banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları

Babası bu sözleri duyunca: ‘Allah rızası için kızım, onu kurtar!’ dedi.

Kız bir kap su aldı. Üzerine bir şeyler mırıldandıktan sonra üzerime birkaç damla serpiştirdi ve şöyle dedi:

‘Bu hâlinden çık ve asıl hâline dön!’

Ben de eski hâlime geri döndüm. Sonra onun elini öptüm, ‘Peki beni lanetleyen karımı bir yaratığa dönüştürebilir misin?’ diye sordum.

Bunun üzerine bana biraz su vererek; ‘Onu uyurken gördüğün anda bu sıvıyı üzerine dök ve az önce ben seni dönüştürürken söylediğim sözleri söyle. Böylece sen ne olmasını istiyorsan ona dönüşecektir.’ dedi.

Karımın yanına gittim ve onu uyurken buldum. Üzerine suyu serperken şöyle dedim:

‘Bu hâlinden çık ve bir katıra dönüş.’

O anda bir katıra dönüştü. İşte gördüğün bu hayvana… Bil ki sözlerim doğrudur ey cinlerin sultanı!”

Sonra cin, katıra dönmüş ve sormuş: “Böyle mi oldu?” Katır başını sallamış ve hareketleriyle şöyle cevap vermiş: “Gerçekten de doğrusu bu. Benim başıma gelenler bundan ibaret.”

Üçüncü ihtiyar adam, diğer ikisinden daha ilginç bir hikâye anlatınca cin hayretler içinde kalmış. Heyecanla ürpermiş, “Pekâlâ, tüccarın geri kalan kanını da sana bıraktım ve senin hatırına onun canını bağışlıyorum.” demiş.

Bunun üzerine tüccar, yaşlı adamlara sarılıp onlara teşekkür etmiş. İhtiyarlar da ona mutluluk ve selamet diledikten sonra kendi yollarına devam etmişler.

“Fakat bu masal balıkçının masalından daha ilginç değil.” demiş Şehrazat.

Şah sormuş: “Balıkçının masalı nasıldır?”

Şöyle demiş Şehrazat: “Balıkçının ve cinin masalı…”

Balıkçı ve Cin

Şehrazat o gece masalına başlamış: “Şöyle ki yüce şahım…”

Bir zamanlar, ülkenin birinde görmüş geçirmiş bir balıkçı yaşarmış. Üç çocuğu ve karısı ile birlikte fakir bir hayat sürermiş. Ağını günde dört kereden fazla denize atmamayı alışkanlık hâline getirmiş. Bir gün, öğle vaktinde deniz kıyısına gitmiş. Sepetini kenara koymuş ve gömleğini sıyırdıktan sonra suya dalmış. Ardından ağını atmış ve ağ denizin dibine ulaşıncaya kadar beklemiş. Bir süre sonra da ağı toplamış ve sürüklemiş. Fakat birden yükü ona ağır gelmeye başlamış. Ağı karaya çıkarmak için ne kadar çabalasa da başarılı olamamış. Sonra ağın ucunu kıyıya sürüklemiş, yere bir kazık çakmış ve yerini sağlamlaştırmış. Soyunup suya dalmış ve ağın yakaladığı şeyin bir eşek ölüsü olduğunu, ağırlığının ağı parçaladığını görmüş. Bunu görünce kederlenerek:

“Şüphe yok ki galip olan yalnızca Allah’tır. Hiç kimse onun kadar güçlü değildir. Bugünkü rızkım oldukça ilginç…” demiş ve şu şiiri okumuş:

Çalışıp çabalıyorsun gece boyunca sıkıntılara katlanarak
Ama yiyecek bir lokma ekmek bile bulamayarak
Denizdeki balıkçıyı görmedin mi sen?
Göklerde yıldızlar parlarken
O rızkını arar
Darbe üstüne darbe indirse de dalgalar
Ağına bakar da bakar
Gayretle çabalar da çabalar
Eve götürecek balık yakaladığında sevinçten çıldırır
Onun saatlerce çabalayarak tuttuğu balığı bir adam satın alır
Huzur bulur balıkçı, unutur soğuğu, umarsamaz karanlığı,
Allah’a şükreder verdiği için rızkını
Çabalamaktır alın yazısı, yakalamak için balıkları…

“Doğrusunu Allah bilir, ben onun yüceliğinden eminim.” demiş ve devam etmiş:

Kader sana tekme attığında düşün bir:
Acı çekmek asil ruhlar içindir
Şikâyet etme, isyan etme sakın
Zalimlerin şerrinden Allah’a sığın.

Balıkçı, ölü eşeğe bakmış, ağı çözüp onardıktan sonra Allah’ın izniyle diyerek suya atmış. Ardından tekrar ağı çekmeye çalışmış fakat bu kez daha da ağırmış ve sertçe denizin dibine batmış. Adam içinde balık olduğunu düşündüğünden acele etmiş. Kıyafetlerini çıkarıp suya dalmış, denizin dibine varıncaya dek dalmaya devam etmiş. Sonra kum ve çamurla dolu bir küpe denk gelmiş. Büyük bir sıkıntıda olduğuna hükmettikten sonra şu şiiri okumuş:

Bu dünyanın sıkıntılarına sabret
İstemesen de affet
Rızkımı aramaya çıktım
Bir lokma ekmek bile bulamadım
Zanaatım bana hiçbir şey getirmedi
Tıpkı kaderim gibi
Kaç cahil daha ulaşacak yıldızlara
Bilgeye zulmedilirken karanlık akıllılarca.

Sonra Allah’ın affına sığınarak küpü fırlatmış. Ağını temizledikten sonra üçüncü kez denize atmış ve batmasını beklemiş. Ağı çıkardığında sadece kırık cam parçaları bulmuş ve şu şiiri okumuş.

İşte burada rızkın
Onu kaybedemezsin ya da elinde tutamazsın.
Kalem de getirmez sana kelam da
Kaderinin armağanıdır sana
Sevinç de ekmek de
Bir hüzün ki başkalarına verir neşe
Cahil kafalılar olurken büyük insan
Gel ey ölüm, değmez bu hayat yaşamaya, dayanabilirsen dayan
Şahin bir düşerse yere
Rüzgâra karşı kanat çırpmak kalır ördeğe.

Gözlerini göklere kaldırmış ve dua etmiş: “Ey Allah’ım! Biliyorsun ki ağımı bir günde dört kereden fazla atmam. Üç kez attım fakat sen bana hiçbir şey ihsan etmedin. Bari bu kez bana rızkımı ver!”

Allah’ın adını zikrederek bir kez daha attığı ağının denize gömülmesini beklemiş. Sonra ağı sürüklemeye çalışmış; fakat yine çekmeyi başaramamış. Çünkü ağ, derinlerde bir şeye takılmış. Adam üzüntüyle ağlamış: “Galip olan Allah’tır!” demiş ve şu şiiri okumaya başlamış.

Kahretsin Allah bu lanet dünyayı
Acıdan ve sefaletten yorar adamı
Mutlu olsam da aydınlığa döndüğünde karanlıklarım
Bir fincan gibi hiç üzülmeden geleceği dökerim
Ama bana sorarlarsa en mutlu kim?
Derim; tabii ki benim!

Balıkçı hemen üzerindekileri çıkarmış ve ağın olduğu yere doğru yüzmüş. Ağı karaya çıkarıncaya kadar uğraşmış. Sonra onu çözmüş ve bakır kaplama, sarı bir küp bulmuş. İçinde bir şeyler olduğu belli olan bu küpün kurşunla sıkıştırılmış, Davut’un oğlu Süleyman Efendimiz’in -Allah ikisininden de razı olsun- mührüyle damgalanmış bir ağzı varmış. Bunu gören balıkçı sevinerek: “Eğer bunu pazarda satarsam en az on altın dinar kazanırım!” demiş.

Küpü sallamış ve oldukça ağır olduğunu fark etmiş.

“Keşke bunun içinde ne olduğunu bilseydim. Açıp içinde ne olduğunu görmeliyim. Sonra da pazarda satarım.” demiş.

Daha sonra bir bıçak çıkarmış ve kurşun kapağı gevşetinceye kadar uğraşmış. Kapağı yere koymuş ve içindekileri boşaltmak için küpü sallamış. Hiçbir şey olmadığını görünce şaşırmış. Sonra küpten göklere doğru yükselen bir duman çıkmış. Balıkçı daha çok şaşırmış. Duman toprağı süpürmüş, iyice büyüdüğü anda yoğunlaşmış ve cine dönüşmüş. İri cüsseli, ayağı yerde, kafası gökte bir yaratık… Başı kubbe şeklinde, elleri tırmık, ayakları direğe benzeyen; ağzı mağara, burun delikleri ibrik gibi, gözleri bir çift lambayı andıran bu ucube, keskin ve aşağılayıcı bakışlar atan bir cinmiş.