banner banner banner
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü
Оценить:
 Рейтинг: 0

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü


Fakat devlet için acımadan tek tek harcadıkları da olmuş. Demek ki devlet idaresinde düşmanların kanatlarını kırmayacaksın. Gözlerini oymayacaksın, hapislerde çürütmeyeceksin.

Onları ya tamamen yok edeceksin ya da intikam duygusuna düşürecek şekilde çok fena kanadını kolunu kırmayacaksın.

Ben hep bu usulü denedim.

Anemas -ki şimdi biz ona Yedikule diyoruz- Zindanları’na gittim. İşkenceden kaç mazlumu kurtardım? Yedikule Zindanları’na her gidişimde Andronikos’un başına gelenleri düşünürdüm. Hangi hücrede yattı? Nerede sürüklendi? Nasıl çıkarıldı? Zindanı tamir ettirdikten sonra buraya attırdıkları, o içeride yatarken neler yaptılar?

Sadece Yedikule Zindanı mı?

Diğer hapishanelere de aydan aya gidip içeridekilere yardım elimi uzattım. Ne ihtiyaçları varsa gördüm.

Bazılarını hürriyetlerine kavuşturdum. Serbest bıraktırdım.

Hapishanelerle özel olarak ilgilenmem Yeniçeri Ocağı’nda da Sipahi Ocağı’nda da çok dikkat çekti.

Bakın vakanüvislerin, tarihçilerin yazdıklarına…

Kösem Sultan’ın yaptırdığı imaret, külliye, cami, şadırvan, hamam, köprü ve yollara değinmeden edebiliyorlar mı? Belki asırlar sonra her eserimin üzerine sayfalar dolusu kitap yazılacak, bundan eminim.

Ama en çok da hapishanede ömür çürüten, Medrese-i Yusufiye’de çile dolduranların derdiyle alakadar olmam daha çok yazılacak.

Ne kadar çok bahtsızı kurtardım mahpuslardan…

Denizlerde de Kapudan Paşa’ya kaç kez söyledim. Kaç kez Akdeniz’de köle ticareti yapanların tepesine bindik…



Fakat o eski kalyondan bozma yarı ticaret yarı korsan gemisinde olanları hâlâ unutamıyorum.

Thilas gerçekten kaderindeki çizgiye rıza göstermeliydi.

Leonardo’nun yerine geçme arzusu ona nelere mal olmuştu?

Ceremesini de çekecekti. Ne yapalım?

Şövalye ayağa kalktı.

Bütün ihtişamıyla yerdeki köleye baktı. Sonra bana döndü ve dedi ki:

“Sevgili prenses… Köleliğinizin bağışlanması için bir köle vermelisiniz bize…”

“Nasıl?” dedim, başta bir şey anlamamıştım.

“Anlaşılmayacak bir şey yok.” dedi kurum kurum kurularak.

“Yerde yatan şu kölenizin karşılığında size özgürlüğünüzü vereceğim.”

Şimdi anlamıştım. Thilas, zavallı, yanmıştı. Artık gemilerde kürek mi çekecek, efendilerine hizmet edip belki miçoluğa mı yükselecek, orasını Tanrı bilirdi.

Thilas’ın bakışları daha da tuhaflaşıp, daha da aptallaştı. Bu salakla benim ne işim olabilirdi? Ayrıca bir kahraman olmayı hak etmiyordu. Kahraman olabilirdi hâlbuki. Baştan beri beni korumak için hiçbir şey yapmamış, zavallı korkak bir çocuk gibi zırlamıştı. Böylelerinin köle olmaktan başka ne şansı olabilirdi ki?..

İyice nefret ettiğim bakışları kararı vermemde etkili oldu.

“Siz aziz ve kudretli şövalye, bir prensesten şövalyesini köle olarak almak istiyorsunuz. Bu size yakışmaz. Bence şövalyemle düello yapmalısınız. Onu düelloya çağırın; eğer sizinle düello yaparsa sonucuna katlanır, siz de katlanırsınız. Yok eğer düello yapmazsa belli ki köle olmayı hak etmiştir, o zaman onu size köle olarak vermeye söz veriyorum.”

Şövalye karikatürü, eski rüşvetçi subay kahkaha attı ve sağ elinin başparmağını yukarıya doğru kaldırarak “İşte tam da prenseslerin yapabileceği bir konuşma! Bravo, bravo! Çok yaşayın!” dedi.

Sonra yerde iyice büzülmüş olan Thilas’a döndü:

“Düelloya var mısınız kraliçeniz için, ey şövalye?” diyerek kılıcını çekti.

Kocaman kılıç, ay ışığında parladı. Zaten kınından çıkarken yeterince korkutucu olmuştu. Thilas daha da büzüldü ve ağlamaya başladı…

“Hayır, hayır ben sizinle nasıl dövüşürüm?”

“Yanlış cevap!” dedi şövalye, “Bana lütfen bir kılıç verir misiniz?” olacaktı.

“Ben kılıç kullanmayı bilmem!” diye daha da zırladı korkak…

Benim için artık o gerçekten bir köleden farksızdı. Kendi sonunu kendi hazırlamıştı.

Benim için şövalye olmaya, düelloya girmeye razı olsaydı ben de onun için ölümü göze alır yahut aklımı daha derinden kullanır ve şu salak şövalyeyi kandırırdım. Ama artık onun için hiçbir fedakârlık yapmaya değmezdi.

Tuhaf kılıklı şövalye bana döndü, ben de gereken sözü söyledim:

“Yapacak bir şey yok muhterem şövalye, kişinin emeğinden başkası yoktur…”

Bunu şimdi Kur’an’dan mı hatırlıyorum, geçen zaman, hatıralarıma, aldığım eğitimle beraber bir şeyler kattı da bazıları gibi maziyi yeniden mi yaratıyorum? Kendime göre yeniden geçmişi çiziyorum. Acaba? Yoksa ta o zamanlardan kalan Vasili Baba’dan öğrendiğim bir söz müydü, hatırlamıyorum.

Ben öyle deyince adamlarına talimat vermeye başladı, sonra bana dönüp kolunu dirseklerinden bükerek uzattı.

“Buyurun prenses, kamarama gidelim, bir kadeh Burbon şarabını hak ettik sanırım.” dedi.

Biz giderken adamlar yeni köleyi güverteden aşağıya inen merdivenlere sürüklüyorlardı. Thilas “Hayır, hayır o sahte kraliçe! Hayır, hayır!..” deyip duruyordu.



İşaret parmağımdaki yüzüğe bakıyorum da geçmişte ne var ne yok görüyorum. Andronikos’un yüzüğü bana eski ile yeniyi, doğu ile batıyı birlikte değerlendirme fırsatı veriyor. Yaşadıklarımı görüyorum bu yüzükte…

Ya bir de geleceği görebilsem…

Neler, neler vermezdim?..

Ahmed’im gidince yaşadıklarım bana ağır bir ders oldu. Adını bile hatırlamak istemediğim o hasekinin bana yapmadığı, demediği kalmadıydı. Evlatlarım için her şeyi sineye çektim. Oysa Ahmed’im eğer kardeş katli kuralını uygulasaydı Mustafa da çoktan âlem-i berzah’a gönderilmişti. Ne yapacaktı o kadın o zaman? Daha önce yaptığı gibi eteklerime yapışıp af dileyecekti.

Mahfiruz ile her ne kadar rakibe isek de bu delinin anası yüzünden anlaşmak zorundaydık. Birbirimize söz verdik. Kardeş yasasını sağ olduğumuz müddetçe birbirimize karşı uygulamayacaktık. Evlatlarımız için her şeyi göze alacaktık. Benim Murad’ım daha çok küçüktü. Rabbim Murad’ımı bana bağışlasın…

Ne korkunç!..