Phidias’ın hayatı hakkında bunun dışında pek az şey bilinmektedir. Atinalıdır. MÖ 5. yy’ın önemli bir bölümünde şehrin politik lideri olan Perikles’in (495-429) taraftarlarından biridir. Perikles sayesinde Parthenon’daki Athena heykelini yapma görevi Phidias’a verilmiştir. Bu heykel fildişinden yapılmış ve altınla kaplanmıştır. 11,58 metre uzunluğundadır. 900 yıl sonra bina talan edilene dek Panthenon’un merkezinde yer almıştır.
Phidias aynı zamanda binanın duvarlarını süsleyen heykellerin yapımına da eşlik etmiştir. Bunların büyük bölümü halen sağlam durumdadır. Bazıları Phidias’ın asistanlarının onun tasarımlarını temel alarak ürettikleri sanat eserleridir. Bu projenin beklenenden daha maliyetli oluşu Phidias’ı zor durumda bırakmıştır. Kullanılan altınların hesabını veremediği için bir süre hapis yatmıştır.
Zeus heykeli Phidias’ın tamamladığı bilinen son eseridir. Zeus, Antik Yunan Pantheon’undaki en önemli tanrıdır. Heykeli fildişi ve altından yapılmıştır. Heykelde elinde asası ile otururken tasvir edilmiştir. Yüzyıllar boyunca ilgi odağı olan heykel, madeni paraların üzerine bile işlenmiştir. Ziyarete gelen Yunan ve Roma yazarları onun güzelliği karşısında hayranlıklarını gizleyememişlerdir.
Tarihçi Plutarch’a göre (46-120) Phidias daha sonra tekrar tutuklanmış ve hapiste ölmüştür. Günümüzde kimi tarihçiler bu iddiaya şüpheyle yaklaşmaktadırlar.
Ek Bilgiler1- Tapınak süsleri İngiltere ve Yunanistan arasında uzun tartışmalara neden olmuştur. 7. Elgin Kontu aristokrat Thomas Bruce (1766-1841), 1801 yılında heykelleri alarak Londra’ya getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bunun için izin aldığını ileri sürmüştür. Ne var ki günümüzde Yunan liderler heykellerin taşınmasının yasadışı olduğunu iddia ederek İngiltere’den bunların iadesini talep etmektedirler. Mesele halen çözümlenememiştir.
2- Olimpia’daki Zeus heykeli yapıldıktan 800 yıl sonra, içinde bulunduğu tapınak, 426 yılında Bizans İmparatorluğu tarafından yerle bir edilince yok olmuştur.
3- Phidias’ın heykellerinin günümüze ulaşamamasının nedenlerinden biri de yapımında kullanılan malzemeler olabilir. Mermer yerine bronz ve altın kullanmıştır. Bunlar değerli metaller olduğundan heykeller ya çalınmış ya da eritilerek başka amaçlar için kullanılmıştır.
Tiberius Gracchus
MÖ 133 yılına gelindiğinde Roma İmparatorluğu antik dünyanın en büyük gücü haline gelmişti. Yunanistan’dan İspanya’ya kadar uzanan bir coğrafyaya yayılmıştı. Roma lejyonları, Akdeniz’in neredeyse her köşesini egemenlik altına almıştı. Yüzlerce yıl sürecek bir Roma üstünlüğü kurulmuştu ve bu sayede Roma’ya büyük zenginlikler akmaktaydı.
Ne var ki gerçek savaşçılar Roma’nın başarılarından pek az istifade ediyorlardı. Gerçekten de, pek çok lejyoner savaş meydanlarından geri döndüklerinde kendilerine ait çiftliklerin iflas etmiş olduğunu gördüler. Sahip oldukları şeyler yok olmuş, aileleri harap olmuştu. Tahmin edilebileceği üzere yıllarını ülkeleri için harcamış olan bu insanlar karşılaştıkları bu manzaraya içerlediler.
“Dünyaya hükmetmişlerdi ama kendilerine ait bir parça toprakları bile yoktu” diye yakınır Romalı politikacı Tiberius Sempronius Gracchus (MÖ 168-133). Tiberius, Gracchi kardeşlerin büyük olanıdır. Her ikisi de zengin aristokratların gücünü sınırlayarak Roma’da daha eşit bir hayat kurmak isteyen sosyal reformculardı. Gazilerin, ülkelerine döndüklerinde çiftliklerinin onları bekliyor olmasını garanti altına almak istiyorlardı. Plutarch’a göre, hem Tiberius hem de kardeşi Gaius (MÖ 154-121) vahşi bir şekilde katledilmeden önce halk kesiminden pek çok kişiye ilham kaynağı olmuştur.
Tiberius ünlü bir generalin torunuydu. İspanya ve Yunanistan’da savaşmıştı. Roma’ya döndüğünde halk koruyucusu seçildi. (MÖ 133) Amacı büyük bir bölümü işsiz ve evsiz olan gazilerin gelirlerini arttırmaktı. Bunun için bir dizi eşitlikçi reform önerdi. Bunların arasında latifundia olarak bilinen büyük topraklara el konulması da vardı. Tiberius bu toprakları Roma’nın yoksullarına dağıtacaktı.
Senato’daki güçlü muhalefete rağmen, Tiberius önerisini kanunlaştırmayı başardı. Tekrar seçilmesini engellemek için bir yıllık görev süresinin sonunda rakipleri tarafından öldürüldü ve cesedi Tiber nehrine atıldı. Kardeşi Gaius on yıl sonra toprak reformunu yeniden gündeme getirdi, ancak reforma karşı çıkan muhafazakarlar onu da öldürdüler.
Ek Bilgiler1- Ortak politik amaçları olmasına rağmen kardeşlerin kişilikleri çok farklıydı. Plutarch’a göre “Tiberius kibar ve sakindi. Gaius ise gergin ve öfkeli. Biri nutuk atarken bile sakin kalmayı başarırken, öbürü asla yerinde duramazdı.”
2- Tiberius, düşmanlarının canına kast ettiğini biliyordu. Togasının altında dolo adı verilen kısa bir kılıç saklardı. Ne var ki saldırıya uğradığı sırada hasımlarının sayısı o kadar fazlaydı ki bunun bir yararı olmadı. Plutarch’a göre üç yüz kadar Tiberius taraftarı da aynı saldırıda yaralanmıştır.
3- Gracchi kardeşlerin büyük babası Scipio Africanus’tur (MÖ 236-183). Africanus, MÖ 202 yılındaki 2. Punic Savaşı’nda Hannibal’ı yenilgiye uğratan generaldir.
Buda
Yaygın olarak Buda adıyla bilinen Siddharta Gautama, MÖ 5. ya da 6. yy’da, bugün Nepal sınırları içerisinde bulunan bir köyde dünyaya geldi. Efsaneye göre babası, Himalaya Dağları’nın eteğindeki bir bölgeyi yöneten güçlü bir kraldı. Genç Siddharta refah içinde ayrıcalıklı bir insan olarak büyüdü.
Ne var ki sahip olduğu maddi zenginlikler genç prensi tatmin etmiyordu. Sarayın dışında acı çekenleri görmek canını sıkıyordu. İnsanların acılarının kaynağı neydi? Bunlar nasıl aşılabilirdi?
Bu soruların yanıtlarını bulmayı uman Siddharta babasının krallığından ayrıldı. Yirmili yaşlarının sonlarına doğru çileciliği seçti, dini bir hayat yaşamaya başladı ve kendini meditasyona verdi. Ne var ki kısa zamanda gördü ki yoksulluk ve bireysel acılar onu zenginlikten daha fazla gerçeğe yaklaştırmamıştı.
Nihayet 35 yaşındayken ufuk açıcı bir deneyim yaşadı. Budistler bu olaya “Büyük Aydınlanma” adını verdiler. 49 gün meditasyon yaptıktan sonra bir incir ağacının altında Nirvana’ya ulaştı. Varlığın tüm sırları bu mutlak aydınlanma anında ona açıldı. O zamandan beri “aydınlanmış olan” anlamına gelen Buda adıyla anılmaktadır.
Buda insan acılarının kaynağının arzu olduğunu vaaz etti. Ona göre acılardan kurtulmanın yolu arzulardan özgürleşmek, benlikten kurtulmak ve ahlaki yaşam için gereken “sekiz katlı asil yoldan” gitmekti. Bu anlayış pek çok Uzak Doğu kültürünün temellerini teşkil edecek olan ahlaki bir öğretiydi.
Büyük aydınlanmadan sonra Buda, Ganj Düzlüğü olarak bilinen Kuzey Hindistan ve Nepal boyunca seyahat etti. İnsanlara vaaz verdi ve yeni takipçiler kazandı. Sonunda babasının krallığına döndü ve pek çok akrabasını budist yaptı.
Budizm Buda hayattayken hızla yayıldı. Yeni bir din kurucusu olarak pek çok suikast girişiminden sağ olarak kurtulmayı başardı. 80 yaşında öldü. Ölmeden önce pek çok tapınak kurmuş ve Budizmi bölgenin en yaygın dini haline getirmiştir.
Ek Bilgiler1- Genç bir prens olan Buda gerçeklerden fazlasıyla uzak büyütülmüştü. Öyle ki yaşlı köylülerle tanıştığında allak bullak oldu. Efsaneye göre hizmetçilerinden biri ona bütün insanların yaşlandığını ve bunun doğal bir durum olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı.
2- Buda ölümünden sonra yakıldı. Küllerinin arasında bulunduğuna inanılan bir diş, Sri Lanka’daki bir Budist tapınağında saklanmaktadır.
3- Siddharta 16 yaşında evlenmiş ve Rahula adında bir oğlu olmuştur. Söylendiğine göre Buda’nın saraydan kaçtığı gün Rahula’nın doğduğu gündür.
Qin Shihuangdi
Antik Çin tarihinin önemli figürlerinden biri olan Qin Shihuangdi (MÖ 259-210), tarihte ilk kez Çin’i birleştirmiş olan imparatordur. Çin Seddi’nin inşasına onun döneminde başlanmıştır. Aynı zamanda düşmanlarını canlı canlı gömmesi ile ün kazanmış efsanevi bir tirandır. Söylendiğine göre tüm bunları yüzlerce yıl süren iç savaştan sonra Çin’e düzen ve istikrar getirmek için yapmıştır.
Qin Shihuangdi doğduğu sırada Çin, “savaşan devletler çağı” olarak anılan dönemin sonuna yaklaşmaktaydı. Bölgesel savaş lordları ülkenin kontrolü için birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Qin Shihuangdi, yedi krallıktan biri olan Qin Devleti’nin mirasçısıydı. MÖ 246 yılında, henüz 13 yaşındayken Qin Kralı olarak tahta geçti.
MÖ 221 yılında son bağımsız düşman devletini de yenilgiye uğrattı. Kendisini Çin’in ilk imparatoru olarak ilan etti. İmparatorluğu merkezileştirmek için eski feodal devletlerin bütün izlerini yok etti. Asillerin silahlarını topladı, güçlerini etrafında topladıkları kaleleri yıktı. Ülke genelinde para birimini ve hukuk sistemini bir standarda bağladı.
İleride bir tehdit oluşturmasını engellemek için Konfüçyusçuluğu yasakladı. Bu inanç sistemini fikir ayrılıklarına neden olabilecek bir sorun kaynağı olarak görüyordu. İleri gelen Konfüçyusçuları canlı canlı toprağa gömdürdü. Klasik kitapların yakılmasını emretti. Bu girişimi, onun döneminin uzun bir süre için kültürel imha hareketleri ile birlikte anılmasına neden olacaktı.
Çin Seddi’nin inşası sırasında binlerce işçinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bunun en önemli nedeni kötü çalışma koşullarıydı. Onlar gibi daha niceleri Qin Shihuangdi’nin hırslı projelerinde çalışırken hayatlarını kaybettiler. İmparator yenilgiye uğrattığı devletlerden birinin yandaşlarınca yapılan en az üç suikast girişiminden sağ olarak kurtulmayı başardı.
Ölümünün ardından Konfüçyusçuluğun yasaklanması da dahil olmak üzere pek çok buyruğu geri çekildi. Qin Shihuangdi’nin hükümranlığı kısa sürmüş olsa da, kurduğu imparatorluk 2 bin yıldan daha uzun bir süre boyunca ayakta kalacaktı.
Ek Bilgiler1- 1974 yılında Çin’in orta kesimlerinde bir grup çiftçi, bir tesadüf sonucu toprağa gömülü binlerce asker, at, savaş arabası ve müzisyen heykeli buldular. Arkeologlar “Terra Cotta Ordusu” adı verilen bu kalıntıların, Qin Shihuangdi’nin mezarının bir parçası olduğuna kanaat getirdiler. Bu heykeller imparatora ölümden sonraki hayatında eşlik edeceklerdi. UNESCO, heykellerin bulunduğu bölgeyi 1987 yılında dünya mirası kapsamına aldı.
2- Çin Seddi sonraki imparatorlar döneminde onarılmış ve genişletilmiştir. Qin Shihuangdi döneminde inşa edilenlerin pek azı ayakta kalabilmiştir. Çin ordusu, duvarı 17. yy’a kadar askeri amaçlar için kullanmaya devam etmiştir.
3- İmparatora karşı düzenlenen suikastlerden birinin hikayesi 2002 yılında filme çekilmiştir. Jet Li’nin (1963-) başrolü oynadığı Hero (Kahraman) adlı film, ABD’de 2004 yılında gösterime girmiştir.
Aristo
1511 yılında İtalyan ressam Rafael (1483-1520) Roma’da “Atina Okulu” adı verilen büyük bir duvar resmi yaptı. Düzinelerce ünlü Antik Yunan filozofunu resmeden eserin merkezinde iki ünlü tarihi kişilik durmaktadır: Platon (MÖ 429-347) ve onun en parlak öğrencisi Aristo (MÖ 384-322).
Ünlü duvar resmi Vatikan’a yerleştirildi. Bu durum iki düşünürün Batı düşünce geleneğinde oynadığı merkezi rolü sembolize etmektedir. Öğretmeni ile birlikte Aristo, tarihin en etkili filozofları arasında kabul edilmektedir.
Aristo Kuzey Yunanistan’daki bir köy olan Stagira’da dünyaya geldi. Babası Nichomachus, Makedonya kraliyet ailesinin doktoruydu. Aristo’nun kendisi de tıp eğitimi almıştı. Ne var ki MÖ 367 yılında Atina’ya gitti ve Plato’nun Akademisi’nde çalışmaya başladı. Burada yaklaşık olarak yirmi yıl boyunca kalacaktı.
Aristo, yazılı eserlerinin büyük bölümünü Atina’da tamamladı. Bunlardan yaklaşık olarak otuz tanesi günümüze kadar ulaşmıştır. Çalışmaları biyoloji, fizik, ahlak ve siyaset teorisi gibi çok çeşitli alanları kapsamaktadır. Platon’dan etkilenmiş olmasına rağmen bazı felsefi meselelerde ondan farklı düşmüştür. Aristo, öğretmeninin ölümünün ardından Atina’yı terk etmiştir.
Makedonya’ya dönen Aristo, kralın on üç yaşındaki oğlu Büyük İskender’e (MÖ 356-323) hocalık yapmaya başlar. Aristo genç prense retorik, edebiyat, bilim ve felsefe dersleri verir. İskender kral olup Atina’yı fethedince Aristo şehre döner ve kendi okulunu kurar.
Aristo’nun ilk formel mantık sistemini kurarak batı felsefesinin temellerini attığı düşünülmektedir. Aynı zamanda biyoloji alanında da çeşitli yenilikler yapmıştır. Metafizikle ilgili yazıları, Orta Çağ Avrupa’sında yeniden keşfedildiğinde Aquinalı Thomas (1225-1274) gibi Hıristiyan teologlar üzerinde önemli bir etki yapmıştır.
İskender’in ölümünün ardından Atina, Makedonya egemenliğine isyan etmiştir. Bu dönemde Makedonya ile olan sıkı ilişkileri nedeniyle Aristo’nun hayatı tehlikeye girmiş ve bu yüzden şehirden ayrılmıştır. Eğriboz Adası’na gitmiş ve kısa bir süre sonra orada hayatını kaybetmiştir.
Ek Bilgiler1- Aristo her şeyden üstün olan bir varlığın mevcudiyetine ilişkin bir kanıt ortaya atmıştır. “Hareketsiz devindirici teorisi” olarak bilinen bu düşünceye göre evrendeki her olay başka olayların sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ama bu eylemler zincirinin bir yerde başlamış olması gerekmektedir. Bu başlangıç noktası, Aristo’nun hareketsiz devindirici olarak adlandırdığı kuvvettir. Bu düşünce daha sonraları Hıristiyan yazarlar tarafından tanrının varlığının mantıksal bir delili olarak kabul edilecektir.
2- Antik tarihçi Plutarch’a (46-120) göre Büyük İskender’in en çok sevdiği kitap ona Aristo’nun hediye ettiği İlyada’ydı. Askeri faaliyetleri sırasında her zaman bu kitabı yanında taşırdı.
3- Aristo, Pythias adlı bir kadınla evlendi. Bu kadın bir arkadaşının evlatlığı (belki de yeğeni) ve Platon’un öğrencisiydi. Çiftin yine Pythias adında bir kızları oldu.
Arşimet
Arşimet (MÖ 287-212) ve Altın Taç’ın hikayesi, bilimsel keşifler tarihinin en ilginç olayları arasında yer almaktadır. Efsaneye göre Syracuse Kralı, büyük matematikçiden krallığının sembolü olan mükemmel tacının gerçekten saf altından yapılıp yapılmadığını belirlemesini ister.
Pratik meselelerde matematik kullanmak konusunda uzman olan Arşimet, uzun süre kralın sorusuna kafa yorar. Sonunda bir öğleden sonra banyo yaparken sorunun çözümünü bulur. “Eureka!” (Yunanca ‘buldum’) diye bağırarak dışarı fırlar ve çıplak bir şekilde Syracuse sokaklarını dolaşmaya başlar.
MÖ 287 yılında Sicilya Adası’nda dünyaya gelen Arşimet bir mühendis, matematik teorisyeni, astronom ve mucitti. Sıvıların gerçek doğasını ortaya koyması, kaldıracın çalışma prensiplerini açıklaması, pi sayısının değerini tespit etmesi ve Syracuselular için korkunç silahlar icat etmesi onun ününe ün katmıştır.
Gerçekten de Arşimet pek çok buluşunu, Syracuseluların askeri ihtiyaçlarını karşılamak için gerçekleştirmişti. Syracuse, Arşimet’in hayatının büyük bir bölümü boyunca Roma ile savaşan bir Antik Yunan şehir devletiydi. Bu nedenle Arşimet, şehir donanmasına yardımcı olmak için gemilerden suyun kolaylıkla dışarı atılmasını sağlayan “Arşimet burgusunu” ve düşman gemilerini batırmakta kullanılan dev bir metal çengel olan “Arşimet pençesini” geliştirmiştir. Onun en sıradışı buluşu ise ısı ışınıdır. Söylendiğine göre aynalardan oluşan bir düzenek güneş ışığını toplayarak Roma yelkenlilerinin üzerine göndermekte ve onları yakmaktadır. (Kimi yazarlar bu cihazının gerçekten çalışıp çalışmadığını tartışma konusu yapmışdır)
Arşimet’in banyodaki buluşu hacim ölçümüyle ilgiliydi. Arşimet tacın bileşimini bulabilmek için ağırlığın hacme bölünmesiyle bulunan yoğunluk kavramından yararlanması gerektiğinin farkındaydı. Zira altının yoğunluğu diğer metallerin yoğunluğundan farklıydı. Arşimet tacın ağırlığını biliyordu. Sorun onun hacmini hesaplamaktaydı. Banyodaki suyun yükselişine tanık olması, aklına tacın taşırdığı suyu ölçerek onun hacminin ne kadar olduğunu bulabileceği fikrini getirmişti (Bu yöntem sayesinde tacın saf altın olmadığını kanıtlayarak kralın canının oldukça sıkılmasına neden olacaktı).
Küçük bir şehir devleti olan Syracuse, Arşimet’in dahice silahlarına rağmen Roma saldırılarına karşı koyamadı. MÖ 212 yılında şehir Roma lejyonlarının eline düştüğünde Arşimet Romalı bir asker tarafından öldürüldü. Tarihçiler kimi zaman onun ölümünü bir dönemin sonu olarak kabul ederler. O, Roma İmparatorluğu antik dünyanın egemenliğini eline geçirmeden önce yıldızı parlayan son Yunan bilim adamıydı.
Ek Bilgiler1- “Eureka” sözcüğü, 1840’lı yıllarda altın bulma umuduyla eyalete göç edenleri onurlandırmak adına 1953 yılında Kaliforniya eyaletinin resmi mottosu olarak kabul edildi.
2- Arşimet’in en iddialı projelerinden biri de tüm evreni doldurmak için kaç kum tanesinin gerekeceğini hesaplamaktı. Bu ölçümün sonunda evreni tamamen doldurmak için yaklaşık 8 vigintilyon (8 ve onu izleyen 63 sıfır) kum tanesinin gerekli olacağı sonucuna vardı.
3- Arşimet’in kayıp bir çalışması olan Stomachion, Danimarkalı bir araştırmacı tarafından 1906 yılında günümüzde Türkiye sınırları içersinde kalan bir manastırda bulundu. Bu eser 1998 yılında kimliği belirsiz bir milyardere 2 milyon dolar karşılığında satıldı.
Capitolinus
Roma kanunlarına göre en ağır suç kendini kral ilan etmekti. Bir aristokrat ve savaş kahramanı olan Marcus Manlius Capitolinus, MÖ 385 yılında ülkenin başına geçmeye çalışmakla suçlandı. Ertesi yıl, şehir geleneklerine uygun bir şekilde uçurumdan atılarak cezalandırıldı.
Romalı politikacının tutuklanması ve yargılanması ile ilgili farklı değerlendirmeler mevcuttur. Plutarch (46-120) Capitolinus’un bir popülist ve demagog olduğunu iddia eder. Ona göre Capitolinus, “tiranlık kurmak isteyenlerin bilindik sanatı” olan demagojiye başvurmuştur. Livy (MÖ 56-MS 17) ise Capitolinus’a sempati besler. Yargılanmasını popüler bir kahramanın bertaraf edilmesine yönelik bir komplo olarak nitelendirerek kınar. Gerçekten de Capitolinus’un asıl suçu, politik statükoya meydan okumuş olması olabilir.
Capitolinus, dönemin aristokrat sınıfı olan patricilerin bir üyesi olarak dünyaya geldi. Buna karşılık aşağı sınıftan pleblere sempati duyuyor ve kendisini onların safında görüyordu. Yoksulların refaha kavuşturulması için borçlarının silinmesini ve Roma’nın askeri başarısının sağladığı zenginliğin daha geniş kesimlere dağıtılması gerektiğini savunarak önemli bir güç elde etti.
Marcus Manlius, MÖ 392 yılında şehrin iki konsülünden biri olarak özel bir önem kazanmıştı. İki yıl sonra Gaullere karşı verilen savaşta şehrin savunmasını yönetti. Efsaneye göre Gauller şehri kuşatmış ve istilacılar şehri savunan birlikleri Capitoline Tepesi’ndeki hisara kadar geri çekilmeye zorlamıştı. Düşmanlar bir gece gizlice tepeye yaklaştılar. Bekçiler onları fark etmedi. Ne var ki bir kaz sürüsünün ses çıkartması Manlius’u uyandırdı ve düşmanlar geri püskürtüldüler. Şehri kurtardığı için Manlius, Capitolinus adıyla onurlandırıldı.
Zaferden sonra gazilerin borçlanarak yoksulluğa düştüklerini görmek Capitolinus’u üzdü. Tam dört yüz Romalı’nın borcunu üstlendi. Livy’e göre, dava açarak mücadele etmeleri için başkalarına da yardımcı olmuştu. Senato’nun onu bir dönem tutuklamasına rağmen yaygın halk protestoları sayesinde serbest bırakılmak zorunda kaldı.
MÖ 385 yılında Capitoline Tepesi’nin eteğinde görülen mahkemeye çıkartıldığında, bulundukları yer şehrin savunmasında gösterdiği başarının zihinlerde tazelenmesine neden oldu. Hakimler, mahkeme başka bir yere taşınana kadar onu yargılamayı reddettiler. Mahkemenin yapılacağı yer, onun büyük zaferini hatırlatmayan bir yer olmalıydı. Suçlu bulunduktan sonra Capitoline’deki Tarpeian Kayası’ndan aşağıya atıldı. Bu, Roma’da hainlere layık görülen bir cezaydı.
Ek Bilgiler1- Tarpeian Kayası, adını Roma tarihindeki mitolojik bir figür olan Tarpeia’dan alır. Bir askeri görevlinin kızı olan Tarpeia’nın rakip bir İtalyan kabilesi ile işbirliği yaparak şehre ihanet ettiği söylenmektedir.
2- Capitoline, Roma’nın ünlü yedi tepesinden biridir. Üzerinde büyük Jüpiter Tapınağı bulunmaktadır. İngilizce’deki “Capitol” kelimesi de Capitoline’den türetilmiştir.
3- İdamından sonra Senato, Capitolinus’un evini yıkmış ve aynı noktada “Juno Moneta” için bir tapınak inşa etmiştir. Tapınak daha sonraları darphane olarak kullanılmıştır. Para anlamına gelen Latince’deki moneta ve İngilizce’deki money kelimeleri monata sözcüğünden türemişlerdir.
Thucydides
Thucydides (MÖ 460-404) bir Yunan tarihçisidir. Batı literatürünün günümüze ulaşan en eski kaynaklarından biri olan Peloponez Savaşı Tarihi’nin yazarıdır. Antik Yunan’la ilgili pek çok bilginin kaynağı olan bu kitap, tarihi tanrıların kontrolündeki doğa üstü bir süreç olarak değil insan ilişkilerinin bir sonucu olarak açıklamaya çalışan ilk ciddi girişimdir.
“Thucydides’in ilk sayfası, bana göre, gerçek tarihin başlangıcıdır,” diye yazar antik tarihçiyi öven filozof David Hume (1711-1776). “Ondan önce yazılanlar masal gibiydi. Öyle ki filozoflar bu metinleri reddetmek zorunda kalmıştı. Zira bunlar abartılı şiir ve nutuklardan ibaretti.”
Thucydides Atina’da doğdu. Altın madenleri olan zengin bir ailenin çocuğuydu. Ailesi, büyük ihtimalle demokrasiyle birlikte konumları sarsılan eski Atina aristokrasisinin bir üyesiydi. MÖ 430 yılındaki veba salgınında hayatta kalmayı başaran Thucydides, şehrin başdüşmanı olan Sparta’ya karşı general olarak savaştı. MÖ 423 yılında Atina’nın yenilgisi yüzünden suçlandı ve ceza olarak sürgüne gönderildi.
Sürgündeki yılları boyunca Thucydides Yunanistan’ı gezdi. Savaşı dışarıdan gözlemledi. Savaş henüz devam ederken yazmaya başladığı kitabı, nispeten tarafsız bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Bu yönüyle daha önce yazılan tarihi metinlerden ayrılmaktadır. Eski anlatılar genellikle yazarların ülkelerinin savunuculuğunu yaptığı eserler olmaktan öteye geçememiştir. Thucydides ise kendi yapıtından bahsederken “Benim çalışmam sadece bugünün insanları için değil, onu sonsuza kadar kalması için hazırladım,” demektedir.
Peloponez Savaşı (adını Sparta’nın bulunduğu Peloponez Yarımadası’ndan alır), MÖ 431 yılında başlamıştı. Bundan öncesinde ise Atina ve Sparta arasında uzun yıllardır süregelen bir gerilim vardı. Savaş ilk zamanlar Atinalıların lehinde seyretse de sonrasında pek çok başarısızlık yaşandı. Bunlardan biri de Thucydides’in MÖ 423 yılında Amphipolis’te yaşadığı mağlubiyetti. Savaşın ardından geçici bir ateşkes ilan edildiyse de, barış kalıcı olmadı.
Thucydides’in anlatımı savaşın bitiminden önce, MÖ 411 yılında son bulur. Kimi araştırmacılar bu tarihte öldüğünü ya da Atina’ya dönmesine izin verildiğini öne sürerler. Asıl savaşsa yıllar sonra, Atina’yı büyük bir Yunan gücü olmaktan çıkartan Sparta galibiyeti ile son bulacaktır. Böylece MÖ 5. yy boyunca süren Atina’nın altın çağı tamamlanmış olur.
Ek Bilgiler1- Bir başka Atinalı tarihçi olan Heredot (MÖ 484-425), Thucydides’ten daha yaşlıdır. Genel olarak Persler’le yapılan savaşlara odaklanmıştır. Olayların arkasında yatan nedenleri çoğu zaman ilahi adaletle açıklamış ya da yaşananlardan ahlaki dersler çıkartmıştır. Thucydides, meslektaşının aksine böyle sonuçlara varmaktan kaçınmıştır.
2- Peloponez Savaşları, çok bilinen bir Atina komedisi olan Aristophanes’in (MÖ 450-388) Lysistrata adlı oyununun arka planını oluşturmaktadır. Oyunda Lysistrata, Yunan kadınlarına barış yapana dek eşleriyle seks yapmamalarını öğütleyerek savaşı sonlandırmaya çalışmıştır.
3- Sparta savaşı kazanmasına rağmen Yunanistan’daki egemenliği kısa sürmüştür. Yetmiş yıl sonra hem Atina hem de Sparta, Büyük İskender (MÖ 356-323) tarafından fethedilmiş ve böylece bağımsız devletler olarak varlıkları son bulmuştur.
Spartaküs
Spartaküs bugün en çok, hayatını konu alan Oscar ödüllü Spartacus (1960) filmiyle tanınmaktadır. Bununla birlikte filmde Kirk Douglas’ın (1916-) canlandırdığı Spartalı köle, gerçek bir tarihi şahsiyettir. Roma Cumhuriyeti’nin en büyük köle isyanlarından birine liderlik etmiştir.
Spartaküs Trakya’da, günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde kalan bir bölgede özgür bir insan olarak dünyaya geldi. Romalılar tarafından eşiyle birlikte esir alındıktan sonra Güney İtalya’daki Napoli yakınlarında bir şehir olan Capua’ya götürüldü. Burada bir gladyatör olarak eğitildi. İtalya’da gladyatörler mahkum muamelesi görüyor ve ancak şavaşmak için dışarı çıkmalarına izin veriliyordu. Spartaküs gladyatör eğitimi sırasında yaşadığı tüm zorluklara rağmen daha sonraları savaş eğitiminin çok faydasını görecekti.