“Temizleyiciye verilmiş olmalı.” diye düşündü Mr. Pickwick. “Ve adam da takımın kime ait olduğunu unuttu.” “Mr. Winkle.” diye seslendi. “Yandaki oda ama kapısı sağdan ikinci.”
“Teşekkürler, efendim.” dedi uşak ve uzaklaştı.
“Neler oluyor?” diye bağırdı Mr. Tupman, kapının sertçe çalınışı, onu dünyadan bihaber uykusundan uyandırınca.
“Mr. Winkle’la konuşabilir miyim, efendim?” diye sordu uşak, kapının dışından.
“Winkle, Winkle!” diye bağırdı Mr. Tupman, iç odaya seslenerek.
“N’oluyor!” diye yanıtladı, yatak kıyafetlerinin içindeki baygın ses.
“Bekleniyorsunuz. Kapıda biri var.” ve derdini bu kadar anlatacak kadar gayret sarf etmiş Mr. Tracy, yatakta öbür tarafa dönüp yeniden uykuya daldı.
“Bekleniyormuşum!” dedi Mr. Winkle, apar topar yataktan çıkıp üstüne birkaç parça kıyafet geçirerek. “Bekleniyormuşum! Evden bu kadar uzaktayken kim beni bekliyor olabilir ki?”
“Dinlenme odasındaki beyefendi.” diye yanıtladı Boots, Mr. Winkle kapıyı açıp onunla yüz yüze gelince. “Beyefendi sizi bir dakika bile alıkoymayacağını söylüyor, efendim. Ancak hayır cevabını kabul etmiyor.”
“Çok tuhaf!” dedi Mr. Winkle. “Hemen aşağı ineceğim.”
Aceleyle yolculuk şalına ve robdöşambrına sarındıktan sonra aşağı indi. Yaşlı bir kadın ve birkaç garson dinlenme odasını temizliyorlardı ve üniformalı bir deniz subayı pencerede dışarısını seyrediyordu. Mr. Winkle içeri girince subay da başını döndürdü ve başını sertçe eğdi. Hizmetlilerin çıkmalarını emrettikten ve kapıyı dikkatlice kapattıktan sonra, “Mr. Winkle, değil mi?” dedi.
“İsmim Winkle, efendim.”
“Bu sabah buraya Doktor, 97. Alay’dan Doktor Slammer’ın adına geldiğimi söylesem şaşırmazsınız.”
“Doktor Slammer mı?” dedi Winkle.
“Doktor Slammer. Kendisi benden dün akşamki davranışınızın hiçbir beyefendinin hazmedemeyeceği türden olduğunu ifade etmemi rica etti ve (ekledi ki) ‘Başka hiçbir beyefendinin başka bir beyefendiye yapmayacağı türden bir şeydi bu.’ ”
Mr. Winkle’ın şaşkınlığı o kadar gerçek, o kadar belliydi ki bu Doktor Slammer’ın dostunun gözünden kaçmadı; böylelikle devam etti: “Dostum Doktor Slammer akşamın belirli bir kısmında sarhoş olduğunuzu ve kuvvetle muhtemel sebep olduğunuz ayıbın farkında olmadığınızdan emin olduğunu bildiğini eklememi istedi. Benden bunun davranışınız için bir bahane olarak sayılması gerektiğini ve sizin tarafınızdan yazılacak ve benim tarafımdan dikte edilecek yazılı bir özrü kabul edeceğini iletmemi istedi.”
“Yazılı özür.” diye tekrar etti Mr. Winkle, mümkün olabilecek en ısrarlı şaşkınlıkla.
“Elbette diğer seçeneğin farkındasınız.” diye yanıtladı ziyaretçi sakinlikle.
“Bu mesajı benim adıma göndermeniz mi istendi?” diye sordu aklı bu olağan dışı sohbet nedeniyle fena hâlde karışmış olan Mr. Winkle.
“Ben orada değildim.” diye yanıtladı ziyaretçi. “Ve kartınızı Doctor Slammer’a vermeyi kesin bir şekilde reddetmeniz üzerine, aynı beyefendi tarafından, o alışılmamış ceketi giyen kişiyi teşhis etmem istendi. Üzerinde bir büstün resmedildiği, ‘P.K.’ harfleriyle bezenmiş yaldızlı bir düğmeye sahip, parlak mavi smokin ceketi.”
Mr. Winkle kendi kıyafetinin bu kadar detaylı tasviriyle kelimenin tam anlamıyla şaşkınlık içinde sarsıldı. Doctor Slammer’ın dostu devam etti: “Barda yaptığım sorgulamalar sonucunda, söz konusu ceketin sahibinin dün öğleden sonra üç beyefendiyle buraya geldiğinden emin olmuş oldum. Vakit kaybetmeden ekibin başı olarak tarif edilen beyefendinin yanına gittim ve o da duraksamadan beni size yönlendirdi.”
Eğer Rochester Kalesi’nin ana kulesi bir anda temellerinden kurtulup dinlenme odasının penceresinin hemen dışına kurulsa Mr. Winkle’ın o anki şaşkınlığı, şimdi bu hikâyeyi duyduğunda yaşadığı büyük şaşkınlığın yanında hiçbir şey sayılırdı. İlk izlenimi ceketinin çalındığı yönündeydi. “Bana bir dakikalığına müsaade edebilir misiniz?” dedi.
“Elbette.” diye yanıtladı istenmeyen ziyaretçi.
Mr. Winkle alelacele yukarı koştu, titrek ellerle çantayı açtı. Ceket işte tam orada, her zamanki yerindeydi ancak yakından bakınca bir önceki gece giyilmiş olduğuna dair kanıtlar barındırıyordu.
“Öyle de olmalı.” dedi Mr. Winkle, ceketin elinden düşmesine aldırmayarak. “Yemekten sonra çok şarap içtim ve sonrasında sokaklarda yürüyüp puro içtiğime dair hatırımda kimi anılar var. İşin aslı çok sarhoştum. Ceketimi değiştirmiş, bir yere gitmiş ve birilerine hakaret etmiş olmalıyım. Buna hiç şüphem yok ve bu özür yazısı da bunun berbat sonucu.” Bununla birlikte Mr. Winkle gerisin geriye dinlenme odasına yürüdü, hüzünlü ve rezalet bir hisle cengâver Doktor Slemmer’ın meydan okumasını kabul etmeye ve bunun doğuracağı en kötü sonuçlara boyun eğmeye karar verdi.
Mr. Winkle’ın bu kararı vermesinde etkili olan çeşitli nedenlerden biri de kulüpteki itibarıydı. İster nahoş ister savunma gerektiren ister zararsız olsun ustalık ve eğlence konularında hep yüksek otorite olarak saygı görürdü ve eğer yeteneklerinin test edildiği bu ilk sınavda liderinin gözünden düşerse ismi ve konumu sonsuza dek yok olurdu. Ayrıca, bu konularda tecrübesiz olanların sıklıkla tahmin edildiğini duyduğu üzere, yandaşlar arasında yapılan anlaşma gereği tabancalar nadiren kurşunla dolu olurdu ve dahası eğer Snodgrass’ı yandaşı olarak belirler ve tehlikeyi süslü kelimelerle anlatırsa beyefendi muhtemelen bu bilgiyi Mr. Pickwick’e iletir, o da yerel yetkilileri uyarmakta gecikmez ve böylece takipçisinin öldürülmesini ya da sakatlanmasını engeller diye düşünüyordu.
Dinlenme odasına döndüğünde ve Doktor’un meydan okumasını kabul ettiğini bildirdiğinde aklından geçen düşünceler bunlardı.
“Görüşmenin yeri ve zamanını ayarlamak üzere beni bir arkadaşınıza yönlendirir misiniz?” dedi subay.
“Buna hiç gerek yok.” diye yanıtladı Mr. Winkle. “Yeri ve zamanı bana söyleyin ve ben de bir arkadaşın katılımını daha sonra ayarlayayım.”
“Şöyle desek, bu akşam gün batarken?” diye sordu subay umursamaz bir üslupla.
“Pek iyi.” diye yanıtladı Mr. Winkle, içten içe bunun çok kötü olduğunu düşünerek.
“Fort Pitt nerede biliyor musunuz?”
“Evet, orayı dün gördüm.”
“Eğer zahmet olmazsa hendeğin sınırındaki sahaya girin, sur duvarının köşesine geldiğinizde patikaya sapın ve beni görene kadar dümdüz ilerleyin, ben sizi meselenin rahatsız edilme korkusu olmadan yürütülebileceği tenha bir alana götüreceğim.”
“Rahatsız edilme korkusu ha!” diye düşündü Mr. Winkle.
“Ayarlanacak başka bir şey yok, bence.” dedi subay.
“Bildiğim kadarıyla hayır.” diye yanıtladı Mr. Winkle. “İyi günler.”
“İyi günler.” ve subay uzaklaşırken ıslıkla neşeli bir hava çaldı.
O sabahki kahvaltı epey tatsız geçti. Mr. Tupman önceki gecenin olağan dışı aşırılığından sonra kalkabilecek hâlde değildi; Mr. Snodgrass, ruhun şiirsel buhranıyla cebelleşiyor gibi görünüyordu ve Mr. Pickwick bile sessizliğe ve maden suyuna sıra dışı bir bağlılık gösteriyordu. Mr. Winkle hevesle fırsat kolladı: Fazla beklemesine gerek kalmadı. Mr. Snodgrass kaleyi ziyaret etme önerisinde bulundu ve Mr. Winkle ekipte yürümeye meyilli tek kişi olduğundan ikisi birlikte çıktılar. “Snodgrass.” dedi Mr. Winkle, dışarı çıktıklarında. “Snodgrass, aziz dostum, sırrım konusunda size güvenebilir miyim?” Bunu söylediği anda aslında en samimi ve içten biçimde bunun tersini umuyordu.
”Güvenebilirsiniz.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass. “Bırakın yemin edeyim…“
“Hayır, hayır.” diyerek araya girdi, Winkle, arkadaşının bilinçsizce bilgi sızdırmamaya yemin etmesi düşüncesiyle dehşete düşerek. “Yemin etmeyin, yemin etmeyin; buna hiç gerek yok.”
Mr. Snodgrass, az önce şairane bir ruhla bulutlara kaldırdığı elini Mr. Winkle’ın itirazıyla birlikte indirdi ve dikkatini yeniden ona verdi.
“Bana yardımcı olmanızı istiyorum, aziz dostum, bir onur meselesi konusunda.” dedi Mr. Winkle.
“Olmuş bilin.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass, arkadaşının elini kavrayarak.
“Mesele bir doktorla, 97. Alay’ın Doktor Slammer’ıyla ilgili.” dedi Mr. Winkle, olayı olabildiğince heybetli göstermeye çalışarak: “Bir subayın yandaşlığındaki başka bir subayla, bu akşam gün batarken Fort Pitt’in ilerisinde ıssız bir arazide gerçekleşecek bir mesele.”
“Yanınızda olacağım.” dedi Mr. Snodgrass.
Snodgrass şaşırmıştı ama hiçbir şekilde korkmamıştı. Ana şahıs dışındaki herkesin böylesi durumlarda bu kadar sakin olabilmesi olağan dışıydı. Mr. Winkle bunu göz ardı etmişti. Arkadaşının hislerini kendininki gibi değerlendirmişti.
“Sonuçlar korkunç olabilir.” dedi Mr. Winkle.
“Umarım olmaz.” dedi Mr. Snodgrass.
“Doktor, anladığım kadarıyla çok iyi nişancıymış.” dedi Mr. Winkle.
“Pek çok ordu mensubunun olduğu üzere.” diye yorumda bulundu Mr. Snodgrass sakinlikle. “Ama siz de öylesiniz, öyle değil misin?” Mr. Winkle olumlu cevap verdi ve arkadaşını endişelendiremediğini algıladığı gibi taktik değiştirdi.
“Snodgrass.” dedi, hissiyatla titreyen bir sesle. “Eğer ölürsem, size emanet edeceğim paketin içinde bir not, babam için bir not bulacaksınız.”
Bu saldırı da başarısızlıkla sonuçlandı. Mr. Snodgrass etkilenmişti ama notun teslimatı görevini sanki üç kuruşa görev alan bir postacıymış gibi kabul etti.
“Ölürsem ya da Doktor ölürse sevgili dostum, işbirlikçi sayılacaksınız. Arkadaşımı hüküm giymeye itebilir miyim, muhtemelen ömür boyu!” dedi Mr. Winkle. Mr. Snodgrass bunun karşısında biraz yüzünü buruşturdu ama kahramanlık kaçınılmazdı. “Dostluk söz konusu olunca…” diye bağırdı tutkuyla. “Bütün tehlikelere göğüs gererim.”
İkisi de kendi düşüncelerine gömülmüş hâlde yan yana birkaç dakika boyunca yavaş yavaş yürürlerken, sabah sona ermeye başlamıştı. Winkle gittikçe çaresizleşti.
“Snodgrass.” dedi Mr. Winkle, aniden durarak. “Bu işten vazgeçmeme izin vermeyin. Yerel yetkilileri bilgilendirmeyin. Bu düelloyu engelleyebilmek için beni ya da şu anda Chatham Kışla’sında konuşlanmış 97. Alay’dan Doktor Slammer’ı tutuklamaları için birkaç barış memurundan fikir almayın! Yapmayın diyorum.”
Mr. Snodgrass arkadaşının elini içtenlikle kavradı ve coşkuyla yanıtladı: “Hayatta yapmam!”
Arkadaşının korkularından ona fayda gelmeyeceğini anladığında ve kaderinde hareket eden bir hedef tahtası olmak olduğu kafasına şiddetle dank edince Mr. Winkle’ın içi ürperdi.
Olayın hâlini resmiyetle Mr. Snodgrass’a anlattıktan, bir kasa dolusu işe yarar tabancayla ona eşlik eden, işe yarar yancılar olan barut, kurşun ve patlayıcıların Rocherster’daki bir üreticiden alındığını açıkladıktan sonra iki dost hana döndüler. Mr. Winkle yaklaşmakta olan mücadeleyle ilgili düşünüp taşınırken Mr. Snodgrass da savaş silahlarını hazırlayacak ve onları hemen kullanıma uygun şekilde dizecekti.
Zor görevleri için yeniden yola koyulduklarında kasvetli ve ağır bir akşam yaşanmaktaydı. Mr. Winkle göze çarpmamak için kocaman pelerinin altına gizlenmişti ve Mr. Snodgrass da imha gereçlerinin yükünü taşıyordu.
“Her şeyi aldın mı?” diye sordu Mr. Winkle, tedirgin bir üslupla.
“Her şeyi.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass. “Kurşunlar etki etmez diye epey cephanelik aldım. Her ihtimale karşın yüz gram barut tozu ve doldurabilelim diye cebimde iki tane gazete var.”
Bunlar herhangi bir erkeğin en içten biçimde minnettar olabileceği arkadaşlık örnekleriydi. Farz edilense Mr. Winkle’ın minnettarlığı kelimelere sığmayacak kadar güçlü olduğuydu. Çünkü hiçbir şey söylememişti ama yürümeye devam ediyordu. Epey yavaşça.
“Muhteşem zamanlarda yaşıyoruz.” dedi Mr. Snodgrass, ilk arazinin çitlerini aşarlarken. “Güneş henüz yeni batıyor.” Mr. Winkle batmakta olan küreye göz attı ve acıyla, fazla uzakta olmayan kendi “batış” olasılığını düşündü.
“İşte subay.” diye bağırdı Mr. Winkle, birkaç dakikalık yürüyüşten sonra. “Nerede?” dedi Mr. Snodgrass.
“İşte, mavi pelerinli beyefendi.” Mr. Snodgrass arkadaşının işaret parmağıyla belirttiği yöne baktı ve tarif ettiği gibi pelerinlere sarınmış şekli gördü. Subay onların varlığının farkında olduğunu elinin hafif bir hareketiyle belli etti ve subay yürümeye başlayınca iki arkadaş onu arada biraz mesafe bırakacak şekilde takip etmeye başladılar.
Akşam gittikçe daha kasvetli hâle geliyordu ve ıssız arazilerden esen melankolik rüzgârın sesi, uzaklardaki bir devin evcil köpeğini çağırmak için ıslık çalışına benziyordu. Manzaranın hüznü, Mr. Winkle’ın hislerine bir kasvet katıyordu. Hendeğin yanından geçerlerken ürktü, toplu mezara benziyordu.
Subay aniden patikadan ayrıldı ve bir çiti tırmandıktan ve bir engelin üstünden atladıktan sonra tenha bir araziye girdi. İçeride bekleyen iki beyefendi vardı, biri siyah saçlı ufak tefek, şişman bir adam; diğeri ise yapılı, örgülü saçlı bir şahsiyet. Bu ikincisi müthiş bir ağırbaşlılıkla kamp taburesinde oturuyordu.
“Yardımcı şahıs ve Doktor, sanırım.” dedi Mr. Snodgras: “Bir yudum brendi iç.” Mr. Winkle arkadaşının teklif ettiği hasırla kaplı şişeyi kaptı ve canlandırıcı sıvıdan büyükçe bir yudum aldı.
“Arkadaşım, efendim. Mr. Snodgrass.” dedi Mr. Winkle, subay yaklaşırken. Doktor Slammer’ın arkadaşı başıyla selam verdi ve Mr. Snodgrass’ın taşımakta olduğu kasaya benzer bir kasayı açık etti.
“Fazla söze gerek yok, sanırım, efendim.” diye belirtti adam, soğukkanlılıkla kasayı açarken: “Bir özür kesin olarak reddedilmiştir.”
“Gerek yok, efendim.” dedi Mr. Snodgrass, kendi de yavaş yavaş rahatsız hissetmeye başlarken.
“Bir adım öne çıkar mısınız?” dedi subay.
“Elbette.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass. Yer ölçümü yapılmıştı, ön hazırlıklar hâlledilmişti. “Bunların sizinkilerden daha iyi olduğuna sizi temin ederim.” dedi karşı tarafın yoldaşı, tabancaları göstererek. “İçine kurşun dizdiğimi gördünüz. Bunları kullanmaya itirazınız var mı?”
“Kesinlikle hayır.” diye yanıtladı Mr. Snodgras. Bu teklif onu ciddi bir utançtan kurtarmıştı çünkü daha önceki tabanca doldurma bilgisi epey muğlak ve belirsizdi.
“Öyleyse adamlarımızı yerleştirebiliriz, bence.” diye yorumda bulundu subay, sanki failler satranç taşı, yandaşlar ise hamlelermiş gibi bir umursamazlıkla.
“Bence yerleştirebiliriz.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass; her pozisyonu kabul ederdi çünkü konu hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Subay, Doktor Slammer’a gitti ve Mr. Snodgrass da Mr. Winkle’a.
“Her şey hazır.” dedi subay, tabancayı uzatarak. “Bana pelerininizi verin.”
“Emanet sizde, canım dostum.” dedi zavallı Winkle.
“Pekâlâ.” dedi Mr. Snodgrass. “Hazır olun ve vurun onu.”
Mr. Winkle anladı ki bu öneri seyirci kalanların sokak kavgasındaki en küçük çocuğa her zaman verdikleri tavsiye gibiydi. Örnek vermek gerekirse: “Git oraya ve kazan.” Takdir edilesi bir öneri, yalnızca nasıl yapılacağını biliyorsan. Pelerinini çıkardı, ancak sessizce. Her zaman pelerini çıkarmak uzun sürerdi ve tabancayı kabul etti. Yandaşlar kenara çekildiler, kamp taburesinde oturan beyefendi de aynı şeyi yaptı ve muharipler birbirlerine yaklaştılar.
Mr. Winkle her zaman aşırı insaniyete sahipti. Hep sanılırdı ki ölümcül bir ana yaklaştığında gözlerini kapatmasının sebebi kendisi gibi bir insanı incitmeye dair isteksizliğiydi ve gözlerinin kapalı olması, Doktor Slammer’ın olağan dışı ve açıklanamaz davranışını izlemesine engel oluyordu. O beyefendi öne atıldı, baktı, geri çekildi, gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı ve en sonunda: “Dur, dur!” diye bağırdı.
“Tüm bunlar ne demek oluyor?” dedi Doktor Slammer, arkadaşı ve Mr. Snodgrass koşarak yanına geldiler. “Adam bu değil.”
“Adam bu değil!” dedi Doctor Slammer’ın yandaşı.
“Adam bu değil!” dedi Mr. Snodgrass.
“Adam bu değil!” dedi beyefendi, elinde kamp taburesiyle.
“Kesinlikle değil.” diye yanıtladı ufak tefek Doktor. “Beni dün gece aşağılayan adam o değil.”
“Epey olağan dışı!” diye bağırdı subay.
“Epey.” dedi kamp tabureli beyefendi. “Tek soru şu ki bu beyefendi burada olduğuna göre o kişi olsa da olmasa da âdet yerini bulsun diye dün gece arkadaşımız Doktor Slammer’ı aşağılayan kişi sayılmamalı mı?” Kamp tabureli adam, oldukça ağırbaşlı ve gizemli bir havayla bu öneriyi sunduktan sonra bir miktar enfiye çekti ve böyle konularda yetkiliymiş gibi bir edayla düşünceli biçimde etrafına baktı.
Artık Mr. Winkle gözlerini ve kulaklarını da açtığından, hasmı düşmanlığa bir son vermeyi önermiş olduğundan ve daha sonra söylediğinden anladığı kadarıyla ortada şüphesiz bir yanlışlık olduğunun ortaya çıkmasının arkasındaki gerçek güdüyü saklayarak, bu durumdan dolayı kaçınılmaz biçimde elde edeceği yüksek itibarı anında öngörüp öne atıldı ve dedi ki: “Ben o kişi değilim, biliyorum.”
“Öyleyse bu.” dedi kamp tabureli adam. “Doktor Slammer’a karşı yapılmış bir hakaret ve derhâl bu işe devam etmek için bir sebeptir.”
“Yalvarırım sessiz ol, Payne.” dedi Doktor’un yandaşı. “Neden bu gerçeği sabah dile getirmediniz, efendim?”
“Emin olmak için, emin olmak için!” dedi kamp tabureli adam kızgınlıkla.
“Senden sessiz olmanı rica ediyorum, Payne.” dedi diğeri: “Sorumu tekrar edebilir miyim, efendim?”
“Çünkü efendim.” diye yanıtladı cevabını düşünmeye vakti olmuş olan Mr. Winkle. “Çünkü efendim, siz yalnızca giyme onuruna değil bir de tasarımını icat etme onuruna sahip olduğum ceketi giyen sarhoş ve kaba birini tarif ettiniz. Sözü geçen üniforma, efendim, Londra’daki Pickwick Kulübüne aittir. Üniformanın onurunu korumak zorunluluğundayım ve böylece, bana sunduğunuz meydan okumayı sorgusuz sualsiz kabul ettim.”
“Canım beyefendiciğim.” dedi güler yüzlü ufak tefek Doktor, uzattığı eliyle yaklaşırken. “Cesaretinize saygı duyuyorum. Lütfen söylememe izin verin, davranışınıza hayran kaldım ve sizi anlamsızca bu buluşmaya gelme zahmetine maruz kıldığım için çok üzgünüm.”
“Lütfen lafını etmeyin, efendim.” dedi Mr. Winkle.
“Sizi tanımaktan gurur duyarım, efendim.” dedi ufak tefek Doktor.
“Sizi tanımak benim için de büyük zevk teşkil edecektir, efendim.” diye yanıtladı Mr. Winkle. Böylelikle Doktor ve Mr. Winkle, sonra Teğmen Tappleton (Doktor’un yandaşı) ve sonra da Mr. Winkle ve kamp sandalyesi olan adam ve son olarak da Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass tokalaştılar. İsmi sonda verilen beyefendinin tokalaşma sebebi, kahraman dostunun asil davranışına karşı duyduğu aşırı hayranlıktan ileri geliyordu.
“Bence dağılabiliriz.” dedi Teğmen Tappleton.
“Kesinlikle.” diye ekledi Doktor.
“Ancak…” diye araya girdi kamp tabureli adam, “Ancak eğer Mr. Winkle kendini meydan okumadan dolayı incinmiş hissediyorsa; o zaman onu memnun etmek lazım gelir.”
Mr. Winkle, müthiş bir özveriyle, çoktan memnun olduğunu ifade etti. “Ya da şu da mümkün.” dedi kamp sandalyeli adam: “Beyefendinin yandaşı bu buluşmanın başlarında benden kaynaklanan sebeplerden dolayı kırılmış olabilir durum buysa onu derhâl memnun etmekten mutluluk duyarım.”
Mr. Snodgrass alelacele son konuşan beyefendinin teklifiyle ilgili teşekkürlerini sundu. Ancak olayların tüm gidişatından duyduğu eksiksiz memnuniyet nedeniyle teklifi reddetmesi gerekecekti. İki yandaş kasaları toparladı ve iki grup da araziyi geldikleri hâllerinden çok daha canlı biçimde terk ettiler.
“Burada uzun süre kalacak mısınız?” diye sordu Doktor Slammer, Mr. Winkle’a, olabilecek en barışçıl edayla birlikte yürürlerken.
“Sanırım yarından sonraki gün gideriz.” oldu yanıt.
“Bu nahoş hatadan sonra sizi ve arkadaşınızı ofisimde ağırlama ve sizinle keyifli bir akşam geçirme zevkini bana yaşatacağınızı umuyorum.” dedi ufak tefek Doktor. “Bu akşam müsait misiniz?”
“Burada bazı arkadaşlarlayız.” diye yanıtladı Mr. Winkele. “Ve onları bu akşam bırakmayı istemem. Belki siz ve arkadaşınız Bull’da bize katılırsınız.”
“Büyük zevkle.” dedi ufak tefek Doktor. “Saat akşam on, yarım saatlik bir görüşme için çok geç mi olur?”
“Ah, hiç de olmaz.” dedi Mr. Winkle. “Sizi arkadaşlarım Mr. Pickwick ve Mr. Tupman’la tanıştırmaktan büyük keyif alırım.”
“Bu bana da büyük keyif verecektir eminim.” diye yanıtladı Doktor Slammer, Mr. Tupman’ın kim olduğunu aşağı yukarı anlayarak.
“Kesin olarak gelecek misiniz?” diye sordu Mr. Snodgrass.
“Ah, kesinlikle.”
Bu aşamada artık caddeye ulamışlardı. İçten vedalar edildi ve grup ayrıldı. Doktor Slammer ve arkadaşları kışlalarına döndü ve Mr. Winkle yanında Mr. Snodgrass’la birlikte kaldıkları hana döndü.
Üçüncü Bölüm
Yeni Bir Tanıdık – Avare’nin Hikâyesi – Uygunsuz Bir Kesinti ve Hoş Olmayan Bir Karşılaşmanın Yaşandığı Bölüm
Mr. Pickwick, gizemli davranışları bütün sabah boyunca bitmek bilmeyen iki arkadaşının olağan dışı yokluğu sonucunda kimi kaygılar hissetmişti. Bu yüzden de içeri girdiklerinde ayağa kalkıp olağan dışı bir keyifle karşıladı onları. Onları bu birlikten alıkoyacak ne olmuş olabileceğini olağan dışı bir ilgiyle sorguladı. Mr. Snodgrass az önce gerçekleşmiş olan her şeyi tüm detaylarıyla anlatmak üzereydi ki yanlarında yalnızca Mr. Tupman ve bir önceki günkü yolcu feribotu yoldaşlarının değil, bir de benzer şekilde tuhaf görünümlü olan başka bir yabancının daha olduğunu gördü. Bu, solgun yüzü, içine çökmüş gözleri doğanın yarattığı hâlinden bile daha etkileyici biçimde sunulan; düz, siyah, keçe gibi saçları düzensiz biçimde yüzünün yarısını kaplayan üzgün bir adamdı. Gözleri anormal biçimde parlak ve keskin; elmacık kemikleri yüksek ve belirgin, çene kemiği o kadar uzun ve inceydi ki onu inceleyen biri sanki bir tür kas kasılmasından dolayı yüzündeki deri bir anlığına çekiyormuş, sanki yarı açık ağzı ve değişmeyen ifadesi her zamanki görünüşü değilmiş sanırdı. Boynuna sarılı yeşil şalın püskülleri göğsünün üstünde sallanıyor; arada eski yeleğinin, dökük düğmelerinin aralarına giriyordu. Üstünde uzun siyah bir ceket ve altındaysa geniş, pasaklı bir pantolon ve her dakika daha da eskiyen büyük çizmeler vardı.
Mr. Winkle’ın gözlerini ayıramadığı ve Mr. Pickwick’in: “Bu dostumuzun bir dostu.” derken eliyle gösterdiği yontulmamış adam buydu. “Bugün öğrendik ki dostumuz buradaki tiyatroyla bağlantılıymış, gerçi bunun pek bilinmesini arzu etmiyormuş ve bu beyefendi de aynı mesleğe mensupmuş. Siz içeri girdiğiniz sırada tam da bize bu bağlamda ufak bir anısını anlatmak üzereydi.”
“Pek çok anı.” dedi dünkü yeşil paltolu yabancı, Mr. Winkle’a yaklaşıp alçak ve gizemli bir ses tonuyla konuşarak. “Değişik arkadaş, ağır işleri yapar. Oyuncu değil. Tuhaf adam, başına gelmeyen kalmamış. Kederli Jemmy deriz çevrede kendisine.” Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass, “Kederli Jemmy” olarak tanıtılan beyefendiyi nazikçe selamladılar ve geri kalan herkesi takip ederek brendi ve su siparişi verip masanın etrafına yerleştiler. “Peki öyleyse beyefendi.” dedi Mr. Pickwick. “Nakledeceğiniz anıya devam ederek bize bir iyilik edecek misiniz?”
Kederli şahıs cebinden pis bir kâğıt tomarı çıkardı ve az önce not defterini çıkarmış olan Mr. Snodgrass’a dönerek, istifini hiç bozmadan, boş bir sesle: “Şair olan siz misiniz?” diye sordu.
“O, o işlerle biraz uğraşıyorum.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass, sorunun aniliğinden dolayı biraz şaşırarak. “Ah! Şiir hayatı ışıkla doldurur ve müzik de onu görünür kılar. Birini boş süslemelerden ve diğerini de yanılsamalarından arındır ve ikisinde de yaşamaya ya da umursamaya değer ne kalır?”
“Çok doğru, efendim.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass.
“Sahne ışıklarının ardında olmak.” diye devam etti kederli adam. “Büyük bir kraliyet oyununda olmak ve ipek kıyafetlere ve şatafatlı kalabalığa hayran kalmak, tüm bunların arkasında olmak o incelikleri yaratan, umursanmayan ya da tanınmayan ve ister batsın ister çıksın, ister açlıktan ölsün ister hayatta kalsın, kaderlerinde ne varsa öyle olsun denilen insanlardan olmak demektir.”
“Kesinlikle.” dedi Mr. Snodgrass. Çünkü kederli adamın çökük gözleri onun üstündeydi ve kendini bir şeyler söyleme zorunluluğunda hissetmişti.
“Devam et, Jemmy.” dedi İspanyol gezgini. “Güneş şapkası çiçeği gibi, tüm o tepelerdekiler gibi. Vak vaklamak yok, konuş. Canlı görün.”
“Başlamadan önce bir kadeh daha ister misiniz, efendim?” diye sordu Mr. Pickwick.
Kederli adam söylenenlerden bir anlam çıkarıp brendi ve suyu karıştırdığı bardağın yarısını yavaşça mideye indirdikten sonra kâğıt tomarını açıp kulüp kayıtlarında Avare’nin Hikâyesi olarak kaydedilen bir sonraki olayı kâh okuyup kâh anımsayarak anlatmaya başladı.
AVARE’NİN HİKÂYESİ
“Nakledeceğim şeyin harikulade hiçbir tarafı yok.” dedi kederli adam. “Hatta alışılmamış bir yönü bile yok. İstek ve hastalık, hayatın pek çok aşamasında insan doğasının en sıradan değişikliklerine bahşedilen ilgiden daha fazlasını hak etmeyecek kadar olağandır. Bu notları bir araya getirdim çünkü başkahramanını uzun yıllardır tanıyordum. Onun ilerleyişini gerisin geriye, adım adım, bir daha doğrulamadığı o aşırı yıkıma ulaşana kadar takip ettim.”
“Sözünü ettiğim kişi düşük bir pandomim oyuncusuydu ve kendi sınıfından olan pek çok kişi gibi bağımlı bir ayyaştı. İyi günlerinde, aşırılık yüzünden bitkin düşmeden ve hastalıktan bir deri bir kemik kalmadan önce iyi bir maaşı vardı ki eğer dikkatli ve sağduyulu olsaydı o maaşını birkaç sene daha almaya devam edebilirdi. Uzun yıllar boyu değil çünkü bu adamlar ya erken ölürler ya da geçim için ihtiyaç duydukları yegâne şey olan fiziksel dermanlarını, bedensel güçlerini gereksiz yere zorlayarak erken yaşta kaybederler. Peşindeki günahlar onu o kadar çabuk bertaraf etti ki onu tiyatroda gerçekten işe yarayabileceği alanlarda görevlendirmek imkânsız hâle geldi. Barların çekiciliğine karşı koyamıyordu. Eğer aynı yolda devam ederse ihmal edilen hastalık ve çaresiz yoksulluk kesinlikle onun ölümünün nedenleri olacaktı ve sonuç tahmin edilebilirdi. Hiçbir iş bağlayamıyordu ve ekmeğe ihtiyacı vardı.”