Oliver, buradan çıktıktan sonra, altı ay kadar bu sistem tam faaliyette devam etti. İlkin masraflı oldu bu iş, cenaze levazımatçısının hesap pusulası yükseldi ve bir iki hafta kadar süren lapa rejiminden sonra, zayıf, çelimsiz vücutları üstünde dökülen elbiseleri daraltmak gerekti. Bu arada yoksullarevinin sakinleri de azalıyordu, meclis de zevkten bitiyordu.
Çocukların beslendiği yer, büyükçe, taş bir salondu, bir ucunda bakır bir kazan dururdu: Önünde önlük, aşçıbaşı, bu bakır kazandan ihtiyar iki kadının yardımıyla, yemek zamanlarında lapa kepçelerdi. Bu şölende her çocuk, bir tas lapa alırdı -sadece bir tas- muazzam amme eğlenceleri olduğu vakit değişirdi bu, o zamanlar birer yüz dirhemlik ekmek de verirlerdi. Taslar yıkanmazdı. Çocuklar pırıl pırıl oluncaya dek tası kaşıklarıyla parlatırlardı; bu ameliyeyi tamamladıktan sonra (Uzun sürmezdi bu, kaşıklar hemen hemen tas büyüklüğündeydi.) oturdukları yerde, bakır kazana bakarlardı; öyle aç gözlerle bakarlardı ki, kazanı çiğ çiğ yiyecekmiş gibi sanki; bu arada durmadan parmaklarını emerler, yerlerde kazara dökülmüş lapa var mı diye bakarlardı. Oğlan çocuklarının iştahları ekseri yerindedir. Oliver Twist ile arkadaşları, bu yavaş yavaş açlıktan ölme işkencesine, üç ay tahammül edebildiler; sonunda, öyle bir gözleri döndü ki açlıktan, böyle şeylere alışmamış ve yaşına göre boyu biraz fazla uzun olan oğlanlardan biri, -babasının bir aşçı dükkânı varmış- bir tas lapa daha yemediği takdirde, gecenin birinde yanındaki çocuğu yiyebileceğini meşum bir tavırla anlattı, yanında yatan da zayıf, ufak tefek bir oğlandı. Gözleri dönmüştü, bütün dediklerine inandılar. Bir meclis toplandı, o akşam gidip da aşçıbaşından kimin bir tas daha isteyeceği üstünde bir karara varmak için kura çekildi: Oliver’a düştü.
Akşam oldu; çocuklar yerlerini aldılar. Aşçıbaşı, kıyafetiyle bakır kazanın önünde durdu, yardımcılar sıra hâlinde arkasında bekliyorlardı, lapa dağıtıldı, kısa bir dua okundu. Lapa ortadan kalktı, oğlanlar aralarında fısıldaşıp Oliver’a göz kırptılar, birbirlerini de dirsekleriyle dürttüler. Küçük olmasına rağmen, açlıktan ne yapacağını bilemiyor; açlık, gözünü pekleştiriyordu. Masadan kalktı, elinde tasla kaşık, aşçıbaşına doğru ilerleyerek -kendi cesaretine kendi de şaşmıştı- “Lütfen efendim, biraz daha.” dedi.
Aşçıbaşı, şişman ve sıhhati yerinde bir adam olmasına rağmen, sararıverdi. Küçük asiye, şaşkın şaşkın bakakaldı birkaç saniye, derken, düşmeyeyim diye kazana dayandı. Arkasındaki yardımcılar, hayret içinde, oğlanlarsa korkuyla bakıyorlardı.
“Ne!” diyebildi aşçıbaşı zayıf bir sesle.
“Lütfen efendim.” diye cevap verdi Oliver. “Lütfen biraz daha verir misiniz?”
Aşçıbaşı kepçeyi Oliver’ın başına indirdi, derken kollarını çevresine sıkı sıkı dolayarak kilise mübaşirini çağırmaya başladı avaz avaz.
Meclis, haşmetli toplantılarının birindeyken, Mr. Bumble pürtelaş odaya daldı ve yüksek koltukta oturan beye “Mr. Limbkins, özür dilerim efendim! Oliver Twist biraz daha istedi.” dedi.
“Daha mı!” dedi Mr. Limbkins. “Bumble, kendine gel, açık konuş benimle. Akşam yemeği için tahsis olunandan daha fazla mı istedi demek istiyorsun?”
“Evet efendim.” diye cevap verdi Bumble.
“Bu çocuğu asmalı.” dedi beyaz yelekli bey. “Er geç ipi boylayacaktır bu çocuk, biliyorum.”
Kimse bu peygamberimsi beyin fikrine karşı gelmedi. Canlı bir tartışma başladı. Oliver hemen bir hücreye tıkıldı; bahçe kapısının dışına bir kâğıt yapıştırıldı; Oliver Twist’i meclisin elinden kurtaracak kimseye beş liralık bir mükâfat teklif olunuyordu. Yani her türlü iş için çırak isteyen kadın veya erkeğe, Oliver’la birlikte beş lira teklif olunuyordu. Beyaz yelekli adam, ertesi sabah kapıyı çalmadan kâğıdı okuyunca “Ömrümde hiçbir şeyden emin olmadım…” dedi. “Bu çocuğun asılacağından emin olduğum kadar!”
Beyaz yelekli adamın ileriyi görüp görmediğini, ileride anlatmak niyetinde olduğumdan, Oliver Twist’in bu denli müthiş bir sonuca varıp varmadığını şimdiden söylemeye kalkarsam, olur da bu hikâyenin meraklı tarafını izale etmiş olurum, o da meraklı bir yanı varsa tabii.
BÖLÜM 3
OLİVER AZ KALSIN MAAŞI BOL, İŞİ AZ BİR YERE GİRİVERECEKTİ
Oliver, “biraz daha” istemekle, kâfirce ve layıkça işlemiş olduğu suçtan, meclisin hâkimliği ve merhameti sayesinde, hapsedildiği yerde, bir hafta karanlıkta yalnız başına kaldı. Beyaz yelekli beyin falına hürmet göstererek, bu hakim şahsiyetin, peygamberce ileri görüşünü tamamıyla ispat etmek için, mendilinin bir ucunu duvardaki bir kancaya, ötekini de kendi boynuna bağlasaydı, fena olmazdı gibi. Ancak bu şölenin olabilmesi için, bir engel vardı; o da şu, mendillerin lüks eşyadan olduklarına karar verildiği için, meclis toplanarak kesin bir karar vermişti; bütün gelecekte bundan böyle mendil yoksulların burunlarından uzak tutulacaktır; bunu resmen ilan etmişler, parmaklarını basıp mühürlerini koymuşlardı. Oliver’ın küçük olması, çocuk olması, kendi için büyük bir engel daha idi. Bütün gün boyunca, acı acı ağlar; uzun, kasvetli gece indiğinde küçük ellerini gererek gözlerini kapar, köşeye büzülüp uyumaya çalışırdı; ikide bir korku içinde, ürpererek uyanırdı, kendini yavaş yavaş duvara doğru çekerdi, sanki duvarın sert ve soğuk yüzü, çevresini saran yalnızlık ve karanlığa karşı bir sığınaktı.
“Sistem”i doğru bulmayanlar tarafından, Oliver’ın bu bir başına hapiste yalnız kaldığı süre boyunca, idmandan, toplumsal eğlencelerden ve dinî teselliden mahrum bırakıldığı sanılmasın sakın. İdman, canım, soğuk havada oluyordu; her sabah, Mr. Bumble’ın huzurunda, taş avluda, tulumbanın altında yıkanmasına müsaade ediliyor, Mr. Bumble da soğuk almaması için değneğini birbiri ardından tatbik ederek, bütün vücudunu baştan aşağı titreten bir ısınma hissi veriyordu. Toplumsal eğlenceye gelince; Oliver günaşırı çocukların yediği salona götürülüyor, orada ötekilere bir ibret olsun diye, toplumun huzurunda kırbaçlanıyordu. Dinî tesellinin faydalarından hiç de mahrum edildiği yoktu, dua zamanı geldiğinde, her akşam, tekmeyle aynı yere sokuluyor, orada çocukların hep bir ağızdan yalvarmalarını dinliyor, böylece zihnini teselli etmesine müsaade ediliyordu; bu yalvarmalara, meclis yetkisini kullanarak bir madde eklemişti; iyi, faziletli, kanaatkâr, itaatkâr olmayı ve Oliver Twist’in günah ve kötülüklerinden korunmayı niyaz ediyorlardı; bu niyaz Oliver Twist’in şeytani kudretlerin elinde biri olduğunu, sadece o kudretlerin kölesi olduğunu ve şeytanın bizzat kendi imalatından çıkmış bir şey olduğunu belirtiyordu.
Oliver Twist, bu uğurlu yerde, rahatı yerindeyken, tesadüf eseri bir baca temizleyicisi olan Mr. Gamfield, ev sahibinin epey ısrarla istediği birikmiş bazı kiraları, nasıl ödesem diye derin derin düşünerek, kafasında türlü yollar arayarak caddeden geçiyordu. Mr. Gamfield’ın mali serveti çekip çekiştirsen beş liralık bir meblağa ulaşamazdı; bir çeşit aritmetiki çaresizlik içinde, bir beynini, bir eşeğini kırbaçlıyordu, tam yoksullarevinin önünden geçerken kapıdaki ilanla teşerrüf etti.
“Çüş!” dedi Mr. Gamfield eşeğe.
Eşek, derin tefekküre dalmıştı. Küçük arabasının dolu olduğu iki kurum çuvalından kurtulmuş, şimdi herhâlde “Acaba verecekleri lahana yaprağı bir mi olacak, iki mi?” diye düşünüyor olmalıydı; böylece komutun farkına varmayarak yoluna devam etti.
Mr. Gamfield, eşeğini baştan aşağı bir küfre tuttu ama küfrederken bilhassa gözler üstünde daha bir durdu; arkasından koşarak kafasına bir yumruk indirdi, öyle bir yumruk ki, eşek kafasından başka her türlü kafayı paramparça ederdi. Derken yularından tutarak, çenesini büküverdi, bu nazik davranışıyla, eşeğe, kendi kendisinin efendisi olmadığını hatırlatmış oldu; bu metodu kullanarak hayvanı gerisin geri çevirdi. Derken kafasına bir yumruk daha indirdi, dönüp gelinceye kadar sersemliği geçmesin diye. Bu işleri böylece ayarladıktan sonra, ilanı okumak üzere kapıya doğru yürüdü.
Beyaz yelekli bey, meclis salonunda bazı derin hislerini beyan ettikten sonra, ellerini arkasında kavuşturmuş, kapıda duruyordu. Mr. Gamfield ile eşek arasındaki küçük anlaşmazlığa şahit olmuştu, bu şahsiyetin ilanı okumak üzere kapıya doğru geldiğini görünce sevinç içinde gülümsedi; öyle ya, Mr. Gamfield’ın, Oliver Twist’in efendisi olacak bir adam olduğunu o saat sezivermişti. İlanı gözden geçiren Mr. Gamfield da gülümsedi; çünkü istediği meblağ da tam beş liraydı zaten; çocuk yüküne gelince, yoksullarevindeki perhiz usulünü bildiği için, pek o kadar umursamıyordu. Böylece ilanı baştan sonuna kadar bir daha okudu; derken bir tevazu ifadesi olarak, kürk başlığına şöyle bir dokunup beyaz yelekli beye yaklaştı.
“Şu çocuğu…” dedi. “Çıraklığa mı vermek istiyor müesseseniz?”
“Evet.” dedi beyaz yelekli bey, tenezzül buyurarak gülümsedi. “Ne diye sordun?”
“Eğer müesseseniz zevkli bir iş öğrenmesini istiyorsa baca temizlemek, iyi, saygıdeğer bir iştir, diyordum da.” dedi Mr. Gamfield. “Bir çırağa ihtiyacım var, onu almaya hazırım.”
“Buyur.” dedi beyaz yelekli bey. Mr. Gamfield, yokluğunu fırsat bilip kaçmasın diye, eşeğin kafasına bir yumruk daha indirmek ve çenesini bir kere daha bükmek için biraz oyalandıktan sonra, beyaz yelekli beyin ardından, Oliver’ın kendisini ilk defa göreceği odaya doğru gitti.
“Pek iyi bir iş değil.” dedi Mr. Limbkins, Gamfield arzusunu bir kere daha izhar ettikten sonra.
“Küçük çocukların bacaların içinde kalıp da boğulduğu vakidir.” dedi başka bir bey.
“Çocukları bacadan indirmek için yaktıkları samanı ıslatırlar da onun için.” dedi Gamfield. “Sadece duman çıkar, alev malev yoktur; hâlbuki bir çocuğu aşağıya indirmek için duman işe yaramaz, çünkü duman çocuğu uyutmaktan başka bir işe yaramaz, o da bayılır bu işe. Çocuklar pek inatçıdır, tembeldir beyler, onları çabuk aşağı indirecek harlı bir ateş yakmaktan başka çare yoktur. İnsaniyet de bunu icap ettirir beyler. Bacaya sıkışıp kalmış olsalar bile, ayaklarını kızartmak onları çabalamaya zorlar, böylece kurtarmış olurlar kendilerini.”
Beyaz yelekli beyin bu izahat pek hoşuna gitmiş gibiydi; ama sevinci, Mr. Limbskin’in bir bakışıyla hemencecik kontrol altına alındı. Derken meclis azaları, aralarında birkaç dakika müzakere ettiler, ama yavaş sesle konuşuyorlardı, “Masraf tasarrufu.”, “Hesaplar iyi tetkik edildi.”, “Yayımlanmış olan bir rapor var.” sözleri gibi, ancak tek tük kelime duyulabiliyordu. Bu sözlerin de duyulabilmesine sebep, bu kelimelerin sık sık üstünde durulmuş olmasından ileri geliyordu.
Derken, fısıldaşma sona erdi ve meclis azaları yerlerini aldıktan ve haşmetlerini takındıktan sonra, Mr. Limbkins şöyle buyurdu:
“Teklifinizi gözden geçirdik, tasvip etmiyoruz.”
“Elbette etmeyiz.” dedi beyaz yelekli bey.
“Şüphesiz ki etmiyoruz.” dedi öteki azalar.
Mr. Gamfield, üç dört çocuğu hafifçe zedeleyerek, ölümüne sebep olduğundan ve bu yüzden hüküm giydiği için, “Olur da…” dedi. “Meclisin kafasına eser, bir de bakarsın, bununla hiç ilgisi olmamasına rağmen yine de tesir edebilir. Böyle davranacak olsalardı, genel davranışlarına aykırı olurdu, ama neme lazım?” dedi, dedikoduyu yeniden canlandırmak niyetinde hiç de değildi; elindeki şapkasını büküp yavaş yavaş masadan uzaklaştı.
“Demek bana vermiyorsunuz beyler, öyle mi?” dedi Mr. Gamfield kapıya varmadan durup.
“Hayır.” dedi Mr. Limbkins. “Bu iş pek iyi bir iş olmadığından, bari vadedilen paranın daha azını isteseydin.”
Mr. Gamfield’ın yüzü parladı; kısa bir dönüşle masaya dönerek şöyle dedi:
“Peki ne vereceksiniz beyler? Haydi söyleyin. Yoksul, zavallı bir adamla uğraşmayın böyle. Ne vereceksiniz?”
“Üç buçuk lira yeter de artar bile bence.” dedi Mr. Limbkins.
“Buçuğu fazla.” dedi beyaz yelekli bey.
“Aman bari dört lira olsun!” dedi Gamfield. “Dört olsun bu seferlik. Dört deyiverin, kurtuldunuz gitti demektir. Tamam mı?”
“Üç buçuk lira.” diye tekrarladı Mr. Limbkins inat ederek.
“Bakın!” dedi Gamfield. “Farkı ikiye bölelim. Üç çeyrek olsun.”
“Bir para bile fazla olmaz.” dedi Mr. Limbkins kesin bir kararla.
“Pek insafsızca davranıyorsunuz bana beyler.” dedi Gamfield duraklayarak.
“Hadi canım, saçmalama!” dedi beyaz yelekli bey. “Üstüne bir şey bile almasan, yine de bedavaya gelir sana. Al götür, budala herif. Tam sana göre çocuk işte. Ara sıra sopa ister; iyi geliyor, yemesi içmesi de pek bir şey tutmaz, çünkü doğduğundan beri, gereğinden fazla beslenmiş değildir. Ha! Ha! Ha!”
Mr. Gamfield gözlerini fal taşı gibi açıp baktı masanın çevresindeki yüzlere; hepsinde de gülümseme müşahede ettiğinden kendi de yavaş yavaş gülümsemeye başladı. Pazarlık tamamdı. Mr. Bumble, Oliver Twist’le mukavelelerin hemen o gün öğleden sonra imza ve tasvip için hâkimin huzuruna çıkması için emir aldı.
Bu kararı müteakip küçük Oliver, bir yandan şaşıradursun, esaretten çıkmış ve temiz bir gömlek giymesi emredilmişti. Bu olağanüstü jimnastik hareketini başarmak üzereydi ki, Mr. Bumble, kendi elleriyle, bir tas çorba ve bayramlık tahsisat olan, yüz dirhem ekmek getirdi. Bu müthiş manzara karşısında, Oliver acı acı ağlamaya başladı: Meclisin faydalı bir maksat uğruna kendisini öldürmeye karar verdiğini, yoksa bu şekilde şişmanlatmaya hiçbir zaman başlamayacaklarını düşünüyordu, böyle düşünmenin de hiçbir acayip tarafı yoktu.
“Gözlerini kızartma Oliver, yemeğini ye de şükret.” dedi Mr. Bumble haşmetle. “Çırak yapacaklar seni, Oliver.”
“Çırak ha, efendim.” dedi çocuk titreyerek.
“Ya, Oliver.” dedi Mr. Bumble. “Hiç kimsen yokken, sana ana baba, daha bir sürü şey olan merhametli beyler sağ olsunlar, seni çırak yapacaklar. Seni hayatta, ayakta durduracaklar, seni adam edecekler. Bütün bunlar kilise bütçesine yüklenen üç buçuk lira gibi büyük bir meblağa karşılık! Üç buçuk lira Oliver, düşün bir! Bütün bu para kimsenin sevmediği anasız babasız bir çocuk için!”
Mr. Bumble, korkunç bir sesle irat ettiği bu nutuktan sonra, nefes almak için durduğunda zavallı çocuğun gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Acı acı hıçkırıyordu.
“Bırak hadi, bırak şimdi.” dedi Mr. Bumble, haşmetli havasını biraz yumuşatarak; çünkü belagatinin tevlit ettiği tesiri müşahede etmek, hislerini okşamıştı. “Hadi, Oliver! Ceketinin kollarıyla gözlerini sil de yaşlar çorbana damlamasın; aptal aptal ağlama öyle.” Aptalca bir işti elbet, çorbada yeter derecede su vardı zaten.
Hâkime müteveccihen yola koyulduklarından Mr. Bumble, Oliver’a bütün yapacağı işin, mesut görünmek ve Hâkim Bey çırak olup olmak istemediğini sorduğunda can attığını söylemek olacağını belirtti; Oliver bu iki ihtara da boyun eğmeye söz verdi; yoksa Mr. Bumble’ın hafiften ima ettiği gibi, renk verdiği takdirde bitti gittiydi, başına gelebileceklerin haddi hesabı olmayacaktı. Büroya vardıklarında yalnız başına küçük bir odaya kapatıldı, Mr. Bumble kendisini almaya gelinceye dek, orada beklemesi tembih edildi.
Çocuk, orada yüreği pır pır ederek, yarım saat kadar kaldı. Bu müddetin hitamından sonra, üç köşeli şapkanın tezyin etmediği başını içeri sokan Mr. Bumble, “Haydi Oliver’cığım gel, beyefendiyi bekletmeyelim.” dedi. Bunu söylerken yüzü karardı, tehditkâr bir tavır aldı ve alçak sesle, “Söylediğimi unutma sakın, küçük yaramaz seni!” dedi.
Oliver, aval aval Mr. Bumble’ın yüzündeki, oldukça tezat teşkil eden hitabet üslubuna bakıyordu; ama beyefendi, Oliver’ı, bu hususta herhangi bir mülahazat takdim etmesine mahal bırakmadan hemencecik yandaki odaya götürdü. Odanın kapısı açıktı. Büyük bir odaydı bu, büyük de bir penceresi vardı. Bir kürsü ardında, başı perukalı iki yaşlı bey oturmuştu. Biri gazete okuyordu. Ötekiyse bir çift kaplumbağa kabuğuna benzeyen gözlüğüyle önünde duran küçük bir parşömen kâğıdını inceliyordu. Mr. Limbkins, kürsünün önünde bir tarafta duruyordu; Mr. Gamfield ise yarı yıkanmış yüzüyle, öteki taraftaydı; bir yandan da iki üç bön bakışlı adam, uzun çizmeleriyle aylak aylak dolaşıyorlardı.
Gözlüklü yaşlı bey, parşömen parçası üstünde yavaş yavaş uykuya daldı; Oliver, Mr. Bumble tarafından kürsünün önünde tevakkuf ettirildiğinde kısa bir sessizlik oldu.
“Çocuk bu, Hâkim Bey hazretleri.” dedi Mr. Bumble.
Gazete okuyan yaşlı bey, bir an için başını kaldırdı ve öteki beyi kolundan çekti; bunun üstüne son zikredilen yaşlı bey, uyandı.
“Çocuk bu demek, öyle mi?” dedi yaşlı bey.
“Bu efendim.” diye cevap verdi Mr. Bumble. “Hâkim Bey’e selam ver, çocuğum.”
Oliver, büyük bir gayretle bu emre elinden geldiği kadar itaat etti. Oliver, gözleri hâkimlerin perukalı başlarına takılı, “Acaba…” diyordu. “Bütün hâkimler bu beyaz nesneyle mi doğuyor da hâkim oluyorlar?”
“Pekâlâ.” dedi yaşlı bey. “Herhâlde baca temizlemek hoşuna gidiyordur?”
“Bayılıyor, Hâkim Bey hazretleri.” dedi Mr. Bumble; Oliver, bunun tersini söylemesin diye de bir çimdik attı.
“Demek baca temizleyicisi olacak, öyle mi?” diye sordu yaşlı bey.
“Başka bir mesleğe verecek olsak, o saat kaçar Hâkim Bey hazretleri.” diye cevap verdi Mr. Bumble.
“Ya siz, ustası olacak efendi, siz beyim, ona iyi muamele edecek, yedirip içirecek misiniz, filan falan?” dedi yaşlı bey.
“Bakacağız dedik ya!” dedi Mr. Gamfield inatçı bir tavırla.
“Pek kaba konuşuyorsun dostum ama namuslu, açık kalpli bir adama benziyorsun.” dedi yaşlı bey; gözlüğünü Oliver’ın mükâfatını alacak namzede doğru çevirdi: Taşıdığı şeytanımsı hava, adi, damgalı bir zalimlik makbuzu gibiydi. Ama hâkim, yarı yarıya kör sayılırdı, yarı yarıya da çocuk, bu bakımdan başka insanların yaptıklarını görebilecek kabiliyette değildi.
“Ben de öyleyim sanıyorum efendim.” dedi Mr. Gamfield, pis pis yan gözle bakarak.
“Şüphem yok dostum.” dedi yaşlı bey. Gözlüğünü burnu üstünde daha bir yerleştirdi ve mürekkep hokkasını aramaya başladı.
Oliver’ın mukadderatının düğüm noktasıydı şimdi. Mürekkep hokkası yaşlı beyin sandığı yerde olmuş olsaydı, kalemini batırıp mukaveleyi imzalayacak, Oliver’ı da karga tulumba götürüvereceklerdi. Ama hokka, bir tesadüf eseri, burnunun tam dibinde olduğundan, pek tabi olarak bütün kürsünün üstünü aradı da bulamadı; bu arama tarama ameliyesi esnasında, kazara önüne bakınca bakışları, Oliver Twist’in soluk ve dehşet içindeki yüzüyle karşılaştı. Oliver Twist ise Bumble’ın tehditkâr bakış ve çimdiklerine rağmen, yarı kör bir hâkimin bile yanılamayacağı kadar göze batıcı bir şekilde, dehşet ve korku karışık bir ifadeyle müstakbel efendisinin iğrenç manzarasına bakıyordu.
Yaşlı bey durdu, kalemini bıraktı. Bakışlarını Oliver’dan Mr. Limbkins’e çevirdi; Mr. Limbkins, keyifli keyifli, kendi havasında, enfiye çekmekle meşguldü.
“Yavrum!” dedi yaşlı bey, kürsünün üstüne dayanarak. Oliver bu sesi duyunca ürktü. Bu hareketi mazur görülebilirdi çünkü bu sözler merhametle söylenmişti, garip seslerse insanı korkutur, tir tir titremeye başladı, arkasından da hüngür hüngür ağlamaya.
“Yavrucuğum!” dedi yaşlı adam. “Benzin soluk ve korkmuş bir hâlin var. Nen var?”
“Öte dur hele, mübaşir efendi.” dedi öteki hâkim, parşömen kâğıdını bir yana iterek merakla öne eğildi. “Hadi yavrum, söyle nen var, korkma.”
Oliver diz çöktü, ellerini yalvarır gibi kavuşturdu, bu korkunç adamla göndereceklerine, karanlık hücresine dönmesini, aç bırakmalarını, dövmelerini, hatta hoşlarına gidecekse öldürmelerini bile tercih edeceğini söyledi.
“Ya!” dedi Mr. Bumble; tesir edici bir tavır takınmak için ellerini kaldırdı, gözlerini döndürdü. “Görmüş olduğum en hilekâr, en düzenbaz, en utanmaz, öksüz sensin, Oliver!”
“Dilini tut mübaşir efendi.” dedi ikinci yaşlı bey, Mr. Bumble sıfatları saymasını bitirdikten sonra.
“Bağışlayın, Hâkim Bey hazretleri.” dedi Mr. Bumble, kulaklarının iyi işitip işitmediğinden emin olmak istiyormuş gibi. “Hâkim Bey hazretleri, bana mı hitap buyurdular?”
“Evet, kapat çeneni!”
Mr. Bumble hayret içinde donakaldı. Bir mübaşire çenesini kapatması emrediliyordu! Ahlak alanında bir inkılaptı bu!
Kaplumbağa kabuğuna benzeyen gözlüklü bey, arkadaşına baktı, manalı manalı başını salladı.
“Bu mukaveleyi tasdik etmiyoruz.” dedi yaşlı bey, bu sözlerle birlikte parşömen kâğıdını bir yana fırlatıp attı.
“Ümit ederim ki…” diye kekeledi Mr. Limbkins. “Ümit ederim ki hâkim beyefendiler, sırf bir çocuğun isnatsız şehadetinden, yetkililerin uygunsuz bir harekette bulunduklarını çıkarmazlar.”
“Bu hususta fikir beyan edilmesi için hâkimlere müracaatta bulunulmamıştır.” diye kestirip attı ikinci yaşlı bey.
“Alın götürün çocuğu gerisin geri, ona iyi muamele edin, ihtiyacı var baksanıza.”
O akşam, beyaz yelekli bey, Oliver’ın sadece asılmakla kalmayıp aynı zamanda uzuvlarının da paramparça edileceğinden, son derece emin olduğunu beyan etti. Mr. Bumble, mağmum mağmum, esrarlı esrarlı, başını salladı, “Hayırlısı olur inşallah.” dedi. Bunun üzerine Mr. Gamfield, “Keşke bana gelseydi.” dedi. Bu, mübaşirle her ne kadar birçok hususlarda anlaşıyorduysa da tamamen aksi bir temenni gibi görünüyordu.
Ertesi sabah, Oliver Twist’in kiralık olduğu bir kere daha ilan edildi ve her kim isterse istesin, beş lira verileceği belirtildi.
BÖLÜM 4
OLİVER’A BAŞKA BİR MEVKİ TEKLİF EDİLİYOR. İLK HAYATA ATILIŞI
Büyük ailelerde yetişen çocuklar, iktisapla, miras yoluyla kendilerine bir mevki elde edilemediğinde ekseri denize gönderilirler. Meclis, böyle hakimane ve sıhhatli bir misalden örnek alarak Oliver’ı, hastalıklı bir limana giden küçük bir şilebe koyup göndermek çaresi üstünde istişareye başladı. Bundan daha iyi çare olamazdı; pek muhtemelen, kaptan bir gün akşam yemeğinden sonra eğlenmek için onu öldüresiye dövecek ya da bir demir çubukla beynini dağıtacaktı; bu her iki türlü eğlence, herkesçe bilindiği gibi, bu sınıf beyler arasında pek gözde ve yaygındır. Bu dava, meclis tarafından, bu cihetten ele alındığı vakit, bu hareketin faydaları daha iyi beliriyordu; böylece Oliver için tek çare olarak vakit kaybetmeden denize gönderilmesi düşünüldü.
Mr. Bumble, kimsesiz bir kamarot isteyen bir kaptan bulmak amacıyla, türlü araştırma ve soruşturma yapsın diye gönderildi; vazifesinin sonunda elde ettiği malumatı bildirmek üzere geri dönerken o sırada cenaze levazımatçısı Mr. Sowerberry’yi görmez mi?
Mr. Sowerberry, ince, uzun, iri kemikli bir adamdı, lime lime olmuş siyah bir urbası vardı, aynı renkte yamalı pamuk çorap ve çoraplarına uygun ayakkabılar giymişti.
Yüz çizgileri gülümsemeye müsait değildi ama meslek icabı oldukça latifeci bir tavır takınıyordu. Mr. Bumble’a doğru elastiki adımlarla ilerleyerek, elini hararetle sıkarken, yüzünde, dışarı vurmamış şakacı bir hava vardı.
“Dün gece ölen iki kadının ölçülerini almaktan geliyordum, Mr. Bumble.” dedi cenazeci.
“Er geç zengin olacaksın bu gidişle, Mr. Sowerberry.” dedi mübaşir, başparmağıyla şehadet parmağını cenazecinin uzattığı enfiye kutusuna daldırarak; enfiye kutusu sanatkârane yapılmış küçük bir tabut örneğiydi. “Er geç servet saman sahibi olacaksın, Mr. Sower-berry.” dedi Mr. Bumble bastonuyla dostça adamın omzuna vurarak.
“Ya! Demek öyle düşünüyorsunuz?” dedi; bu vakıanın ihtimalini yarı kabul etmiş, yarı etmemiş gibi.
“Meclisin takdir ettiği fiyatlar pek düşük, Mr. Bumble.”
“Tabutlar da küçük ama.” diye cevap verdi mübaşir, yüksek rütbeli bir memurun gülmesi gerektiği kadar ancak gülerek.
Mr. Sowerberry’nin içini gıcıkladı bu gülüş; bu neticeyi doğurması da gerekti zaten; uzun uzun güldü bir süre. “Ya işte böyle, Mr. Bumble!” dedi sonunda. “Yeni besi sistemi tatbik edildiğinden beri, tabutların eskisine nazaran daha dar ve daha ince olduğundan şüphe yok; ama yine de kâr etmemiz gerek, Mr. Bumble. İyi tavlanmış kereste pahalı nesne beyim; demir tabut sapları da kanal boyunca ta Birmingham’dan geliyor.”
“Eee, ne yaparsın…” dedi Mr. Bumble. “Her ticaretin zor bir tarafı vardır. Vasat bir kazanca müsaade edilir tabii.”
“Elbette, elbette.” dedi cenazeci. “Şunda kazanamazsam, bunda kazanıyorum eninde sonunda ayarlıyoruz işi, hi, hi, hi.”
“Öyle.” dedi Mr. Bumble.
“Bir şey var ki…” diye sözüne devam etti cenazeci, mübaşirin engellemiş olduğu düşünce seline yeniden hız vererek. “Pek büyük bir mahzur var belirtmem gereken, para sıkıntısı çekmeden ferah fahur hayat sürenler ve yıllarca vergilerini verenler, en çabuk büzülenler onlar oluyorlar dükkâna geldiklerinde; Mr. Bumble, şunu da söylemek isterim, insan hesap kitap yapıyor, bir de bakıyor ölçüler uymuyor, böylece beş on santim fark da büyük rol oynuyor, hele insanın geçindirecek bir ailesi varsa.”
Gadre uğramış bir adam tavrıyla bunları söyledikten sonra, Mr. Bumble, bu sözlerin meclise hakaret olabileceğini düşündüğünden, konuyu değiştirmeyi uygun buldu. Aklının en üst köşesinde Oliver Twist olduğu için onu ele aldı.
“Ha…” dedi Mr. Bumble. “Bir oğlana ihtiyacı olan kimse biliyor musun acaba? Bir çırak gibi bir şey, mütevelli cemiyeti vermek istiyor; -idare heyetinin başına bir yük, bir bela- hem müsait şartlarla veriliyor, pek müsait şartlarla.” Mr. Bumble, bu sözleri söylerken bastonuyla tepesindeki ilanı gösterip, “beş lira” yazısının üstüne üç kere vurdu. “Beş lira” dev büyüklüğünde Romen rakamlarıyla yazılmıştı.