banner banner banner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Antikacı Dükkânı


Delikanlı böyle diyerek kapıdan yana döndü; sokağa bakarak, görünmeyen birine birkaç defa seslendi. Bu seslenme sırasında sabırsızlanarak yaptığı işaretlere bakılırsa, o kimseyi yaklaşmaya razı etmek için büyük bir çaba harcamak gerekiyordu. En sonunda, yolun karşı tarafından, sözüm ona tesadüfen oradan geçiyormuş gibi yapmaya çalışan, üzerinden kötü niyetlilik akan biri, davete karşı bin bir defa başını sallayıp kaşlarını çattıktan sonra, isteksiz isteksiz yolu geçti, dükkândan içeri alındı.

Delikanlı adamı içeri iterek:

– İşte, dedi. Dick Swiveller. Otur, Dick.

Dick Swiveller, alçak sesle:

– Bakalım ihtiyar herif isteyecek mi? dedi.

Arkadaşı bir daha:

– Otur, dedi.

Dick Swiveller emre uydu, öfke yatıştırıcı bir gülümsemeyle, geçen haftanın ördeklere, bu haftanın ise örümceklere uygun olduğunu belirtti; ayrıca da şunları ekledi: Sokağın köşesinde beklerken tütüncü dükkânından, ağzında saman, bir domuzun çıktığını görmüş, hayvanın görünüşünden ördeklere yarayacak bir haftanın yaklaşmakta olduğunu, mutlaka yağmur yağacağını anlamış. Daha sonra da kıyafetinin derbederliğinden ötürü özür diledi, bir gece önce güneş gözlerini kamaştırdığı için böyle giyindiğini söyledi. Bu sözleriyle de, kendisini dinleyenlere adamakıllı sarhoş olduğunu pek nazik bir şekilde anlatmış oluyordu.

İçini çekerek:

– Ama ruhun ateşi içkiyle incelip yükseldikten sonra, dostluğun kanadı bir tek tüy dahi dökmedikten sonra bunun zararı nedir? dedi. Ruh o gül rengi şarapla genişledikten sonra, şu an da ömrümüzün en mutsuz anı olduğuna göre, bunun zararı nedir?

Arkadaşı yarı yarıya çekimser kalarak:

– Burada kongre başkanı gibi davranman gereksiz, dedi.

Dick Swiveller burnunu sümkürerek:

– Fred, diye bağırdı. Akıllılara bir kelime yeter: Servetimiz olmadan da iyi, mutlu olabiliriz, Fred. Bir tek kelime daha söyleyeyim, deme. Ben parolamı bilirim. Gerekli kelime açıkgözdür. Bir tek fısıltı yeter, Fred. İhtiyar herif iyi niyetli mi?

Arkadaşı:

– Sen ona aldırma, diye karşılık verdi.

Dick Swiveller:

– Yine haklısın, yerden göğe kadar haklısın, dedi. Gerekli kelime temkin olacak, yapılacak iş de temkinli olmak.

Bunları söylerken sanki çok derin bir sırrı saklıyormuş gibi gözünü kırptı, kollarını kavuşturup koltuğuna yaslanarak, bilgiççe bir ağırbaşlılık içinde tavana baktı.

Olup bitenlere bakıp da B. Swiveller’in, biraz önce ima ettiği o kudretli güneşin etkisinden kendini daha kurtaramamış olmasından kuşkulanmak belki de pek mantıksızca bir iş olmazdı. Konuşması kuşku uyandırmasaydı bile dalgalı saçları, baygın gözleri, solgun yüzü onun aleyhine kuvvetli birer tanık olurlardı. Kendisinin de ima ettiği gibi kıyafeti de pek hoşa gidecek durumda değildi; tersine, öyle berbat bir hâldeydi ki üstündekilerle yattığı düşüncesini uyandırıyordu. Kıyafeti ön kısmında bir sürü, arkada ise bir tek madenî düğme bulunan kahverengi bir palto, parlak renkli bir boyun mendili, İskoç taklidi kumaştan ceket, beyaz pantolon, kenarındaki deliği gizlemek için arkası öne giyilmiş pek eski bir şapkadan ibaretti. Paltosunun göğsü üstten dikilmiş bir ceple süslüydü, bu cepten pek kocaman, biçimsiz bir mendilin temiz ucu sarkıyordu. Gömleğinin kirli kol ağızları da elden geldiği kadar içeri çekilip kıvrılmıştı. Eldiven kullanmıyordu; sarı bir bastonu vardı, bunun üzerindeki kemikli elin küçük parmağına yüzüğe benzer bir şey takılmıştı; bastonun tutacak yerinde de kara bir top bulunmaktaydı.

Dick Swiveller, gözleri tavana dikili, koltuğuna yaslandı, zaman zaman sesine acıklı bir eda vererek, orada bulunanların canını sıkacak şekilde konuştu. Sonra da konuşmasını yarıda kesip eski sessizliğine döndü.

Yaşlı adam da bir iskemleye oturmuştu. Ellerini birbirine kenetleyip torunuyla o garip arkadaşına, sanki iyicene güçsüzmüş de onları istedikleri şekilde davranmakta serbest bırakmaktan başka bir şey yapamayacakmış gibi bakıyordu. Öbür delikanlı, olup bitenlere karşı tam bir ilgisizlik duyarak, sırtını arkadaşından hiç de uzakta olmayan bir masaya dayamış, ayakta duruyordu. Ben de yaşlı adamın gerek sözleriyle, gerekse davranışlarıyla bana pek hoş görünmesine rağmen, bu durumda lafa karışmanın güçlüğünü fark ederek, oradaki satılık bir iki parça eşyayı incelermiş gibi göründüm, çevremdekilerle pek az ilgilendim.

Sessizlik pek uzun sürmedi. B. Swiveller yüreğinin mis kokulu tepelerde olduğunu, Arap kanlı atının büyük başarılar kazanmasını, kendisine sadık kalmasını istediğini ahenkli bir sesle birkaç kere tekrarladıktan sonra, gözlerini tavandan ayırıp yine düpedüz konuşmaya koyuldu. Sonra, sanki o anda aklına gelmiş gibi, sözünü kesip:

– Fred, dedi. İhtiyar herif iyi niyetli mi?

Arkadaş zayıf bir sesle sordu:

– Bunun ne önemi var?

– Hiç, ama öyle mi?

– Elbette öyle. Hem, öyle olsa da olmasa da bana ne?

Dick Swiveller, bu karşılıktan daha genel bir konuşmaya geçmek cesaretini almış gibiydi, olanca gücüyle dikkatimizi üzerinde toplama çabasına girişti.

Sözüne maden suyunun, genellikle iyi bir şey olmakla birlikte, tarçınla ya da birazcık konyakla zenginleştirilmezse mideyi üşüteceğini ekledi. Konyağın her bakımdan, özellikle masraf bakımından tercih edilmesi gerektiği kanısındaydı. Hiç kimse bunlarla ilgilenmeyince tütün kokusunun insanın saçından uzun zaman çıkmadığını, Westminster’de, Eton’da okuyan genç beylerin meraklı arkadaşlarından tütün kokusunu gizlemek için bol bol elma yediklerini, yine de çoğu kere, saçların bu inanılmaz özelliği yüzünden, yakayı ele verdiklerini anlattı. Kraliyet Birliği Üyeleri’nin dikkatlerini bu konu üzerine toplayıp böylesine hoşa gitmeyecek sonuçları önlemek üzere bilim kaynaklarında bu meseleye bir çare ararlarsa insanlığa gerçekten büyük iyilikleri dokunmuş kişiler olarak tanınacaklarını belirtti. Bu düşüncelerinin de ötekiler gibi ilgi görmediğini fark edince de Camayka romunun alkolünün fazlalığına, tadının güzelliğine rağmen ertesi gün de ağızda tat bıraktığını söyledi. Bu konuyu da tartışmaya hiç kimse yanaşmayınca, sırdaşlık derecesini artırıp daha dostça, daha anlaşılır bir şekilde konuşmaya başladı:

– Akrabaların dağılıp birbirleriyle anlaşamamaları çok acı bir şey, dedi. Dostluk kanadı asla bir tüy dökmezse, akrabalık kanadı asla kırpılmamalı; tersine, boyuna genişletilip sakin bırakılmalı. Her şey bir mutluluk, bir anlayış havası içinde olacakken bir dedeyle torunu niye birbirlerine korku saçıp düşman kesilsinler yani? Niye tokalaşıp bunu unutmayalım yani?

Arkadaşı:

– Çeneni tut, dedi.

Dick Swiveller:

– Başkanın sözünü kesmeyin, beyim! dedi. Beyler, bu durumda mesele size nasıl görünüyor? İşte şurada şirin bir dede var. Bunu katkısız bir saygıyla söylüyorum. Bir de yaramaz bir torun var. Şirin dede yaramaz toruna şöyle diyor:

– Seni büyüttüm, okuttum; Fred; hayata alışacak hâle getirdim. Genellikle gençlerin yaptıkları gibi sen de yolundan biraz ayrıldın; üstelik, eline de asla bir fırsat daha geçmeyecek, hatta bunun yarısını bile bulamayacaksın.

Yaramaz torun bu sözlere şöyle karşılık verir.

– Sen adamakıllı zenginsin; benim için de fazladan hiçbir masrafa girişmedin. Seninle birlikte gizli, esrarengiz, alavereli dalavereli bir hayat sürmekte olan, hiçbir eğlencesi bulunmayan küçük kız kardeşim için yığınla para biriktiriyorsun. Niye birazcık da yetişmiş torununa yardım etmeyesin?

O şirin dede bu sözlere, onun yaşındakilere pek yakışan neşeli bir hazırcevaplıkla, tatlı tatlı karşılık vermek şöyle dursun, tam tersine, birdenbire parlar, sövüp saymaya başlar, her karşılaşışlarında da bunları hatırlar. Şimdi, sorulacak basit bir soru var ki o da şu:

– Yaşlı adam yeteri kadar dünyalık verip durumu düzeltse, herkesi rahata kavuştursa ne iyi olurdu, değil mi?

B. Swiveller, bu söylevi bir yığın dalgalanmayla, el sallayışıyla tamamladıktan sonra, birdenbire, sanki bir tek kelime ekleyerek bu konuşmasının havasını bozmaktan kendini önlemek istiyormuş gibi bastonun sapını ağzına sokuverdi.

Yaşlı adam torununa dönerek:

– Allah aşkına, sen niye hep beni arayıp eziyet ediyorsun? diye sordu. O sefih arkadaşlarını niye buraya getiriyorsun?Benim hayatımın bir hiç sayılması gerektiğini, fakir olduğumu sana kaç kere söyleyeceğim?

Delikanlı dedesine soğuk soğuk bakarak:

– Ben de her şeyi bildiğimi sana kaç kere söyleyeceğim? diye sordu.

Yaşlı adam:

– Sen yolunu kendin seçtin, dedi. O yoldan git. Nell ile beni de bırak, çalışıp didinelim.

– Nell yakında kocaman bir hanım olacak, senin de inançlarınla yetiştiği için ağabeyi ara sıra gözükmezse onu unutacak.

Yaşlı adam gözleri parlayarak:

– Dikkat et de kardeşin hafızasının en kuvvetli olduğu zamanlarda seni unutmasın, dedi. Dikkat et de sen sokaklarda yalın ayak dolaşırken onun da kendisine ait cicili bicili bir arabayla dolaşacağı günler gelmesin.