Bn. Quilp:
– Senin böyle konuştuğunu duymak beni çok, çok üzdü, şekerim, dedi. Doğruyu söylüyordu.
Çocuk kadını yanağından öperek:
– Teşekkür ederim, dedi. Siz her zaman bana karşı iyi davranıyorsunuz, sizinle konuşmak da zevk veriyor bana. Zavallı Kit’ten başka hiç kimseye dedemden söz açamıyorum. Yine de çok mutluyum. Belki daha da mutlu olmalıyım ama onun böylesine değiştiğini görünce ne kadar üzülüyorum, bilemezsiniz.
Bn. Quilp:
– Deden yine değişecektir, dedi. Eski hâline dönecektir.
Çocuk:
– Ah, inşallah! diye, gözleri yaşararak mırıldandı. Ne var ki çok oldu dedemin… Şu kapı kımıldar gibi geldi bana.
Bn. Quilp hafifçe:
– Rüzgârdandır, dedi. Dedenin değişmeye başlaması mı çok oldu?
Çocuk:
– Öyle düşünceli, tasalı olup uzun gecelerde vaktimizi nasıl geçirdiğimizi unutmaya başlayalı çok oldu, diye anlattı. Ateşin başına oturup ona kitap okurdum, o da oturup beni dinlerdi, okumam bitince de konuşmaya başlardık. Bana annemden söz açar, küçükken nasıl bana benzediğini, benim gibi konuştuğunu anlatırdı. Sonra da beni dizine oturtup annemin mezarında yatmadığını, gökyüzünün ötesinde hiçbir şeyin ölmediği, hiçbir şeyin yaşlanmadığı güzel bir ülkeye uçtuğunu anlatmaya çalışırdı… Bir zamanlar biz çok mutluyduk.
Zavallı kadıncağız:
– Nelly, Nelly, dedi. Senin gibi körpecik bir çocuğun böylesine tasalı olmasına dayanamıyorum. Ağlama ne olur!
Nell:
– Ben çok seyrek ağlarım, dedi. Yalnız, ben bunu çoktandır içimde saklıyorum; üstelik, pek de iyi değilim sanırım, çünkü yaşlar gözlerime toplanıyor, ben de tutamıyorum. Benden duyduklarınızı başkasına anlatmazsınız; bunu bildiğim için her şeyi açıklamakta bir sakınca görmüyorum.
Bn. Quilp başını öbür yana çevirdi, hiçbir karşılık vermedi.
Kız anlatıyordu:
– O zamanlar biz sık sık tarlalarda, yeşil ağaçlar arasında gezerdik; gece de, eve dönünce, çok yorgun olduğumuziçin, evimizi daha çok sever, yuvamızın ne mutlu bir yer olduğunu söyleyip dururduk. Ortalık karanlık, kasvetliyse de: “Bunun bizim için ne önemi var! diye düşünürdük, çünkü bu hava son gezintimizi daha büyük bir zevkle hatırlamamıza, ileride yapacağımız gezintiyi sabırsızlıkla beklememize yarardı. Artık bu gezintileri hiç yapmıyoruz, oturduğumuz yer de aynı ev ama eskisinden daha karanlık, daha kasvetli. Gerçekten öyle.
Kız bu sözlerden sonra sustu, kapı da bir hayli tıkırdadığı hâlde Bn. Quilp de bir şey demedi.
Çocuk, ciddi ciddi:
– Ama sakın dedemin bana eskisinden daha az sevgi gösterdiğini düşünmeyin, dedi. Beni her gün daha çok seviyor sanıyorum, her gün öncekinden biraz daha iyi, daha şefkatli davranıyor. Bana ne kadar düşkün bilemezsiniz.
Bn. Quilp:
– Dedenin seni çok sevdiğine eminim, dedi.
Nell:
– Gerçekten de öyle, gerçekten de öyle! diye bağırdı. Benim onu sevdiğim kadar o da beni seviyor. Yalnız, en büyük değişikliği size daha anlatmadım. Bunu bir daha kimseye fıslamayın sakın. Dedemin gündüzleri koltuğunda uyuklamaktan başka uykusu, dinlenmesi yok; çünkü her gece, aşağı yukarı bütün gece evden uzakta oluyor.
– Nelly!
Çocuk parmağını dudağına götürüp çevresine bakınarak:
– Şşşt! yaptı. Sabahları eve geldiği zaman da, onu ben içeri alıyorum. Dün gece çok geç kaldı, ortalık adamakıllı aydınlanmıştı. Yüzü ölü gibi solgundu, gözlerine kan oturmuştu, yürürken de bacakları titriyordu. Dönüp yatağıma yattıktan sonra da inildediğini duydum. Kalkıp yanına koştum. Benim içeri girdiğimi önce fark etmedi, bu hayata artık dayanamayacağını, çocuk olmasa seve seve öleceğini mırıldanıyordu. Ne yapacağım ben? Ah, ben ne yapacağım?
Çocuğun kalbindeki çeşmeler açılmıştı. Üzüntülerin, kaygıların ağırlığıyla ezilen yavrucak, kısa hikâyesinin anlayışla,sevgiyle karşılanmasından da güç alarak, yüzünü çaresiz dostunun bağrına bastırıp sel gibi gözyaşı dökmeye başladı.
Biraz sonra Quilp de yanlarına geldi, kızı bu hâlde görmekten dolayı büyük bir şaşkınlık duyduğunu belirtti. Bunu pek olağan, hoşa gidecek bir şekilde söylemişti; çünkü çoktandır bu çeşit oyunları denemekteydi, artık iyice alışmıştı.
Karısına o ne derse yapması gerektiğini belirtecek şekilde yan gözle bakarak:
– Görüyorsun ya, Bayan Quilp, yavrucak yorgun, dedi.Onun evinden iskele bir hayli uzak; üstelik, iki serserinin dövüşmesini seyretmek de onu pek heyecanlandırmıştı; ayrıca, kayıkta da sudan korktu. Bunların hepsi yavrucağa pek ağır geldi. Zavallı Nell!
Küçük misafiri kendini toparlasın diye istemeye istemeye çocuğun başını okşadı, bu onun yapabileceği en büyük fedakârlıktı. Başka bir elin bu hareketi bu derece büyük etki yaratmazdı besbelli ama çocuk cücenin elinin değmesinden öyle çabuk kaçtı, içinde ondan uzakta durmak isteği öylesine çabuk uyandı ki hemen ayağa kalktı, eve dönmeye hazır olduğunu bildirdi.
Cüce:
– Biraz bekleyip bizimle yemek yesen daha iyi olur, dedi.
Nell gözlerini kurulayarak:
– Çok geç kaldım, efendim, dedi.
Quilp de:
– E, istiyorsan, gidebilirsin, Nelly, dedi. İşte dedenin mektubuna vereceğim karşılık da hazır. Onu yarın, belki de öbür gün göreceğimi bildir. Bu sabah da istediği o küçük işi yapamayacağım. Güle güle, Nelly. Hey, size söylüyorum, beyim, ona göz kulak olun, işitiyor musunuz?
Kit çağrılınca, oraya gelmişti. Böylesine gereksiz bir tavsiyeye karşılık vermemeyi daha doğru buldu. Quilp’e tehdit dolu bir tavırla baktı; sanki Nelly’nin gözlerinden yaş akıtmasına bu adamın yol açmış olup olmadığından pek emin değilmiş, üstelik böyle bir şeyin şüphesiyle bile ondan öç almaya kararlıymış gibi bir bakıştı bu. Sonra, bu süre içinde Quilp ile vedalaşıp dışarı çıkmış olan genç hanımının peşinden gitti.
Cüce karısıyla yalnız kalır kalmaz:
– Doğrusu pek başarılı bir sorgu uzmanısın! diye söylendi.
Karısı sakin sakin:
– Daha ne yapabilirdim ki? diye sordu.
Quilp:
– Daha ne mi yapabilirdin? diye soludu. Daha azını yapamaz mıydın? O yufka yürekliliğini açığa vurmadan gerekeni yapamaz mıydın?
Karısı:
– Ben bu çocuğa çok acıyorum, Quilp, dedi. Yeteri kadar yaptım elbette. Yalnız olduğumuza inandığı sırada sırlarını açıklamasını sağladım, sen de oradaydın. Tanrı beni bağışlasın!
Quilp:
– Sırlarını açıklamasını sağladın ha? Gerçekten büyük iş yaptın! diye söylendi. Kapıyı tıkırdatmam konusunda sana ne söylemiştim? Yine sen talihlisin de çocuğun anlattıklarından öğrenmek istediğim şeyin püf noktasını öğrendim; öğrenemeseydim acısını senden çıkarırdım.
Bn. Quilp kocasının bu sözlerinden enikonu etkilenmişti, karşılık vermedi. Adam, biraz da övünerek, ekledi:
– Yalnız, yıldızlarına şükredebilirsin, şu senin Bayan Quilp olmanı sağlayan yıldızlarına demek istiyorum. Evet, yaşlı adamın izinde olduğum için, yeni bir ışık bulduğum için yıldızlarına şükredebilirsin. Bu meseleden şimdi de, başka zaman da bir daha söz ettiğini duymayayım; pek de iyi yemek hazırlama, çünkü yemek vakti evde olmayacağım.
Böyle diyerek, şapkasını giyip kendini dışarı attı. Bn. Quilp biraz önceki oyunda oynadığı rolü hatırladıkça ölçülemeyecek derecede büyük bir üzüntü duyuyordu. O da gitti odasına kapandı, başını yatağın örtüleri arasına gömdü, işlediği günahın üzüntüsüyle acı acı inildemeye koyuldu. Onun kadar az yumuşak kalpli olmayan pek çok kadın bu meseleden çok daha üzücü meseleye mutlaka ondan daha az üzülürdü; çünkü, böyle durumların çoğunda vicdan esnek olur, her biçime girebilir, çeşitli durumlara kendini alıştırabilir. Birtakım kimseler, akıllıca idareleri sayesinde, ılık bir havada çıkarılan flanel ceket gibi, vicdanlarını parça parça bir yana bırakıp zamanla ondan iyice kurtulurlar; daha başkaları da vardır, bunlar osüs eşyasını giyinirlerse de zevk uğruna çıkarıp atarlar; bu da, en büyük, en elverişli gelişme sayıldığı gibi, en çok moda olanıdır.
7
Richard Swiveller:
– Fred, dedi. Vaktiyle pek tutulan şu şarkının melodisini hatırlıyor musun, hani “Gitsin o sıkıcı düşünceler” diye başlayan şarkı? Neşenin sönmekte olan alevini dostluğun kanadıyla yelpazele de şu pembecik şarabı bana iletiver.
Richard Swiveller’in evi Drury Sokağı’ndaydı; bu kolaylığından başka evin bir tütüncü dükkânının üstünde oluşu da işe yarıyordu. Bu sayede canı istediği zaman merdivenin sahanlığına çıkıverip hapşırıyordu; enfiye kutusu almak zahmetinden, masrafından da böylece kurtulmuştu. Yukarıda kaydedilen sözleri de bu evde üzgün arkadaşına cesaret vermek, avutmak için söylemişti. Bu basit sözlerin bile B. Swiveller’in hayalperest şair kafasının birer yakıştırması olduğunu belirtmek hiç de uygunsuz bir iş olmaz; çünkü, o pembecik şarap gerçekte bir bardak soğuk cinle sudan ibaretti. O gecenin şerefine masanın üzerinde duran bir şişeyle sürahiden boşaltılıp elden ele geçiyordu. Swiveller’in dairesi bekâr evi olduğu için kap kacak sıkıntısı vardı, bu da hiç yüz kızarmadan açıklanabilir. Yine hoş bir hayal eseri olarak Swiveller’in bir tek odasından da hep çoğul olarak söz edilirdi. Odanın boş durduğu zamanlarda tütüncü de dükkânının camekânına “Bekârlar için boş odalar” yazılı bir levha koymuştu; Dick Swiveller de bundan yararlanarak, oturduğu yerden söz ederken “odalarım”, “evim” kelimelerini kullanmaktan geri kalmamıştı. Bu şekilde konuşurken, oturduğu yerin büyüklüğünü, oda sayısını tespit etme işini de dinleyenlerin hayal gücüne bırakmış oluyordu elbette.
Bu hayal âlemi içinde göz aldatan bir parça eşya da B.Swiveller’e yardımcı oluyordu. Gerçekte bir divan olan bu eşya bir kitap dolabını andırıyordu, Swiveller’in odasında belirli bir yeri vardı; şüphe uyandırmadığı gibi soru sormaya da meydan bırakmıyordu. Hiç şüphesiz ki gündüzleri Swiveller bunun kitap dolabından başka bir şey olmadığına gerçekten inanıyordu; yatağı görmüyor, çarşafların, yorganların da varlığını inkâr ediyor, bu meseleyi düşüncelerinden uzak tutuyordu. Bunun gerçek görevinden bir tek kelime söz edilmiyordu; geceleri ne işe yaradığına dair en küçük bir ima yoktu; içindeki garip öteberi hakkında da Swiveller’le en yakın arkadaşları arasında bir tek söz geçmemişti. Aldatmacılığa kayıtsız şartsız inanmak Swiveller’in inancının ilk maddesiydi. Onun dostu olmak için, olaylarla belirtilen her türlü delili, mantığı, görüşü, tecrübeyi geri tepip, kitap dolabına körü körüne inanmalıydınız. Bu onun en sevdiği zayıf damarıydı; bunun üzerine titrerdi.
Az önceki sözlerinin hiç de bir etki yaratmaya yaramadığını görünce:
– Fred, dedi. Şu pembeciği bana iletiversene.
Frederic Trent, sabırsız bir hareketle bardağı ona doğru itti, istemeyerek sıyrıldığı o düşünceli havasına yeniden döndü.
Arkadaşı suyla cini karıştırarak:
– Sana bu duruma uygun bir ruh hâli vermeye çalışacağım, Fred, dedi. İşte… Şeyin şerefine…
Öbürü:
– Aman! diye onun sözünü kesti. Bu gevezeliğinle beni sıkıntıdan ölecek hâle getiriyorsun. Sen zaten her zaman neşeli olabilirsin.
Dick Swiveller:
– İyi ama Bay Trent, dedi. Neşeli, akıllı olmaktan dem vuran bir söz vardır: “Kimi insan neşeli olabildiği hâlde akıllı değildir, kimisi de akıllı olabilir ya da olabileceğini düşünür ama neşeli olamaz.” Ben birincisindenim. Bu söz doğruysa, hiç önemsememektense yarısını benimsemek daha iyidir. Her ne hâl ise, ben sana benzeyeceğime neşeli olup akılsız kalayım daha iyi. Ne yalnız birini, ne de yalnız ötekini isterim.
Arkadaşı huysuzlanarak:
– Hınğh! diye homurdandı.
Dick Swiveller:
– Bütün kalbimle inanıyorum ki, dedi. Kibar çevrelerde böyle şeyler bir beye kendi evinde asla söylenmez ama; sen aldırma, rahatına bak.
Bu sözlere, görüşe arkadaşının çabuk huysuzlaştığını ekleyerek pembecik içkisini bitirdi, kendine bir bardak daha doldurdu, büyük bir iştahla tadına baktı, sonra da hayalî bir dostun şerefine kadeh kaldırdı.
– Beyler, izin verirseniz, şu köklü Swiveller ailesine başarılar, özellikle Bay Richard’a iyi talihler dileyeceğim. Bay Richard… –kelimelerin üzerine basa basa konuşuyordu– …bütün parasını dostlarına harcar, katlandığı sıkıntılardan ötürü de hor görülür. Dinleyin, dinleyin!
Öbürü, odayı iki, üç kere arşınladıktan sonra, yerine dönerek:
– Dick, dedi. Hiç sıkıntı çekmeden nasıl servet kazanabileceğini anlatırsam sana, iki dakikacık ciddi konuşmayı kabul eder misin?
Dick Swiveller:
– Sen bana çok yol gösterdin, hiçbirinden delik cepten başka bir sonuç çıkmadı! dedi.
Arkadaşı, iskemlesini masaya yaklaştırarak:
– Bu sefer anlatacağım hikâyenin sonunda daha başka türlü düşüneceksin. Kız kardeşim Nell’i gördün, değil mi?
Dick:
– Kardeşinin nesi var? diye sordu.
– Güzel yüzü var, öyle değil mi?
Dick:
– A! Elbette öyle, dedi. Onun lehine konuşmam gerekirse, ikinizde pek kuvvetli bir akraba benzerliği de yok.
Arkadaşı, sabırsızlanarak, gene:
– Kardeşimin güzel bir yüzü var, değil mi? diye sordu.
Dick:
– Evet, dedi. Güzel bir yüzü var, hem de pek güzel bir yüzü var. E, ne olmuş?
Arkadaşı:
– Anlatacağım, diye karşılık verdi. Hayatımızın sonuna kadar ihtiyarla kedi köpek gibi dalaşacağımız belli; ondan hiçbir şey beklememeliyim. Sanırım ki bunu da anlamışsındır.
Dick:
– Bunu bir yarasa, güneş parıl parıl parlarken bile görebilir, dedi.
– O körolasıca ihtiyarın önce bana ölümünden sonra kardeşimle paylaşmayı beklemeyi öğrettiği paranın çoğunun kardeşime kalacağı da aynı şekilde açıkça görülüyor.
– Öyle olacak ama benim ihtiyara meseleyi anlattığım adamın üzerinde bir etki yarattıysa o başka. Belki de konuşmam işe yaramıştır. Güçlü bir konuşmaydı o, Fred: “İşte pek sevimli yaşlı bir dede!” dedim. Bu sözlerin pek kuvvetli pek dostça, pek de tabii olduğunu düşündüm. Sana da öyle geldi mi?
Öbürü:
– İhtiyara öyle gelmedi, diye karşılık verdi. Onun için, bunun tartışmasını yapmamız gereksiz. Şimdi gel buraya. Nell neredeyse on dört yaşına basacak.
Dick Swiveller:
– Yaşına göre güzel ama biraz ufak, diye babacan bir havayla konuştu.
Fred Trent öbürünün konuşmaya pek az bir ilgi göstermesinden canı sıkılarak:
– Sözlerime devam edeceksem lütfen bir saniye olsun susar mısın? dedi. Şimdi asıl önemli noktaya geliyorum.
Dick:
– Peki, dedi.
– Kız çok duygulu. Yetişme şeklinden olacak, bu yaşta kolayca etki altında tutulup zorlanabilir. Onu elinden tutarsam, kendi isteklerime boyun eğdirmek için pek uğraşmak zorunda kalmayacağım, şöyle bir parça korkutmayla işi savuşturacağım. Şimdi, bin dereden su getirmeden söyleyeyim, onunla evlenmekten seni ne alıkoyabilir ki?
Arkadaşı büyük bir güçle, ciddi bir tavırla bu sözleri söylerken Richard Swiveller sürahinin kulpunu seyretmekteydi. Bu sözleri duyar duymaz öyle şaşırdı ki iki harfli bir kelime bile ağzından güçlükle çıktı:
– Ne?
Fred, arkadaşı üzerinde yaratacağı etkiyi tecrübeyle bildiği için ciddi bir tavırla:
– Seni bundan ne alıkoyabilir, diyorum. Onunla evlenmeni ne önleyebilir? diye sordu.
Dick:
– Kız on dördüne yaklaşmış! diye bağırdı.
Ağabey öfkeli öfkeli karşılık verdi:
– Ben de şimdi hemen evlen demiyorum ki. Diyelim iki yıl sonra ya da üç, dört yıl sonra. Yaşlı adam çok uzun ömürlü olacağa benziyor mu?
Dick başını salladı:
– Pek benzemiyor ama bu yaşlılar yok mu… Onlara hiç güven olmaz, Fred. Dorsetshire’da bir teyzem var, güya ben daha sekiz yaşındayken ölecekti, hâlâ sözünü yerine getirmedi. Bunlar öyle can sıkıcı, öyle sorumsuz, öyle nispetçidirler ki! Ailede sara yoksa onlara hiç güvenemezsin, Fred; varsa bile seni yine de aldatabilirler.
Fred Trent önceki gibi kesin bir tavırla, gözlerini arkadaşından ayırmadan konuştu:
– Öyleyse işi en kötü yanından alalım. Ya ihtiyar adam yaşarsa?
Dick:
– Elbette, dedi. İşte güçlük de burada ya.
Arkadaşı düşüncelerini özetledi:
– Ben diyorum ki, ihtiyar yaşadı diyelim, ben de Nell’i gizlice evlenmeye razı ettim, daha doğrusu, zorladım… Bunun sonu neye varır?
Richard Swiveller biraz düşündükten sonra:
– Ortaya bir aile çıkar ama bu aileyi besleyecek beş para yoktur, dedi.
Öbürü daha da artan bir ağırbaşlılıkla karşılık verdi. Ağırbaşlılığı gerçek de olsa, yapmacık da olsa arkadaşının üzerindeki etkisi birdi.
– İhtiyar ancak kız için yaşıyor diyorum sana! Bütün düşünceleri, canlılığı hep kıza bağlı diyorum. Sözünü dinlemek gibi bir fazilet gösterisinde bulunsam bile beni nasıl himayesine almazsa, kızı, sözünü dinlememek gibi bir davranıştan dolayı mirasından yoksun edemez. Yapamaz bunu. Sen de kafasında gözü olan başka herhangi bir kimse de, isterse, bunu pekâlâ görebilir.
Dick düşünceli düşünceli:
– Gerçekten bu hiç de olacak gibi görünmüyor, dedi.
Arkadaşı:
– Olacak şey değil de onun için olacak gibi görünmüyor, diye karşılık verdi. Ama seni bağışlaması için onu biraz da zorlarsan, diyelim ikimiz arasında geçiştirilemez bir dargınlık, bir ölüm kalım kavgası geçtiğini anlatmaya çalışırsan, sanki arada böyle bir şey varmış gibi davranırsan, ihtiyar bağışlama işini pek çabuk hâlleder. Nell’e gelince, boyuna atılan taş zamanla parçalanır; bu konuda bana güvenebilirsin, bundan şüphen yoktur elbette. İşte böyle, ihtiyar hırbonun tek varisi sen olmana, parayı ikimizin birlikte harcamasına, senin de bu alışverişten güzel, genç bir eş kazanmana varacak.
Dick:
– Adamın zengin olduğuna şüphe yoktur sanırım, dedi.
– Şüphe mi? Geçen gün biz oradayken adamın ağzından neler kaçırdığını fark ettin mi? Şüphe ha? Bakalım daha nelerden şüphe edeceksin, Dick!
Konuşmayı bütün o ustaca dönüşleriyle anlatmak ya da Richard Swiveller’in kalbinin kazanılmasını sağlayan bölümlerini anlatmaya uğraşmak zor olacak. Gurur, ilgi, fakirlik, türlü ekonomik düşünce gibi şeylerin Dick’i teklifi olumlu karşılamaya zorladığını, daha başka zorlamalar bir yanda dururken, doğuştan dikkatsiz oluşunun terazinin kefesini aynı hizaya getirdiğini belirtmek yeter. Bu itici kuvvetlere bir de arkadaşının ona söz geçirmeye çoktan beri alışmış olmasını da eklemek gerekiyor. Başlangıçta biçare Dick’in kesesi, emelleri söz konusu olmuştu. Dick arkadaşının bütün kahrını çektiği hâlde yine de olayların onda dokuzunda hep onu kandırmakla suçlanıyordu; oysa zavallıcığın düşüncesiz kuş beyninden başka da bir silahı yoktu.
Beri yanda hazırlanan dolaplar Richard Swiveller’in hiç beceremeyeceği, anlayamayacağı cinstendi; yalnız, bunları şimdi bir yana bırakmak zorundayız, çünkü artık bir önem taşımıyorlar. Görüşme pek hoş bir şekilde sonuçlanmıştı, Dick Swiveller de öyle iyimser bir hava içindeydi ki bol parası ya da malı olup da kendisine varmaya zorlanabilecek yaradılışta bir kimseyle evlenmeye de itirazı yoktu. İşte bu sırada kapının vurulması, “Buyurun!” diye bağırmak zorunda kalmasıyla düşünceleri yarıda kesildi.
Kapı açıldı, içeriye sabunlu bir kolla keskin bir tütün kokusundan başka giren olmadı. Tütün kokusu aşağıdaki dükkândan geliyordu, sabunlu kol da o sırada merdivenleri temizlemekte olan hizmetçi kızdan uzanmıştı. Kızcağız o sırada kendisine uzatılan bir mektubu almak için elini ılık suyla dolu kovadan çıkarmak zorunda kalmıştı, şimdi elinde tuttuğu mektup da buydu: Yabancı adları kavrayıvermekte kendi sınıfına özgü o garip özelliği göstererek, mektubun B. Swiveller’e ait olduğunu bildirdi.
Dick o yana bakarken oldukça benzi atmış, aptallaşmış görünüyordu; hele mektubu gözden geçirirken bu hâli daha da arttı. Bir kadınla ilişkisi bulunmanın sakıncalarından birinin işte bu olduğunu ileri sürdü: Öyle konuşmak çok kolaymış ama onu unutuvermiş.
Fred Trent:
– Kimi unuttun? diye sordu.
Dick:
– Sophy Wackles’i, dedi.
– O da kim oluyor?
Dick Swiveller:
– O benim hayalimdeki güzeldir, efendim. İşte ta kendisi! diye, içini çekerek söylendi, arkadaşına da ciddi ciddi baktı. Çok sevimlidir, şahanedir o. Sen de tanıyorsun.
Arkadaşı ilgisiz bir tavırla:
– Hatırlıyorum, dedi. Ona ne olmuş yani?
Dick:
– Aman, efendim, diye anlattı. Bayan Sophy Wackles ile bendeniz, yani şu anda sizinle konuşmak şerefini elde etmiş olan âciz kulunuz arasında duygular alınıp verildi ama bunlar çok dürüst, ilham verecek cinsten duygulardı. Emin olun, efendim, tanrıça Diana’nın bile davranışları Sophy Wackles’inkilerin yanında özelliğini kaybediyor. Size bu kadarını söyleyebilirim.
Arkadaşı:
– Yani söylediklerinde gerçek payının bulunduğuna inanmam mı gerekiyor? diye sordu. Aranızda bir âşıktaşlık geçtiğini söylemeye çalışmıyorsun ya?
– Evet, âşıktaşlık oldu. Ama sözleşmek olmadı. Evlenme sözünden caydı diye dava açılamaz. İşin avutucu yanı bu. Ben yazıyla kendimi hiçbir zaman ele vermedim, değil mi, Fred?
– Mektupta ne yazılı, yahu?
– Bu geceki bir eğlentiyi hatırlatıyor, Fred. Yirmi kişilik küçük bir eğlenti. Davetli beylerle hanımların hepsine uygun bir şekilde iltifat etmek gerekirse, iki yüz hafif, inanılmaz ayak parmağı katılacak bu eğlentiye diyebilirim. Bu macerayı sona erdirmek için harekete geçmek gerekiyorsa ben bu eğlentiye gideceğim. Bunu yapacağım, sen korkma. Bu mektubu kızın kendisi mi getirip bırakmış, onu öğrenmek isterim. Öyle yapmışsa kendi mutluluğuna set çektiğinin farkında değil demektir, bu da pek etkileyici bir durum, Fred.
Dick Swiveller bu meseleyi çözümlemek için hizmetçiyi çağırdı. Gerçekten de Bn. Sophy Wackles’in mektubu kendi elleriyle getirip verdiğini öğrendi. Kız görünüşü kurtarmak için de oraya kardeşlerinden biriyle gelmiş, B. Swiveller’in evde olduğunu, kendisinden yukarıya buyurmasını rica ettiğini duyunca da pek şaşmış, bunu yapmaktansa ölmeyi tercih edeceğini söylemiş. Bunu öğrenince Dick Swiveller’in de koltukları kabardı, biraz önce verdiği kararda ısrara pek de niyetli görünmedi ama arkadaşı onun bu davranışını pek umursamadı; belki de Richard Swiveller’e yeteri kadar sözü geçtiğini, gerektiği zaman da bundan yararlanabileceğini düşünmüştü.
8
İş böylece bir yana itildikten sonra, B. Swiveller içinden yemek vaktinin geldiğini hatırladı, daha uzun aç kalırsa sağlık durumunun tehlikeye gireceğini düşündüğü için de en yakın aşevine haberci gönderdi, çarçabuk iki kişilik haşlama dana etiyle sebze yollamalarını istedi. Müşteriyi daha önceden tanıyan aşevi sahipleri bu isteği yerine getirmediler; yalnız, B. Swiveller dana eti yemek ihtiyacını duyuyorsa, oraya kadar zahmet edip gelmesini, etten önce de çoktandır açık kalan hesabı kapamak için bir miktar para getirmesini bildirdiler. B. Swiveller, bu meydan okumadan yılacak yerde, zekâsı, iştahı kamçılanarak, bu sefer daha uzakta başka bir aşevine haber gönderdi. Beyefendinin bu aşevinin methini duymakla kalmayıp, aynı zamanda, daha önce yemek getirttiği aşevinin bir insanın önüne konmayacak derecede kötü et yolladığını da belirtti. Bu siyasi davranışın etkisi, çarçabuk bir tabak tepeleme dolu nefis yemeğin gönderilmesiyle kendini gösterdi. B. Swiveller ile arkadaşı büyük bir iştahla yemeği bitirmeye koyuldular.
Dick Swiveller, kocaman bir kızarmış patatese çatalını batırarak:
– İçinde bulunduğumuz şu an inşallah hayatımızın en kötü anı olur, dedi. Ben patateslerin kabuklarıyla gönderilmesi usulünü beğeniyorum doğrusu. Patatesi doğal hâlinden kurtarmanın da bir başka zevki var… Bilmem anlatabildim mi? Zenginler, kudretliler bunun yabancısıdır… Ah! “İnsanoğlu bundan aşağısını pek istemez, daha üstününü de istemez.” Bu ne doğru söz… Yani, yemekten sonra!
Arkadaşı:
– İnşallah aşevinin sahibi de aşağısını ister de üstününü istemez, diye karşılık verdi. Ama galiba sende bunu bile ödeyecek para yok!
Dick gizli anlamlı bir göz kırparak:
– Yakında hâlledeceğiz, dedi. Garson ne yapabilir ki! Yiyecekler gitti, Fred; bu işin de bir sonu olacak elbet.
Gerçek şu ki garson da galiba bu gerçeği fark etmişti: Boş tabaklarla sahanları almaya geldiği zaman, B. Swiveller, azametli bir ilgisizlik içinde, birazdan dükkânın bulunduğu yana gidince içeriye uğrayıp meseleyi hâlledeceğini söyler söylemez, biraz canı sıkılmış gibi göründü, yiyeceklerin bedeli, ödeme şekli, güvensizlik gibi can sıkıcı meseleler üzerinde bir iki söz mırıldandı. Beyefendi teşrif ettikleri zaman orada bulunup hesabı kolayca ödemesini sağlayabilmek üzere, dükkâna kaçta uğrayacaklarını bilmek istediğini belirtti. B. Swiveller de, içinden, gideceği yerlerin saatlerini güzelce hesapladıktan sonra altıya iki kala ile yedi geçe arasında dükkâna uğrayacağını söyledi. Adam bu zayıf ihtimalin avuntusu içinde gözden kaybolduktan sonra, Richard Swiveller cebinden yağlanmış bir not defteri çıkarıp bir şeyler yazdı. Fred Trent, sırıtarak:
– Dükkâna uğramayı unutmayasın diye not mu alıyorsun? diye sordu.
Soğukkanlı Richard Swiveller:
– Pek öyle sayılmaz, Fred, dedi, iş adamı havası içinde yazmaya devam etti. Bu deftere dükkânların açık bulunduğu saatlerde geçmeme imkân olmayan sokakların adlarını yazıyorum. Bugün yediğimiz yemek de Long Acre Sokağı’nı kapıyor. Geçen hafta Great Queen Caddesi’nden bir çift bot almış, onun da parasını ödememiştim. Şimdi ise Strand’e gitmek için bir tek yolum kaldı. Bu akşam da bir çift eldiven alıp orayı da kapayacağım. Yollar her yönden öylesine çabuk kapanıyorlar ki teyzem bana harçlığımı göndermezse bir aya kadar şehrin üç, dört mil uzağına gitmek zorunda kalacağım.