banner banner banner
Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler
Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler
Оценить:
 Рейтинг: 0

Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler

Eflâkî, Mevlana Celâleddin’in yakın dostlarından biri olarak Tabib Ekmeleddin’den bahsetmektedir. Mevlana’yı da tedavi etmişti. Keza Mevlana’nın ölümü sırasında baş ucundan ayrılmamıştı. Aslen Nahçıvanlı olup Konya’ya yerleşen Tabip Ekmelüddin’den, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled de övgü ve saygı ile bahsetmektedir. Konya’da ona Bey Hekim denmektedir. Devrin “Reisü’l-etibbâsı” idi.

Konya’nın Sedirler Mahallesi, adını iki sadırdan almaktadır. Bu sadırlardan biri Sadr-i Hakîm-i Tirmizî’dir. Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev aleyhinde bir fetva yayımladığı için 1204 yılında idam edilmiştir. Diğeri de Sadr-ı Mutatabbıb diye anılan Tabib Ebû Bekr b. Zeki el-Konevî’dir. Şair ve edip de olan bu tabibin Ravzatü’l-Küttâb ve Hadîkatü’l-Elbâb adlı eseri, Anadolu Selçukluları devri tarihi için önemli bir kaynaktır. Mezarı Sadırlar Mahallesi’ndedir. Yukarıda adı geçen eserinde Tabib Ekmeleddin’e yazdığı mektuptan, onun talebesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu mektupta hocasını “Melikti’l-hükemâ” ve “Reîsü’l-etibbâ” diye anmaktadır.[114 - Ebu Bekr b. Zeki el-Konevî, Ravzatü’l-küttab, Ankara 1972, s. 111-114.]

Kutbuddin Muhammed eş-Şirvanî de felsefe, matematik ve tıp alanında güçlü bir ilim ve fikir adamıydı. Konya’da Sadreddin-i Konevî’den ders almıştır.[115 - S. Konevî’nîn İ’cazü’l-beyan adlı eserinin Bursa Eski Eserler (Haraççıoğlu kısmı) no. 782’deki nüshasının sonundaki kıraat kaydında Kutbuddin Muhammed eş-Şirvanî adlı talebesi kendi el yazısı ile bu eseri Sadreddin-i Konevî’den okuduğunu kaydetmiştir. Bk. Burada Levha, III.] Ünlü İranlı şair ve edip Şeyh Sadi-i Şirazî’nin yeğeni olan Kutbuddin-i Şirazî, Mevlana ile de görüşmeleri olmuştur. Musiki alanında da derin bilgiye sahip olan Şirazî’nin aynı zamanda iyi bir musiki icracısı olduğu rivayet edilmektedir. Kayseri ve Kastamonu’da bulunan Kutbuddin Şirazî 1310 (710) yılında Tebriz’de ölmüştür. Çok sayıda eserleri bulunmaktadır.

Selçuklular dönemi Konyası’nda Ermeni ve Rum tabiplerin de adları kaynaklarda geçmektedir. Bu gayrimüslimlerle, Müslümanlar arasında gayet hoş ilişkiler bulunduğu görülmektedir. Konya’da delişmen (mecnun) bir derviş olarak tanınan Fakih Ahmed, Müslümanlardan çok Hristiyanlarla ilgilenmekteydi. Karatay Medresesi’nin kubbe çinilerinde Musa, Süleyman, İsa ve Muhammed Peygamberlerin adlarının münavebeli olarak yazılması farklı dinden olan insanları ve tebaayı birbiriyle kaynaştırma, hoş görme ve biribirinin inancına saygılı olma siyasetinin ifadesi olsa gerektir Bugün Merkez İmam Hatip Lisesinin bulunduğu yerde Kadı İzzeddin Muhammed er-Râzî’nin yaptırdığı bir darüşşifa bulunmaktaydı. Vezir olan Kadı İzzeddin, Kadınhanı’nda bulunan Kestel, Koşmar ve Divanlar köylerindeki mülklerinin gelirlerini kendisinin yaptırdığı bimaristana (hastane) vakfetmiştir. Bimaristanın (hastane) vakıfnâmesine imza koyan şahitler arasında Tomas adında bir gayrimüslimin imzası dikkat çekicidir.[116 - Bu vakfiyenin orijinal metni Mevlana Müzesi arşivindedir.] Selçuklular zamanında Konya’daki ilmî çevrelerde okunan ve bugün Yusufağa, F. Nafiz Uzluk ve İzzet Koyunoğlu Kütüphanelerinde bulunan İbn-i Sina’nın eş-Şifâ’sı Ebû Reyhan el-Beyrûnî’nin el-Kânûnu’l-Mes’ûd gibi ciddi eserler o dönemde Konya’da yüksek bir ilmî çevrenin mevcut olduğunu göstermektedir.

IV. Bölüm

SELÇUKLULAR DEVRİ KÜTÜPHANELERİ

Bir bilimsel ve kültürel çevre için en önemli şey hiç şüphesiz kitaplardır ve bu kitapların korunduğu ve okuyucuların hizmetine sunulduğu yerler olan kütüphanelerdir. Türkiye Selçukluları zamanında Konya’da birtakım kütüphaneler bulunmaktaydı. Bu kütüphaneler bugüne kadar taratılmamıştır. Burada bu kütüphanelerden en bilinen ve çevrelerindeki insanlara okuma ile ilgili hizmetlerin sunulduğu bazı kütüphaneler tanıtılacaktır.

Selçuklular döneminde Konya’da bulunan birçok hanikâh ve medresenin kitaplıkları bulunduğu bu kurumlara ait olup günümüze gelen el yazması eserlerden anlaşılmaktadır. Atabekiyye Medresesi, Ahmedek Hanikâhı, Sadırlar Hanikâhı gibi daha birçok kurum ve kuruluşların kitaplıkları vardı. Bu kurum ve kuruluşlara ait kitaplar zamanla çeşitli şekillerde dağılmış veya yok olmuşlardır. Bugün Türkiye’de el yazması eser ihtiva eden kütüphanelerde bu kitaplara rastlamaktayız. Şüphesiz bu kitaplardan çok azı günümüze ulaşabilmiştir. Yukarıda da anıldığı gibi varlıklı insanlar veya devlet büyükleri bu kurum ve kuruluşlara kitaplar vakfediyorlardı. Meşhur Pervane Muinüddin Süleyman, çokça kitap vakfeden bir devlet adamıdır. Keza Vezir Celâleddin Mahmud’un vakfettiği kitaplara rastlanmaktadır. (Bk. Burada Levha, X) Alâeddin Keykubad zamanında Konya’da şehir muhafızı olan Hace-i Cihan diye bilinen Emir Ahmed b. Kayser b. Süleyman Şerhu’t-Taarruf fi Ma’rifeti’t-tasavvuf adlı eseri “Zaviye-i Sadriyye”ye vakfetmiştir. (Bk. Burada Levha IX). Meram’da metfun Şeyh Vefa’nın oğlu Mustafa (İbnü’l-Vefa) babasından kendine intikal eden kitapları vakfettiğini görüyoruz. Yeri geldikçe bunlarla ilgili örnekler bu yazıda verilecektir. Keza Yusufağa Kütüphanesi no. 4749’daki kitap Konya’daki ilim adamlarına vakfedilmiştir.

Türkiye Selçukluları zamanında bazı şahıslara ait kitaplıkların varlığı da bilinmektedir. Ancak bu kitaplar vakfedilmedikleri için genel olarak vârisler arasında paylaşılmakta veya satılmakta ve böylece dağıldıkları görülmektedir. Mesela ileride de sözü edileceği üzere Sadreddin-i Konevî’nin vârislerine (kızı ve damadına) intikal ettirdiği kitaplar zamanla dağılmış, çok azı gönümüze gelebilmiştir. Oysa vakfettiği kitaplarının çoğu vakıf malı olduğu için korunmuş ve günümüze gelebilmiştir.

Matbuatın olmadığı dönemlerde kitap, çok pahalı bir meta olduğu için ilim adamlarının hizmetine kitap vakfetmek çok makbul bir davranış olarak görülüyordu. Bu kuruluşlara ait bazı kitapları, Yusufağa, Konya İzzet Koyunoğlu, Mevlana Müzesi Kütüphanesi, Feridun Nafiz Uzluk Kütüphanesi gibi kitaplıklarda görmekteyiz. Bu kurum ve kuruluşların kitaplıkları dışında Konya’da birkaç tane ünlü kütüphane vardı. Bugün muhtelif el yazması eser ihtiva eden kütüphanelerde, bu Selçuklu devri kütüphanelerine ait kitaplara rastlanmaktadır. Genel olarak kitaplar, ait oldukları kitaplıkta okunurdu. Ancak uygun bir rehin bırakıldığı takdirde bu rehin kaşılığında kitaplar dışarıya da iare edilebiliyordu. Kitabın sağlam olarak geri gelebilmesi için rehin yüksek tutulurdu. Ancak rehin gözden çıkarılarak geri getirilmeyen kitaplar da olmuştur. Burada Selçuklular zamanında Konya’da bulunan bazı kütüphaneler tanıtılacak ve bu kütüphanelerin kitapları ile ilgili bilgiler sunulacaktır.

1. SARAY KÜTÜPHANESİ

Türkiye Selçuklularının başkenti olan Konya’da şüphesiz bir saray bulunuyordu. Saray teşkilatı içinde Osmanlılardaki Enderun Mektebine benzer “gulamhane” denilen bir mektep bulunmaktaydı. Bu gulamhanede gayrimüslim çocuklar eğitim ve öğretim görüyorlardı. Meşhur Celâleddin Karatay ve iki kardeşi Seyfeddin Karasungur ve Kemalüddin Durunday, Kom-nen ailesinden olan Emir Arslan el-Mavrazemi bu mektepten çıkmışlardır. Bu gulamhaneden çıkmış olanların gayet iyi Farsça ve Arapça bildikleri dikkat çekmektedir. Hiç şüphesiz bu mektebin bir kitaplığı olmalıdır. Bununla beraber sultanlara mahsus kitaplıkların varlığı da bilinmektedir. Ancak bu kitaplıkların izi, eseri kalmamıştır. Ayrıca saray içinde bir devlet arşivinin bulunduğu da muhakkaktır. Bundan da iz ve eser kalmamıştır. Ancak bu arşivden kopya edilmiş birtakım belgelerin Mecmuatü’r-resailler içinde günümüze geldiklerini biliyoruz. Bu arşiv belgeleri arasında bazı kişilerin devlet yetkililerine yazdıkları mektuplar bulunmaktadır. Hiç şüphesiz bu tür yazışmalar devlet arşivinde muhafaza edilmekteydi. Nitekim Mevlana’nın mektuplarının büyük bir kısmı devlet büyüklerine hitaben yazılmıştır. Mevlana’nın ölümünden 70-80 sene sonra birileri bu mektupları derleyip Mektubat-i Hz. Mevlana Celâleddin-i Rumî adıyla yayımlamıştır. Bu anlamda Şeyh Sadreddin-i Konevî’nin de devlet adamlarına yazdığı mektuplar bulunmaktadır. Bu mektuplar da derlenmiştir.

Selçuklu sultanlarına devrin ilim adamları tarafından ithaf edilmiş pek çok eserler bilinmektedir. Sadece Alâeddin Keykubad’a eser ithaf edenlerin sayısı onu geçmektedir. Hiç şüphesiz bu eserlerin sultanlara sunulan nüshaları sarayda veya sultanların özel kitaplıklarında muhafaza ediliyordu. Bu kitaplardan bazılarına muhtelif kütüphanelerde rastlanmaktadır. II. Kılıçarslan’ın oğulları I. Gıyâseddin, II. Süleyman Şah bilgili, kültürlü sultanlardı. İbn Bibi I. Gıyâseddin’in İbn-i Sina’nın hayranlarından olduğunu kaydetmektedir. Mesela I. İzzeddin Keykâvus için yapılmış, satır tercümeli Kur’an-ı Kerim ve Farsça tefsiri (603/1206 istinsah tarihli ve tezhipli) Mevlana Müzesi’nde 11 numarada kayıtlıdır. Bu Kur’an-ı Kerim ve tefsirinin aynı kalem ve yazı ile yazılmış bir cildi de Konya Yusufağa Kütüphanesi, no. 5438’de bulunuyor. Bu iki cildin ihtiva ettiği surelerin miktarından bu eserin en az beş veya altı cilt olduğu anlaşılmaktadır, I. Alâeddin Keykubad’ın özel kitaplığına ait birkaç kitaba rastladığımı hatırlıyorum. Bunlardan birisi Tahran’da Mehdi-i Beyânî’nin özel kitaplığındadır. Fahreddin-i Râzî’nin el yazısı olan bu eseri Akayi Mehdi-i Beyani Encümen-i Dust-Darem-i Küp’un yayınları (Tahran 1331) tıpkıbasım olarak yayımlamıştır. (Bk. Burada Levha, V.) Bu esere Ahi Evren Nasîrüddin’in bir sahife sunuş yazarak Sultan Alâeddin’e hediye ettiği anlaşılmaktadır. (Bk., Burada Levha, XV.) Keza Ahmed b. Sa’d b. Abdü’s-Samed el-Zencani’nin Sultan Alâeddin Keykubad’a sunduğu el-Letaifü’l-Alâiyye’nin sultana sunulan nüshası Aşir Efendi (Süleymaniye) Kütüphanesi no. 316’da kayıtlıdır. Şems-i Tebrizî’nin Alâeddin Keykubad’ı cahillikle itham etmesi onun Keykubad’a duyduğu düşmanlığının ifadesidir.[117 - Sosyal Siyasî Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi, s. 152.] Bu ve benzeri eserlerin saray kitaplığından çıkmış olduğu muhakkaktır. Bütün bunlar gösteriyor ki Konya’da Selçuklu Sarayı’nda bir kitaplık ve arşiv bulunuyordu.

Alâeddin Keykubad, okumayı seven bir sultan idi. Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud Yezdan-şinaht adlı eserinin sonunda[118 - Ayasofya (Süleymaniye) Ktp. No. 4819.] Sultan Alâeddin’in yüksek ilimlerden bahseden felsefi eserleri okuyacak kadar âlim ve irfanlı olduğunu yazmaktadır. Gazali’nin Kimya-i saadet adlı eseri ile Nizâmü’l-Mülk’ün Siyasetnâme’sinin çokça okuduğunu İbn Bibi nakletmektedir. Gene İbn Bibi bu sultanın heyet ilmine dair eserleri okumayı sevdiğini yazmaktadır.[119 - el-Evamirü’l-alâiyye, s. 228.] İşte bunun gibi bilgiler bize gösteriyor ki Selçuklu Sarayı içinde bir kütüphane vardı. Öyle görünüyor ki Moğollar zaman zaman sultanların özel kitaplıklarına da musallat olmuşlar ve buradaki eserleri beraberlerinde götürmüşlerdir. Çünkü sultanların özel kitaplıklarına ait bazı kitaplar, İran’daki kütüphanelerde bulunmaktadır. Bu eserlerin bu yolla İran’a gitmiş olduğunu düşünüyorum.

2. SADREDDİN-İ KONEVÎ KÜTÜPHANESİ VE KİTAPLARI

Anadolu Selçukluları dönemi bilginlerinden olup “Sultanlar Muallimi” diye tanınan Malatyalı Şeyh Mecidüddin İshak’ın (618/1221) oğlu, ünlü Mağripli Sufi Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (638/1241) üvey oğlu ve talebesi olan Şeyh Sadreddin Muhammed el-Konevî (673/1274) ölümünden kısa bir süre önce bir Vasiyetnâme yazmıştır.[120 - Bu Vasiyetnâme’nin pek çok el yazması nüshaları var. Bunlardan birini Osman Nuri Ergin resim olarak yayımlamıştır, Bk. Şarkiyat Mecmuası, İstanbul 1957, 11, 82-83. Bir nüshasını da İ. Hakkı Konyalı Konya Tarihi’nde (Konya 1964, s. 496-498.) yine resim olarak yayımlamıştır.] Konevî bu Vasiyetnâme’de bazı duygu ve düşüncelerini, yakınlarına, dostlarına tavsiyelerini ve yapmalarını istediği bazı işleri bildirmektedir. Bir buçuk iki sahife kadar olan bu Vasiyetnâme’de Sadreddin Konevî şahsi kitaplarıyla ilgili olarak da bazı isteklerde bulunmaktadır. Bu istekleri birkaç madde hâlinde ifade etmek mümkündür:

1. Felsefeye dair olan kitapların satılıp parasının Müslüman fakirlere sadaka olarak dağıtılmasını,

2. Tıp, fıkıh, tefsir ve hadise dair kitaplarının Şam’a (Dımaşk) götürülüp orada ilim ile meşgul olanların istifadesine sunulmak üzere vakfedilmesini,

3. Kendi telifi olan eserlerin de Afifüddin’de hatıra olarak kalmasını bildirmektedir. Bu Afifüddin’in, Sadreddin Konevî’nin kızı Sekine’nin eşi yani damadı olduğu anlaşılmaktadır.

4. Kendisinden sonra hiç kimsenin şeyhinin (İbnü’l-Arabî) ve kendisinin telif eserlerinde deruni manalar (mevâcid) aramamaları ve yorumlamamalarını çünkü bu yolun kendisiyle kapandığını bildirmektedir. Bu bildiride Sadreddin Konevî’nin şahsi kitapları ve bu kitapların yedi yüz yıllık macerası ile ilgili bilgiler verilecektir.

a. Konya Sadreddin Konevî Kütüphanesi

Sadreddin Konevî 16 Muharrem 673 (22 Temmuz 1274) günü vefat etmiştir. Vefatından sonra kitapları ile ilgili tavsiyelerinden üçüncü şık yani kendi telifi olan eserlerle ilgili tavsiyesi hariç diğer tavsiyelerinin hiçbirine uyulmamıştır.[121 - Aslında Sadreddin Konevî vasiyetinde yer alan başka tavsiyelerine de uyulmamıştır. Mesela kabri üzerine kümbet gibi bir binanın yapılmamasını bildirdiği hâlde ölümünden çok sonra kabri üzerine kafesli bir yapı inşa edilmiştir. Zehebî (Tarihu’l İslâm, s. 93.) Sadreddin Konevî’nin yakınlarına cenazesinin Şam’a götürülüp şeyhi İbnü’l-Arabî’nin yanına defnedilmesini vasiyet etmiş iken bu isteğinin yerine getirilmediğini bildirmektedir.] Onun zamanında devlet yetkilileri Konevî’nin talebe ve yakınları, dostları çok büyük maddi ve manevi değere sahip bulunan kitaplarının satılmasına ve Şam’a götürülmesine ve Anadolu’nun bu değerli hazineden mahrum kalmasına gönülleri razı olmamıştır. Sadreddin Konevî’nin öldüğü yılın aylarında mezarı ve camisi ile medresesi arasında bir imaret, kütüphane inşa ederek onun adına vakfiye düzenlemişler ve kitaplarını buraya vakfetmişlerdir. Bu durum cami, imaret ve kütüphaneye açılan ve bugün de mevcut olan dış kapı alınlığındaki kitabede ifade edilmiştir. Bu kitabenin tercümesi şöyledir: “Bu kutlu imaret, içinde Sadreddin Muhammed b. İshak’ın metfun bulunduğu türbe ve vakfiyesinde şartları belirtilmiş bulunan vakfettiği kitaplarını ihtiva eden kütüphane (daru’l-kütüb) onun salih arkadaşları adına 673 (1274) yılı aylarında inşa edildi.”[122 - Bk. Burada Levha: I.] Bu imaretin kimler tarafından inşa edildiği belirtilmemiştir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi Konevî’nin yakınları ve o dönemin yetkili ve nüfuzlu kişileri bu işi böyle planladıkları anlaşılmaktadır. Bu işi yapanlar Konevî’nin kızı Sekine ile damadı Afifüddin’in rızasını da almış olmalılar. Ancak Sadreddin Konevî’nin kendi el yazısı olan telif eserleri ve özel defterlerinin bu kütüphaneye konmadığı Vasiyetnâmesi’nde belirtildiği üzere damadı Afifüddin’e hatıra olarak bırakıldığı sonraki asırlara intikal eden bilgilerden öğrenilmektedir.

Sadreddin Konevî Kütüphanesi bu şekilde teşekkül ettikten sonra dönem dönem başka insanlar da bu kütüphaneye kitaplar bağışlamışlardır. Bu kitapların kapak sahifelerine bu kitabın Sadreddin Konevî vakfı olduğu kaydı yazılmıştır. Fakat bizzat Sadreddin Konevî’den intikal eden kitaplarda Sadreddin Konevî’nin temellük imzası bulunmaktadır. Birçoklarında da S. Konevî’nin hocaları ve yakınlarının sema ve kıraat kayıtları vardır.[123 - Bk. Burada Levha: XI.]

Sadreddin Konevî Külliyesi diye anılan yapı bugün mevcuttur. Ancak medrese, iaşe ve ibate yeri günümüze gelmemiştir. Kütüphane kısmı iki bölümden müteşekkildir. İç avludan merdivenle ikinci kata çıkılınca geniş bir okuyucu salonuna girilmektedir. Salonun kıble tarafındaki oda ise kitapların muhafaza edildiği yerdir. Yapı Osmanlılar zamanında birçok defalar onarım görmüştür. Son büyük onarım Sultan II. Abdülhamid dönemi Konya Valisi Ferid Paşa tarafından 1317 (1899) yılında gerçekleştirilmiştir. Bütün bu onarımlarda yapının ne kadar değiştiğini araştırmak ayrı bir araştırma konusudur.

1926’da yeni bir düzenleme ile Sadreddin Konevî’nin kitapları asıl yerinden Konya Yusufağa Kütüphanesi’ne konulmuş ve bugün burada hizmete sunulmaktadır. Sadreddin Konevî’nin kaç kitabı bulunduğu ve ne kadarının günümüze geldiği bu yazıda ele alınacaktır.

b. Sadreddin Konevî’nin Kitapları

Sadreddin Konevî’nin babası Malatyalı Şeyh Mecidüddin İshak Anadolu Selçukluları devleti hizmetinde bulunmuş, birkaç defa diplomat olarak Bağdat’a gitmiş, bu yolculukları esnasında Musul ve Cizre’de devrin tanınmış ilim adamlarından İbnü’l-Esir kardeşlerle, İbnü’l-Cevzî ve oğlu Abdurrahman ile görüşmeleri olmuş ve onların birtakım eserlerini ve daha başka eserler edinmiştir. Bu eserler oğlu Sadreddin Konevî’ye intikal etmiştir ki bunların birçoğu müelliflerin veya yakınlarının el yazılarıdır. Diğer taraftan Sadreddin Konevî uzun süre Suriye ve Mısır’da üvey babası Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin yanında bulunmuş, üvey babasının da birçok eserleri Sadreddin Konevî’ye intikal etmiştir. Bu eserler arasında İbnü’l-Arabî’nin kendi el yazısı olan telif eserleri ve Mağrip’ten getirdiği birtakım şahsi eserleri de bulunmaktadır.

Sadreddin Konevî’nin kendi telifi olan eserlerin kendi el yazısı olan nüshaları da kitapları arasında bulunuyordu. Dostlarına ve devlet adamlarına yazdığı mektupları ve dostlarının kendisine yazdıkları mektuplar ve birtakım küçük risaleleri özel defterlerinde toplamıştı. Kısacası zengin ve muhtevalı bir koleksiyona sahip idi. Onun bu defterleri Anadolu Selçukluları döneminin ilmî, siyasi ve kültürel hayatı ile ilgili zengin bir arşiv niteliğinde idi.

Sadreddin Konevî, sürekli yazan, not düşen bir bilim adamıdır. (Bk. Burada Levha, IV. ve XII.) Dostlarına, devlet adamlarına mektuplar yazmakta bazen küçük bir hatırasını tarih vererek bir kenara kaydetmektedir. Fakat ömrünün son bir yılına ait hiçbir notuna rastlanmamaktadır. Bu durum onun ömrünün son yılında hasta olduğunu düşündürmektedir. Bu yazıya konu olan Vasiyye’sini muhtemelen hasta olduğu günlerde ya bizzat yazmış ya da yakınlarına yazdırmış olmalıdır.

Sadreddin Konevî’nin kitapları onun adına inşa edilen kitaplığa yerleştirilirken her kitabın kapak sahifesine (zahriye) şöyle bir vakıf kaydı yazmışlardır:

Bu vakıf kaydının kısaca tercümesi şöyledir: Kendisinin telifi olan bu kitap Sadru’ddin Muhammed tarafından kabri yanında inşa edilen kütüphaneye Müslümanların yararlanmaları için vakfedildi. Kitabın ancak rehin karşılığında kitaplıktan çıkarılmasını aksi hâlde yerinde ondan yararlanılmasını şart koştu… (Bk. Burada Levha, II.)

Bu ibare onun kendi telifi olan Denizlili Yusuf b. Ahmed tarafından 672 (1273) yılında kopya edilen Miftahu Cemi’l-gayb adlı eserinin 1a sayfasında yazılar vakıf kaydıdır.[124 - Bk. Burada Levha: II.] Diğer kitaplarının her birinin kapak sayfasında buna benzer bir vakıf kaydı yazılmıştır. Bu demektir ki ölümünden sonra S. Konevî’nin bütün kitapları tescil edilmiştir. Ancak bu kitaplarının miktarını ve adlarını öğrenebileceğimiz bir liste o günden günümüze gelmemiştir. Bu yüzden de S. Konevî’nin kaç kitabı bulunduğunu bilmiyoruz.

Ancak Fatih Sultan II. Mehmet zamanında Karaman ili fethedilince o bölgedeki vakıfları tescil etmek amacıyla 880 (1475-76) yılında Karaman iline gönderilen Osmanlı il yazıcıları Konya’da Sadreddin Konevî’nin vakfını da tescil etmişlerdir. Bu arada Konevî’nin kütüphanesindeki kitapları da tek tek kaydetmişlerdir. Bu kayda göre Konevî’nin vakfı olan kitapların sayısı 200 küsur eserdir.[125 - Bk. İ. Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 501-503.] Bu liste ile bugün Konya Yusufağa Kütüphanesinde bulunan Sadreddin Konevî’nin kitapları karşılaştırıldığı zaman yedi yüzyılı aşan tarih süreci içinde pek çok kitaplarının zayi olduğu görülmektedir. Bu kitapların ne şekilde zayi olduğunu açıklamaya geçmeden önce Sadreddin Konevî’nin şahsi kitapları ile ilgili bazı önemli tarihî bilgileri kısaca hatırlatmam gerekmektedir.

Sadreddin Konevî hayatta iken etrafında çok sayıda talebeleri bulunuyordu. Bu talebeleri onun gözetiminde bilimsel çalışmalarını yürütüyorlardı. Onun ve hocası İbnü’l Arabî’nin eserlerini okuyor, istinsah ediyor ve hatta onun teşvik ve yol göstermeleriyle şerhler, telifler yapıyordu.[126 - Bk. Burada Levha: III.] Onun ölümünden sonra da müellefat sahibi olan bazı talebeleri ünlenmişlerdir. Bunlardan çok tanınmış olanları şunlardır:

1. Kutbuddin Şirazî (710/1310)

2. Müeyyeddüddin Mahmud el-Cendî (700/1301)

3. Fahruddin-i İrâkî (688/1289)

4. Şihabü’d-din Çoban el-Eraklî (?)

5. Saidüddin el-Fergânî (692/1393)

6. Zeynüddin Muhammed b. Ebi Bekr er-Razi (678/1279)

7. İzzü’d-din Muhammed eş-Şirvânî (?)

Dönem dönem birçok tanınmış bilim adamları İbnü’l-Arabî’nin ve S. Konevî’nin eserlerinin ana nüshalarına ulaşmak için uzak yerlerden Konya’ya kadar gelerek Sadreddin Konevî Kütüphanesi’nde bir süre çalışma imkânı bulmuşlar onun ve İbnü’l-Arabî’nin eserlerini istinsah ederek götürmüşlerdir. Bunların tanınmış olanlarından birkaçı şunlardır:

1. Ünlü Dilci Mecdü’d-din Muhammed el-Fîrûzâbâdî (817/1414)

2. Molla Abdurrahman Cami (898/1492)

3. Fatih Sultan Mehmet’in Hocası Akşemseddin (862/1457)

4. Yâr Ali Şirazî (814/1412)

5. Seyyid Şerif el-Cürcânî (816/1414)

6. Tarihçi Bedrüddin el-Ayni (823/1420)

c. Konevî’nin Kendi El Yazıları ve Defterleri

Kadı Burhâneddin’in özel tarihçisi Aziz-i Esterâbâdî’nin bildirdiğine göre Eretna Oğulları devri bilginlerinden Yâr Ali Şirazî Kayseri’den birkaç halı ile Konya’ya gelmiş ve Sadreddin Konevî’nin makamına halıları hediye etmiştir.[127 - Bezm ü Rezm, İstanbul, 1928, s. 384.] Yâr Ali bu vesile ile bir müddet Konya’da Sadreddin Konevî’nin özel defterlerini mütalaa etme imkânı bulmuş ve defterlerde bulunan mektup ve risalelerden müteşekkil iki Mecmuatü’r-resâü meydana getirmiştir. Bu mecmualardan biri Ayasofya (Süleymaniye) Kütüphanesi no. 2349’da kayıtlıdır. Bu mecmuada Yâr Ali Şirazî, Sadreddin Konevî ile Ahi Evren diye tanınan Kırşehirli Hace Nasîrüddin Mahmud’un birbirlerine yazdıkları mektupları kopya ederek bir eser vücuda getirmiştir. Ancak Yâr Ali bu mektupların Sadreddin Konevî ile İranlı Filozof Hace Nasîrüddin-i Tûsî arasında teati edildiğini sanmış ve bu mektupları öyle takdim etmiştir. Yâr Ali Şirazî zamanında Ahi Evren Hace Nasîrüddin’in adını sanını unutturma gayretleri devam ediyordu. Bu amaçla onun eserleri başkalarına mal ediliyordu. Yâr Ali’nin bu iş için görevlendirilmiş olduğunu düşünüyorum. Yâr Ali’den sonra başka müstensih ve yazarlar da bu mektupları ele geçirmişler veya Yâr Ali’nin nüshasından kopya ederek veya gene Sadreddin Konevî’nin arşivinden derlemişler ve bu mektupların başına “Hace Nasir’in Konevî’ye” veya “Konevî’nin Hace Nasir’e mektubudur.” şeklinde ibareler koyarak Tûsî ile Konevî’nin mektuplaştıkları iddiasını yaygın bir kanaat hâline getirmişlerdir.[128 - Bu konuda geniş bilgi için Bk. Mikâil Bayram, “Sadru’d-din Konevî ile Ahi Evren Şeyh Nasîrüddin’in Mektuplaşması”, SÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, Konya 1983, II, 51-73.]