Книга Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Сюэцинь Цао. Cтраница 3
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt

Qin hakkındaki bir konuşma, genç bir hanımefendi için romantik duyguların yolunu açar.

Geçen bölümde Baochai, Xue Ke’nın mektubunu annesine okumuştu. Bunun üzerine Xue teyze mektubu getiren çocuğu içeri çağırıp, Xue Pan’in başına gelenler hakkında söylediklerini tekrarlamasını istedi.

“Tam olarak anlamadım, hanımefendi ama duyduğum kadarıyla Bay Pan, Efendi Ke’ya…” Şöyle bir etrafına baktı ve başka birisinin olmadığından emin olunca devam etti. “Evdeki korkunç kavga gürültüye daha fazla dayanamadığını ve iş için güneye gitmeye karar verdiğini söyledi. Şehrin yaklaşık yüz kilometre güneyinde oturan Wu Liang adında bir tanıdığı varmış, onu da yanına alacakmış. Bu adamın evine giderken, eski bir arkadaşı olan Jiang Yuhan’la karşılaşmış, o da bazı genç aktörleri başkente götürüyormuş. İkisi bir handa yemek yiyip şarap içmeye gitmişler. İşte her şey orada başlamış. Efendi Pan, garsonun Jiang Yuhan’a bakışlarından rahatsız olmuş. Sonra Jiang gitmiş. Ertesi gün Bay Pan, beraber seyahat etmeyi planladığı Wu Liang’ı da aynı hana içki içmeye götürmüş. Bir iki kadehten sonra garsonun arsız davranışları aklına gelmiş; garson şarapları tazelemekte gecikince, Bay Pan ona küfür etmiş. Garson karşılık verince de kadehini alıp adamın suratına nişan almış. Garson kafasını uzatıp Bay Pan’i kendisine vurması için tahrik etmiş. Sonra bam! Bay Pan kadehi adamın kafasına indirmiş. Kan fışkırmış, garson küfürler savurarak yere devrilmiş. Ve sesi kesilmiş.”

“Peki neden hiç kimse onları durdurmamış?” diye sordu Xue teyze.

“Bay Pan’in bu konuda bir şey söylediğini duymadım, hanımefendi. Bildiklerim bu kadar.”

“Peki. Gidebilirsin.”

“Teşekkür ederim, hanımefendi.”

Çocuk dışarı çıktı.

Xue teyze önce kardeşine gidip, Jia Zheng’ın desteğini isteme görevini verdi. Wang Hanım, kocasına konuyu açıp, olan biteni ayrıntısıyla anlattı. Jia Zheng, kem küm ettikten sonra, sulh hâkimi, normal yollardan iletilen Xue Ke’nın başvurusuna cevap verene kadar hiçbir şey yapamayacağını söyledi.

Xue teyze, ailenin rehin dükkânında beş yüz tael gümüşü hazırlatıp derhâl Xue Ke’ya gönderdi.

Üç gün sonra bekledikleri mektup geldi. Xue teyze hemen küçük bir hizmetçiyi gönderip Baochai’i çağırttı. Çabucak gelen Baochai mektubu okudu.

Sevgili Yenge,

Parayı aldım, yamen personeline bahşiş olarak dağıttım. Hiç merak etme, Pan’e hapishanede kötü muamele edilmiyor. Tek problemimiz halkın çok öfkelenmiş olması. Ne ölen adamın ailesi ne de görgü şahitleri iş birliğine yanaşıyorlar. Pan’in içkiye davet ettiği, güya dostu olan adam bile onlardan yana. Li Xiang ile ben burada yabancı olduğumuz için işimiz daha zor ama neyse ki iyi bir arzuhâlci bulmayı başardık. Biraz yüksek bir ücretle bize yardımcı olmayı kabul etti. Wu Liang’ı ikna etmeye çalışmamızı tavsiye etti. Onu birinci görgü şahidi olarak gözaltında tuttukları için önce ona kefil olacak birisini bulmamız ve kasıtsız adam öldürme savunmamızı doğrulaması için para teklif etmemiz gerekiyordu. Eğer Wu iş birliğini kabul etmezse, o zaman asıl Zhang San’ı öldürenin kendisi olduğunu, suçu bir yabancının üzerine attığını iddia edecektik. Korkudan iş birliği yapacaktı.

Şu ana kadar her şey yolunda. Onun tavsiyesine uydum, Wu Liang’ı dışarı çıkardık; sonra ölen adamın akrabalarına ve şahitlere rüşvet verdik, önceki gün itirazımızı yaptık. Bugün karar çıktı. Kopyalarını size gönderiyorum.

Baochai hem dilekçeyi hem de kararı okudu.

DİLEKÇE

Zhang San’ı yumruklayarak kasten ölümüne neden olmakla haksız yere suçlanan sanık Xue Pan’in kuzeni ve vekili Xue Ke tarafından yazılan dilekçe.

OLAY RAPORU

Sanık, Nanking’e kayıtlı olup başkentte ikamet etmektedir. … ayının … günü iş için güneye doğru seyahat etmek üzere evinden çıktı. Birkaç gün sonra uşağı eve dönüp, sanığın bir kazaya karıştığını ve karşı tarafın hayatını kaybettiği haberini getirdi. Bunun üzerine ben derhâl zatıalinizin kentine gelince, gerçekten de sanığın yukarıda sözü edilen Bay Zhang’ın ölümüne neden olduğunu ama olayın, önceden iddia edildiği gibi yumruklayarak kasten öldürmek değil, kasıtsız adam öldürme vakası olduğunu öğrendim.

SAVUNMA

Kent hapishanesine geldiğimde, sanık pozisyonundaki masumun samimi itirazlarına ve söz konusu olaydan önce en ufak bir tanışıklığı olmadığı Zhang’a karşı hiçbir düşmanlık beslemediğini içtenlikle anlatmasına şahit oldum. Olay bir şişe şarap konusundaki bir anlaşmazlıktan dolayı meydana gelmiştir. Sanık, şikâyet maksadıyla kadehinin içindekini yere boşaltmıştır. Aynı anda maktul yerden bir şey almak için eğilince, ayağı kaymış, tamamen kaza sonucu sanığın kadehi maktulün kafasına çarpıp ölümüne sebep olmuştur.

Zatıaliniz, sanığı gözaltına alıp adli soruşturmaya tabi tuttuğunuzda, işkenceye maruz kalma korkusuyla kavgada öldürdüğünü söylemiş ve böylece hafifletilerek sürgüne gönderme ihtimaliye ölüme mahkûm edilmesine yol açmıştır. Sizin yüce hikmetiniz ve hoşgörünüzle olayın böyle olmayacağını fark edip cezanın infazını durdurmanız üzerine, ben aile sadakatiyle onun adına harekete geçip, zatıalinizden davayı yeniden açmanızı ve olaya karışan herkesi ikinci kez sorguya çekmenizi istirham ediyorum. Bu büyük bir yüce gönüllülük olacak, sanığın ve ailesinin sonu gelmez minnetlerini ve ömür boyu bağlılıklarını kazanmanıza neden olacaktır.

SULH HÂKİMİNİN KARARI

Olay yerinde bir tahkikat gerçekleştirilmiş ve nihai deliller incelenmiştir. Sanığa hiçbir işkence yapılması söz konusu olmayıp, özgür iradesiyle kasti adam öldürme eylemini itiraf etmiştir. Suçu kabul ettiği resmî olarak kayıtlara alınmıştır.

Dışarıdan gelen bir vekil olarak sizin olayla ilgili ilk elden bilginiz bulunmamaktadır. Hiçbir temele dayanmayan bu savunmayı uydurmakla mahkemeye saygısızlık suçu işliyorsunuz. Aile sadakati şartlarını hafifletici sebep olarak kabul ederek suçunuz bağışlanmıştır.

BAŞVURU REDDEDİLDİ

“O zaman hiçbir umut kalmadı!” diye bağırdı Xue teyze. “Şimdi ne yapacağız?”

“Bu kadar değil!” dedi Baochai. “Bir de not var.” Okumaya devam etti.

Gizli talimatları çocuğa sorun.

Xue teyze hemen çocuğu sorguya çekince şu bilgileri aldı:

“Yamendeki insanlar bizim ne kadar zengin olduğumuzu biliyorlar, hanımefendi Xue Ke, başkentteki aile bağlantılarımızı kullanmak zorunda olduğumuzu söylüyor; büyük bir miktar rüşvet vererek yeniden yargılanma ve daha hafif bir ceza sağlanabilirmiş. Hemen harekete geçmeniz gerektiğini söylüyor, hanımefendi, gecikme Bay Pan’in işini zorlaştırırmış.”

Xue teyze çocuğu gönderdi ve hemen kardeşini tekrar görmeye gitti. Wang Hanım, Jia Zheng’a tüm gücüyle yalvardı ama ancak hâkimle konuşması için birisini göndermeye razı edebildi. ‘Nakdî bedel’ kullanma meselesini tamamen reddetti. Xue teyze bunun bir sonuç getirmeyeceğinden korkarak, Jia Lian’le konuşması için Xifeng’a yalvardı. Hâkimin bedeli çok yüksekti, hesaplamalar birkaç bin taeli gösteriyordu ama sonunda bir anlaşmaya varıldı ve Xue Ke’nın planını uygulaması için ortam sağlandı.

Dava resmî olarak tekrar açıldı ve mübaşir, görgü şahitleri, maktulün ailesi ve ilgili herkes bir kere daha bölge yamenine çağrıldı. Xue Pan hapishaneden alınıp getirildi. Mahkeme memuru yoklama yaptı; hâkim baş mübaşirden orijinal ifadeleri doğrulamasını istedi. Sonra maktulün annesi Bayan Zhang ve amcası Zhang Er ifade vermeye çağrıldı.

“Sayın Hâkim!” diye başladı Bayan Zhang gözyaşları içinde. “Biz Zhanglar köylü insanlarız, kentin güneyinde yaşıyoruz. Kocam Zhang Da on sekiz yıl önce öldü. Üç oğlumuz vardı ama büyük ve ortanca oğlumuz öldü. Bir tek üçüncü oğlumuz vardı, şimdi o da gitti. Daha yirmi üç yaşındaydı, Sayın Hâkim, henüz evlenmemişti. Fakir olduğumuz için Li ailesinin hanında garson olarak çalışıyordu. O gün öğleden sonra şu adam kapıma gelip, ‘Li Han’da kavga çıktı! Oğlun öldürüldü!’ dedi. Ah, zavallı yüreğim, Sayın Hâkim! Az kalsın ölüyordum! Hemen hana koştum, oğlum yerde yatıyordu, kafasından kan akıyordu. ‘Ne oldu?’ diye sormaya çalıştım ama cevap veremedi, zor nefes alıyordu. Sonra… gitti! O canavarı bir elime geçirsem!”

Görevlilerden bir uğultu yükseldi. Bayan Zhang secde edip, “Sayın Hâkim, adalet istiyorum! Dünyada ondan başka kimsem yoktu benim!” diye yalvardı.

Sulh hâkimi eliyle işaret ederek kadını gönderdi ve sonraki şahit olan han sahibi yaşlı Li’yi çağırdı.

Yaşlı Li geldi, kürsünün önünde diz çöktü.

“Zhang San senin hanında mı çalışıyordu?” diye sordu hâkim.

“Garsonluk yapıyordu.” dedi Li.

“Soruşturmadaki ifadende, Xue Pan’in Zhang San’a öldürücü bir darbe vurduğunu söylemişsin. Bizzat kendi gözlerinle gördün mü?”

“Hayır, Sayın Hâkim. Ben o sırada salondaki tezgâhın arkasındaydım. Özel odadaki müşterilerden birinin şarap siparişini duydum. Kısa bir süre sonra da birisinin yaralandığını söylediler. Hemen koştum, Zhang San’ın yerde yattığını gördüm. Konuşamıyordu. Hemen yetkilileri çağırdım, Bayan Zhang’a da birisini gönderdim. Kavganın nasıl başladığını hiç bilmiyorum. Bay Xue’nin masasında bir beyefendi oturuyordu, Sayın Hâkim. Belki o size gerekli bilgiyi verebilir…”

“Ne!” diye gürledi hâkim. “İlk ifadende olayı kendi gözlerinle gördüğünü açıkça söylemişsin. Şimdi hiçbir şey görmediğini mi söylüyorsun?”

“İlk ifade verdiğimde öyle telaşlıydım ki Sayın Hâkim, biraz kafam karışmıştı…”

Yine görevlilerden uyarıcı bir uğultu yükseldi.

“Sonraki şahit gelsin!” diye emretti hâkim.

Gelen şahit, Xue Pan’in “arkadaşı” Wu Liang’dı.

“Söyle bakalım!” dedi hâkim. “Suç işlendiği sırada sanığın masasında oturup içki içiyor muydun? Öldürücü darbe nasıl meydana geldi? Gerçeği söyle!”

“O gün, Sayın Hâkim, Bay Xue benim evime uğradı ve içki içmeye davet etti. Şarabın kalitesini beğenmediği için yeni bir şişe getirilmesini istedi. Ama garson Zhang San itiraz etti. Bu da Bay Xue’yi çok sinirlendirdi, tepkisini ortaya koymak için kadehindeki şarabı garsonun yüzüne fırlattı. Her şey çok hızlı oldu; herhâlde kadeh de elinden kayıp Zhang’ın başına çarpmış olmalı. Kendi gözlerimle gördüğüm gerçek bu!”

“Saçma!” diye bağırdı hâkim. “O zaman neden sorguda sanık Zhang’a saldırdığını ve kadehini fırlattığını söyledi? Sen de bunu doğrulamışsın! Yalancı şahitlik yapıyor! Vurun şunun suratına!”

Mahkeme salonunun ilgili yerinden cevap geldi ve görevliler ceza emrini yerine getirmek üzereyken, Wu itiraz etti.

“Kavgayı Bay Xue başlatmadı, efendim! Kadeh elinden kaydı ve Zhang’ın kafasına çarptı. Kazaydı! Sanığın kendisini sorgulayın! Merhamet edin!”

Hâkim, Xue Pan’i çağırdı.

“Şimdi Xue, son kez söyle, Zhang San’a karşı garezin neydi? Nasıl öldü? Sadece doğruyu duymak istiyorum!” dedi.

“Sayın Hâkim, yalvarırım merhamet edin!” diye yalvardı Xue Pan. “Ben adama vurmak için el kaldırmadım. Sipariş ettiğim şarabı getirmeyi reddedince, kadehimi yere boşalttım sadece. Hiç istemeden kadeh elimden kayıverdi ve kafasına çarptı. Kanı durdurmak için elimden geleni yaptım ama faydası olmadı. Kan kaybı o kadar fazlaydı ki dakikalar içinde öldü. Sorguda işkenceden çok korktuğum için yanlış itirafta bulundum. Yalvarıyorum, Sayın Hâkim, beni bağışlayın!”

“Seni ahmak!” diye kükredi hâkim. “İlk sorduğumda, şarap getirmediği için çok sinirlendiğinden ona vurduğunu söyledin. Şimdi kalkmış ‘Kazaydı!’ diyorsun, öyle mi?”

Hâkim, sözlerine uygun sesler de çıkararak bu şekilde konuşmaya devam etti ve itiraf etmeyecek olursa, kâh dayak kâh işkenceyle tehdit etti. Ama Pan bu sefer inkâr etmekte ısrarlıydı.

Ölümden sonraki incelemeleri konusunda açıklama yapması için adli tabip çağrıldı.

“Cesedi incelediğiniz zaman yazdığınız raporu anlatın!” dedi hâkim.

“Mahkemenin izniyle, Zhang San’ın cesedini gerektiği şekilde inceledim. Vücutta herhangi bir yaralanma yoktu. Sadece kafatasında porselen bir nesnenin açtığı bir kesik vardı. Yaklaşık bir santim derinliğinde, dört santim uzunluğunda bir kesikti. Deriyi kesip kafatası kemiğini çatlatmıştı. Böyle bir yaraya hiç şüphesiz bir darbe neden olmuş.”

Hâkim anlatılanları raporla karşılaştırdı. Yardımcılarının raporu değiştirdiklerini gayet iyi biliyordu ama itiraz etmeden ilgili herkesin ifadelerini imzalamalarını istedi.

“Sayın Hâkim!” dedi Bayan Zhang ağlayarak. “Geçen sefer başka yaralar da olduğunu duymuştum. Tabip kendisi söylemişti, hatırlıyorum! Bugün nasıl yok oldular?”

“Saçmalama kadın!” diye bağırdı hâkim. “İşte imzalı rapor burada! Kendin bak!”

Sonra maktulün amcasını çağırdı. O daha iş birlikçi bir şahitti.

“Zhang Er, yeğeninin cesedinde kaç tane yara olduğunu mahkemeye söyler misin?”

“Kafatasında bir tane vardı.” diye cevap verdi Zhang.

Hâkim, Bayan Zhang’a döndü.

“Başka ne kanıt istiyorsun?”

Mahkeme memurlarına raporu Bayan Zhang’a götürmelerini söyledi ve baş mübaşir ve Zhang Er’dan kadına açıklama yapmalarını istedi. Davanın diğer belgeleri karşılaştırıldı; soruşturmanın zabıtları orada bulunanlar tarafından imzalanarak ve bir kavga olmadığı, dolayısıyla bir saldırı olmadığı, Xue Pan’in sadece kasti olmadan birisinin ölümüne sebebiyet verdiği, bunun da paraya çevrileceği, aynı şeyi belirten şahitlerin ifadeleriyle doğrulandı. İlgililer imzalarını atınca, Xue Pan cezası onaylanana kadar tutuldu; Wu Liang ve kefili serbest bırakıldı. Mahkeme ertelendi.

Hâkim ayrılırken, Bayan Zhang yine hıçkırıklara boğulunca, mahkeme görevlilerine kadını dışarı çıkarmalarını söyledi. Zhang amca da kadını kendine getirmek için elinden geleni yaptı.

“Gerçekten kazaydı.” dedi. “Neden masum bir adamı suçlayalım? Sayın Hâkim cezaya karar verdi, lütfen artık sus!”

Xue Ke dışarıda bekliyordu ve her şeyin plana uygun şekilde ilerlemesine çok memnun olmuştu. Eve bir mektup gönderdi ve onay gelip de Xue Pan’in cezasını ödeyene kadar orada kalmaya devam edeceğini bildirdi.

O gün daha sonra kentte yürürken, sokakta heyecanlı konuşmalara şahit oldu.

“Duydun mu? İmparatorluk Eşlerinden birisi ölmüş. Mahkemelere üç gün ara verilmiş.”

İmparatorluk Anıtmezarı kentten çok uzakta olmadığından, Xue Ke Hâkimin cenaze hazırlıklarıyla çok meşgul olacağını düşündü. Hukuki meseleler için pek zamanı olmayacağından, kendisinin orada kalmasına gerek yoktu. Bu yüzden hapishaneye gidip Pan’e birkaç günlüğüne eve döneceğini söyledi. Pan, annesi adına memnun oldu ve ona moral vermek için kısa bir not yazdı:

Ben iyiyim. Doğru ceplere birkaç tael daha konursa evde olurum! Parayı esirgeme!

Xue Ke, lazım olur diye Li Xiang’ı orada bırakıp hemen eve döndü.

Xue teyzeye, hâkimin “saldırı”dan “kasıtsız adam öldürme”ye nasıl geçtiğini ayrıntısıyla anlattı.

“Şimdi bir tek, Zhanglara biraz daha para vermek kaldı. Sonra cezanın hafifletilmesi onaylanınca, her şey bitecek.” dedi.

Xue teyze rahat bir nefes aldı.

“Ben de eve dönüp aile işlerimizle ilgilenmeni umuyordum. Yaptıkları her şey için gidip Jialara teşekkür etmek istiyordum. Ayrıca Wang Hanım için her şeye göz kulak olmam, biraz da kızlarla zaman geçirmem iyi olur diye düşündüm. İmparator Eşi Zhou öldüğü için aile her gün Saray’a gidiyor, ev boş, kızlar yalnız kaldılar. Ama burada kimse olmadığı için gidemedim. Tam zamanında geldin.” dedi.

“Asıl komik olan yolda gelirken, ölenin İmparator Eşi Jia olduğunu duydum.” dedi Xue Ke. “Pek inandırıcı gelmese de acele ettim.”

“Bir süre önce hastaydı.” dedi Xue teyze. “Ama iyileşti, o zamandan beri hasta olduğu konusunda hiçbir şey duymadım. Büyük hanımefendi de son günlerde pek iyi hissetmiyordu, ne zaman gözünü kapatsa Majestelerini görüyormuş. Bu herkesi çok endişelendirdi. Saray’a birisini gönderdiler ama Majestelerinin çok iyi olduğu haberi geldi. Üç gün önce akşam Büyükanne Jia birden, ‘Sırf beni görmek için onca yolu yalnız başınıza mı geldiniz, Majesteleri?’ deyince, hastalığına verdiler ve çok ciddiye almadılar. ‘Eğer bana inanmıyorsanız, Majestelerinin ne dediğini söyleyeyim size. Kısa süre sonra zenginlik ve ihtişam sona erecekmiş; bir çıkış yolu bulmak gerekiyormuş!’ dedi. Herkes hayal gördüğünü düşündü; onun yaşındaki biri zihninde böyle şeyler yaratabilirdi. Kimse önem vermedi. Ertesi gün, Saray’da bir odalığın ciddi şekilde hasta olduğunu duyduklarında nasıl panik olduklarını tahmin edebilirsin. Ailenin unvanlı bütün üyeleri Saray’a gideceklerdi. Yola çıktıklarında korkunç bir hâldeydiler. Ama daha onlar Saray’dan ayrılmadan, Odalık Zhou olduğunu öğrendik. Ne tuhaf, senin duyduğun dedikodular da büyük hanımefendiye malum olan şeyle aynı.”

“İnsanlar hep olayları birbirine karıştırırlar.” dedi Baochai. Jia-lar da o kadar hassaslar ki ‘Majesteleri’ kelimesini duymaya görsünler, hiç düşünmeden bir sonuca varıyorlar. Yanlış alarm olduğu ortaya çıktı. Geçenlerde bir iki hizmetçileriyle biraz sohbet ettim, Majestelerinin olmasının mümkün olmadığını söylediler. Nasıl o kadar emin olduklarını sorunca, içlerinden biri birkaç yıl önce olanları anlattı.”

“O yılın ilk ayı, başkentin kasabalarından birindeki bir falcıyı yanılmazlığından dolayı aileye tavsiye etmişler. Jia Hanımefendi de Majestelerinin Sekiz Sap ve Dal’ının1 ortaya konmasını ve bu adamın kaderini söylemesini istemiş. Adam hemen incelemiş. ‘Burada bir yanlışlık olmalı. Bu genç hanımın birinci ayın birinde doğduğunu görüyorum. Yani eğer doğum saatinin sapı ve dalı doğruysa, onun bu evde değil, asil tabakada olması gerekir.’ demiş. Sör Zheng ve diğerleri hata olsun olmasın, yine de geleceğini tahmin etmesini istemişler. Adam devam etmiş: ‘Döngüsel Yıl Jia Shen (Tahta + Metal), Birinci Ay Bing Yin (Ateş + Tahta). Bu karakterler başarısızlık ve düşüşü temsil ediyor. Sadece Shen rütbe ve zenginlik gösteriyor ama bu, evde yaşamak zorunda olan bir kız için geçerli değil. Gün Yi Mao (Tahta + Tahta), baharın başlangıcında ‘tahta’ elementi hâkim durumda. İki işaret çakışsa da bu çakışma ne kadar büyük olursa o kadar iyidir, tıpkı iyi tahta gibi; yani ne kadar cilalarsanız, o kadar değeri artar. En uğurlusu da saat sapı olan Xin (Metal) asaleti, saat dalı olan Shi (Ateş) ise yüksek rütbe ve zenginliği gösterir. Birleşerek ‘kanatlı at’ı oluştururlar; bu birleşimdeki gün o kadar uğurludur ki gökteki ay kadar yükseleceğine işarettir. Ona İmparator’un Yatak Odası bahşedilecek. Eğer saat sapı ve dalı doğruysa, İmparator Eşi olması söz konusu.’ demiş.

“Hizmetçilerin de dedikleri gibi, yıldız falı Majestelerine aynen uyuyor. Sonra ne yazık ki görkeminin kısa süreceğini söylediğini de hatırlıyorlar. ‘Eğer Yin yılı, Mao ayında Tavşan Kaplan’la, Tahta Tahta’yla karşılaşırsa, çifte çakışma gerçekleşir, bu da gücünü zayıflatır, tıpkı gelişigüzel oyulan tahta gibi.’ demiş. Aile, telaşları arasında bu son kehaneti unutmuş ama hizmetçiler unutmamışlar; geçen gün hanımlarına söylemişler. Onların da dedikleri gibi, ne bu yıl Yin ne de ay Mao, demek ki Majesteleri olamaz, öyle değil mi?”

Baochai sözlerini bitirir bitirmez, Xue Ke heyecanla lafa karıştı.

“Boş verin şimdi Jiaları! Madem bu kadar iyi bir falcı var, neden ona Pan’i sormuyoruz? Belki bize hangi kötü etkinin yoluna çıkıp, bu yıl ona böyle kötü bir şans getirdiğini söyler. Pan’in sap ve dallarını söylesenize bana, bakalım onu bekleyen başka üzüntüler de var mıymış, gidip öğreneyim.”

“Falcı kasabalardan birindeydi. Şimdi kim bilir nerededir?” dedi Baochai.

Bu sohbet esnasında Xue teyzenin Jia konağına gitmek üzere hazırlanmasına yardım ettiler. Konağa vardığında, sadece Li Wan, Tanchun ve Xichun vardı. Onu karşılayıp Xue Pan’i sordular. Tehlikeli bir durumda olmadığını, sadece hükmün onaylanmasını beklediğini söyleyince rahat bir nefes aldılar.

“Daha dün annem, geçmişte ne zaman bir kriz durumu olsa, senin gelip her şeye göz kulak olacağına güvendiğini söylüyordu, teyze.” dedi Tanchun. “Ama bu sefer senin zaten uğraşacak bir sürü şeyin olduğundan senden yardım isteyemedi. Bizi burada kendi başımıza bıraktığı için çok huzursuz oldu.”

“Ben de sizi çok merak ettim aslında.” dedi Xue teyze. “Ama son bir iki haftadır olanları biliyorsunuz. Kuzeniniz Ke Pan’in işleriyle uğraşmaya gitti, ben de başa çıkamaz diye Baochai’i yalnız bırakamadım. Özellikle Pan’in genç karısı çok beceriksiz. Bir türlü kurtulup gelemedim. Neyse ki Ke eve dönebildi de rahat bir nefes alıp gelebildim. Davaya bakan hâkim birkaç gün Odalık Zhou’nun cenaze işleriyle meşgul olacakmış.”

“Keşke bir iki gün kalabilsen çok memnun oluruz.” dedi Li Wan.

Xue teyze başını salladı.

“Ben de yanınızda olup size eşlik etmeyi çok isterdim ama Baochai için endişeleniyorum, ben olmayınca kendisini yalnız hissedebilir.”

“Endişen buysa onu da çağırırız.” dedi Xichun.

Xue teyze güldü.

“Olmaz!” dedi.

“Neden olmasın? Zaten burada yaşıyordu.” dedi Li Wan.

“Anlamıyorsunuz. Artık işler değişti. Şimdilerde çok meşguller, gelemez.”

Xichun, gelemeyişinin asıl nedeninin bu olduğunu anlayıp konuyu kapattı. Onlar konuşurlarken, Büyükanne Jia ve ailenin diğer üyeleri başsağlığı ziyaretinden geri döndüler. Xue teyzenin orada olduğunu görünce selamlaşmalar bile bir tarafa bırakılıp, Pan’in son durumunu öğrenmek istediler. Xue teyze olup bitenleri anlattı. Baoyu de oradaydı ve Jiang Yuhan’ın adı geçince dikkatle kulak kabarttı. Herkesin içinde ilgi göstermeyi uygun bulmayarak, eski aktör dostu şehre geldiğine göre neden kendisini ziyaret etmediğini düşündü. Sonra Baochai’in annesiyle gelmediğini fark edip, neden evde kaldığını tahmin etmeye çalışarak düşüncelere daldı ancak hiç beklenmedik bir anda Daiyu gelince toparlanıp biraz daha neşelendi. Diğerleriyle beraber Büyükanne Jia’nın dairesinde yemeğe kaldı. Yemekten sonra herkes kendi odasına çekilirken, Xue teyze geceyi Büyükanne Jia’nın misafir odasında geçirdi.

Baoyu, Kızıl Neşe Avlusu’na döndü. Üzerini değiştirirken, birdenbire Jiang Yuhan’ın tanışma hediyesi olarak kendisine verdiği kuşağı hatırladı.

“Sana verdiğim kırmızı kuşağı hatırlıyor musun?” diye sordu Xiren’e. “Hani takmak istememiştin. Hâlâ duruyor mu?”

“Bir yerlere koymuşumdur. Neden sordun?”

“Sadece merak ettim.”

“O ayaktakımıyla arkadaşlık ettiği için Bay Pan’in başının ne büyük belaya girdiğini duymadın mı? Hiç akıllanmayacak mısın? Ne diye bu konuyu açıyorsun? Kafanı böyle şeylerle dolduracağına sakince derslerinle ilgilenmen gerekmez mi?”

“Ben ne yaptım şimdi? Başı derde giren ben miyim? Sadece aklıma geldi, hepsi bu! Hâlâ sende durup durmadığı umurumda bile değil. Bana ders vermeye kalkışacaksan…”

Xiren güldü.

“Ben sana ders vermeye çalışmıyorum. İnsanların aktörler hakkında söylediklerini biliyorsun. Madem klasikler üzerinde çalışıyor ve davranış kurallarını öğreniyorsun, bunları uygulayıp, hayatta başarılı olman lazım. Sevdiğin kişi karşına çıkınca, üzerinde iyi bir izlenim bırakmak istersin herhâlde.”

Bu Baoyu’ye bir şey hatırlattı.

“Tüh!” diye bağırdı. “Aklıma geldi! Büyükannemin dairesi o kadar kalabalıktı ki Kuzen Lin’le konuşma fırsatı bulamadım; o da benimle konuşmadı. Benden önce ayrıldı, muhtemelen evine varmıştır. Hemen geliyorum.”

Çıkıp gitti.

“Çok geç kalma!” diye bağırdı Xiren arkasından. “İşte yine yaptım! Hiç ağzımı açmamam lazımdı!”

Baoyu cevap vermeden, başı önünde düşünceli bir şekilde Bambu Evi’ne gitti. Oraya vardığında, Daiyu’yü masada bir kitaba dalmış hâlde buldu.

“Sen döneli çok mu oldu, kuzen?” diye sordu, gidip yanında durarak.

“Sen beni görmezden gelince, kalmamın bir anlamı yoktu.” dedi Daiyu kurnazca.

Baoyu güldü.

“Herkes bir ağızdan konuşuyordu, ben araya giremedim.” dedi.

Daiyu’nün önünde açık duran sayfaya bakınca hiçbir kelimesini anlamadı. Bazıları tanıdık geliyordu ama yakından incelediğinde onlar bile değişikti. Bir çengel karakteri vardı, içinde beş, bir dokuz, üzerinde büyük; bir beş, yanında altı, altında tahta, onun da altında beş. Çok şaşırtıcı bir şeydi.

“Bu acayip şeyleri çözebildiğine göre çok ilerlemiş olmalısın!” dedi.

Daiyu bir kahkaha attı.

“Sen nasıl bir âlimsin böyle! Daha önce hiç qin tablature2 görmemiş olamazsın!” dedi.

“Gördüm tabii ki. Ama nasıl oluyor da buradaki hiçbir karakteri tanımıyorum? Sen anlıyor musun bunları, kuzen?”

“Anlamasam okur muydum?”

“Sana inanamıyorum! Qin çalabildiğini bilmiyordum. Kütüphanede duvarda asılı olduğunu biliyor musun? Birkaç tane var. Önceki yıl babamın qin çalan bir arkadaşı olduğunu hatırlıyorum, galiba Antikacı Ji Haogu’ydu adı. Babam bir parça çalmasını istemişti ama aletleri inceleyince hiçbirinin çalınacak durumda olmadığını söyledi. Gerçekten çalarken dinlemek istiyorsa, başka bir sefer kendi enstrümanıyla geleceğini belirtmişti. Ama yapmadı. Herhâlde babamda müzik kulağı olmadığına karar verdi. Evet! Demek bunca zamandır cevherini bizden gizledin!”

“Yok canım!” dedi Daiyu. “İyi çalamıyorum. Sadece bir iki gün önce kendimi biraz daha iyi hissedince, kitaplığımı karıştırdım, eski bir qin kitabı buldum. Çok güzel bir şeydi, okumak hoşuma gitti. Qinin genel felsefesiyle ilgili bir ön sözle başlıyor, çok etkileyici buldum. Sonra işin teknik tarafını ayrıntısıyla anlatıyor. Anladım ki qin çalmak meditasyon yapmak gibi bir şey ve çok eski çağlardan bize kadar gelen manevi bir disiplin.