Xifeng güldü.
“Haydi ama. Gevezeliği bırak. Ne oluyor? Otur da anlat.” dedi.
Jia Yun sandalyenin ucuna ilişti, hediyesini yavaşça yanındaki masaya bıraktı.
“Darda olduğunu biliyorum.” dedi Xifeng. “Neden böyle şeylere para harcayıp duruyorsun? Bunlara ihtiyacım yok, senden bir şey beklemiyorum. Haydi, söyle bakalım, asıl ne için geldin?”
“Şimdiye kadar dile getirmediğim minnet duygumu iletmekten başka bir neden yok.” dedi zoraki gülümseyerek.
“Bırak şimdi bunları.” dedi Xifeng. “Senin para işlerini bilirim ben. Neden karşılık beklemeden benim için para harcayacaksın ki? Hediyeni kabul etmemi istiyorsan, doğruyu söyle. Lafı böyle dolandırıp durursan hiçbir şeyini kabul etmem.”
Jia Yun sadede gelmek zorunda kaldı. Ayağa kalktı, en yaltakçı gülümsemesini takındı.
“Mütevazı ama mantıksız olmadığını sandığım bir umudum var. Birkaç gün önce Bakanlık’taki bir anıt yapımının denetiminin Sör Zheng’a verildiğini duydum. Bu işte tecrübeli bir iki arkadaşım var, çok da usta olduklarını eklemeliyim, acaba onlar adına Sör Zheng’la konuşabilir misiniz? Bir iki iş alabilirlerse, sonsuza kadar size borçlu olurum. Burada, konakta yapılması gereken bir şey olursa, hizmetinizde olduğumu söylememe gerek yok tabii.”
“Çoğu konuda belli bir etkim olduğunu biliyorum.” dedi Xifeng. “Ama bu tür bir iş söz konusu olduğunda, büyük sözleşmeler tamamen Bakan ve diğer kıdemli memurların yetkisindedir ancak küçük işlerin dağıtımını memurlar yapar. Başka hiç kimsenin şansı olmaz. Bizim insanlarımız ancak Sör Zheng’ın kişisel personeli olarak çalışabilirler. Lian amcan bile yalnızca aileyle ilgili işler için oraya gidebiliyor. Resmî işlere karışamıyor. Evde de bir sorun halledilince bir başkası patlak veriyor. Zhen Bey bile doğru dürüst başa çıkamıyor. Senin gibi bir genç hiç beceremez. Hayır, Bakanlık’ta her ne iş varsa muhtemelen verilmiştir. İnsanlar iş diye kıvranıyorlar. Geçimini kazanmak için evde el atabileceğin bir şey vardır. Ciddiyim. Eve gidip bir düşün bakalım. Minnetine gelince, ifade edilmiş olarak kabul ediyorum. Getirdiklerini geri götür.”
Xifeng konuşurken birkaç dadı küçük Qiaojie ile beraber içeri girdiler. Küçük kız, rengârenk işlemeli bir önlük giymişti, kucak dolusu oyuncak taşıyordu. Konuşup gülerek annesine koştu. Jia Yun yine ayağa kalktı; ilgisini ve sahte gülücüklerini Xifeng’dan kızına çevirdi.
“Demek benim saygıdeğer kuzenim bu! Benden istediğin bir hediye var mı, miniğim?”
Kız birden ağlamaya başladı, Jia Yun geri çekildi.
“Tamam, tamam, korkma, yavrucuğum!” dedi Xifeng kızı kendisine doğru çekerek. “Bu senin kuzenin Yun. Çekinme.”
Jia Yun bir deneme daha yaptı.
“Ne tatlı bir kız! Böyle şirin bir yüz ömür boyu mutluluk vadeder.”
Qiaojie, Yun’e bir kere daha bakmak için başını çevirdi ve yine ağlamaya başladı. Jia Yun artık daha fazla kalmaması gerektiğini anlayıp kalktı.
“Şunları da götür.” dedi Xifeng.
“Lütfen Feng yenge! Bana bir iyilik yap…”
“Sen götürmezsen ben arkandan biriyle gönderirim. Gerçekten Yun, işleri halletmenin yolu bu değil. Sen yabancı değilsin. Eğer bir şey çıkarsa, kesinlikle haber veririm. O zamana kadar yapabileceğim bir şey yok. Böyle paranı ve zamanını harcayarak bir şey elde edemezsin.”
Jia Yun onun yumuşamayacağını anladı. Yüzü kızararak gitmek için hareketlendi.
“Ben yine de kabul edeceğin bir hediye aramaya devam edeceğim.” dedi.
“Xiaohong, bunları Bay Yun için dışarı götür.” dedi Xifeng sert bir şekilde. “Kendisini yolcu et.”
“İnsanlar haklıymış.” diye düşündü Yun, dışarı çıkarken. “Tam bir zalim! Bir santim bile kıpırdamıyor. Çivi gibi sert! Vârisi olmazsa hak ettiğini bulacak! Kızı bile tuhaf, sanki geçmiş hayatımızdan kalan kinimiz varmış gibi davrandı bana! Ne lanet kader! Bunca zahmet boşa gitti!”
Onun terslenmesi, elinde paketle peşinden gelen Xiaohong’a da yansıdı. Jia Yun paketi kızın elinden aldı ve etrafta kimse yokken açtı; birkaç nakışı çıkarıp kıza verdi. Xiaohong önce kabul etmek istemedi ve fısıltıyla reddetti.
“Hiç gerek yok, Bay Yun. Eğer Bayan Lian duyarsa, ikimiz için de çok korkunç olur.” dedi.
“Saçmalama. Al sen. Nereden haberi olacak? Almazsan hakaret olarak kabul ederim.”
Xiaohong gülümseyerek aldı.
“Madem ısrar ediyorsunuz. Ama istemiyorum. Gerçekten ne düşüneceğimi hiç…”
Yüzü alev alev yanmaya başladı.
“Önemli olan düşünmek.” dedi Jia Yun gülerek. “Ayrıca çok da mühim bir şey değil ki.”
O sırada dış kapıya kadar gelmişlerdi. Xiaohong gitmesi için baskı yaparken, Jia Yun hediyeden geriye kalanları ceketinin içine sokuşturdu.
“Artık gitmeniz lazım.” dedi kız. “Buradan bir şey isterseniz bana bildirin. Şimdi Bayan Lian’e hizmet ettiğimden doğrudan bana başvurabilirsiniz.”
Yun başını salladı.
“O zalimin biri! Çok sık gelmem! Söylediklerimi unutma. Tekrar seni görme fırsatım olursa, diyeceklerim var.”
Xiaohong kulaklarına kadar kızardı.
“Gitseniz iyi olacak. İstediğiniz zaman gelin. Eğer Bayan Lian’den uzaklaştıysanız, bunun kabahati sizde.”
“Tamam. Anladım.”
Jia Yun yoluna gitti, Xiaohong kapıda durup, dalgın dalgın arkasından baktı. Sonra eve döndü.
Bu arada Xifeng akşam yemeği için talimat veriyor, hizmetçilerine pirinç lapası pişirildi mi diye soruyordu. Kızlar hemen gidip araştırdılar ve kısa bir süre sonra hazır olduğunu söylediler.
“Yanında güneyden gelen salamura sebzelerden de bir iki tabak istiyorum.” dedi Xifeng. Qiutong bu işi üstlendi ve genç hizmetçileri gönderdi. Bu arada Pinger geldi.
“Bir şey söylemeyi unuttum, hanımım.” dedi gülümseyerek. Öğlen sen büyük hanımefendinin yanındayken, Sudaki Ay Manastırı’ndan başrahibenin kızlarından biri seni görmeye geldi, güneyden gelen salamuradan iki kavanoz ve gelecek ayların ödemelerinden avans istedi. Başrahibe hastaymış. Ne olduğunu sordum, dört beş gün önce başlamış. Manastırdaki bazı Budist ve Taocu rahibe adaylarıyla sorunları varmış; uyarmalarına rağmen geceleri ışıklarını açık bırakıyorlarmış. Bir gece ışıkların hâlâ yandığını görünce birkaç kere onlara seslenmiş. Cevap gelmeyince, uyuduklarını düşünerek ışıkları söndürmeye gitmiş. Odasına geri döndüğünde, tuhaf şeyler olmuş. Sedirde bir adamla kadının oturduğunu görmüş; kim olduklarını sorunca, boynuna bir ip bağlamışlar. Yardım isteyerek herkesi kaldırmış, ışıkları yakıp gelen rahibe kızlar onu yerde, ağzı köpük içinde bulmuşlar. Neyse ki kendine getirmişler. Hâlâ doğru dürüst yiyip içemiyormuş. Bu yüzden salamura sebze aklına gelmiş. Sen evde olmadığın için ben kendiliğimden vermeye yeltenemedim, sana soracağımı söyleyip gönderdim. Şimdi sözünü etmesen tamamen unutmuştum.”
Xifeng bir süre düşünceli bir şekilde durdu.
“Salamura kıtlığımız yok.” dedi sonunda. “Gönder tabii ki. Paraya gelince, Bay Qin bir iki güne kadar gelip alsın.”
O konuşurken Xiaohong, Jia Lian’den bir mesaj geldiğini bildirdi. İş yüzünden şehir dışında kalması gerekmiş, gece gelmeyecekmiş. Xifeng formalite icabı onayladı, sonra birden evin arka tarafından bir çığlık sesi geldi. Küçük hizmetçilerden biri nefes nefese avluya girdi. Pinger da oradaydı; diğer birkaç hizmetçi toplanıp kendi aralarında fısıldaşmaya başladı.
“Orada neler oluyor?” diye sordu Xifeng.
“Hizmetçilerden biri biraz korkmuş.” dedi Pinger. “Hortlak gibi bir şey gördüğünü söylüyor.”
“Hangi hizmetçi?” diye sordu Xifeng sert bir şekilde. O sırada anılan hizmetçi içeri girdi.
“Bu hortlak saçmalığı da nedir?” diye sordu Xifeng.
“Ben dışarıda, arka taraftaydım, hanımım.” dedi kız. “Mangallara koymak için kömür soruyordum kadınlara, küçük, boş binadan korkunç sesler duydum. Önce fare kovalayan bir kedi olduğunu düşündüm ama sonra sanki biri iç çekiyor gibi bir ses geldi. Çok korkup kaçtım.”
“Aptal şey!” dedi Xifeng. “Benim yanımda kimsenin böyle batıl saçmalıklardan söz etmesini istemiyorum. Kaybol gözümün önünden!”
Hizmetçi hemen kaçıp gitti. Xifeng, Caiming’i çağırtıp günün hesabını çıkarmasını istedi. Bitirdiklerinde saat dokuz olmuştu. Hep beraber bir süre daha oturup sohbet ettikten sonra Xifeng gece nöbeti tutacak hizmetkârları gönderdi, kendisi de yatmaya gitti. Saat on bire doğru, yarı uykulu bir hâlde yatağında uzanırken, birden teninde bir ürperti hissetti ve irkilerek uyandı. Gittikçe büyüyen bir dehşetle tir tir titreyerek yatarken, daha fazla dayanamayıp Pinger ve Qiutong’a seslendi; gelip yanında durmalarını istedi. İkisi de ne durumda olduğunu anlayamadı. Qiutong aslında Xifeng’a düşmandı ama You Erjie’ye eziyet edilmesinde rol aldığından dolayı Jia Lian’in gözünden düşüp, Xifeng tarafına çekilmişti. Onda Pinger’nın sadakati yoktu, sadece göstermelik bir nezaketi vardı. Şimdi hanımının sıkıntılı bir hâlde olduğunu görünce yatağının yanında durup ona çay verdi. Xifeng bir yudum aldı.
“Teşekkür ederim. Sen gidip uyu. Pinger buradayken sorun yok.” dedi.
Ama onu memnun etmeye çok hevesli olan Qiutong karşı çıktı.
“Eğer uyuyamazsan, nöbetleşe yanında oturmamız iyi olur, hanımım.”
Xifeng uykuya dalmıştı bile. Hizmetçiler uzaktan horozun öttüğünü duydular ve Xifeng’ın uyuduğunu görüp şafak sökene kadar kıyafetleriyle uzanıp uyudular. Sonra kalkıp sabah hazırlıklarıyla meşgul olmaya başladılar. Xifeng uyandığında, zihni hâlâ akşamki korkuya takılı durumdaydı. Keyifsiz hâline rağmen ne pahasına olursa olsun işleri sürdürme alışkanlığıyla büyük bir çaba gösterdi. Avluda bir hizmetçinin sesini duyduğunda, düşüncelere dalmış bir şekilde oturuyordu.
“Pinger içeride mi?”
Pinger içeriden seslenince, kız kapının perdesini kaldırıp odaya girdi. Wang Hanım Jia Lian’i çağırmak için göndermişti kızı.
“Yamenden bir haberci acil bir iş için geldi.” dedi kız. “Beyefendi gittiği için hanımefendi Bay Lian’i çağırıyor.”
Xifeng panik içinde nefesini tuttu. Bu acil çağrının nedenini öğrenmek için gelecek bölüme geç lütfen.
89. BÖLÜM
Kahramanımız, ölen hizmetçisinin el işini görünce duygulanarak şiir yazar.
Korkuya kapılan Daiyu açlıktan ölmeye karar verir.
Geçen bölümde Xifeng’ın kendisini kalkmak için nasıl zorladığını ve dairesinde düşüncelere dalarak otururken, birden bir hizmetçinin yeni bir kriz haberiyle geldiğini görmüştük.
“Ne oldu?” diye sordu dehşet içinde.
“Bilmiyorum, hanımım.” dedi hizmetçi. “Beyefendi için Bakanlık’tan bir haberci geldi. İç kapıdaki gençlerden biri hanımefendiye haber verince, hanımefendi de Bay Lian’i çağırmam için beni buraya gönderdi.”
Xifeng, Bakanlık meselesi olduğunu duyunca biraz sakinleşti.
“Hanımefendiye söyle, Bay Lian dün gece iş için dışarıdaydı, henüz eve dönmedi. Öteki konaktan Zhen Bey’i çağırsa daha iyi olur.”
“Tamam, hanımefendi.” dedi hizmetçi ve gitti.
Çok geçmeden Kuzen Zhen, Bakanlık’tan gelen haberciyi karşılamak için Rong Konağı’na geldi. Meselenin ne olduğunu öğrenince, Wang Hanım’a bilgi vermek için içeri girdi.
“Haberci, dün Sarı Nehir Koruma Kurulu Başkanı’nın, Henan’daki su setlerinin yıkıldığını ve birkaç kent ve bölgeyi su bastığını söylüyor. Şehir duvarlarının yeniden yapılması için kaynak tahsis edilmiş. Bu da Bakanlık’taki kıdemli memurların daha fazla idari çalışma yapmalarını gerektiriyormuş. Sör Zheng’ı hemen bilgilendirmek istemişler.” dedi.
Kuzen Zhen bu açıklamayı yaptıktan sonra çıktı. Döner dönmez Jia Zheng’a rapor verildi ve kışın büyük bir kısmında çok çalışması, nerdeyse zamanının çoğunu Bakanlık’ta geçirmesi gerekti.
Baoyu için bu daha az çalışmak demek olsa da babasının kulağına gidebileceği korkusuyla okula gitmeye devam etti ve Daiyu ile fazla zaman geçiremedi.
Onuncu ayın ortalarında bir sabah, Baoyu her zamanki gibi kalkıp okula gitmek üzere hazırlandı. Hava birden soğumuştu, Xiren’in kışlık kıyafetlerle içeri girdiğini gördü.
“Bugün çok soğuk.” dedi Xiren. “İyice sarınman lazım.”
Giymesi için bir kıyafet seçti, bir tanesini de bohçaya koyup küçük hizmetçilerden birine verdi. Kız dışarı çıkıp Mingyan’e teslim etti.
“Bugün çok soğuk olduğundan, Efendi Bao giymek ister diye hazır tutacakmışsın.” dedi kız.
Mingyan bohçayı alıp Baoyu’nün peşinden okula doğru yola çıktı.
Okula vardıklarında Baoyu çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra pencere kâğıdının rüzgârda sallanışıyla dikkati dağıldı.
“Hava bozacağa benziyor.” dedi Dairu, pencereyi açıp bakarken. Kuzeybatıdaki kapkara bir bulut kümesi yavaş yavaş güneydoğuya doğru ilerliyordu. Mingyan sınıfa girdi.
“Hava soğuyor, Efendi Bao. Üzerine kalın bir şey giysen iyi olur.”
Baoyu başını salladı, Mingyan bir pelerin getirdi. Baoyu onu görünce düşünceler içinde kaybolup gitti.
“Neden bunu getirdin?” diye sordu. “Kim verdi?”
Mingyan, bunun Qingwen’in hasta yatağında tamir ettiği tavus kuşu tüyünden pelerin olduğunu hatırladı hemen.
“Hizmetçiler bohçaya koymuşlar, getirmemi istediler.” dedi.
“Tamam, üşümüyorum ben. Şimdi giymek istemiyorum. Tekrar bohçaya koyabilirsin.”
Müdür Bey Baoyu’nün böyle güzel bir kıyafeti yıpratmak istemediğini sandı ve bu tutumluluğu çok takdir etti.
“Lütfen giy, Efendi Bao!” diye yalvardı Mingyan. “Benim hatırım için! Eğer üşütürsen kabahatli ben olurum.”
Baoyu hiç istemeden omuzuna aldı pelerini, tekrar oturup kasvetli bir şekilde kitabına baktı. Müdür Bey tekrar çalışmasına daldığını düşündü ve bu konunun üzerinde fazla durmadı.
O gün, dersler bittikten sonra Baoyu kendisini pek iyi hissetmediğini söyleyerek ertesi gün için izin istedi. Dairu, son dönemlerde öğrencilerini, bu yaşında biraz zaman geçirmek için kendisine eşlik eden dostları gibi görüyordu. Kendi sağlığı da bozuktu ve gayet makul bir hastalık izniyle iş yükünün azalacağına memnuniyet duydu. Ayrıca Sör Zheng’ın çok daha önemli işleri olduğunu, Büyükanne Jia’nın da gözde torununu şımarttığını iyi biliyordu. Başını sallayarak Baoyu’nün ricasını kabul ettiğini bildirdi. Baoyu doğru eve gitti. Annesi ve büyükannesine uğradıktan sonra Bahçe’ye döndü; ikisi de hastalığının nedenini sormamıştı. Her zamanki gibi güler yüzlü ve konuşkan değildi. Xiren ve diğer kızlara neredeyse tek kelime bile etmeden üstündekilerle sedire uzandı.
“Yemek hazır.” dedi Xiren. “Şimdi mi istersin, yoksa daha sonra mı?”
“Yemek istemiyorum.” dedi Baoyu. “Pek iyi hissetmiyorum. Siz yiyin.”
“Bari üzerindeki pelerini çıkart. Buruşturup mahvedeceksin.”
“Üzerimde kalsın.”
“Benim endişelendiğim pelerin değil. Baksana nasıl özenle tamir edilmiş. Dikişlerini bozacaksın.”
Bu Baoyu’yü can evinden vurdu. Derin bir iç çekti.
“Tamam! Dikkatle katlayıp kaldır o zaman. Bir daha giymeyeceğim.”
Çıkarmak için ayağa kalktı. Xiren almak için yanına geldi ama Baoyu kendisi katladı.
“Bugün ne kadar hamaratsın!” dedi Xiren şaşkınlık içinde.
Baoyu cevap vermeden katlamaya devam etti.
“Bohça nerede?” diye sordu işini bitirince.
Sheyue bohçayı verdi ve Baoyu pelerini dikkatle sararken kız Xiren’e göz kırptı. Baoyu onlara hiç aldırmadan oturdu, çok hüzünlüydü. Raftaki saat vurdu; Baoyu beş buçuk olduğunu gördü. Kısa bir süre sonra küçük bir hizmetçi gelip ışıkları yaktı.
“Doğru dürüst yemek yemesen bile bari biraz sıcak pirinç lapası yeseydin.” dedi Xiren. “Boş mideyle yatarsan, ateşin çıkar. Sonra vay başımıza gelenler!”
Baoyu başını sallayarak reddetti.
“Aç değilim. Zorla yersem daha kötü olurum.” dedi.
“O zaman erkenden yat.” dedi Xiren.
Sheyue ile beraber yatağını hazırladılar, Baoyu yattı. Yatağında dönüp durdu ama bir türlü uyuyamadı. Şafaktan biraz önce nihayet daldı, yarım saat sonra uyandı. Xiren ve Sheyue de kalkmışlardı.
“Sabaha kadar dönüp durdun.” dedi Xiren. “Rahatsız etmek istemedim. Sonra uyumuşum. Uyuyabildin mi bari?”
“Biraz. Ama hemen uyandım.”
“Bir yerin mi ağrıdı?”
“Hayır, canım sıkkındı.”
“Bugün okula gidecek misin?”
“Hayır. Dün izin aldım. Bahçe’de biraz yürüyüp sıkıntımdan kurtulmayı düşündüm ama hava soğuk galiba. Söyle de benim için bir odayı temizleyip tütsü yaksınlar, yazı malzemelerimi koysunlar. Bugün size ihtiyacım yok, bir süre yalnız başıma, sakince oturmak istiyorum. Herkese söyle, rahatsız edilmek istemiyorum.”
“Tabii, eğer çalışmak istiyorsan, kimse seni rahatsız etmez.” dedi Sheyue söylediklerini duyunca.
“Çok iyi fikir!” dedi Xiren. “Hem üşütmezsin hem de yalnız başına çalışmak daha iyi hissetmene yardımcı olabilir. Ama lütfen, iştahın yoksa da az bir şey yemen lazım. Ne istersin? Söyle hemen hazırlatayım.”
“En kolay ne varsa o olsun.” dedi Baoyu. “Çok fazla telaş yaratma. Odada biraz meyve olursa kokusu hoş olabilir.”
“Hangi odayı tercih edersin?” diye sordu Xiren. “Qingwen’in eski odası hariç hepsi darmadağınık. Onunki bir süredir boş duruyor. Sadece biraz soğuk olabilir.”
“Önemli değil.” dedi Baoyu. “Mangalı içeri taşıt.”
Xiren talimat verdi; o konuşurken, üzerinde bir kâse ve yemek çubukları olan tepsiyle bir hizmetçi geldi, tepsiyi Sheyue’ye verdi.
“Bayan Hua’nın mutfaktan istediği çorba.” dedi.
Sheyue tepsiyi aldı, kâsede kuş yuvası çorbası olduğunu gördü.
“Bunu mu istedin?” diye sordu Xiren’e.
“Evet.” dedi Xiren gülerek. “Efendi Bao dün akşam hiçbir şey yemediği için, üstelik yatağında dönüp durduğundan bu sabah acıkmış olabileceğini düşündüm. Kızları gönderip hazırlattım.”
Hizmetçiye bir masa getirmesini söyledi, Sheyue de Baoyu’ye servis yaptı. Baoyu çorbayı içip ağzını çalkaladı. O sırada Qiuwen içeri girdi.
“Oda hazır.” dedi. “Kömür iyice yandıktan sonra Efendi Bao içeri girebilir.”
Baoyu başını salladı ama cevap veremeyecek kadar dalgındı. Kısa bir süre sonra bir hizmetçi gelip yazı malzemelerinin de yerleştirildiğini söyledi. Baoyu yarım yamalak onayladı, sonra başka bir hizmetçi gelip kahvaltının hazır olduğunu bildirdi ve nerede yiyeceğini sordu.
“Buraya getir.” dedi Baoyu. “Bu kadar telaşa hiç gerek yoktu.”
Hizmetçi çıktı ve kahvaltıyla geri geldi. Baoyu gülerek Sheyue ve Xiren’e döndü.
“Canım çok sıkkın. Yalnız başıma yemek istemiyorum, siz de bana eşlik etsenize. O zaman daha lezzetli olur, belki daha çok yerim…”
Sheyue güldü.
“Sen öyle isteyebilirsin, Efendi Bao. Biliyorsun seninle beraber yememiz doğru olmaz.”
“Bence sorun değil.” dedi Xiren. “Geçmişte defalarca beraber şarap içtik. Onu eğlendirmek için bir istisna olarak kabul edilebilir. Tabii normalde söz konusu bile olamaz.”
Üçü sofraya oturdu. Baoyu masanın başına, hizmetçiler de iki kenara yerleştiler. Kahvaltıdan sonra küçük hizmetçilerden biri ağız çalkalamak için çay getirdi. Sheyue ve Xiren masanın toplanmasına nezaret ettiler. Çay servisi yapıldı, Baoyu kasvetli bir sessizlik içinde oturdu.
“Oda hazır olmadı mı hâlâ?” diye sordu sonunda.
“Hazır olduğunu söyledik ya, neden soruyorsun?” dedi Sheyue.
Baoyu bir süre daha oturduktan sonra Qingwen’in eski odasına gitti. Bir tütsü çubuğunu yaktı, meyveleri masanın üzerine yerleştirdi, bütün hizmetçileri çıkarıp kapıyı kapattı.
Xiren ve diğerleri dışarıda nefeslerini tutarak beklediler.
Baoyu kenarları altın yaldızlı, alt ve üst köşelerinde çiçek desenleri olan, pembe bir kâğıt seçti. Kısa bir dua okuduktan sonra fırçasını alıp yazmaya başladı:
“Kızıl Neşe Avlusu’nun Efendisi, kardeşi Qingwen için tütsü yakıyor, tatlı bir koku eşliğinde çayla libasyon yapıyor. Kabul edilmesi dileğiyle.”
Yakın dostum, sadece seninle,Paylaşırım sorunlarımı;Ah yazık! Zalim bir fırtına,Kısa kesti hayatını!Kim konuşacak şimdi,Öyle zarif, öyle tatlı?Doğuya akan nehirler,Artık geri dönmezler.Çok özledim seni,Rüyada bile göremem yüzünü,Tavus kuşu o pelerin,Yine getirdi hüznünü.Yazma işini bitirince tütsü çubuğunu alıp kâğıdı kaldırdı ve şiirini yaktı. Tütsü çubukları tamamen yanana kadar sessizce oturdu, sonra kapıyı açıp çıktı.
“Neden bu kadar çabuk çıktın?” diye sordu Xiren. “Yine mi canın sıkıldı?”
“Biraz hüzünlenmiştim. Bir süre sakin bir yerde, yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Şimdi daha iyiyim. Yürüyüş yapacağım.” dedi gülerek.
Doğru Bahçe’ye gitti. Bambu Evi’ne geldiğinde, avludan seslendi.
“Kuzen Lin evde mi?”
“Kim o?” diye sordu Zijuan, perdeyi kaldırırken. “Ah, siz misiniz Efendi Bao? Odasında. Lütfen içeri gelin.”
Baoyu kızla beraber girerken, Daiyu’nün sesi geldi.
“Zijuan, Efendi Bao’ya içeri girip biraz beklemesini söyle lütfen.”
Baoyu iç odaya doğru yürüdü, kapıda durup, iki tarafında asılı olan kaligrafileri hayranlıkla seyretti. Yeni gibi görünüyordu, yaldızlı bulutlar ve dragonlarla süslü, mor bir kâğıda yazılmıştı.
Yeşil pencerede ay parlıyor ışıl ışıl,Tarihî kayıtlardaki insanlar göçüp gittiler.Baoyu gülümseyerek içeri girdi.
“Ne yapıyorsun, kuzen?” diye sordu.
Daiyu onu karşılamak için ayağa kalktı.
“Otur lütfen. Bu sutrayı kopyalıyordum. Sadece iki satır kaldı. Hemen bitireyim, sonra oturur, sohbet ederiz.” dedi ve Xueyan’e çay getirmesini söyledi.
“Sen yazmaya devam et. Bana aldırma.” dedi Baoyu.
Duvarda asılı bir tablo dikkatini çekti. Ay Tanrıçası Chang’E ile bir başka tanrıça birer refakatçileriyle resmediliyordu; kızlardan birinin elinde uzun bir giysi torbası vardı. Etraflarını saran bulutlardan başka hiçbir şey yoktu. Tablo Li Longmian’ın6 tarzını hatırlatıyordu. Eski bir resmî yazıyla “Soğukta Mücadele” yazıyordu.
“Bu resmi yeni mi astın, kuzen?” diye sordu.
“Evet. Dün odayı toplarlarken aklıma geldi, çıkarıp asmalarını istedim.”
“Hikâyesi nedir?”
“Bilmen lazım! Çok tanınan bir şiirdir.” dedi Daiyu gülerek.
“Şu anda hatırlayamadım. Söylesene, kuzen.”
“Li Shangyin’in7 dizelerini hatırlamıyor musun?
Soğuğa katlanıyor,
Buz Perisi ve Ay Tanrıçası,
Yarıştırıyorlar güzelliklerini…”
“Tabii ya!” diye bağırdı Baoyu. “Ne kadar orijinal ve muhteşem! Duvara asmak için tam mevsimi.”
Odada dolaşıp etrafı incelemeye devam etti, Xueyan ona çay getirdi. Daiyu de kısa süre içinde kopyalamasını bitirip kalktı.
“Affedersin.” dedi.
“Biliyorsun bana karşı resmiyete hiç gerek yok.” dedi Baoyu gülümseyerek.
Baoyu, Daiyu’nün, soluk mavi, içi kürklü, çiçek işlemeli bir elbise, kakım kürkünden, kolsuz bir ceket giydiğini fark etti; saçını her günkü gibi toplamış, sadece saf altından, düz bir toka takmıştı, çiçek süslemeleri yoktu. Çiçek işlemeli, kapitone iç eteği pembeydi. Ne kadar da zarif görünüyordu, tıpkı rüzgârda eğilen yeşim ağacı gibi; ne kadar asil, tıpkı yaprakları çiyle ıslanan kokulu lotus gibi!
“Son günlerde qin çalıyor musun?” diye sordu.
“Bir iki gündür çalmıyorum. Sutra yazmak parmaklarımı üşüttü.”
“Olabilir. Belki de çalmamak daha iyidir. Qin güzel bir enstrüman olabilir ama ben pek faydalı olduğunu sanmıyorum. Refah ya da uzun ömür getirdiğini hiç duymadım; sadece hüzün ve üzüntüye neden oluyor. Tablatureleri öğrenmek de çok zahmetli olmalı. Hassas bünyenle yorucu işlerden kaçınmalısın, kuzen.”
Daiyu hiçbir şey demeden küçümser gibi güldü.
“Şu qini mi çalıyorsun?” diye sordu Baoyu, duvarda asılı olanı işaret ederek. “Çok kısa değil mi?”
“Yok.” dedi Daiyu. “Ben küçükken, ilk öğrenmeye başladığımda, normal büyüklükteki qine yetişemiyordum, bu benim için özel olarak yapılmıştı. Çok istisnai bir şey değil ama malzemesi ve parçalarının oranları çok iyi. Ahşabının damarlarına baksana. Sığır kılı kadar ince değil mi? İnce işçiliği sayesinde çok net bir tınısı var.”
“Şiir yazıyor musun peki?” diye sordu Baoyu.
“Son kulüp toplantısından beri yazmadım.”
“Beni kandırmaya çalışma!” dedi Baoyu gülerek. “Şarkı söylediğini duydum: Öyleyse üzülmek de nesi? Ay gibi bir saflık yüreğimin gayesi. Qinle eşlik ediyordun. Çok çarpıcıydı. Sen yazdın bu sözleri, değil mi?”
“Nasıl duyabildin ki?” dedi Daiyu.
“Birkaç gün önce Kokulu Lotus Köşkü’nden dönerken çaldığını duydum. Müzik çok güzeldi, seni rahatsız etmek istemedim, bir süre sessizce dinledikten sonra yoluma devam ettim. Sadece bir şey soracağım. İlk bölümde düz tonlama kullandığını fark ettim ama sonunda eğimli tona döndün. Bunun sebebi nedir?”
“Müzik yürekten gelir.” dedi Daiyu. “Belirlenmiş bir kuralı yoktur, nasıl hissedersen öyle çalarsın.”
“Anlıyorum! Galiba bu tür incelikler benim eğitimsiz kulaklarımda kaybolup gidiyor.” dedi Baoyu.
“Gerçek müzik âşıkları çok azdır.”
Baoyu, istemeden yanlış bir şey söylediğini fark etti ve Daiyu’yü kırmaktan korktu. Bir süre daha oturdu. Söylemek istediği çok şey vardı ama tekrar ağzını açamayacak kadar gergindi. Daiyu de düşünmeden konuşmuştu, o kadar iğneleyici konuştuğuna pişman oldu ve sessizce kabuğuna çekildi. Onun sessizliği Baoyu’nün kuruntularını daha da artırdı; sonunda biraz mahcup bir şekilde ayağa kalktı.
“Tan’i görmeye gideceğim. Sen kalkma lütfen.” dedi.
“Selam söyle.” dedi Daiyu.
“Tamam.” dedi Baoyu ve çıktı. Daiyu onu kapıya kadar geçirdikten sonra sandalyesine dönüp düşünmeye başladı.