… kültürel kimlik ‘var olma’ kadar ‘olma’ meselesidir. Geçmişe olduğu kadar geleceğe de aittir. Kültürel kimlik zaten var olan bir şey değildir; mekân, zaman, tarih ve kültürün ötesine geçer. Kültürel kimlikler bir yerden gelir, tarihleri vardır. Ama tarihsel olan her şey gibi, sürekli dönüşüme maruz kalırlar. Sonsuza kadar kökleşmiş ve geçmişe sabitlenmiş olmaktan çok uzaktırlar; bitmeyen tarih, kültür ve güç ‘oyun’larına bağımlıdırlar. Bulunmayı bekleyen, bulununca da benlik duygumuzu sonsuza kadar güvence altına alacak, yalnızca geçmişin ‘geri alınması’na dayanmaktan çok uzaktırlar; kimlikler bizi konumlayan ve kendimizi konumladığımız farklı durumlara verdiğimiz isimlerdir, geçmişin öyküleridir. ( Hall 1998: 177)
Sosyal kimlik ve kültürel kimlik kavramları birbirinden ayrı olarak değerlendirilmelerine rağmen sosyolojik olarak bu iki kavramı birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü sosyal ve kültürel kimlik iç içe geçmiş kavramlardır.
Grup
Birey kendi isteğiyle girmiş olsun ya da kendi isteği olmaksızın içinde bulunsun grup, hayatımızın büyük bir bölümünü etkiler. Grup bireyin bağımsızlığı, özerkliği ve bireyselliği üzerinde yoğun ve kapsamlı bir etkiye sahiptir (Hogg 1997: 5). Gruplar günlük hayatımızın önemli bir bölümünü kaplar. İş yerinde gruplar hâlinde çalışırız, çocukken grup oyunları oynarız, arkadaş ve yaşıt grupları içinde sosyalleşerek büyürüz, görüşlerimizi ve tutumlarımızı gruplar aracılığıyla paylaşırız. Gruplar büyük ölçüde kim olduğumuzu, hangi sosyal sınıftan geldiğimizi, nasıl bir hayat yaşadığımızı belirler. Bağlılık duyduğumuz gruplar hangi dili konuştuğumuzu, hangi ağız veya vurgu ile bu dili konuştuğumuzu, ne gibi tutumlarımızın olduğunu, hangi kültürel değerlerimizin olduğunu, nasıl bir eğitim aldığımızı, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığımızı, kısacası bizim kim olduğumuzu, kimliğimizi belirler (Arkonaç 2005: 253).
Gruplar birçok yönden farklılık gösterir. Bazı gruplar (ulus, erkekler, kadınlar gibi) üye sayısı bakımından büyükken bazı gruplar (aile ya da belirli amaçla bir araya gelmiş çalışma grupları gibi) küçük olabilir. Bazı gruplar kısa süreli olurken (arkadaşlıklar) bazıları (dinî ve etnik gruplar gibi) binlerce yıl varlığını sürdürebilir. Bazıları (askerî birlik gibi) oldukça yapısallaşmış gruplarken bazıları (dernekler ve kulüpler gibi) daha az yapısallaşmış olabilir. Farklılıklar bakımından gruplar sınıflandırılabileceği gibi, benzerlikler açısından da grupları sınıflandırmak mümkündür (Hogg 1997: 5-6).
Myers’e göre grup, bir süreç içerisinde biri diğeri ile etkileşim içinde olan iki ya da daha fazla insan olarak tanımlanır (1987: 316). Aronson ve arkadaşları grubu “gereksinim ve hedefleri nedeniyle etkileşime giren üç ya da daha fazla sayıda insan” olarak tanımlar (Aronson vd. 2012: 496). Taylor ve arkadaşlarına göre ise grup, karşılıklı olarak bağımlı olan, hiç değilse, karşılıklı etkileşim potansiyeline sahip olan insanlardır (Taylor vd. 2007: 314). Grup tanımlarını çeşitlendirmek mümkün olmakla birlikte, Johnson ve Johnson’un tanımı oldukça kapsamlıdır ve bir grubun bütün özelliklerini de içinde barındırır. Bu tanıma göre grup, birbiriyle etkileşim içerisinde olan, birbirine bağımlı, grup içindeki üyelerin varlığından haberdar olan kendisini ve diğerlerini bu grubun üyesi olarak hisseden, ortak amaçların gerçekleştirilmesi için birbirlerini destekleyici yönde etkileyen iki ya da daha fazla birey olarak tanımlanmaktadır (Johnson, Johnson 1994: 13).
Bir grubun en temel özelliklerinden birisi grup üyeleri arasındaki birlikteliktir (Taylor vd. 2007: 315, 317; Arkonaç 2005: 264; ). Birliktelik, üyelerin arasında sıkı bir bağ kurarak davranışlarda bir birliğe ulaşmaları, birbirlerine karşılıklı destek olmalarını ve böylece kendi kendilerine yeterli bir varlık hâline gelmelerini anlatır. Bu özellik de gruba, ortama ve zamana göre değişiklik gösterir. Birliktelik, bir insan yığınını gruba dönüştüren psikolojik süreç olarak da tanımlanabilir (Hogg ve Vaughan 2007: 320-321).
Grup birlikteliği, grup üyeleri arasındaki çekim ve grup çekiciliği olmak üzere iki temel kavrama dayanmaktadır. Bazı gruplarda üyeler arasındaki bağlar güçlü ve uzun sürelidir. Grup üyeleri arasında bir grup bilinci vardır. Bazı gruplarda ise üyeler arasındaki bağlar gevşektir ve grup bilinci zayıftır, zamanla üyeler birbirlerinden uzaklaşırlar. Grup üyeleri birbirlerine sıkı bağlarla bağlı olduklarında grup birlikteliği de güçlüdür. Grup üyeleri arasındaki çekim kadar grup çekiciliği de önemlidir. Üyeler gruptan ne kadar doyum alırlarsa gruba bağlılıkları da o kadar güçlü olur. Bir grubun bizi çekmesi bizim amaçlarımız ile grubunkiler arasındaki eşleşmeye ve grubun amaçlarına ulaşmada ne kadar başarılı olduğuna bağlıdır. Grup, üyelerine doyum sağlamamasına rağmen kimi zaman üyelerin gruptan ayrılmalarını engelleyen sebepler olabilir. Grup birlikteliği bu durumdan da etkilenir. Üyeler gruptan ayrılmanın bedelinin çok yüksek olduğu durumlarda ya da başka seçenekleri olmadığında da gruba bağlı kalmak zorunda kalırlar ve bu da grup birlikteliğini etkiler. Grup üyeleri birbirlerini ve gruplarını çekici bulduklarında güdülenme düzeyleri de yüksek olur. Birlikteliği güçlü olan grup üyelerinin gruptan daha fazla etkilenme ve grubun değerlerine daha fazla uyma eğilimi de söz konusudur (Taylor vd. 2007: 317-318).
İnsanların gruba “niçin” katıldığının sorgulanması için öncelikle “nasıl” katıldığının da bilinmesi gerekir. Bağlı olduğumuz gruplar, onları ne ölçüde özgürce seçtiğimiz konusunda farklılık göstermektedir. Ait olduğumuz cinsiyet grubunu, etnik grubu, ulusu ya da toplumsal sınıfı seçmek irademizin dışındadır. Bunlar bizim doğduğumuzda içine düştüğümüz aidiyet gruplarıdır. Diğer yandan siyasî ya da meslekî bir gruba katılırken seçme hakkına sahibizdir. Bir kulübe ya da derneğe katılmaya karar verdiğimizdeyse çok daha geniş bir serbestliğimiz söz konusudur (Hogg ve Vaughan 2007: 339).
İnsanları bir grubun üyeliğine iten bir dizi koşul, güdü ve hedef vardır. Fiziksel yakınlık grup oluşumuna katkıda bulunabilir. Aynı mekânı paylaştığımız kişilerden hoşlanma ya da en azından katlanma eğilimi gösteririz. Bu, grup oluşumunu destekleyen bir durumdur. Benzer ilgi, tutum ve inançların paylaşıldığının farkına varılması da insanların grup oluşturmalarına ya da bir gruba katılmalarına sebep olabilir. Şerif’in gerçekçi çatışma kuramında olduğu gibi, insanların önlerine, ulaşmak için karşılıklı bağımlılığın zorunlu olduğu hedefler koyulduğunda, gruba katılmanın başka bir nedeni daha ortaya çıkar. Bu bağlamda, insanlar tek başlarına başaramayacakları şeyleri gerçekleştirmek için gruplara katılırlar. Karşılıklı destek alış verişinde bulunmak ve birliktelikten keyif almak için de gruplara katılırız. Bütün bunların yanında insanlarda doğuştan gelen bir aidiyet hissi vardır. Bu aidiyet hissi, bireylerin diğer insanlarla yakınlaşmasına ve gruplara katılmalarına neden olur. Ait olma ve başka insanlarla yakın olma duygusu bireyde güçlü bir özsaygı ve özdeğer duygusunun gelişmesine yol açar. Birey grup çatısı altında diğerleriyle birlikte olduğunda, kendini önemli ve değerli hisseder. Gruba katılmanın bir diğer önemli nedeni de bireyin sosyal kimlik kazanma arayışıdır. Gruplar, kim olduğumuza, nasıl davranmamız gerektiğine ve başkalarının bize nasıl davranacağına dair herkesçe bilinen bir tanım ve değerlendirme çerçevesi sunar. Birey olarak kim olduğumuzun bilinmesindense, ait olduğumuz grupla özdeşleştirilerek kim olduğumuza dair yargıda bulunmak kolaylaşır (Hogg ve Vaughan 2007: 340-341).
Gruba üyelik dinamik bir süreçtir. Bu süreçte gruba bağlılığın yoğunluğunda değişiklik olabilir. Gruba yeni üyeler gelir, eski üyelerle yeni üyeler grupta sosyalleşir. Süreç içerisinde bazı üyeler grubu terk ederken, bazıları grubun faaliyetlerine aktif olarak katılmamaya başlayabilir (Arkonaç 2005: 268). Grup üyeleri farklı zamanlarda farklı roller üstlenebilir ve bir rolden diğerine keskin geçişler yapabilir (Hogg ve Vaughan 2007: 342).
Bir grup yapısının oluşumu süreç içerisinde gerçekleşir. Öncelikle grup üyeleri arasında etkileşim belirli bir süre devam etmelidir. Grup özelliklerinin ortaya çıkması ve istikrara kavuşması için gerekli diğer şart, bireylerin ortak bir güdüsü veya ortak bir problemi olmasıdır. Bu ortak problem, bireylerin etkileşimde bulunduğu şartlarda ortaya çıkar. Belli sayıda kişinin ortak bir yoksunluğu ya da güdüsü ve bireysel çabayla ulaşamayacakları hedefleri varsa, bu kişiler birbirleriyle etkileşimde bulunma eğilimi gösterirler. Etkileşim özellikle ortak problemler etrafında yoğunlaşır. Dış koşullar etkileşim sürecini kesintiye uğratmadıkça bu ortak problem uzun süreli bir etkileşime yol açar. Bu etkileşim sürecinde amaçlar doğrultusunda sözleri ve hareketleriyle etkili bir şekilde katkıda bulunan üyeler ön plana çıkarken, yalnızca kuru gürültü yapan ve sorun yaratan kişilerse arka plana itilir. Ortak amaçlara ulaşmada bazı üyelerin etkili olması bazılarınınsa etkisiz kalmasıyla, grup içinde statüler belirlenmeye ve istikrara kavuşmaya başlar. İlk olarak istikrara kavuşan statü genellikle lider konumu ve en alt konumdur. Bu etkileşim sürecinde üyeler arasındaki statü farklılaşmasıyla grup yapısı şekillenir. Bununla birlikte belirli bazı sloganlar, ifadeler ve ilgili standartlar ya da grup değerleri oluşur. Zaman içinde grup değerleriyle birlikte statüler, roller ve bunların sahipleri istikrara kavuşur. Belirli sayıda bireyin deneyim ve davranışını düzenleyen bir yapı ve bir dizi değer gözlemlendiğindeyse, bir grubun oluştuğundan söz edilebilir (Şerif, Şerif 1996, I: 181-184).
Grup İçi ve Gruplar Arası İlişkiler
Şerif’e göre gruplar arası ilişkilerin doğasını anlamak için, grup içi ilişkilerin doğasını anlamak gereklidir; ya da tam tersi olarak, grup içi ilişkileri anlamak için gruplar arası ilişkilerin doğasını anlamak (Şerif, Şerif 1996, I: 311). Grup içi ve gruplar arası ilişkiler bu bağlamda iç içe geçmiştir.
Grup üyeleri arasındaki çekim ve grup çekiciliği güçlü olan gruplarda içgrup dayanışması söz konusudur. Grup üyelerinin grubu ve birbirlerini olumlu değerlendirmeleri grup bütünlüğünün oluşmasında önemli rol oynar (Hogg 1997: 22). Grup bütünlüğü, üyelerin grup içindeki ilişkilerinin olumluluğuyla doğru orantılıdır. Sosyal bütünleşme teorisi çerçevesinde de ancak birbirlerine ihtiyaç duyan, birlikte olmaktan karşılıklı olarak doyum sağlayan, birbirlerine bağlı bireyler bir grup oluştururlar (Hogg 1997: 25).
Gruplar arası ilişkilerin olumlu ya da olumsuz olması süreç içerisinde grup hedeflerinin işbirliğine ya da rekabetine bağlıdır. Gruplar arasında rekabet söz konusu olduğunda içgrupla bütünleşme, grup üyelerinin kendi gruplarını kayırmalarına yol açar. İçrup üyeleri, kendi gruplarına kayırmacı bir tutum geliştirirken dışgruba karşı da olumsuz bir tavır takınır. Dışgruba karşı takınılan olumsuz tavır, içgrup içerisindeki dayanışmayı güçlendirir ve içgrup üyeleri arasında güçlü bağlar kurulmasını sağlar. Ancak, Şerif’in deneylerinde olduğu gibi içgrup içerisinde lider ve grup üyeleriyle ilgili çatışmalar söz konusu olduğunda, içgrup yapısında çözülmeler de baş gösterebilir (Şerif, Şerif 1996, I: 296, 311).
Grup çıkarları için çalışan grup üyelerinin gruptaki statüleri yüksektir. Grup içindeki yüksek statü beraberinde üyelere görev ve sorumluluklar da yükler (Hortaçsu 2007: 107). Gruptaki yüksek statülü üyeler bulunmakla birlikte grup görüşüne ters düşen üyeler de vardır. Gruplar, grup görüşüne ters düşen üyeleri öncelikle değiştirmeye çalışır ancak başarılı olunamazsa o zaman gruba ters düşen üye gruptan uzaklaştırılır. Sosyal kimlik kuramına göre, gruptan farklı düşünen üye grup prototipine aykırı düşmektedir. Grup prototipi, en beğenilen kişinin nasıl bir insan olması gerektiğini ve hangi değerleri temsil ettiğini ortaya koyar. Grup prototipine aykırı olan davranışlardan birisi üyenin grubu eleştirmesidir. Grup eleştirisi grup içinde yapıldığı takdirde görmezden gelinebilir, ancak kişinin kendi grubuyla ilgili eleştirileri dışgruba yansıtması içgrup için kabul edilemezdir (Hortaçsu 2007: 116-117).
Grup içinde görüş birliğini tesis edip karşıt görüşleri yok etmek, grup birlikteliğini ve grup uyumunu güçlendirebilir. Buna karşın farklı görüşlere açık olmak da grup homojenliğine zarar verir ve grupiçi çatışmalara ve bölünmelere neden olur. Grupiçi ilişkiler bağlamında, farklı görüşlerin kabulü ya da reddi grubun amacı, evresi, içinde bulunduğu ortam, farklı görüşlerin hangi konuda olduğu, kim tarafından dillendirildiği, grup değerlerine uygun olup olmaması gibi parametrelere bağlıdır (Hortaçsu 2007: 119).
Bazen grup üyeleri kendi gruplarının değerlerine aykırı olarak karşıt grup yönünde sapma gösterirler. Grubun sapma gösteren üyesine verilen olumsuz tepki literatürde “kara koyun etkisi” adını alır. “Kara koyun” grup birliğini tehlikeye attığı için gruba bir tehdit oluşturur ve bu nedenle grupta olumsuz değerlendirilir (Hortaçsu 2007: 119).
Grup bütünleşmesinin yüksek olduğu gruplarda grup lideri, grup prototipine en uygun kişidir. Grup liderinin grubun değerlerine olan bağlılığı, liderin üyeler tarafından karizmatik bulunmasını sağlar. Liderin grup için fedakârlık yapması, kendi çıkarlarını kollamayıp herkesten çok grup için çalışması da liderin diğer grup üyeleri tarafından karizmatik görülmesine yol açar. Grubun tehlikede olduğu zamanlarda grupların kendisine yol gösterecek, karizmatik bir lidere olan ihtiyacı artar (Hortaçsu 2007: 128).
Şerif, gruplar arası ilişkiler terimini iki ya da daha fazla sayıda grup ve bunların üyeleri arasındaki ilişkiler olarak tanımlar (Şerif 1996, I: 282). İki ve daha fazla sayıdaki grup arasındaki ilişki iki boyutta ele alınabilir. Bunlardan birisi eşitlik-eşitsizlik, diğeri de üstgrup altında var olan altgruplar boyutudur (Hortaçsu 2007: 147).
Eşitlik-eşitsizlik, gruplar arası ilişkileri etkileyen önemli bir boyuttur. Toplumsal güce sahip olan gruplar, güçsüz gruplar karşısında daha baskındırlar. Güç kavramı, içinde bir zorlayıcılık ifadesi taşır. Güç sahibi olan grup olmak, daha güçsüz gruplara istediğini yaptırabilmek olarak tanımlanabilir. Gruplar arasında güç kaynağı farklılık gösterebilir (Hortaçsu 2007: 147). Sayısal çoğunluk, maddî zenginlik ve itibar bir grubun diğer gruba etki edebileceği güç kaynakları arasında yer alabilir.
Gruplar arası ilişkilerin bir diğer boyutu üstgrup altında altgruplardır. Bazen çeşitli açılardan eşit ya da eşit olmayan gruplar bir üstgrubun altgrupları olabilirler. Altgruplar, bir bütünün parçaları olarak bir üstkimlik temelinde birleşebilir ya da üstgrup kimliği içinde asimile olup varlığını yitirebilirler. Bir üst grup altındaki eşit olmayan altgruplar söz konusu olduğunda, güçsüz grup güçlü grup tarafından belirlenen üstkimliği benimsemeye zorlanabilir. Bu durum altgrup kimliğinin yitirilmesi sonucunu doğurur. Altgrup, üstgrup kimliğini benimserse ve üstgrubun koyduğu ölçütlere uyarsa o zaman kendi konumunun düşüklüğünü kabul etmiş olur (Hortaçsu 2007: 148-155).
Gruplar arası ilişkiler bağlamında üzerinde durulması gereken nokta, grupların geliştirdikleri bütün stratejileri “öteki” gruba karşı kendi grup kimliklerini koruma çabasıyla geliştirdikleridir. Gruplar kendi kimliklerini korumak ya da güçlendirmek çabasıyla çeşitli bilişsel ve davranışsal yollara başvururlar. Bunu bilinçli olarak ya da bilinçsiz bir şekilde farkında olmaksızın da yapmaları mümkündür.
Çatışma
İnsanlar bazen ortak bir hedefe yönelirler, ancak kimi zaman da insanların hedefleri birbiriyle uyuşmaz ve bu durum çatışmaya neden olur. İki ya da daha çok sayıda insan arasında bir temas gerçekleştiğinde, kişiler arası çatışma olasılığı da söz konusudur. Çatışma kişiler arasında olabileceği gibi gruplar arası ilişkiler bağlamında da düşünülebilir. Bu durumda çatışma, iki grup arasındaki uzlaşmazlık olarak değerlendirilebilir.
Şerif, gruplar arasındaki ilişkinin olumlu ya da olumsuz olmasını grup hedeflerinin işbirliği içinde veya rekabet hâlinde olmasına bağlar. Ona göre, sınırlı kaynakları elde etmede yaşanan rekabet, içgrup kayırmacılığına yol açar. Literatürde bu durum gerçekçi çatışma kuramı olarak adlandırılır. Şerif bu teorik görüşlerini, gerçekleştirdiği birbiriyle bağlantılı üç deney çalışması ile doğrular. Bu deneyler 1949, 1953 ve 1954 yıllarında, yaz kampına katılan yaklaşık 11 yaşlarındaki 22 erkek çocuğun katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Çocuklar sosyo-ekonomik açıdan orta düzey, Protestan ailelerin çocuklarıdır. Bu çocuklar deney öncesinde birbirlerini tanımayan, sağlıklı ve uyumlu çocuklardır.
Şerif deneylerinin hipotezleri şunlardır:
1. Daha önce birbirlerini hiç tanımayan kişiler, ortak hedeflere yönelik etkinliklerde bir araya getirildiklerinde hiyerarşik konumları ve rolleri olan bir grup yapısı meydana getirirler. Etkileşim süreci, en azından grup için önemli meselelerde üyelerin tutumlarını düzenleyen ortak değerler oluşturur.
2. Gruplar kısıtlı hedefler için rekabet ederler, bunun sonucunda dışgruba karşı bir düşmanlık oluşur, olumsuz tutumlar ve kalıpyargılar doğar ve standartlaşır. (Şerif-Şerif 1996, I: 192)
Şerif’in araştırması üç aşamada gerçekleştirilmiştir:
I. İçgrup oluşumu evresi,
II. Gruplararası sürtüşme ve çatışma evresi,
III. Gruplararası çatışmanın azaltılması evresi (Şerif-Şerif 1996, I: 302).
İlk evrede etkinliklerin uyum içinde yapılması amaçlanıyordu. Bu uyumlu süreçte işbölümü gerçekleşiyor grup içindeki statü ve roller belirleniyordu. İkinci evrede, amaçlar gruplar arası çatışmaya neden oluyordu. Gruplar arası çatışma, dışgruba ilişkin aşağılayıcı kalıpyargılar ve olumsuz imajlar üretiyordu. Bununla birlikte dışgrupla yaşanan çatışmanın içgrup içerisindeki dayanışmayı artırdığı gözlemleniyordu. Dolayısıyla ikinci aşamada sınırlı kaynaklar söz konusu olduğunda, rekabete giren iki grubun var olması gruplar arası çatışma için yeterliydi. Üçüncü evrede gerçekleştirilen etkinliklerde gruplar ortak amaçlara yönlendiriliyor, amaca ancak birbirlerine bağımlı olarak ve işbirliği içerisinde ulaşabiliyorlardı ve böylece gruplar arasında bir uzlaşma zemini oluşuyordu (Şerif-Şerif 1996, I: 303, 309, 319, 320-324). Böylece Şerif deneylerinin üçüncü evresi gösterdi ki, aralarında çatışma olan gruplar ortak üst hedeflere ulaşmak için etkileşime girdiklerinde, bu ortak hedef doğrultusunda işbirliğinde bulunurlar. Bu ortak hedeflere yönelik birlikte gerçekleştirilen etkinlikler, gruplar arasındaki düşmanlığı tamamen ortadan kaldırmaz, ancak gruplar arasındaki çatışmayı ve dışgruba yönelik olumsuz kalıpyargıları belirgin şekilde azaltır (Şerif, Şerif 1996, I: 325).
Şerif’in deneylerinde de görüldüğü gibi, gerçekçi çatışma kuramı insanların, hedefleriyle olan ilişkisi, davranışlarının rekabet edici ya da işbirlikçi oluşu, ilişkilerin çatışma hâlinde ya da uyumlu oluşu üzerine odaklanır (Arkonaç 2005: 334).
Şerif’in deneylerini daha sonra yapılan bazı çalışmalar (Blake-Mouton 1961,1962; Ferguson-Kelley 1964; Andreeva 1984) da desteklemesine rağmen, gerçekçi çatışma kuramına itirazlar (Capozza-Volpato 1994) da olmuştur. Kurama yapılan temel eleştiri, Şerif’in küçük grupları esas alarak yaptığı çalışmalardan elde ettiği sonuçları büyük ölçekli sosyal gruplar için genelleştirilemeyeceği noktasında yoğunlaşmaktadır. Deney ortamında iki küçük grup arasında oluşan düşmanlık ile sosyo-kültürel, tarihî, ırkî, dinî vs. sebeplerle beslenen düşmanlık, ayrımcılık ve kalıpyargıların hüküm sürdüğü çok büyük sosyal gruplar yapı ve işlev olarak bir değerlendirilemez. Ancak bu eleştirilerin yanında, rekabet ve yarışma ortamı hem gruplar arası ayrımcılıkta ve kalıpyargıların ortaya çıkmasında hem de bunların artmasında önemli rol oynar. Bu bakımdan kuram, kalıpyargıların oluşması ve standartlaşması noktasında önemli bir çerçeve çizmektedir (Yapıcı 2004: 47).
Değer
Değerler, bir grubun veya toplumun üyelerinin ne şekilde davranması gerektiğini anlatan ortak inançlardır ve emredicidirler (Hogg ve Vaughan 2007: 329). Değerler gruplara, sosyal kategorilere ve kültürlere bağlıdırlar. Bu sebeple sosyal bir yapılanmaları vardır ve varlıklarını sosyal olarak sürdürürler (Hogg ve Vaughan 2007: 663). Tezcan’a göre “değerler bütün kültür ve topluma anlam ve önem veren ölçütlerdir” (1974: 14). Değerler bir bakıma kültürlerin yansımasıdır (Hogg ve Vaughan 2007: 663). Myers’e göre ise değer “insanlar tarafından kabul edilen ve yapılması beklenen davranışları düzenleyen kurallar” olarak tanımlanır (1987: 186). Hortaçsu, kavramı çok yalın bir ifadeyle “gruplarda geçerli olan kurallar” şeklinde tanımlar (1998: 91).
Her davranış ve olası bir durum için gruplar değer oluşturmaz. Grup, kendisi için önemli olan meselelerde değer oluşturur. Bir grup için bir meselenin önemi, grubun temel amaç ve hedeflerine, toplumdaki diğer gruplarla ilişkilerine ve grubun içinde bulunduğu diğer şartlara göre değişir (Şerif, Şerif 1996: 241).
Değerler toplumsaldır. Bireyler doğuştan değer bilinci ile doğmazlar, değerleri sonradan diğer insanlarla ilişki içerisinde öğrenirler. Bireyi çevreleyen sosyal ortam, toplum değerlerini bireye zaman içerisinde özümsetir. Toplum için yerleşik olan değerler kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılır (Şerif 1985: 102).
Değerlerin bazı özellikleri vardır. Değerler, grubun veya toplumun üyeleri tarafından paylaşılırlar. Bunlar çoğunluk tarafından kabul edilirler, bireysel değildirler. Toplum tarafından ciddiye alınırlar. Değerler duygusal anlam da taşırlar. Üyeler, yüce değerler için fedakârlık yapmaya, mücadeleye hatta ölmeye hazırdırlar. Bayrak ve bağımsızlık bu değerlerdendir. Bu değerler toplumun üyelerinden bitmeyen bir bağımlılık ve sadakat beklerler. Değerler, insan zihninde yer etmiş kavramsal varlıklara sahiptirler (Tezcan 1974: 14-15). Değerlerin grup üyeleri için bağlayıcı bir özelliği vardır. Değere uygun hareket etmeyen grup üyesi eleştirilir, uyarılır ya da gruptan dışlanır (Şerif, Şerif 1996, c.1: 238). Değerler, belirli bir çevrede hangi davranış kalıplarının kabul edilebilir olduğunu belirtir ve böylece belirsizliği azaltarak kişinin doğru eylemi yapmasını kolaylaştırırlar. Değerler yapı bakımından değişime dirençlidirler. Bazı değerler “kabul edilebilir davranış genişlikleri” bakımından dar ve sınırlayıcıyken, bazıları geniş ve serbesttir. Gruba sadakatle ve grup yaşamının esas yönleriyle ilişkili olan değerler kabul edilebilirlik açısından daha sınırlı bir davranış genişliğine sahiptir. Grubun çevresel özellikleriyle ilişkili değerler ise daha az sınırlayıcıdırlar. Bazı grup üyelerine başkalarına kıyasla değerler konusunda daha geniş bir davranış serbestliği tanınır. Grubun yüksek statülü üyeleri değerlere uyma konusunda düşük statülü üyelere göre daha rahat davranabilirler (Hogg ve Vaughan 2007: 331-332).
Değerlerin birtakım işlevleri vardır. Grup içi birliği sağlamak, çatışmaları azaltmak, grubun kimliğini belirlemek bunlardan bazılarıdır (Hortaçsu 1998: 91). Bunun yanında değerler bireye amaç ve yön belirler. Bireyin başkalarından ne bekleyebileceğini ve kendisinden ne beklenildiğini bilmesini sağlar. Bireyin, doğru ve yanlış, haklı ve haksız, hoşa giden ve gitmeyen, ahlâkî ve ahlâkî olmayan arasında doğru seçimi yapmasına yarar (Tezcan 1974: 15).
Değerlerle bağlantılı iki kavram vardır. Bunlardan ilki “uyma”, diğeri ise “sapma” ya da bir başka deyişle uymamadır. Uyma, genellikle bireyin kendi düşünce ve davranışını çeşitli nedenlerle değiştirerek kendisinden farklı gördüğü grubun değerine uygun şekilde düşünmesi veya davranması olarak tanımlanabilir (Hortaçsu 1998: 109). Değerlere uymanın başlıca iki sebebi vardır. Bunlardan ilki, bireyin düşüncesini belirtmesi gereken konuya ilişkin nesnel bir ölçüt yoksa birey kararını verirken diğer grup üyelerinin görüşlerini ölçüt olarak alır. Yabancı bir kültürde geleneklere ters düşmemek için çevresini gözlemleyen ve çevresindekileri örnek alarak onlar gibi davranan kişiler bu duruma örnek gösterilebilir. Değerlere uymanın ikinci sebebi, grubun bireye vereceği ceza ve ödüllere bağlıdır. Ödül ve cezalar bireyin diğer grup üyelerince sevilmesi, saygınlık kazanması, önemli görevlere atanması ya da hoş görülmeyip saygınlığını kaybetmesi şeklinde olabilir (Hortaçsu 1998: 109, 112). Uyma ve sapma davranışı grup değerlerinin belirttiği hoş görülebilir davranış yelpazesine göre tanımlanır. “Uyma, bu aralıktaki davranışa karşılık gelirken, sapma, hoş görülebilir davranış yelpazesinin sınırları dışında kalan davranışlara karşılık gelir. Kısacası sapma, yalnızca davranıştaki değişiklik derecesi değildir. Diğer grup üyelerinin “usulsüz”, “tehditkâr”, “tehlikeli” hatta “haince” olarak niteledikleri türden bir değişikliktir.” (Şerif, Şerif 1996: 244)
Bazı değerler evrensel olmakla birlikte, farklı toplumlarda farklı değerler bulunabilir. Değişik kültürler birbirlerinden farklı değerleri önemseyebilirler. İnsanların hayatlarını devam ettirirken doyurmaları gereken yemek, içmek, evlenmek gibi birtakım temel ihtiyaçları olmakla birlikte, bu temel ihtiyaçların karşılanmasında olağanüstü farklılıklar görülür. Herkes yemek yer, bir şeyler içer ancak, her kültür farklı şeyleri farklı şekillerde yer ve içer. Evlenmek de böyledir, eş seçiminden başlayıp düğün merasimine kadar devam eden süreçte değerler bize yol gösterirler (Şerif 1985: 116). Bu bakımdan değişik kültürler, ırklar ve etnisiteler arasındaki farkları ortaya koymak için değerler bir parametre olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, bir topluluğun benimsediği temel değerlere bakarak o toplulukla ilgili yargılara varılabilir. Dolayısıyla kültürler ya da etnisiteler arası farklarla ilgili çalışmalarda değerler, üzerinde durulan önemli noktalardan birisidir.