banner banner banner
Nutuk
Nutuk
Оценить:
 Рейтинг: 0

Nutuk

Osman Bey’in cevabı: “Vali vekilliğini Defterdar Ferit Bey’e vereceğim, kendi üzerime almayacağım. Bildiğiniz Ferit Bey’dir. Sinop Mutasarrıfı bildiğinizdir, kendisi vazifeden alınmıştır. Vekillik, Jandarma Tabur Komutanı Remzi Bey’dedir. Mazhar Tevfik Bey’in Sinop’ta olduğu bildiriliyor. Şifre anahtarı tevkif edilen alay komutanındadır; istendi, alacağım cevaba göre arz ederim, efendim.”

“Yanınızda başka şifre anahtarı var mıdır? Ferit Bey şimdi nerededir, durumdan bilgisi var mıdır?” diye sordum.

“Durumdan bilgisi yoktur, şimdi çağrıldı, gelecektir. Ben hiç şifre anahtarı almadım çünkü tevkif edileceğimi bilmiyordum, makam şifresiyle yazarım ümidindeydim.” cevabını verdi.

“Oradaki jandarma tabur komutanı kimdir, ne kadar jandarma kuvveti vardır, emriniz altına girdi mi?” sorusunu yazdırdım. Buna da verdiği cevapta: “Jandarma Komutanı Emin Bey, yanımda ve benimle iş birliği yapmıştır, merkezde jandarma sayısı otuz beş kadardır. Polis Müdürü Halil Bey de yanımda ve benimle iş birliği yapmıştır, polis sayısı kırktır. Piyade Tabur Komutanı Şerif Bey, kendisi biraz budala olduğundan şimdilik tevkif edilmiştir. Jandarma Tabur Komutanı Emin Bey yüzbaşıdır. Defterdar Ferit Bey geldi, yanımdadır.”

“Emin Bey’i biraz anlatır mısınız?” sorusuna “1902 mezunlarından, Üsküplü Emin, tanırsınız. Ayrıca ellerinizden öpüyorlar.”

Bunun üzerine şu satırları yazdırdım: “Emin Efendi’yi tanırım, teşekkür ederim. Ferit Bey’e durumu anlattınız mı? Önemli hususlar makam şifresiyle bildirilebilir. Sinop Mutasarrıf Vekili olan Jandarma Komutanı’na güvenilmezse onun yerine sizce uygun görülecek birinin vekilliğe geçirilmesi için gerekli tedbirler düşünülmeli. Yardıma ihtiyaç görüyor musunuz?” Osman Bey: “Kuvvetçe ihtiyaç görüp görmediğimi daha sonra arz edeceğim; Jandarma Tabur Komutanı, yeni geldiği için tutumu anlaşılamamıştır, efendim.” cevabını verdi. Osman Bey’e başka bir söyleyeceği olup olmadığını ve Ferit Bey ile durum üzerinde görüşüp görüşmediklerini sorup anladıktan sonra, şu telgrafı yazdırdım:

    16-17 Eylül 1919

Osman Bey ve Ferit Beyefendi’ye,

Tedbirlerinizde ve çalışmalarınızda başarı dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tevkif edildiğinden haber vermenizi bekleriz.

    Mustafa Kemal

Kastamonu da İstanbul’a Karşı Harekete Geçiyor

Ferit Bey, Vali Vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları Komutanı olarak çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra, kendilerini tekrar telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.

İstanbul’da gereken makamlara, istenildiği gibi halkın imzası altında telgraflar yazıldığı ve bütün vilayetlere ve sancaklara da bu telgrafların gönderildiği bildirilmekle beraber birtakım sorular da soruluyordu. Bu arada “halk diyormuş ki:

1- Diğer vilayetlerin umumi efkârı bizimle beraber değiller midir?

2- Bu olağandışı durum ne zamana kadar devam edecektir?

3- Kabinenin direnmesine karşı ne gibi tedbir buyuruldu? Lütfen bizi aydınlatınız, Paşa’m.”

Halk adına yöneltilen bu soruların Vali Vekili ve Komutan Beylerin de zihinlerini işgal etmekte olduğunu düşünmek ve ona göre cevap vermek zahmete değerdi. Bundan dolayı Sivas-Kastamonu telini saatlerce işgal eden uzun bilgi verildi ve açıklamalarda bulunuldu. Bu açıklamaları şöyle özetleyebilirim:

1- Millî galeyan, vatanın her köşesinde kuvvetli ve ateşli bir şekilde vardır. Bütün vilayetlerin en ufak köylerine kadar halk ve en ufak birliğine kadar bütün ordularımız baştan aşağı hassasiyetle ve tam bir birlik hâlinde, bildirilen kararları uygulamakta ve yürütmektelerdir. Ve halkın ikinci ve üçüncü sorusuna cevap olmak üzere de:

2- Ne vakit ki Kastamonu halkı, bu durumu olağan dışı bulup endişeye düşmek zaafından kurtularak maksadımıza erişinceye kadar dayanmakta tereddüt eseri göstermeyecektir, işte o zaman olağan dışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Kabinenin direnişi tabiidir. Buna karşı başka tedbire kalkışmadan önce ilk tedbirimizi hakkıyla ve her tarafta kesinlikle uygulama çarelerini düşünelim. Mesela: Bolu’nun durumu hakkında ne yapılmıştır? Bolu hizasına kadar bütün mevkilerin İstanbul ile resmî haberleşmesinin kesildiğinden emin miyiz? Bununla ilgili olarak, beklediğimiz bilgiler henüz gelmedi. İşte, bu dediğim tedbir İstanbul’a kadar genişletildiği takdirde kabinenin direnmeye gücü kalmayacağını sanırım. Bunun beraber bundan sonra da çok cahilce ve çok ahmakça bir direnişe devam etmek isterlerse, her hâlde daha tesirli tedbirler uygulanmasına imkân vardır.

Bundan sonra Vali ve Komutan’ın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı: İnebolu’dan İstanbul’a geri gönderilen yeni vali Zonguldak’ta, Dâhiliye Nazırı’ndan şöyle bir emir almış:

“Bolu ve çevresi serbesttir. Zonguldak’a çıkınız, vilayetin gereken yerleriyle haberleşiniz ve son emre kadar orada bekleyiniz.” Gerçekten yeni vali, Zonguldak’ta kalmış ve tehditlere başlamış. Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak Mutasarrıfı’na yeni valiyi tevkif edip karadan Kastamonu’ya gönderilmesini emretmişler, Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla beraber teşebbüsü öğrenen yeni vali, orada barınamayarak, İstanbul’a dönmüş (Ves. 106).

Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu Kuvayımilliye Komutanı

Bir münasebetle arz etmiştim ki 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Kongre adına bazı kararlar almış ve hazırlıklar yapmıştı. Ali Fuat Paşa’ya, Kongrece “Batı Anadolu Kuvayımilliye Komutanı” unvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını millî bir bölge sayıp komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Bey’i; Afyonkarahisar dolaylarını da millî bir bölge sayıp komutanlığına 23’üncü Tümen Komutanı Ömer Lütfü Bey’i tayin etmişti. Bu Tümenle Anadolu’ya geldiğimizin daha ilk günlerinde ilgilenildiğini ve meşgul olunulduğunu o günlere ait açıklamalarım sırasında söylemiştim. İstanbul hükûmeti Fuat Paşa’nın yerine Hamdi Paşa’yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir’e kadar geldi. Orada, kendisine 16 Eylül’de İstanbul’a dönmesi gerektiği bildirildi.

İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuvayımilliye Komutanı olan Atıf Bey’i tevkif edip İstanbul’a gönderdiler. Kuvayımilliye Komutanı olan bir kimsenin kendini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu husustaki gaflet ve tedbirsizlik kendisini kurtarmak için uzun zaman arka arkaya teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz gibi o tarihte Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği millî kuvvetlerle birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit denilen yere gitmişti. Eskişehir’i uzaktan sardı. Eskişehir’de bulunan İtilaf Kuvvetleri Komutanı General Sally Clade’in Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta kullanılan ifadeler ve Kuvayımilliye’mizi vasıflandırış şekli, millî komutanlarımızın ve Kuvayımilliye’mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir tecavüz sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve yetkisi dışında görüldüğünden bu hususta İstanbul’da bulunan İtilaf Devletleri siyasi temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Sally Clade’in Fuat Paşa’nın yanına gönderdiği bir heyet -ki bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından meydana gelmişti İngilizlerin iç işlerimize ve millî mücadelemize hiçbir şekilde karışmayacaklarına dair söz verdiler. Bu sıralarda İngilizler, Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geri alınması hâlinde memnun olup olmayacağımızı dolaylı yoldan anlamak istemişlerdi. Tabiatıyla, pek memnun olacağımızı, bildirmiştik. Gerçekten, oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıklarıyla birlikte, önce Samsun’a çektiler. Sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’e hâkim olduktan sonra Fuat Paşa’yı, Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.

Konya Valisi Cemal Bey İstanbul’a Kaçıyor ve Konya Halkı da İstanbul’u Tanımıyor

Efendiler, Konya’da vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa kabinesinin Anadolu’da önemli bir dayanak noktası hâline geldi. Konya’da Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa’nın İstanbul’a gidip gelememesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in kararsızca davranışları ve en sonunda habersiz İstanbul’a çekilip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey’in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, gayeyi yakından anlamış olan bir kimsenin gönderilmesine ihtiyaç vardı. Sivas’ta yanımızda bulunan Refet Bey’in gönderilmesi uygun görüldü. Refet Bey hareket etti. Konya’da, Heyetitemsiliye tarafından gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca, vatansever kimseler canlanmış, öte yandan da Vali Cemal Bey cezaevinde ne kadar kanlı katil, tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırmış ve kendisine bir kuvvet yapmak istemişti. Konya’nın muhterem halkı, bu alçakça harekete karşı ayaklanarak vatanseverliğin gerektirdiği şeyi yapmaya karar vermiş ve bunun farkına varan Cemal Bey, 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmıştır (Ves. 107). Halk, belediye dairesinde toplanarak, Hoca Vehbi Efendi’yi vali vekilliğine getirmişti.

Refet Bey’in Yersiz Bazı Teklifleri

Efendiler, dikkate değer bir noktadır; bu anda hatırıma geldi, yüksek heyetinize arz etmeden geçemeyeceğim; Sivas-Konya yolu üzerinde bir telgraf merkezinden, Refet Bey’den özel bir telgraf aldım. Refet Bey, bunda Konya ve dolaylarında başarı sağlamak için kendisine 2’nci Ordu Müfettişliği unvan ve yetkisinin verilmesi lüzumunu bildiriyordu. Refet Bey birçok zaman sonra Ankara’da bulunduğum sırada, Bolu dolaylarındaki asilerin tepelenmesine memur edildiği zaman dahi oradan bir şifre ile halk üzerinde mühim tesiri olacağından söz ederek kendisine Paşa unvanının verilmesini benden istemişti. O zamanlar Refet Bey’in gerek birinci ve gerek ikinci arzularını yerine getirecek resmî mevki ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya lüzum yoktu. Özellikle bunu Refet Bey’in en iyi bilmiş olmasına şüphe edilebilir mi? Refet Bey, bu arzularını yerine getirtmek için benim İstanbul hükûmeti nezdinde aracılık etmemi ima etmek istiyordu da denilemezdi. Çünkü dünyaca biliniyordu ki ben, ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olduktan başka, Padişah ve İstanbul hükûmeti tarafından sürülmüş ve idama mahkûm bulunuyordum. Çalışmalarım bir kongrenin seçtiği heyet içinde, Heyetitemsiliye içinde, onun adına oluyordu. Millî çalışmalarda bulunmak ve bilhassa bu hususta başarılı olmak için resmî unvan ve yetki şart idiyse de zaten o, benim kendimde yoktu. Başarı sağlamak için içinde bulunduğum durum ve şartların ne olduğu anlaşıldıktan sonra, benden resmî şekiller içinde sıfat ve yetki aramaya lüzum olmayacağı tabii idi. Şüphesiz Refet Bey’i Konya’ya gönderirken biz kendisine gayeye uygun her türlü iş ve hareket için tam ve geniş yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve uygulanması onun kendi becerikliliğine ve kudretine bağlıydı.

Efendiler, her tarafı faaliyete ve millî teşkilatlar kurmaya yöneltmek için çalışırken, İstanbul hükûmetinin emeline hizmet eden bazı sivil idare amirleri tarafından sözde manevi tehditle dolu telgraflar da alıyorduk. Mesela, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilaf Devletleri’ne karşıymış gibi sayıldığı ve bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilaf Devletlerince askerî işgal altına alınarak Türk hükûmetine son verileceği, temas neticesinde aldığı bilgiye göre bildiriliyor ve kabine ile uzlaşma teklif olunuyordu. Bu telgrafın Mutasarrıf’a yabancılar tarafından yazdırıldığına şüphe yoktu. Buna, tabiatıyla gereği gibi cevap verildi (Ves. 108).

General Harbord Heyeti ve Generale Verdiğim Cevap

Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki memleketimizde ve Kafkasya’da incelemeler yapmak üzere Amerika hükûmeti, General Harbord’un başkanlığı altında bir heyet göndermişti. Bu heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü, General Harbord ile uzun uzadıya görüşmelerde bulunduk. Generale, millî mücadelenin maksat ve gayesi ve millî teşkilat ve birliğin ortaya çıkış sebebi, Müslüman olmayanlara karşı olan duygular ve yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propagandası ve yaptıkları hakkında geniş ve delilli açıklamalarda bulundum. Generalin bazı garip sorularıyla da karşılaştım. Mesela: “Millet, düşünülebilecek her türlü teşebbüs ve fedakârlıkta bulunduktan sonra da başarı sağlanamazsa ne yapacaksın? Verdiğim cevapta -yanlış hatırlamıyorsam- demiştim ki: Bir millet varlığını ve istiklalini elde etmek için düşünülebilen teşebbüsleri ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarı sağlar. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Öyle ise millet yaşadıkça ve fedakârca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık söz konusu olamaz.

Generalin sorduğu sorudan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Fakat verdiğim cevabın takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken belirtmek isterim.

Abdülkerim Paşa’nın Aracılıkları

Efendiler, Eylül’ün 25’inci günü akşamı Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey’den aldığım bir şifre telgrafta şunlar bildiriliyordu: “Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa’yı telgraf başına istediler. Dâhiliye Nezaretinin vilayet şifresiyle bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti, Padişah’ın beyannamesindeki en doğru yol göstermelere göre hareket etmek suretiyle vatanın kurtulması kolaylaşacaktır. Millî mücadele, medeniyet âlemine nefretle karşılanan gayeler gibi aksettirildi. Hükûmetle milletin ayrılığı yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, hakkımızda karar verirken bu anlaşmazlık hayır ve selamet işareti olmayacaktır. Neticede, mücadelenin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle bildirilecek yerde buluşma, oldubitti şeklinde istenmekte ve vaktin darlığından cevap beklenilmektedir. Şahsi görüşlere saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını uzun uzadıya ilave ediyor. Telgrafı yazan bu zat, Kurmay Tuğgenerallerden Abdülkerim Paşa’dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nazırı Hadi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçen kişinin, bu hilesi ile müracaatın bizden olduğunu ilan etmek ve yaymak gayesini güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklemekte bulunduklarından, bir dakika önce kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istirham olunur.

Ali Fuat Paşa hazretlerine de yazılmıştır.” (Ves. 109).

Mahmut Bey’e aynı günde saat 7 sularında makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim: “Kerim ve Hadi Paşalara, Fuat Paşa’nın Ankara’da bulunmayıp meşgul olduğunu ve fakat görüşmek istiyorlarsa Sivas’ta bulunan Heyetitemsiliye ile ve bu Heyet arasında bulunan Mustafa Kemal Paşa ile makine başında arzu ettikleri tarzda görüşmenin mümkün olduğunu bildirirsiniz. ‘Onlar görüşmek arzusundalarsa’ diye bildirmekte dikkatli bulunmak lazımdır.” (Ves. 110).

Mahmut Bey, Kerim Paşa’nın Ankara’ya çektiği telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler, aşağı yukarı Mahmut Bey’in özetlediği şeylerdi. (Ves. 111).

Efendiler, İstanbul hükûmeti ile resmî haberleşmeleri kesişimizin on beşinci günündeyiz. Millî karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler, ister istemez millî akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul hükûmetine hizmet eden bazı memurlar ya kaçtılar ya da boyun eğme durumuna getirildiler. İstanbul’a, bütün memleketten, her gün İstanbul hükûmetinin düşürülmesi isteğiyle ilgili binlerce telgraf yağdırılmaya başlanıldı. İtilaf Devletleri’nin, Anadolu’da dolaşan subay ve memurları, Millî Mücadele’ye karşı tarafsız olduklarını, memleketin iç durumuna karışmayız sözünü her yerde açıktan söylemeye başladılar. Bu durum karşısında artık Padişah ve Ferit Paşa, Millî Mücadele’nin liderleriyle anlaşmaktan başka çare kalmadığına ve fakat herhâlde, mevkilerini bırakmamak şartıyla, bu anlaşma yolunu bulabilecek aracılar araştırmaya başladıkları kanaatine varılırsa, hata edilmiş olmaz inancındayım.

Efendiler, ismi geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok yakın arkadaşımdı. Çok namuslu, çok gayretli ve temiz kalpli bir vatanseverdi. Selanik’te ben yüzbaşı, o binbaşı olarak bir büroda çalışmış, senelerce hususi arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve hâllerinden tarikat mensubu olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Fakat herhangi bir şeyhe bağlandığını bilen yoktur. Çünkü kendisini, inançları ve vicdan anlayışında, manevi derecelerde -birinci hazret, büyük hazret kabul ediyordu ve kardeşlik dairesinde bulunanlara hazret, kutup vesair gibi -kendisince karşısındakinde gördüğü kabiliyete göre makamlar verirdi. Bana “kutuplar kutbu” derdi. Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz. Kerim Paşa’nın kendine mahsus bir konuşma üslubu ve yazış tarzı vardı. Kerim Paşa, çok samimi ve zamanında kendisine pek çok şöhret kazandıran yüksek bir belagatla görüşür ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma gücü ve kudreti olduğu da sanılır ve farz edilirdi. Bizim Selanik’te bulunduğumuz sıralarda, orada ordu komutanlığı ve ordu müfettişliği ile bulunmuş olan Hadi Paşa, Kerim Paşa’yı açıkladığım vasıflarıyla dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.

İşte, Ferit Paşa’nın kabine arkadaşı Hadi Paşa, sıkışmış olan Padişah’ın ve Ferit Paşa’nın, pek uygun bir aracı ile imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa’yı da Selanik’ten tanıyordu.

Efendiler, 27-28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik. İki taraf birbirini şu sözlerle tanıdı:

Sivas: “Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa’ya söyleyiniz, buyursunlar, diyorlar.”

İstanbul: “Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa hazretleri misiniz, ruhum?”

Ben: “Evet, Muhterem Kerim Paşa hazretleri” dedikten sonra:

Kerim Paşa: ”Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” adresini yazdırdı ve “Paşa’ya söyleyiniz anlar; Birinci Hazret karşınızdadır.” sözlerini bir çeşit parola gibi ilave etti. Kerim Paşa, “Zatıalilerinin afiyetleri iyidir inşallah kardeşim.” diye başladı.

Kerim Paşa’nın, İstanbul hükûmeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlakının yükseldiğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için sözlerinin başlangıcını aynen kendisine tekrar ettireceğim. Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti:

“Vatanın menfaati için büyük vatansever kardeşimle ve muhterem temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. Yüksek elinize ulaşan işte, o telgraftaki esaslar üzerinde sevindirici bir çözüm inşallah buluruz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek mühim karışık devreyi Allah’ın lütfu ile kolayca feraha çıkartırız. Bunun için Allah’ın keremiyle, nurdan yaratılmış, kurtarıcı emellerimizin gönül mürşidiyle bununla ilgili önemli şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi bir araya getirelim değil mi pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim? Ne buyurursunuz, ruhum? Yere geçesice kötü niyetlilerin bu güzel memleketimiz üzerindeki iftiralarına ve açıkça kötülük gütmelerine son verelim ve onları kendi ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız bırakalım ve yalnız, hükûmet ile milletin sırf vatanın selameti ile ilgili hizmetlerini ve işlerini uzlaştıralım ki ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan endişesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşısında aziz topraklarımızın gözetilip korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik gayreti olduğunu bir kere daha belirtmek için bugünkü durumun güçlüklerini ortadan kaldıralım ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşinizle görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükûmetin geniş ölçüde iyi niyet gösterdiğini ilave ederim, ruhum.”

Efendiler, Kerim Paşa ile 27-28 Eylül, gece yarısından önce saat 11’de başlayan bu görüşmemiz, gece yansından sonra saat yedi buçuğa kadar, tam sekiz buçuk saat devam etti. Üç safhaya ayrılabilen bu görüşmemiz, esercedit denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfa doldurdu. Bunların hepsini burada okuyarak, tahammülünüzü kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa’nın, esaslı görüşlere ve -kendisinin inancına uymasa da- yazık ki güçlü bir mantığa dayanmakla beraber tatlı sözlerinin ve oturaklı cümlelerinin okunup işitilmesini sağlamak için yayımlayacağım vesikalar arasına bu görüşmemizi de aynen alacağım.

Yalnız, bu görüşmede iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları esas noktalar hakkında, bilhassa neticesine dair kısa bir fikir verebilmek için müsaade buyurursanız, her safhasından birer parça bahsedeceğim.

Kerim Paşa’nın arz ettiğim ilk telgrafına cevap verirken, biraz da onun tarz ve üslubuna uymuş olduğum görülecektir.