ailesiyle bağlantısını kesmesi gerektiğini biliyordu. Nişanın gerçekleşmemiş olması ve şu anki durumun aciliyeti, geçici olarak kuralları bir tarafa bırakmayı gerektiriyordu.
“Henüz tam olarak neler olduğunu bilmiyoruz.” dedi hizmetçiye. “Tek duyduğumuz, ağabeyimin birini öldürdüğü ve yerel sulh hâkimi tarafından tutuklandığı. Ne tür bir cinayetle suçlandığını bilmiyoruz ama Efendi Ke öğrenmeye gitti. Bir iki gün içinde daha kesin haberler alınca hanımefendiye bilgi veririz. Lütfen nazik ilgisine teşekkür ettiğimizi ilet, sonraki aşamada Sör She ve Sör Zheng’ın bize verecekleri desteğe ihtiyacımız olacağını söyle.”
Hizmetçi bu mesajla geri döndü.
Sonraki iki gün Xue teyze ve Baochai için dayanılmaz bir endişe içinde geçti. Nihayet üçüncü gün, bir çocuk Xue Ke’dan bir mektup getirdi, hanımlara iletmesi için bir hizmetçiye verdi. Baochai mektubu açıp okudu:
Pan’in davası ‘kasıtsız adam öldürme.’ Bu sabah ilk iş kendi adıma itirazda bulundum, şimdi sulh hâkiminin emrini bekliyorum. Pan’in ilk itirafı her şeyi berbat etti. Benim itirazım kabul edilince, yeniden yargılandığında savunmasını değiştireceğiz. Onu çıkarabileceğiz. Acilen beş yüz tael gümüşe ihtiyacım var. Rehin dükkânı geciktirmeden göndersin. Xue yenge endişelenmesin. Çocuk size gerisini anlatır.
Baochai mektubu annesine okuyunca kadın gözlerini sildi.
“Hayatı hâlâ tehlikede, değil mi?” dedi.
“Tekrar kendini üzmeden önce çocuğu çağırıp ne bildiğini soralım.” dedi Baochai.
Bir hizmetçiyi gönderip çocuğu getirttiler. Xue teyze duyduğu her şeyi tam olarak anlatmasını istedi.
“Akşam geldiğimizde Bay Pan’in Efendi Ke’ya söylediklerini duyunca korkudan ölecektim…” dedi çocuk.
Ama ondan sonra olanlar için gelecek bölüme geçmelisin.
86. BÖLÜM
Rüşvet alan sulh hâkimi davanın sürecini değiştirir.