banner banner banner
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Оценить:
 Рейтинг: 0

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü


“Tam öyle değil tabii. Ama görünen olayların arka planında genellikle bu çelişki yatıyor aslında.”

Anastasya: “Andronikos batıya karşı mıydı?”

Vasili Baba: “Andronikos batıya karşıydı canımın içi… Hem de nasıl! Sadece Müslüman saraylarında serbestçe gezinmesi, misafir edilmesi yahut doğudaki bir başka güç olan Rus prensleriyle düşüp kalkması değildi bunun kaynağı… Temel bir görüş ayrılığı vardı iki Kommenos arasında. Andronikos feodalizme de karşıydı. Aristokrasiye… Toprak sahibi olup da bunu tanrısal bir iktidar gibi sunanlara… Batıya dönük tüm siyasetin can düşmanıydı. Latin dostu niyabeti düşürebilmek için Andronikos’tan başkasının peşinden gidilemezdi. Bütün gözler ona dönmüş, onu bekliyor, onu arıyordu.”

Petlis de bu konuda bilgili olduğunu gösterdi ve ekledi:

“İstanbul doğudan gelecek tehdidin korkulu rüyalarını görürken Andronikos Kalkedon’da (Kadıköy) karargâhını kurmuştu bile…”

“Boğazın Anatolia yakası…”

“Aynen öyle…”

Vasili sözü toparladı:

“Protosebastos yani Aleksios, boğazı kapatarak Andronikos’un karşıya geçmesini önlemeyi düşündü. Bizans deniz kuvvetleri başkomutanına talimat verdi. Fakat başkomutan megas duks yani Kontostefanos karşı tarafı tercih etti. Böylece Andronikos’un önündeki tüm engeller ortadan kalkmış oldu. Onu İstanbul’a sokmayacak hiçbir kuvvet kalmamıştı. Aleksios yakalanıp gözleri oyuldu. İstanbul’da bir Latin katliamı başladı.”



Anastasya tarihe meraklıydı. Zira bir saraya kraliçe olmak isteyen biri mutlaka tarih bilmeliydi. Tarihte neler olmuşsa onları iyi bilmek gelecekte hataya düşmeyi önleyebilirdi. Tabii gerekli ders çıkarılırsa…

Bizans’ın başına gelenleri merakla dinleyen Anastasya, Aziz Vasili Baba’nın tam karşısında diz üstünde duruyordu. Vasili devam etti.

“Batılıların evleri yağmalandı. Kaçamayanlar zalimce öldürüldü. Ahalinin sevinç gösterileri arasında Andronikos İstanbul’a girdi Fatih olarak…”

Vasili o an, bir imparator gibi ayağa kalkıp yürür gibi yaptı.

“Suçlular bir gecede yakalandı, hapishanelere kondu. Ana imparatoriçe ve Maria darağacında sallandırıldılar.”

Anastasya o sırada babasını gördü. Nasıl da masum Vasili Baba’yı dinliyordu. Anastasya babasının o hâline acıdı. Gidip kucağına oturdu. Vasili, kızın kendisini kıskandırır gibi babasının kucağına oturmasını göz ucuyla seyretti. İçi burkuldu. Kalbi acıdı. Ama belli etmedi bir şey. Anastasya’nın eğitimine katkı için buradaydı. Hem kızın üstünde başkaca ne hak iddia edebilirdi ki?..

“Saraydakiler toplandı, ruhaniler onların yanında yer aldı ve Andronikos da güya onları kırmayarak tevazu gösterileri içinde erguvani imparator elbisesini giymek zorunda kaldı.

Böylece hükümdarlığı küçük Aleksios ile birlikte götüreceklerdi. Fakat iki ay sonra küçük imparator Andronikos’un adamları tarafından boğuldu ve cesedi denize atıldı. Deniz küçük çocuğun cesedini yuttu, dalgalar arasında kayboldu Aleksios..”

Vasili kalktı, şarap kadehi sol elindeydi. Yürüdü, kameriyenin denizi daha iyi gören yerinden ufka doğru baktı. Deniz sakindi. Yakamozların kıpırtısı onun bir resim olmadığını, canlılığını ortaya koyuyordu.

Vasili, bir süre dalgın dalgın denize baktı, baktı, baktı; neden sonra Anastasya’nın sesini duyunca kendine geldi.

Anastasya da yerinden kalkmış yanına gelmişti. Bir müddettir ona sesleniyordu ama Vasili onu galiba duymamıştı.

“Vasili Baba! Daldınız iyiden iyiye. Beni duyuyor musun?”

“Ha evet dalmıştım.”

“Neden daldınız?”

“Şeyi hatırladım. Deniz, Aleksios’un cesedini dalgalarının arasından uzaklara götürdü de Andronikos’unkini götürmedi.”

“Andronikos da mı aynı akıbetle karşılaştı?”

Vasili’nin eski bir kitabı açıp sayfaları arasından okuyarak anlattıklarını hatırladı zangoç:

“Ya işte asıl heyecanlı hikâye bu… Şifre burada… Lanet, Bizans’ın üstünden eksilmeyecek lanet burada…”

Nihayet meraklı kızın zangoç babası da söze karışmıştı. Demek ki bu seanslar evvelce de olmuş diye düşündü Anastasya. Babasının da öğreticiliğe iştirak etmesi sevindirmişti kızını… Sevindirmiş miydi, yoksa bir acıma hissi mi?

“Nasıl?”

Anastasya daha çok merak etmeye başladı bu taht kavgalarını… Bizans oyunlarını…

Vasili anlatmaya devam etti:

“O sırada altmış yaşına gelmişti Andronikos. Buna rağmen Aleksios’un dul karısı -ki o da Aleksios’tan bir yaş büyüktü- on üç yaşındaki Anna ile evlendi. Anna, Fransa Kralı Lui’nin -yedincisi oluyor galiba- kızıydı. Meşru bir haktı bu onun için.”

Anastasya on iki yaşındaydı. Neredeyse kendisi kadar bir kız evleniyordu. Anna on üç, Anastasya on iki…

On üç yaş için bir yıl var. Demek ki evlenebilmesi, büyük bir saraya kraliçe olarak gitmesi için bir yıl var.

Kafasında binbir çelişki kol geziyordu. Bir yandan evlilik heyecanı duyuyor, kendisini de gelinlik içinde farz ediyor, dünyanın en büyük salonlarında düğününü izliyordu. Diğer yandan köyünden, babasından uzakta nasıl yaşayabileceğinin korkuları birbiri ardına aklına takılıyordu.

Anastasya babasının yanına gitti yine.

“Hayır, ben evlenmem…”

Zangoç: “Nereden çıktı şimdi bu?”

Anastasya: “Ben seni bırakıp da evlenmem baba…”

Babası Anastasya’nın itirazlarını anlıyordu. Arkadaşı Pizarro’nun oğluna kızını verecekti. Planı buydu ama ne zaman bu konu açılsa yaramaz kızı deli fişek oluyor oradan oraya zıplıyor, büyümediğini, evlilik çağına henüz gelmediğini göstermek istiyordu.

“Neyse Tanrı kime yazdıysa kızım.”

“O zamanlar gerçi şimdi de öyle ya, kızlar daha küçük yaşlarda bakire iken saraylara verilirlerdi. Gözleri açılmasın, iktidarına leke sürülmesin alacak kişinin vesaire…”

Anastasya bir yandan bakire olarak büyük imparatora eş olmayı hayal ederken, diğer yandan köyünün yakışıklı erkekleriyle nasıl kırıştırabileceğinin hayallerini kuruyordu.

“Neyse tamam babacığım beni bırakalım da Anna’ya gelelim.”

Anastasya, Vasili Baba’nın koşarak kucağına zıpladı, oturup sakalından tuttu.

Vasili şimdi mutlu olmuştu. Bu şeytan aklına ve melek yüzüne sahip kız gönül almasını nasıl da biliyordu.

“Anna yeni kocasının acımasız seks fantezilerinin kurbanı oldu. Daha körpecik bir taze iken kurudu gitti. Ama Andronikos Bizans için daha önce hiçbir kralın düşlemediği şeyleri hayata geçirdi. Bir restorasyona soktu devleti. Özel hayatı sapkınlıklarla dolu bu yaşlı kurdun tezatları yanında yepyeni düşünceleri, planları vardı. Eğer acımasız, sert ve dediğim dedik uygulamaları olmasaydı halkın desteğini arkasına alsaydı ve karşı olduğu aristokrasiden de yandaş bulabilseydi sonu o kadar kötü olmazdı.”

Anastasya bu ilginç kralın sonunu merak ediyordu.

Ama ondan önce aklına ne gibi reformlar peşinde olduğu geldi. Kozmopolit ada halkı için batı ve doğu gibi kavramlar, üzerinde çok vurgu yapılsa da bir şey ifade etmiyordu.