Osmanlı Devleti’nin çok geniş topraklara sahip olmasından dolayı bazı uzak bölgelerde merkezin otoritesinin pek tesirli olmaması nedeni ile bazı isyan gruplarının ve eşkıya faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir. Osmanlı sarayı insan psikolojisine hâkim tekke mensuplarının bu tür bölgelere dergâh ve zaviyeler açmasını uygun bulmuş, bu durumu zabıta ve zaptiye kuvvetleri yerleştirmeye tercih etmiştir. Bu yolda devlet, tekkelerin terbiye edici, uzlaştırıcı, muhtemel huzursuzluk ve isyanları önleyici bir rolü üstlenmesini desteklemiştir.36
Osmanlı’da yönetim, tarikatlar ile çoğu dönemde barışık yaşamış, toplumu elde tutma ve bazı bölgelerde devlete karşı olabilecek isyan gibi faaliyetlerin engellenmesinde bu yapılardan faydalanmıştır. Devlet yönetimi bazı dönemlerde, özellikle 16. yüzyılda tekkeler, padişah ve idarecilerden maddi destek görmüşlerdir. Sufiler, devlet yöneticileri ile yakın ilişkiler kurmuş ve devlet imkânlarını kullanmışlardır.37
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde, tarikatların etkisi çok fazla olmuştur. “Osman Gazi’nin Şeyh Edebali ile Orhan Gazi’nin Geyikli Baba ile I. Murat’ın Postinpuş Baba ile Yıldırım Bayezid’in, Emir Sultan’ ile II. Murat’ın Hacı Bayram Veli ile nihayet Fatih’in Akşemsettin ile olan yakın ilgisi şeyh-mürit münasebetleri bağlamında bu durumun en açık göstergesi olmalıdır”38
Tarikat şeyhlerine halk tarafından ilginin artması ve etrafında çok sayıda kişinin toplanması durumu, bazen devlet tarafından sakıncalı bulunulmuştur. Potansiyel tehlike durumu söz konusu olan bu durumlarda, devletin müdahale ettiğini görmekteyiz.39
Meclis-i Meşâyih öncesi dönemde, tasavvuf çevreleri ve ulema arasında da problemler yaşanmıştır.40 Tasavvufi bazı uygulamaların dine uygunluğu konusunda yapılan tartışmalar ile ilgili her iki kesimin sahip olduğu görüşleri savunduğu ve bu doğrultuda risaleler yazdıkları bilinmektedir.41
Osmanlı Devleti’nin yenileşme döneminde yapılan bazı reform hareketleri, tasavvufi çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Tasavvufi çevrelerden oluşan bu tepkiler, doğal olarak dönemin idarecilerini rahatsız etmiştir. Tarikat çevrelerine yapılan vergi muafiyetinin kaldırılması, vakıf gelirlerine müdahaleler, bu kesimi rahatsız etmiştir. Bazen yapılan reformlara tarikatlar farklı tepkiler vermişlerdir. III. Selim döneminde yapılan reformları İstanbul mevlevileri destekler iken Konya Mevlâna Asitanesi’ndeki şeyhler karşı çıkmıştır.42
III. Selim döneminde tarikatların faaliyetleri ile ilgili bazı kısıtlamalara gidilmiştir. Bu dönemde tekkelerde yürütülmekte olan bazı zikir meclislerinin açıktan değil de gizli yürütülmesi istenmiştir. Yuşa Tepesi’nde, yaz aylarında okunan mevlide, bazı şeyhler, dervişler ile birlikte yürüyüş yaparak protesto edası ile katılmışlardır. Devlet yönetimi de her sene buraya katılan kalabalığın artması nedeniyle zikirlerin gizli yapılmasını istemiştir.43
Bazen devletin yereldeki yöneticileri ile tarikat şeyhleri arasında geçimsizlikler olmuştur. Konya’daki yerel yöneticiler ile Mevlâna Asitanesi şeyhi Bostan Çelebi arasında yaşanan sıkıntılar ve gelen şikâyetler nedeni ile idareciler, memuriyetlerinden azledilmiştir. Daha sonra Bostan Çelebi, Kıbrıs’a sürgüne gönderilmiştir.44
Meclis-i Meşâyih’in kuruluşundan önceki dönemde de devlet idaresinin tekkeler ile ilgili müdahaleleri, gelen şikâyetler neticesinde olmuştur. Herhangi bir şeyhle ilgili gelen şikâyetleri yönetim doğal olarak dikkate almış ve konuyu tetkik ettirmiştir. I. Mahmut döneminde Bursa’da bulunan Şeyh Ahmet Gazi ile ilgili yapılan zındıklık ve mülhitlik suçlamalarını içeren şikâyet nedeni ile bölgelerin teftişi için memurlar gönderilmiş ve konu mahkemeye havale edilmiştir.45
Meclis-i Meşâyih’in kuruluşundan önce de tekkelere yapılacak şeyh atamaları ile ilgili problem oluşması ve şikâyet gelmesi durumunda, devletin müdahalesi olmuştur. Konya Mevlâna Asitanesi şeyhinin vefat neticesinde, bu göreve talip olan iki kardeş arasında problem çıkmış ve bu durum, İstanbul’a şikâyet edilmiştir. İstanbul’a çağrılan şeyh adayları, Şehit Ali Paşa ve devletin ileri gelenlerinden oluşturulan bir meclisin huzuruna çıkartılıp ifadeleri alınmıştır. Sonuçta yaşça küçük olan Hacı Mehmet Çelebi’ye şeyhlik görevi verilmiştir. Diğer şeyh adayının taraftarları duruma itiraz edip memnuniyetsizliklerini ifade etmeleri nedeni ile bu zat Manisa’ya sürgüne gönderilmiştir.46
19. yüzyıla baktığımızda, tarikat çevrelerinde daha çok problemlerin yaşandığı ve dolayısıyla bu kesime devlet müdahalesinin de daha fazla olduğunu görmekteyiz. 1826 yılında II. Mahmut döneminde yeniçerilerle özdeşleşen Bektaşilik tarikatının kaldırılması, dönemin en önemli gelişmesi olmuştur. Bu kararla son altmış yılda yapılmış olan Bektaşi tekkeleri yıkılmış ve geriye kalanlar da Nakşibendi tarikatı şeyhlerine emanet edilerek dönüştürülmüştür.47 Daha çok, şeriata uymadıkları şeklindeki suçlamalara muhatap olan Bektaşi teşkilatının ileri gelenlerinden bazıları idam veya sürgün edilmiştir.48 19. yüzyıl tarikatları açısından meydana gelen önemli gelişmelerden bir tanesi de vakıflar ile ilgili yapılan düzenlemelerdir. Evkaf-ı Hümayun Nezareti kurularak diğer vakıfların yanı sıra tekke vakıfları da buraya bağlanmıştır. Devlet tarafından böylece tekke vakıflarının, ehil olmayan kişilerin ellerine geçmesinin engellenmesi amaçlanmış ise de tarikat çevrelerince bu uygulama olumlu karşılanmamıştır.49 19. yüzyıla kadar devletin tekkelere müdahaleleri çoğunlukla dolaylı olmuştur. Fakat bu yüzyılda doğrudan müdahalelerin yapıldığını görmekteyiz. 18. yüzyılın başından itibaren tekkelerde meydana gelen problemleri çözmek için, “şeyhül meşâyihlik” veya “reisü’l meşâyihlik” olarak bilinen yarı resmî makam tarafından çözümlenmeye çalışılmıştır. İlmi, maneviyatı ve kişiliği bakımından saygınlığı herkesçe kabul edilen kişilerin seçildiği, sorunları çözme mercisi olarak değerlendirebileceğimiz bu görevliler, olaylar bazında belirli bir meselenin çözümü için seçilmişlerdir. Bu göreve seçilenlerin devamlı bir vazifesi yoktur.50
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine doğru tekkelerle ilgili yasal düzenleme sayılabilecek uygulamalar da yapılmıştır. Bunun ilk örneği Ağustos 1793 tarihli bir hükümdür. Şeyhlerin başvurusu neticesinde çıkan bir ferman doğrultusunda, bir meclis oluşturulmuştur. Şeyhlerden oluşan bu meclise, itikadı bozuk olan tarikat mensuplarının saraya bildirilmesi ile kendi başına tekke açanların engellenmesi görevi verilmiştir. Bu fermanla İstanbul’da tekke açıp zikir yapmak isteyen şeyhlerin bölgelerindeki takva sahibi ve itikad-ı düzgün meşâyihin izniyle bunu yapabilecekleri belirtilmiştir.51
1812 yılında çıkartılmış olan bir ferman ile tekkeler hakkında önemli yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu fermanla, her tarikatın pirinin metfun bulunduğu tekke merkez tekke kabul edilmiştir. Merkez tekkelerdeki şeyhlere ise tarikatın diğer dergâhlarının sorumluluğu verilmiştir. Bu fermanla ayrıca ilk defa tekkelere atanacak şeyhler ile ilgili şeyhülislamın onayı şartı getirilmiştir. Böylece tekke şeyhinin kendisinden sonra bu göreve gelecek kişinin belirlenmesi ile ilgili yetkisi alınmış, merkez tekke postnişinine ve şeyhülislamlık makamına verilmiştir.52
Tekkeler, Mayıs 1826 tarihinde Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin kurulması ile mali özerkliklerini de yitirmişlerdir. II. Mahmut, vakıflar arasındaki irtibatsızlığı yok etmek ve çeşitli yolsuzlukları önlemek gayesiyle bütün vakıfların bir tek nezaret altında toplanmasının daha doğru olacağı kanaatine varmıştır. Bütün dinî binaların bakım ve onarımı, personelin aylıkları ve diğer dinî maksatlar için tesis edilen vakıfların bir çatı altında toplanmasını kararlaştırmıştır. Bunun sonucu olarak Evkâf-ı Hümayun Nezareti (12 Rebiülevvel 1242 / 14 Ekim 1826) kurulmuştur.53
Tekke vakıfları daha önce bağımsız heyetler tarafından yönetilirken bu düzenlemeyle nezaretin kontrolüne alınmıştır.54
II. Mahmut döneminde, 1836 yılında çıkartılan bir ferman ile tarikat mensuplarının uyması gereken kurallar belirlenmiştir. Bu fermana göre;
1. Her tarikat mensubu, bağlı bulunduğu tarikata ait kıyafeti giymelidir. Şeyh ve derviş olmayanlar da kendi kendilerine tarikat ehline ait elbiseleri giymemelidir.
2. Her derviş, şeyhinin imza ve mührünü ihtiva eden kimlik taşımalıdır.
3. Ehliyetsiz dervişlere icazetname verilmemeli, icazetnamede birkaç şeyhin imza ve mührü bulunmalıdır.
4. Şeyh tayin edilirken vakfiyede belirtilen tarikatla şeyh olacak zatın tarikatı aynı olmalıdır.
5. Aynı şeyhe birden çok tekke şeyhliği verilmemelidir.
6. Tekkeye ait sancak, kudüm, mazhar gibi eşya ve aletler tekke dışına çıkarılmamalıdır.
7. Cehrî zikir icra eden tekkelerde, namaz kılmayıp evrat ve tevhit zikrine katılmadığı hâlde sadece devran zikrine katılmak isteyenler, devrana alınmamalıdır.
8. İstanbul tekkelerinde, bu fermanın hükümlerine aykırı hareket eden olursa ve bu şahıslar şeyhin ikaz ve ihtarlarına aldırış etmezse emniyet kuvvetleri tarafından yakalanarak, “avam-ı nas” olanların Bab-ı Seraskerî’ye, tarikat ehli olanların da Şeyhülislamlık’a gönderilmeleri gerekmektedir.55
II. Mahmut döneminde, klasik Osmanlı idare sisteminde ortaya çıkan sorunlar tespit edilmiş ve dönemin gereklerine göre yeniden düzenlenmiştir. Devletin modernleşme sürecindeki bu düzenlemeler ve gösterilmiş olan merkeziyetçi tavır, tarikatların denetimi konusunda da kendini göstermiştir. Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve Bektaşilik tarikatının yasaklanması, Sünni ve geleneksel tarikat anlayışına muhalif görülen çevrelerin kontrol altına alınması, II. Mahmut’un şahsi ilgisi neticesinde gerçekleşmiştir.56
II. Mahmut döneminde yapılmış olan düzenlemeler çerçevesinde şeyh ve dervişlere mahsus kıyafetlerin başkaları tarafından giyilmemesi istenmiştir. Şeyh ve dervişlerin de dergâh ve zaviyeler dışında, çarşı pazarda kendilerine has olan kıyafetler ile dolaşmamaları istenmiştir. Ayrıca şeyhler tarafından dervişlere mühürlü tezkereler verilmesini içeren bu düzenleme ile tekkelerin güvenlik kontrolü sağlanmaya çalışılmıştır.57
II. Mahmut döneminde, 1812 yılında bir fermanla yapılan düzenlemeleri “Siyasi merkezin tarikatlar ve tekkeler alanındaki yeni karar ve yönelişlerinin ilk ciddi işaretleri olarak kabul edilebilir. Tekkeleri idari olarak Şeyhülislamlık’a mali olarak Evkaf-ı Hümayuna bağlı hâle getirmek, İstanbul ve taşradaki aynı tarikata mensup dergâhların şeyhlerinin tayin edilmesi dâhil olmak üzere birçok işlemler için merkez asitane uygulamasına başlatmak” şeklinde değerlendirmek mümkündür.58
II. Mahmut döneminde, Yeniçeri Ocağının kapanmasından sonra Bektaşilik tarikatı hemen yasaklanmıştır. Bu tarikatın yasaklanması sürecinde padişah ve dönemin yöneticileri konu ile ilgili toplantılar yapmışlardır. Sultan II. Mahmut’un kafes arkasından nezaret ettiği istişare toplantısında, Şeyhülislam Tahir Efendi’nin şu sözleriyle açıldı:
“Hz. Ali (r.a.), taraf-ı hazret-i risaletpenâhîden ‘efdal-i a’mâli’ sual eylediklerinde fahr-i âlem efendimiz (sav) hazretleri en faziletli amelin zikir ve tevhit olduğunu beyan etmiş, Hz. Ali’ye kelime-i tevhidi telkin ve talim buyurmuştu. Bu cihetle zikr-i cehrî, delâil-i Kur’aniyeden başka, kavl ve fi’l-i Nebevi ile sabittir. Turuk-u cehriyenin cümlesi Hz Ali’ye mensup olan turuku nazeninden şubelere ayrılmış olmakla, turuk-u aliyyenin cümlesi hakk, Hacı Bektaş-ı Veli ve sâir pîrân-ı izâm ve e’izze-i kirâm (k.s.) hepsi ehlullah olup onlara kat’a bir diyeceğimiz yoktur.
Şeriatta mekruh olan, tarikatta haram menzilesinde olduğu hâlde, bazı cahiller Bektaşîlik namı ile heva-yı nefsine uyarak, farzları eda değil belki, Allah korusun ibadetleri hafife alma, haramları helal yapmak gibi fısk-ı fücur davranışlarda bulundukları mütevatir derecesinde yaygınlaşmıştır. Meşâyih-i turuk-ı aliyye’den olan sizler bu hususta malumat ve mesmuatınız nasıldır? Bu söylenenler hakkında ne dersiniz?” diye sual sorduğunda Turuk-ı aliyye meşâyıhının bazıları bu soruya “Ol taife ile ülfetimiz olmadığından hâllerini hakikati üzere bilmeyiz.” diyerek susmayı tercih etmiş, bazıları ise; “Vakıa Üsküdar tarafında o misillü münkerat tevatür işidilmektedür.” deyü fezahatlarını haber verdikten sonra bir kısım ulema tarafından da bazı Bektaşilerin, oruç yemek, namazı terk etmek gibi kötülüklerden başka, “sebb-i şeyhayn” ettikleri, tevatür derecesinde vaki ve malum olduğundan bahsedilmiştir.
Yapılan müzakere ve mütalaalar neticesinde, II. Mahmut, Şeyhülislam Tahir Efendi’nin verdiği fetvaya müsteniden, Rebiyülevvel 1242/1826 Eylül tarihli bir fermanla Bektaşi tekkelerini kapattı59
Bektaşi tarikatı ve mensupları yeniçeriliğin kapatılmasından hoşnut olmamışlardır. Bu dönemde Bektaşilik tekkeleri ile ilgili şu karar alınmıştır:
1. Bektaşi dervişlerinin dışında Bektaşi olarak tanınan sempatizanlar sürgün edilmiştir.
2. Tekkelerdeki baba ve dervişler Hadım, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın hâkim olduğu bölgelere gönderilmiştir.
3. Altmış yıl önce ve daha eski tekkelerin dışındaki bütün Bektaşi tekkeleri yıktırıldı. Bunun için çeşitli yerlere bir dersiam ve bir memur gönderildi.
4. Diğer tekkelere, ehlisünnet inancına bağlı şeyhler tayin edildi.
5. Bektaşilik tarikatı dejenere olmuş bir hacegan tarikatı olarak değerlendirildiği için Bektaşi tekkeleri daha çok Nakşibendiye’ye mensup şeyhlerin idaresine verildi. Hacı Bektaş’taki merkez tekkeye Nakşi Mehmet Sait Efendi tayin edildi. Buradaki camiye de Nakşibendiye Camii adı verilmiştir.60
Saray, Bektaşiliği kapattıktan sonra bu tarikatın ordudaki fonksiyonlarını ifa etmek üzere Mevleviliğe, halk seviyesindeki hizmetleri de Nakşibendîliğe devretmiştir.61
1860 yılında Meclis-i Vala’da alınan bir kararla, İstanbul mahkemesinde tekkeler ile ilgili müstakil bir memur bulundurulması, kayıt defterlerinin iki suret halinde düzenlenip birini Şeyhülislamlık, diğerinin de Şehremanetinde saklanması, kaydı olmayan kişilerin tekkelere kabul edilmemesi ve tekkelerdeki usul dışı uygulamalardan şeyhlerin sorumlu tutulacağı kararlaştırılmıştır.62 Bu kararlar neticesinde tekkelerin giriş çıkışları kontrol altına alınmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın kapanmasına da dinî gerekçeler gösterilmiş ve bu kesimin şeriata aykırı davranışları öne çıkartılmıştır. Bu durum II. Mahmut’un kapatma fermanında; “(…) işbu taife-i yeniçeriyan, şer’-i şerife mugayir ve küfre müncer olacak, istihlal-i muharremat ve terk-i savm ü salat ve Hülefa-i Raşidin hazretlerine küfretmek gibi hakaretlere cesaret ederek birtakım saf iman sahiplerini cehaletlerinden ötürü cadde-i müstakimden ayırarak delalet yoluna saptırmışlardır.”63
Osmanlının yenileşme sürecinde idareciler, bazen yapmış oldukları icraatlarda tarikat önderlerinin desteğini almışlardır. Tekkelerin halkın nabzını elinde tutan kişi ve kuruluşlar olduğunu dikkate alarak bazı teşebbüslerine bu kesimi ortak etmeye çalışmışlardır. “II. Mahmut’un resminin, Selimiye Kışlasına asılması için yapılan merasimde, bütün vezir ve emirler attan inerek resmi hürmet dolu bir eda içinde alıp hazırlanan yere koydular. Kurbanlar kesildi. Sonra Hz. Hüdâî Şeyhi tarafından duaya, meşâyih-i Sünbüliyye’den meşhur Yunus Efendi, Fatiha diyerek yirmi bir pare top atılmış ve resmin önünde merasim geçit töreni düzenlenmiştir.”64
II. Mahmut döneminde bazen tekkeler potansiyel tehlike olarak görülmüş ve buna karşı bazı tedbirler alınmıştır. “1828 senesinin Nisan ayının ilk haftasında, İstanbul’da bulunan meşhur Halidi halifelerini bir gecede aniden toplatarak kayık ile Kartal’a oradan da Sivas’a sürmüştür.”65 Bektaşiliğin ilgasından sonra bu tarikatın ileri gelenlerinden Kınacı Baba, İstanbul Ağasızade ve Salih Efendi idam edilmişlerdir. Ayrıca bu tarikattan kopan veznedarı Aziz, Haremeyn veznedarı Arif, Balıkçı Yokuşzade Raşid adındaki şahıslar hapse konmuştur.66
İstanbul’daki bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan şeyh ve dervişler toplanmış Şeyhülislamlık tarafından akidelerine yönelik sorgulamaya tabi tutulmuş ve neticede bir kısmı sürgüne gönderilmiştir.67
II. Mahmut döneminde, devlet idaresinde ve toplum hayatına dair yapılan yeniliklere tarikat çevrelerinden tepkiler de gelmiştir.68
Tekkelerde bulunan tarikat mensuplarına II. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinde maaş sayılabilecek mahiyette maddi yardımlarda bulunulmuştur. Bu uygulamadan önce, tekke şeyhlerinin ihtiyaçları vakıf gelirlerinden karşılanmakta idi. Şeyhler görev yapmış oldukları dergâhın vakfiyesinde belirlenen miktarlarda ücret alır ve bu durum tayin beratlarında da belirtilirdi. II. Mahmut döneminde ise padişahın emri ile Mevlevi tarikatına mensup şeyhlere verilmek üzere Konya mukataasından yılda 1500 kuruş verilmesi ve İstanbul’da yaşayanlara da maaş tahsisi emredilmiştir. Abdülmecit döneminde de bazı tekke ve mensuplarına “vezayif” adıyla maaş verildiği bilinmektedir.69
Fakat bu dönemde tekkelere yapılan maddi desteklerin daha çok Mevlevi tarikatına yönelik olduğu görülmektedir.
“Abdülmecit döneminde de 1276/1859 yılında bazı tekke ve tekke mensuplarına ‘vezâif’ adıyla maaş verildiği görülmektedir. Örneğin, Mevlevihaneye 150, Abdullah Efendi Dergâhı’na 250, Hikmet Efendi Dergâhı’na 50, Üftade Dergâhı’na 50, Muradiye Şeyhi Şâzeli Efendi’ye 50, Özbekler Şeyhi Ahmet Şah’a 100, Narlı Şeyhi Efendi’ye 50, Tarik-i Kadiriyye’den Ahmet Dede’ye 30, Şeyh Safiyyuddin Efendi’ye 50, Ali Derviş Hüseyin’e 30, Gar-ı Aşıkan zaviyedarına 15, Fincanî Baba’ya 50, Morali Şeyh Bedrettin Efendi’ye 100, Şeyh Hüseyin Efendi’ye 30, Seferi Şeyhi’ne 10 kuruş maaş bağlanması Tanzimat’tan sonra da maaş tahsisatının devam ettiğini göstermektedir.”70
“Bir defasında, Yenikapı Mevlevihanesi’ne ziyaret için gelen II. Mahmut’a, dervişler tarafından, tekkelerdeki normal faaliyeti aksatacak derecede özel bir karşılama merasimi yapılır. Tekkelerin tavrına yakışmayan bu nevi hareketlerden sıkılan Şeyh Abdülbaki Dede (1236/1820), bir fırsatını kollayarak durumu padişaha arz etmek ister. Yine böyle bir ziyaret dönüşü, Mukabele-i Şerîfe’nin bitimini müteakip, memnuniyetini izhar etmek üzere şeyhin yanına gelen padişah, gark olduğu manevi zevkten dolayı şeyhe teşekkür eder. O da bu fırsatın geldiğine inanarak padişaha, “Ne olur efendim, bir daha, böyle bu dergâha gelmeyin.” dediğinde ummadığı ve beklemediği bu sözler karşısında irkilen ve şaşkına dönen padişah, birden kendini toparlayarak, “Şeyhim, beni bab-ı Mevlâna’dan mı kovuyorsunuz?” deyince, Şeyh Abdülbakî Dede, “Hayır devletlum. Bu kapıdan kimse kovulamaz. Lakin siz geliyorsunuz, giderken de dervişlere para dağıtıyor, hediyeler veriyorsunuz. Bu durum onları, derviş yerine, dünyaperest yapıyor. Sizden istirhamım, bir daha bu dergâha, Sultan Mahmut olarak değil, Mahmut Efendi olarak gelin. Hatta her zaman buyurun gelin”71
Meclis-i Meşâyih’in Kuruluş Nedenleri
Meşihat makamına bağlı Meclis-i Meşâyih adında bir kurumun kurulmasındaki amaç, nizamname maddelerinde belirtilmiştir. Kurumun ilk nizamnamesinde belirtilen gerekçeler; tekke ve zaviyeleri idare etmek, boşalan postnişinlik görevine ehil kişileri seçerek atamak, dergâhlarda uygunsuz davranışları engelleyerek dine ve tarikat gereklerine uygun faaliyetler yapılmasını sağlamak şeklinde sıralamak mümkündür. 72
1891 yılında tadilen yazılan Meclis-i Meşâyih Nizamnamesi’nin 16. maddesinde de kurumdan benzer beklentilerin olduğu yazılmıştır.
Kurumun 1918 yılında yayımlanmış olan nizamnamesinde de meclis encümeninin, tekkelerde ilmî, dinî ve İslam ümmetinin faydasına icraatların yapılmasını temine çalışmakla yükümlü olduğu ifade edilmiştir.73
19. asrın sonlarına doğru kurulmuş olan bu müessese, tekke ve dergâhları yönetmekte ve bu yapılar ile Şeyhülislamlık ve Evkaf Nezareti arasında aracılık görevini yapmayı üstlenmiştir. Kurumun kuruluş amacı ile ilgili yaygın kanaat Tanzimat sonrası devlet idaresinin her alanda yeniden tesisi çerçevesinde kurulduğudur.74 Daha önce belli ölçüde bağımsızlığa sahip olan tekkeler, 19. yüzyıl ortalarına doğru bürokraside gelişen merkeziyetçi harekete paralel olarak devlet denetimi altına alınmaya başlamıştır.75
Meclis-i Meşâyih’in kurulmasıyla, tekkeler imtiyaz ve muafiyetlerini kaybetmişlerdir.76 Meclis-i Meşâyih’in kuruluşu ve tekkelerin kontrol altına alınma süreci, II. Mahmut ile başlayan tanzim ve ıslah çalışmalarının bir neticesidir. Devletin, tekkelerin yönetim ve denetimini kontrol altına almasının bir amacı da tasavvufi düşüncelerin gelişmesi ve yayılmasına da katkı sağlamaktır. Fakat bazı araştırmacılara göre, “Meclis-i Meşâyih’le tekkeler ve tekke şeyhleri düzeltilmeye çalışılmıştır.”77
Meclis-i Meşâyih, XIX. yüzyılda toplumun her kesiminde görülen reform ve sosyal değişimlerin bir sonucu olarak tasavvufi alandaki yenilikler çerçevesinde ortaya çıkmıştır.78 Meclis-i Meşâyih’in kuruluş amacı bazı araştırmacılar tarafından, yeni idari yapılanma ve mer-kezleştirme çerçevesinde, tekkelerin iç işlerine müdahale ederek devlet çıkarları doğrultusunda onları kullanmak olarak79 değerlendirilmiş ise de kurumun açılmasından asıl maksadın, tekkelerin tarikat kurallarına göre idare edilmesinin sağlanması olduğunu söylemek mümkündür. Zira Meclis-i Meşâyih’in faaliyetlerine baktığımızda kurumun tekkelere karşı keyfî bir tutum almadığı, devlet yöneticileri veya idarecilerin herhangi bir fikrini dikte etmediğini görmekteyiz Tekkelerin, tarikat gereklerine ve vakfiyelerinde belirlenen şartlara göre faaliyet sürdürmeleri sağlanmaya çalışılmıştır.
Kurum ayrıca, tekkelerde dine ve tarikat gereklerine aykırı faaliyetlerin olmamasına gayret göstermiştir. Dinî, ilmî ve tasavvufi bilgileri yeterli, ehil kişilerin şeyhlik makamlarına seçilip atanmasını sağlamıştır. Aynı tarikatın farklı dergâhları arasında zikir ayini ve işleyiş birlikteliğini oluşturmaya çalışmıştır. Bu çalışmaları sonucunda tekkelerle ilgili daha önce var olan birçok problemin giderilmesini sağlamıştır. Kurumun yapmış olduğu bu çalışmalar göstermektedir ki kuruluş amacı sadece merkezîleştirme ve tekkeleri devlet kontrolüne almak değildir. Kuruluş amaçlarından belki de en önemlisi, tekkelerin ıslah edilmesi ve bu camiada var olan birtakım şikâyet ve olumsuzlukların giderilmesidir. Meclis-i Meşâyih’in kurulmasıyla dinî, ilmî, sosyal ve ekonomik boyutu olan bu yapılar, kontrol ve denetim altına alınmıştır.
Meclis-i Meşâyih’in tevsi-i ile ilgili 5 Mart 1334 tarihinde çıkmış olan kanunun esbab-ı mucibe layihasında, bu kurumdan hedeflenen amaç şöyle açıklanmıştır: “Tekke ve zaviyelerin tarikat adabına muvafık suretle idarelerinin temini, tenvir ve irşada muktedir faziletli kişilerin postnişinlik görevine seçilip atanmasını sağlamak.” Bu şekilde ifade edilen görev ile sorumlu tutulmuşlardır.80
Meclis-i Meşâyih’in Kuruluşu
Meclis-i Meşâyih’in kuruluşuna kadar, Osmanlı Devleti’nde tekkeleri denetleyen ve idare eden bir kurum bulunmamaktaydı. Osmanlı Devleti’nde, tekke ve zaviyeleri denetlemek ve yönetmek amacıyla meşihat makamına bağlı Meclis-i Meşâyih adında bir kurumun oluşturulmasını, Tanzimat sonrası başlamış olan bir meclisleşme sürecinin devamı olarak görmek mümkündür. Meclis-i Meşâyih’in kuruluşu ilk nizamnamesinin yayınlanmış olduğu 15 Kasım 1866 olarak bilinmektedir.81 Konu ile ilgi çalışma yapmış olan çok sayıda araştırmacı tarafından bu tarih Meclis-i Meşâyih’in kurulduğu tarih olarak kabul edilmiştir.82
Arşiv kayıtlarına ve Meclis-i Meşâyih’in faaliyetlerine baktığımızda kurumun kuruluşunun bir süreç neticesinde gerçekleştiğini görmekteyiz. Meclis-i Meşâyih’in kuruluş çalışmaları 1864 yılında başlamış fakat kurumla ilgili yasal düzenlemeler, 1918 yılına kadar devam etmiştir. Bu nedenle meclisin kuruluşundan itibaren kurum ile ilgili yapılan düzenlemeleri dört farklı tarihte yapılmış olan çalışmalar çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Çünkü meclis, bir periyot şeklinde ve farklı tarihlerde yapılan düzenlemeler neticesinde son şeklini almıştır.
Meclis-i Meşâyih’in ilk kuruluşu için çalışmalar, 1864 yılında başlamıştır. 1864 yılında, İstanbul ve Bilad-ı Selase’de bulunan tekke ve zaviyelerden birine yapılacak atama konusunda dervişler arasında ihtilaf çıkması nedeniyle, konunun incelenmesi için meşihat makamı bünyesinde “Meclis-i Meşâyih” oluşturulmuştur. Fakat Evkaf Nezaretinin bu meclisin atama yazılarını dikkate almaması nedeniyle faaliyetlerine başlayamamış ve işlevsiz kalmıştır.83
Her ne kadar Meclis-i Meşâyih kuruluş aşaması 1864 yılında başlamış ise de kurumun faaliyet yürütmemiş olmasından dolayı bu tarihi, kurumun kuruluşu olarak değil de sürecin başladığı yıl olarak almak daha doğru olacaktır.
Meclis-i Meşâyih’in kuruluşuna dair en erken tarihli belge Kasım 1866 tarihilidir.84 Şeyhülislam Mehmet Rıfkı Efendi, 7 Ekim 1866 / 27 C.evvel 1283 tarihinde vermiş olduğu bir arz tezkeresinde, Meclis-i Meşâyih’in iki yıl önce kurulmuş fakat işlevsiz olmasından duyduğu rahatsızlığı belirtmiştir.85 Şeyhülislam Mehmet Rıfkı Efendi, sadarete göndermiş olduğu tezkere ile kurumun yeniden tesisini talep etmiştir.