“Baoyu son zamanlarda çok tuhaflaştı. Sanki düşündüklerini söylemiyor gibi. Bir an geliyor çok yakın, bir başka an çok uzak. Ne demek oluyor acaba?”
O sırada Zijuan içeri girdi.
“Bugünkü kopyalama işini bitirdin mi, hanımım? Yazı malzemelerini kaldırayım mı?”
“Artık yazmayacağım.” dedi Daiyu. “Kaldırabilirsin.”
Daiyu içeri odaya girip yatağına uzandı ve her şeyi zihninde evirip çevirdi. Zijuan gelip çay ister mi diye sordu.
“Hayır, teşekkür ederim. Yalnız kalıp biraz uzanmak istiyorum.”
“Peki, hanımım.”
Zijuan dışarı çıkınca Xueyan’i kapıda durmuş, önüne bakarken buldu. Yanına gitti.
“Neyin var?” diye sordu.
Düşüncelere dalan Xueyan bu soruyla irkildi.
“Sesini çıkarma! Bugün çok tuhaf bir şey duydum. Sana söylerim ama hiç kimseye söylemeyeceğine söz vermen lazım.”
Bunu söylerken dudaklarını büzerek Daiyu’nün odasını gösterdi. Zijuan’e peşinden gelmesini işaret ederek biraz ileri doğru yürüdü. Merdivenlerin dibinde fısıltıyla konuşmaya başladı.
“Baoyu’nün nişanlandığını duymuş muydun?”
Zijuan irkildi.
“İnanmıyorum! Doğru olamaz!”
“Doğru! Bizden başka herkes biliyor.”
“Sana kim söyledi?”
“Daishu. Kızın babası valiymiş. Zengin bir aileden gelen çok güzel bir kızmış.”
Xueyan konuşurken Zijuan, Daiyu’nün öksürdüğünü duydu, kalktığını sandı. Dışarıya çıkıp onları duyacağından korkup Xueyan’in elinden tutup sessiz olmasını işaret etti. İçeriye baktı, her şey sakin görünüyordu.
“Daishu tam olarak ne dedi?” diye sordu fısıltıyla.
“Hatırlıyor musun, bir iki gün önce, bir şey için teşekkür edeyim diye beni Bayan Tan’e göndermiştin? Evde yoktu ama Dais-hu oradaydı. Sohbete başladık, birimiz Efendi Bao ve yaramazlıklarından söz açtık. ‘Efendi Bao ne zaman büyüyecek? Hiçbir şeyi ciddiye almıyor. Artık nişanlandığı hâlde hâlâ eskisi gibi budala!’ dedi Daishu. ‘Nişan kararlaştırıldı mı?’ diye sordum. ‘Evet.’ dedi, çöpçatan da Bay Wang diye biriymiş, Ning tarafından bir akrabaymış, her şey sonuçlanmış.”
Zijuan başını bir tarafa eğip, “Çok tuhaf!” diye düşündü.
“Neden ailede hiç kimse bundan söz etmedi?” diye sordu.
“Bu da büyük hanımefendinin fikriymiş. Daishu öyle dedi. Baoyu öğrenirse çalışmalarına devam etmez diye korkmuş. Hiç kimseye söylemeyeceğime söz verdim. Eğer bu haber yayılırsa kabahat benim olurmuş.”
O konuşurken papağan ciyakladı.
“Bayan Lin geldi! Çayı hazırla çabuk!”
İrkilip Daiyu’yü göreceklerini sanarak etrafa bakınan iki kız, kimseyi göremeyince kuşa çıkışıp içeri girdiler. Daiyu sandalyesinde oturuyordu, nefes nefeseydi. Zijuan bir şey içmek ister mi diye sordu.
“Siz ikiniz neredeydiniz?” dedi Daiyu. “Seslendim ama kimse gelmedi.”
Sedire doğru yürüdü, yüzünü duvara dönüp yattı, yatak perdelerini indirmelerini söyledi. Onlar da dediğini yapıp dışarı çıktılar. İkisi de içlerinden Daiyu’nün onları duyduğunu düşündü ama birbirlerine söylemeye cesaret edemediler.
Daiyu yatağında düşünürken, dışarıda fısıldaştıklarını duymuş ve gizlice dinlemek için kapıya gitmişti. Söylediklerinin detayını kaçırmıştı ama ana konu aşikârdı. Sanki büyük bir okyanusa batmış gibi hissetti kendisini. Kâbusundaki kehanet gerçekleşiyordu demek. Bir acı hissetti ve kedere boğuldu. Bundan kurtulmanın tek bir yolu vardı. Ölmesi gerekiyordu. Yaşayıp da bu korkunç şeyin gerçekleşmesini seyredemezdi. Baoyu olmazsa hayatın ne değeri vardı ki? Sığınacağı bir ailesi de yoktu. Eğer bugünden itibaren kendisine bakmazsa birkaç ay içinde sağlığı bozulur, bu dünyayı ve dertlerini ardında bırakarak giderdi.
Bu kararı aldıktan sonra, üzerine bir şey örtmek ya da kalın bir şey giymekle hiç uğraşmadan gözlerini kapatıp uyuyor numarası yaptı. Zijuan ve Xueyan birkaç kez yanına geldiler ama hiç kıpırdamadığını görünce rahatsız etmeye yeltenmediler, hatta yemek için bile kaldırmadılar. Daha sonra lambalar yakılınca, Zijuan perdelerin arasından baktı ve battaniyesi ayaklarının altında toplanmış bir hâlde uyuduğunu gördü. Üşüteceğinden korkarak oradan alıp üstüne örttü. Daiyu o gidene kadar hiç kıpırdamadı, sonra tekrar battaniyeyi tekmeleyerek açtı.
Bu arada Zijuan, Xueyan’i sorguladı tekrar.
“Uydurmadığından emin misin?”
“Uydurmadım tabii ki!” dedi Xueyan öfkeyle.
“Peki Daishu nereden biliyor?”
“İlk önce Xiaohong, Bayan Lian’in evinde duymuş.”
“Galiba Bayan Lin bizi duydu. Baksana ne hâle geldi. Nedeni bu olmalı. Bir daha bu konudan hiç söz etmeyelim.”
İki hizmetçi ortalığı toplayıp yatmaya hazırlandı. Zijuan, Daiyu’ye bakmaya gitti. Battaniyenin yine önceki hâlde olduğunu gördü. Yavaşça çekip örttü. O gece başka bir olay olmadan geçti.
Ertesi sabah Daiyu kızları uyandırmadan, erkenden kalktı; düşüncelere dalarak yalnız başına oturdu. Zijuan uyandığında onun çoktan kalktığını anladı.
“Bu sabah çok erken kalkmışsın, hanımım!” dedi.
“Evet, öyle.” dedi Daiyu kısaca. “Dün gece çok erken yattığım için.”
Zijuan aceleyle giyindi, Xueyan’i uyandırdı. İkisi beraber Daiyu’nün hazırlanmasına refakat ettiler. Daiyu ayna karşısında oturuyordu. Gözünden yaşlar süzülmeye başladı. İpek mendili kısa süre içinde sırılsıklam oldu. Şairin dediği gibi:
Zayıf yüzü yansıyor aynaya,Hem kendisi hem yansıması acıyor birbirine.Zijuan, her şeyi daha beter yapmamak için onu teselli etmeye yeltenmedi. Daiyu uzunca bir süre hareketsiz oturdu, sonunda hâlâ gözünde yaşlarla, baştan savma bir şekilde sabah tuvaletine başladı. Bitince, birkaç dakika daha oturduğu yerde kaldı, sonra Zijuan’e Tibet tütsüsü yakmasını söyledi.
“Ama neredeyse hiç uyumadın. Tütsüyü neden yaktırıyorsun? Herhâlde sutra yazmaya başlamayacaksın?” dedi Zijuan.
Daiyu başını salladı.
“Ama çok erken kalktın. Şimdi yazmaya girişirsen çok yorulursun.”
“Ne fark eder? Ne kadar erken bitirirsem, o kadar iyi. Oyalanmak için yapmak istiyorum. İleride beni yazılarımla hatırlarsınız.”
Yine gözünden yaşlar süzüldü. Zijuan teselli edecek durumda değildi, o da ağlamaya başladı. Daiyu o günden itibaren bilerek sağlığını bozmaya karar vermişti. Yakında iştahı kapanacak, giderek eriyecekti. Baoyu okuldan sonra fırsat buldukça onu ziyaret ediyordu ama ona söylemek istediği bir milyon şey olsa da artık çocuk olmadıkları bilinci eskiden olduğu gibi ona takılarak sevgi göstermesine engel oluyor, zihnini kemirip duran şeyleri söyleyemeyecek kadar güçsüz bırakıyordu. Baoyu de onunla içten bir şekilde konuşup rahatlatmak istiyordu ama bir şekilde onu inciterek hastalığını daha da kötüleştirmekten korkuyordu. Bu yüzden onu gördüğünde sadece kibarca kendisini nasıl hissettiğini soruyor ve yüreklendirici birkaç kelime söylüyordu. Onlarınki aşkın zirvesinde birbirilerinden uzaklaşma durumuydu. Büyükanne Jia ve Wang Hanım, Daiyu’ye, doktor çağırmaktan öteye gitmeyen bir anne ilgisi gösteriyorlardı. Hastalığının iç kaynağını bilmediklerinden, narin bünyesine veriyorlardı. Zijuan ile Xueyan gerçeği söylemeye korkuyorlardı. Daiyu günbegün hâlsizleşti. İki hafta sonra midesi öyle küçüldü ki artık çorba bile içemez hâle geldi. Gün boyunca duyduğu her konuşma ona sanki Baoyu’nün evliliğiyle ilgiliymiş gibi geliyordu. Kızıl Neşe Avlusu’nda gördüğü her hizmetkâr hazırlıklarla uğraşıyor sanıyordu. Xue teyze onu ziyarete geldiğinde, Baochai’in olmayışı şüphelerini pekiştirdi. Kimsenin kendisini görmeye gelmemesini umuyordu. İlaçlarını almayı reddediyordu. Tek arzusu yalnız bırakılmak ve mümkün olduğunca çabuk ölmekti. Rüyalarında sürekli insanların ‘Bayan Bao’ diye hitap ettiklerini duyuyor, zihni bu fikre giderek daha çok takılı kalıyordu; tıpkı kadehine yansıyan yayı görünce yılan yuttuğunu zanneden ünlü sarhoş gibi. Bilerek giriştiği birkaç haftalık açlıktan sonra yakında ölecekmiş gibi görünüyordu. Sulu pirinç lapası bile boğazından geçmiyordu. Soluk alıp vermesi duyulmuyordu, âdeta hayata pamuk ipliğiyle bağlıydı. Bu krizi atlatıp atlatamayacağını öğrenmek için gelecek bölüme geçebilirsin.
90. BÖLÜM
Kapitone ceketin kaybolması zavallı bir kızın çirkin sözler duymasına neden olur.
Hediye şekerlemeler genç bir beyefendiyi huzursuz eder.
Daiyu’nün gerilemesinin ilk haftasında, Büyükanne Jia ve yengeleri sırayla onu ziyarete geldiler. Sorularına cevap verecek kadar gücü vardı henüz. Ama artık hiçbir şey yemiyor ve çok zor konuşuyordu. İşin tuhafı, zaman zaman bilinçsiz gibi görünmesine rağmen aklının başında olduğu dönemler oluyordu. Herkes bir şeyler olduğundan şüphelenip Zijuan ve Xueyan’i sorgulamaya başladılar. Ama hizmetçiler bildiklerini söylemeye korkuyorlardı. Zijuan, Daishu’dan son haberleri almak istiyordu ama gerçeğin yeni bir şoka neden olarak Daiyu’nün ölümünü hızlandırmasından çekiniyordu. Bu yüzden Daishu’yu görünce bu konuyu açmaktan kaçındı. Xueyan haberlerin ileticisi olarak Daiyu’nün durumundan kendisini sorumlu tutuyor ve ‘Ben hiçbir şey söylemedim!’ diye yüz kere haykırmak istiyordu! O da sorgulandığında sessizliğini korudu.
Zijuan, Daiyu’nün hiçbir şey yemediğini görünce artık umut kalmadığını anlayıp yatağının yanında bir süre ağladı, sonra dışarı çıkıp fısıltıyla Xueyan’le konuştu.
“İçeri girip ona dikkatle baksana. Ben doğru büyük hanımefendi, Wang Hanım ve Bayan Lian’e haber vermeye gidiyorum. Bugün kesinlikle daha da kötüleşti.”
O gidince Xueyan içeri girip onun yerini aldı. Daiyu’yü derin uykudaymış gibi hareketsiz yatarken buldu. Tek çocuk olarak bu tür şeylerde tecrübesi olmadığından, Daiyu’nün ölmek üzere olduğunu sandı ve korkup ağlamaya başladı. Keşke Zijuan çabucak gelseydi! O anda pencereden ayak sesleri geldi. Zijuan’di herhâlde. Rahat bir nefes alıp ayağa kalktı, iç odanın kapısına gitti, perdeyi kaldırıp bekledi. Kapının sesini duydu, gelen Zijuan değil, Daishu’ydu. İç kapıda Xueyan’i görünce “Bayan Lin nasıl?” diye sordu.
Xueyan başıyla içeri gelmesini işaret etti, Daishu girdi. Zijuan’in orada olmadığını fark etti. Daiyu’ye bakınca ne kadar zor nefes aldığını gördü ve yüzünü bir dehşet ifadesi kapladı.
“Zijuan nereye gitti?” diye sordu.
“Hanımlara haber vermeye.” dedi Xueyan.
Daiyu, gerçekten ölmediyse de dünyadan kopmuştu. Xueyan, Zijuan’in yokluğundan istifade Daishu’yu sorguya çekmeye karar verdi. Kızın elinden tutup fısıltıyla sordu.
“Geçen gün Bay Wang’ın Efendi Bao için birisini teklif etmesi konusunda söylediklerin doğru muydu?”
“Doğruydu tabii!” dedi Daishu.
“Ne zaman kararlaştırıldı?”
“Kararlaştırıldığını söylemedim ki! Ben Xiaohong’dan duyduklarımı söyledim. Sonra Bayan Lian’in dairesindeyken, onun Pinger’ya her şeyin beyefendinin edebiyatçı arkadaşlarının onu memnun etmek ve kendilerine bir bağlantı yaratmak için teklif ettikleri bir şey olduğunu söylerken duydum. Xing Hanım bu yakıştırmayı hiç uygun bulmamış. Ama o onaylasa bile, onun fikri kimin umurunda? Ayrıca Efendi Bao için büyük hanımefendinin aklında başka biri var, buradan biri. Xing Hanım’ın bundan haberi bile yok. Beyefendi bu teklifi dile getirdiği için büyük hanımefendi Xing Hanım’a danışmıştı. Bayan Lian, büyük hanımefendinin Baoyu’yü kuzenlerinden biriyle evlendirmek istediğini, bu konuda kararını verdiğini, diğer bütün tekliflerin zaman kaybı olduğunu söyledi.”
Xueyan kendisini kaybetti.
“O zaman küçük hanım hiç uğruna ölüyor!” diye bağırdı.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Daishu.
“Bilmiyor musun? Geçen gün Bayan Lin, Zijuan’le beni bu nişan konusunda konuşurken duydu; bu yüzden kendisini bu duruma soktu.”
“Şşş! Seni duyacak!” diye fısıldadı Daishu.
“Dünyadan tamamen koptu.” dedi Xueyan. “Baksana, bir iki gün bile dayanamaz.”
O konuşurken kapı perdesi kenara çekildi ve Zijuan içeri girdi.
“Neler oluyor böyle?” dedi. “Siz ikiniz dedikodunuzu başka bir yerde yapamadınız mı? Onu öldüreceksiniz!”
“Bu olup bitene inanamıyorum!” diye mırıldandı Daishu.
“Sevgili Daishu!” dedi Zijuan. “Lütfen beni yanlış anlama. Seni kırmak istemezdim ama böyle dedikodu yapmak için budala olmalısın!”
Daiyu’nün yatağından gelen ani bir öksürük konuşmalarını kesti. Zijuan hemen yanına gitti, Xueyan ve Daishu sessizce duruyorlardı. Zijuan, yüzü duvara dönük yatan Daiyu’nün üzerine eğildi.
“Biraz su ister misin, hanımım?” diye sordu.
Zor duyulan bir sesle, “Evet.” dedi Daiyu.
Xueyan hemen fırlayıp yarım bardak kaynamış su getirdi, Zijuan’e verdi. Bu arada Daishu da sedire doğru geldi, tam Daiyu’yle konuşmak için ağzını açmıştı ki Zijuan hiçbir şey söylememesini işaret edince sustu. Hepsi bekliyordu. Kısa bir duraklamadan sonra Daiyu tekrar öksürdü; Zijuan hemen, “Suyu şimdi vereyim mi?” diye sordu.
“Evet.” diye çok zayıf bir ses geldi ve Daiyu doğrulmaya çalıştı ama o kadar hâlsizdi ki yapamadı. Zijuan elinde bardakla sedirin üstüne çıkıp suyun sıcaklığını önce kendisi kontrol etti, sonra Daiyu’nün dudaklarına götürdü, bir yandan da başını destekliyordu. Daiyu bir yudum içti; Zijuan bardağı geri çekerken Daiyu’nün biraz daha istediğini fark etti. Tekrar ağzına dayadı. Daiyu biraz içtikten sonra başını salladı, derin bir nefes alıp tekrar yattı. Kısa bir duraklamadan sonra gözlerini araladı.
“Demin Daishu mu konuşuyordu?” diye sordu.
“Evet, hanımım.” dedi Zijuan.
Daishu hâlâ odadaydı, hemen sedirin yanına gelip Tanchun’ün mesajını iletmek istedi. Daiyu bir süre ona gözünü dikip baktı, başını salladı. Kısa bir süre daha geçti.
“Eve döndüğünde Bayan Tan’e selamlarımı söyle.” dedi.
Daishu, Daiyu’nün gitmesini istediğini düşünerek sessizce odadan çıktı. Daiyu’nün durumu çok ciddi olduğu hâlde, aklı yerindeydi. Daishu’nun geldiğini fark etmiş, Xueyan ile konuşmalarının birkaç kelimesini belli belirsiz duymuştu. Bir misafirle sohbete gücü olmadığından uyuyor gibi yapmıştı. Ama sohbet ilerledikçe, gerçek sandığı şeyin aslında sadece bir tekliften başka bir şey olmadığını anladı. Sonra Daishu’nun, büyük hanımefendinin Baoyu’yü, orada yaşayan kuzenlerinden biriyle evlendirme niyetiyle ilgili Xifeng’ın sözlerini aktardığını duydu. Kendisinden başka kim olabilirdi? Kış gün dönümünde Yin’in Yang’a hayat vermesi gibi, onun zihnindeki karanlık da aydınlığa hayat verdi. Birden zihni açıldı, biraz su içmeye, hatta Daishu’yla konuşmaya karar verdi.
Tam o sırada, Zijuan’in acil çağrısına karşı Büyükanne Jia, Wang Hanım, Li Wan ve Xifeng içeri girdiler. Daiyu’nün içindeki şüpheler öylesine aniden dağıldı ki artık Zijuan’in anlattığı gibi ölmekte olan bir kız görüntüsü yoktu. Hâlâ hâlsiz ve keyifsizdi ama biraz çabayla sorularına birkaç kelimeyle cevap verebildi. Xifeng Zijuan’i yanına çağırıp sorguladı.
“Bayan Lin senin anlattığın kadar hasta değilmiş. Neden o kadar abarttın? Ödümüz koptu!” dedi.
“Gerçekten biraz önce çok kötü durumdaydı, hanımefendi.” dedi Zijuan. “Bu yüzden gelmiştim. Aksi hâlde sizi rahatsız eder miydim? Şimdi çok daha iyi görünüyor. Çok tuhaf!”
Büyükanne Jia, Xifeng’a dönüp güldü.
“Onu fazla ciddiye alma sen, canım. Böyle şeylerden hiç anlamaz. Gerçi bir sorun olduğunu fark ettiğinde haber vermek çok akıllıca. Aptal durumuna düşmemek için tek kelime etmeyen ya da hiçbir şey yapmayan gençlere hiç tahammülüm yok.”
Hanımefendiler bir süre daha kalıp sohbet ettikten sonra her şeyin yolunda olduğuna karar verip gittiler.
Kırık bir kalbin ilacı rahatlatıcı bir haberdir,Düğümü ancak onu bağlayan çözer.O günden sonra Daiyu’nün durumu yavaş yavaş düzelirken, Zijuan ve Xueyan Buda’ya gizlice şükran duaları ettiler.
“Çok şükür ki daha iyi!” dedi Xueyan, Zijuan’e. “Ne tuhaf bir hastalık bu! Düzelmesi de çok tuhaf!”
“Neyin sebep olduğunu biliyoruz.” dedi Zijuan. “Asıl bu ani iyileşme şaşırtıcı. Galiba evlenmeleri Baoyu ve Bayan Lin’in kaderi. ‘Mutluluğa giden yol pürüzsüz değildir.’ derler. ‘Göklerde kararlaştırılan evliliği hiçbir şey bozamaz!’ Evlenmek alınlarına yazılmış. Bu yüzden, ikisi de yürekten istiyorlardı; gökler hükmü vermiş olmalı! Geçen yıl, Baoyu’ye Bayan Lin’in güneye gideceğini söylediğim zaman olanları hatırlasana. Neredeyse şoktan ölecekti, olay çıkarmıştı. Şimdi bir sözümüz onu öldürecekti. Onlarınki yazgı değil de nedir?”
Bu romantik teori karşısında birbirlerine bakıp gülümsediler.
“Neyse ki daha iyi! Bir daha asla bu konuyu açmayalım! Baoyu başka birisiyle evlense, ben de kendi gözlerimle şahit olsam bile kimseye tek kelime söylemeyeceğime yemin ederim.” dedi Xueyan.
“Doğru!” dedi Zijuan gülerek.
Bu konuda yapılan gizli konuşma sadece onlarınki değildi. Daiyu’nün tuhaf hastalığı ve daha da tuhaf iyileşmesi, evde fısıldaşmalara ve spekülasyona neden oldu; kısa sürede Xifeng’ın kulağına kadar geldi. Wang Hanım ve Xing Hanım bir şeylerden şüpheleniyorlardı; Büyükanne Jia’nın da her şeyin altında yatan neden için fikri vardı. Bir gün dört hanımefendi Büyükanne Jia’nın dairesinde toplandı ve sohbetleri sırasında konu Daiyu’nün hastalığına geldi.
“Ben de size bir şey söyleyecektim.” dedi Büyükanne Jia. “Baoyu ve Daiyu küçüklüklerinden beri hep beraberler, bu beni hiç endişelendirmedi, onları hep çocuk olarak gördüm. Ama son zamanlarda, Daiyu’nün hastalığının sıklaştığını, birden gelip, birden gittiğini fark ettim. Bu büyüdüğünün işareti. Onların sürekli beraber olmalarına izin vermeyi artık uygun bulmuyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?”
Biraz sessizlikten sonra Wang Hanım kelimelerini itinayla seçerek cevap verdi.
“Daiyu çok fazla okuyor; çok akıllı bir kız. Baoyu’ye gelince, bazen çok budala ve patavatsız olabiliyor. Görünüşe bakılırsa hâlâ çocuk sayılırlar. İkisinden birini birdenbire Bahçe’den taşıyacak olursak, bu tuhaf olmaz mı? ‘Zamanı geldiğinde gecikmeyin, her erkek damat, her kız gelin olur.’ derler. Mümkün olduğunca çabuk harekete geçip onları evlendirmek en iyi çözüm olmaz mı, anne?”
Büyükanne Jia kaşlarını çattı.
“Daiyu aşırı duygusal; tuhaf mizacının bazen hoş olduğunu kabul ediyorum elbette ama Baoyu’nün karısı olmasını istemiyorum. Ayrıca böyle nazik bir bünyeyle çok uzun yaşamayacağından korkuyorum. Baochai’in her bakımdan daha uygun bir seçim olduğundan eminim.”
“Bu konuda tabii ki hepimiz seninle aynı fikirdeyiz, anne.” dedi Wang Hanım. “Ama Daiyu için de bir koca bulmamız gerekiyor. Bulmazsak ve Baoyu’ye ilgi duymaya başlarsa -ki büyümekte olan bir kız için bu gayet normaldir- onu Baochai’le nişanladığımızda büyük bir problem yaşarız.”
“Ama aileden olmayan birini, ailedeki birinden önce evlendirmemiz söz konusu bile olamaz. Başka birisinin çocuğunun kendisininkinden önce evlendirildiği duyulmuş şey mi? Olması gereken sıralama, önce Baoyu’yü, sonra Daiyu’yü nişanlamak. Hem zaten Daiyu iki yaş küçük. Eğer dediğini doğru anladıysam, Baoyu’yü nişanladığımızı ondan saklamamız lazım diyorsun…”
O anda Xifeng hizmetçilere dönüp, “Yeterince açık mı? Efendi Bao’nın nişanından kimseye bahsedilmeyecek! Eğer birinizin bu konuda konuştuğunu duyarsam, hiç merhamet göstermem!” dedi.
“Sevgili Feng!” diye devam etti Büyükanne Jia. “Hastalandığından beri Bahçe’de olup bitenlerle pek ilgilenmediğini fark ettim. Daha çok dikkat etmelisin, sadece bu konuda değil tabii. Hizmetkârlar arasında ortaya çıkan utanç verici içki ve kumar olaylarının tekrarlanmasına ne pahasına olursa olsun engel olmalıyız. Çok dikkatli ol, olup bitenlerden gözünü ayırma. Hepsinin disiplin altına alınması lazım, en çok itaat ettikleri kişi de sensin.”
“Tamam, büyükanne.” dedi Xifeng.
Hanımlar bir süre daha sohbete devam ettikten sonra dağıldılar.
***O günden sonra Xifeng, Bahçe’yi daha düzenli aralıklarla denetlemeye başladı. Bir gün, turlarından biri sırasında Nergis Adası’ndan geçerken, bir gürültü koptuğunu duydu. Yaşlı bir kadın avlunun dışında bağırıyordu; hemen bakmaya gitti. Onun yaklaştığını gören kadın ellerini yanlarına indirip esas duruşa geçerek selamladı.
“Neden bağırıp duruyorsun?” diye sordu Xifeng.
“Siz ve Bayan Zhu bana burada görev verdiniz, hanımefendi.” dedi kadın. “Çiçeklere ve meyve ağaçlarına bakıyorum. Ben yanlış bir şey yapmadım ama Bayan Xiuyan’in hizmetçisi hırsızlıkla suçluyor bizi!”
“Neden peki?” diye sordu Xifeng.
“Dün Heier’ı biraz oynasın diye yanımda buraya getirdim. Daha aklı ermediğinden, Bayan Xiuyan’in dairesine girip bakmış. Hemen eve geri gönderdim. Bu sabah hizmetçilerden biri bir şeyin kaybolduğunu söyledi. Ne olduğunu sorduğumda, beni sorguya çekti.” dedi kadın.
“Bunda kızacak bir şey yok!” dedi Xifeng.
“Bu bahçe bizim hanımımızın ailesine ait, onların değil. Hanımımız bizi burada görevlendirdi. Onlar ne cüretle bize hırsız derler?”
Xifeng yaşlı kadının suratına tükürdü.
“Dilini tut! Bu kadar yeter! Sen buradaki işlerden sorumlusun, eğer bir şey kaybolursa, hizmetçilerin seni mesul tutmaları normal. Ne cesaretle böyle saçma sapan konuşabiliyorsun?” diye çıkıştı.
Hizmetçilerine, bu yaşlı kadını kovması için Lin Zhixiao’nın karısını çağırmalarını söyledi. Onlar talimatını yerine getirmek için giderlerken, Xing Xiuyan koşarak geldi. Xifeng’ı selamladı.
“Sakın yapma! Önemli bir şey değil, bitti bile.” dedi endişeli bir gülümsemeyle.
“Bu doğru bir tutum değil, sevgili kuzen.” dedi Xifeng. Ben prensipleri önemsiyorum. Senin bir şeyinin kaybolmasının dışında, kendi yerini unutup çok ileri gitti.”
Xiuyan, kadının diz çöküp merhamet dilediğini gördü ve Xifeng’ı içeri davet etti.
“Ben bu tipleri bilirim.” dedi Xifeng. “Her şeyden kolayca sıyrılacaklarını sanırlar. Tek saygı gösterdikleri kişi benim.”
Xiuyan, kadın için ricalarına devam etti ve asıl kabahatin kendi hizmetçisinde olduğunu söyledi ısrarla. Bunun üzerine Xifeng biraz yumuşadı.
“Xing Hanım’ın hatırına bu olayı görmezden geleceğim.” dedi Xifeng.
Yaşlı kadın ileri atılıp önce Xifeng’a, sonra Xiuyan’e secde etti ve gitti.
O gider gitmez, Xiuyan Xifeng’a oturmasını söyledi.
“Ne kayboldu?” diye sordu Xifeng.
“Önemli bir şey değil.” dedi Xiuyan gülerek. “Eski bir kırmızı, kapitone ceketim. Getirmelerini istemiştim, bulunmayınca unuttum gitti. Hizmetçim kadını sorgulamakla aptallık etti. Alınması çok normal. Düşüncesizliği yüzünden güzel bir payladım onu. Olay bitti ve kapandı.”
O konuşurken, Xifeng, Xiuyan’in kıyafetlerini ve odanın genel görünümünü inceliyordu. Kapitone ve içi kürklü giysileri oldukça eski görünüyor, soğukta pek koruyacak gibi durmuyordu. Pamuklu yatak örtüleri de öyle. Mobilyalara ve masanın üzerindeki süslere baktı, hepsini Büyükanne Jia vermişti; ne kadar da temiz ve düzenli korunduklarını fark etti. Xifeng ona sıcacık bir saygı duydu.
“Ceketin velvele çıkarılacak bir şey olmadığını biliyorum.” dedi. “Ama hava soğuyor, ona ihtiyacın olacak. Elbette peşine düşmeye hakkın var. Ah, bu hizmetçilerin küstah tavırları!”
Bir süre daha Xiuyan’le oturup sohbet ettikten sonra denetlemelerine devam etmek için çıktı ve kendi dairesine dönmeden önce birkaç yere uğradı. Evde Pinger’ya, kıyafetlerinden bir bohça hazırlayıp Xiuyan’e göndermesini söyledi. Biri koyu kırmızı ithal ipekten, diğeri zümrüt yeşili ipekten, kenarları kuzu yünü, içleri pamuk dolgulu iki ceket; yünlü kumaştan, uzun, kenarları işlemeli, turkuaz bir etek ve koyu mavi, kenarları kakım kürkü bir ceket gönderildi.
Xifeng müdahale etmiş olsa da Xiuyan, yaşlı kadının kabalığına çok sinirlenmişti.
“Burada yaşayan bütün kızların içinde hizmetçilerin bu şekilde davranmaya cesaret ettikleri tek kişi benim.” diye düşündü. Sürekli hakkımda konuşup duruyorlar. Şimdi Feng da buna şahit oldu.”
Bunu düşündükçe, hâline daha çok üzüldü. Ama düşüncelerini birine açması imkânsızdı. Kaderine boyun eğip ağlarken, Xifeng’ın hizmetçisi Fenger bir bohça kıyafetle çıkageldi. Xueyan kime ait olduklarını anlayınca almak istemedi.
“Ama hanımım eski diye bunları beğenmezseniz, yenileriyle değiştireceğini söyledi.” dedi Fenger.
Xueyan kibarca gülümsedi.
“Hanımın çok düşünceli. Ama benimki kayboldu diye bana kendi kıyafetlerini vermesini kabul edemem. Lütfen geri götür ve benim adıma çok teşekkür et. Düşünmesi bile yeter!” dedi.
Fenger’a küçük bir kese verdi ve hizmetçi kız istemeye istemeye bohçayı da alıp gitti. Birkaç dakika sonra bu sefer Pinger’yla beraber geri geldi. Xiuyan hemen dışarı çıkıp onları karşıladı, içeri davet edip oturmalarını söyledi.
“Bayan Lian, aileden biri olarak bunları kabul etmenizi söyledi; o kadar da kibar olmayın.” dedi Pinger.
“Kibarlıktan değil.” dedi Xiuyan. “Onları almaya utanırım.”
“Bayan Lian, kabul etmezseniz, ya bunları eski bulduğunuzu ya da onun kıyafetlerini giymek istemediğinizi düşüneceğini söyledi. Geri götürürsem bana da kızacakmış!” diye ısrar etti Pinger.
Xiuyan kızardı ve zarafetle gülümsedi.
“Peki o zaman, geri çeviremem. Lütfen çok teşekkür ettiğimi söyleyin kendisine.” dedi.
İkisine de çay ikram etti, sonra Fenger ve Pinger gittiler. Eve varmak üzerelerken, Xue teyzenin hizmetçilerinden biriyle karşılaştılar. Kadın onları selamladı, Pinger nereye gittiğini sordu.