banner banner banner
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3


Böyle zorlu bir rakip bizi takibe aldığına göre en iyi çözümün kaçmak olacağına karar verdik. Böylece yarın geldiğinizde evimin boş olduğunu göreceksiniz. Fotoğrafa gelince; müşterinizin içi rahat olsun. Ondan daha iyi bir adamı seviyor ve seviliyorum. Kral, zalimlik yaptığı kişinin artık ayak bağı olmayacağını bilsin. Fotoğrafı, kendimi güvenceye almak için yanımda taşıyorum. İleride bana verilebilecek herhangi bir zarardan korunmak istiyorum. Kralın saklamak isteyeceği bir fotoğraf bırakıyorum. Hoşça kalın Sevgili Bay Sherlock Holmes…

Saygılarımla,

Irene Norton,

Kızlık soyadıyla Adler

“Ne kadın ama ne kadın!” diye bağırdı Bohemya kralı mektubu okuduktan sonra. “Size ne kadar hızlı ve azimli olduğunu söylemiş miydim? İyi bir kraliçe olmaz mıydı? Benimle aynı statüde olmaması çok yazık!”

“Bayan Adler tanıdığım kadarıyla gerçekten de majesteleri ile aynı seviyede değil.” dedi Holmes soğuk bir şekilde. “Majesteleri için bu işi daha başarılı bir şekilde halledemediğim için çok üzgünüm.”

“Aksine, sevgili bayım!” diye bağırdı kral. “Bundan daha başarılı olamazdınız. Onun, sözünü asla çiğnemeyeceğini biliyorum. Şu an fotoğraf, ateşe atılmış kadar güvendeyiz.”

“Majestelerinin bu şekilde konuşmasına sevindim.”

“Size çok şey borçluyum. Lütfen sizi nasıl ödüllendirebileceğimi söyleyin. Bu yüzük…” Yılan şeklindeki zümrüt yüzüğünü çıkarıp arkadaşımın avcuna bıraktı.

“Majesteleri, bundan daha çok değer vereceğim bir şeye sahip.” dedi Holmes.

“Söyleyin yeter ki!”

“Bu fotoğraf!”

Kral şaşkınlık içinde bakakaldı.

“Irene’in fotoğrafı!” diye bağırdı. “Tabii, eğer dileğiniz buysa…”

“Çok teşekkür ederim, majesteleri. Artık yapabileceğimiz başka bir şey kalmadı. Size iyi günler diliyorum.” dedi ve kralın önünde eğildi. Kendisine uzanan ele dikkat etmeden arkasını dönüp beni de beraberinde sürükleyerek evine doğru yola koyuldu.

Anlattıklarım, Bohemya Krallığı’nı tehdit eden büyük bir skandalı ve bir kadının ince zekâsının, Bay Sherlock Holmes’u nasıl yendiğini gösteren bir hikâyeydi. Holmes, eskiden kadınların zekâsıyla çok eğlenirdi ama bir süredir ondan böyle şeyler duymuyorum. Irene Adler’dan veya fotoğrafından söz açılınca “o kadın”dan hep saygıyla bahseder…

Kızıl Saçlılar Kulübü

Geçen senenin sonbaharında bir gün, dostum Sherlock Holmes’a uğramaya karar verdim; fakat iri yarı, kırmızı yüzlü, kıpkızıl saçlı yaşlıca bir bey ile derin bir sohbete dalmış hâlde buldum kendisini. Davetsiz geldiğim için özür diledim ve tam ayrılacakken Holmes beni sertçe odaya çekip kapıyı kapadı.

“Bundan daha iyi bir zamanda gelemezdin, sevgili Watson!” dedi içtenlikle.

“Meşgul olmanızdan korktum.”

“Öyleyim. Hem de fazlasıyla.”

“O zaman yan odada bekleyebilirim.”

“Kesinlikle olmaz! Bu bey, başarılı olduğum birçok davada hem ortağım hem de yardımcım olmuştur, Bay Wilson. Sizin meselenizde de bana çok yardımı dokunacağından hiç şüphem yok.”

İri yarı adam beni selamlamak için sandalyesinden hafifçe kalkarken sorgulayıcı, küçük, torbalı gözleriyle bana baktı.

“Kanepeye geç.” dedi Holmes. Tekrar koltuğuna oturdu ve eleştirme havasında olduğu zamanlarda yaptığı gibi parmak uçlarını birleştirdi. “Biliyorum sevgili Watson, günlük hayatın alışkanlıkları ve monotonluğu dışında olan her türlü gariplikten benim gibi sen de hoşlanıyorsun. Bu yaşantımızdan aldığın hazzı ve coşkunluğu, maceralarımızı yazıya dökerek gösterdin ve söylememe izin verirsen küçük maceralarımızda bu özelliğimizi biraz abartarak ifade ettin.”

“Senin araştırmaların elbette bende büyük merak uyandırdı.” dedim.

“Geçen gün Bayan Mary Sutherland bize basit meselesini anlatmadan önce konuştuklarımızı hatırlıyor musun? Alışılmamış sonuçlar ve olağanüstü uyuşmaların hayatın içinde olduğunu ancak bunları görmek için hayal gücünden çok cesaret gerektiğini söylemiştim.”

“Şüphe etmeye cesaret ettiğim bir düşünce.”

“Evet doktor, ama yine de biraz sonra benim bakış açıma geleceğine inanıyorum. Böyle olmasaydı üst üste bir sürü gerçeği sıralardım; ta ki kendi söylediklerinin altında ezilip benimkileri kabul edene kadar. Her neyse, Bay Jabez Wilson, tüm iyi niyetiyle bu sabah bana uğradı ve öyle bir hikâye anlattı ki uzun zamandır böylesine rastlamamıştım. Daha önce de söylediğim gibi en tuhaf ve en ilginç olayları büyük suçlarla değil, ufak suçlarla bağdaştırabiliriz ve tabii ki kesinleşmiş suçlarda her zaman şüphe için yer vardır. Dinlediğim kadarıyla şu anki davanın bir suçla ilgisi olup olmadığını söylemem zor; ama olaylar zinciri, bunun, dinlediğim en ilginç hikâyelerden biri olduğunu ortaya koyuyor. Belki, Bay Wilson, hikâyenizi yeniden anlatma lütfunda bulunursunuz. Sadece arkadaşım Dr. Watson giriş bölümünü kaçırdığı için değil, ben de oldukça tuhaf hikâyenizi sizin ağzınızdan hevesle tekrar dinlemek istiyorum. Alışkanlığım gereği, olayların en ufak ayrıntılarını dinlerken aklıma gelen binlerce benzer davayı göz önüne alıp onları sonuca ulaşmak için rehber olarak kullanıyorum. Oysa itiraf etmeliyim ki şimdiki olayda anlattıklarınızın eşi benzeri yoktur.”

Bu iri yarı müşteri, söylenenlerden gururlanarak göğsünü biraz kabarttı ve paltosunun iç cebinden pis ve buruşuk bir gazete çıkardı. İlanı bulup gazete sayfasını düzeltti ve dizlerinin üzerine koydu. Arkadaşımı taklit ederek adamı iyice incelemeye çalıştım ve kıyafetiyle dış görünüşünün sunduğu ipuçlarını yorumlamakla uğraştım.

Ancak pek ilerleme kaydedemedim. Ziyaretçimiz ortalama bir İngiliz eşrafı gibi şişman, görkemli ve yavaştı. Bol, gri kareli çoban pantolonu, düğmeleri açık ve çok temiz olmayan bir redingot ile açık kahverengi bir yelek giymişti. Yeleğinin cebindeki Albert zincirinin ucundan, sivri uçlu pirinçten yapılmış kare bir metal parçası sarkıyordu. Yıpranmış bir şapka ile buruşuk kadife yakalı, solmuş kahverengi bir palto, yanındaki sandalyede duruyordu. Kıpkırmızı saçları ve çok üzüntülü, memnuniyetsiz yüz ifadesi dışında pek belirgin bir özelliği yoktu.

Sherlock Holmes keskin gözleriyle ne yapmaya çalıştığımı hemen anladı ve inceleyen bakışlarımı fark edince gülümseyerek kafasını salladı. “Müşterimizin bir ara işçi olarak çalışması, enfiye çekiyor olması, Mason oluşu, Çin’e gitmiş olması ve son zamanlarda bol bol yazı yazması dışında bir şey bulamadım.”

Bay Jabez Wilson sandalyesinde doğruldu, parmağı hâlâ gazetede olduğu hâlde arkadaşıma bakakaldı.

“Tanrı aşkına bütün bunları nereden bildiniz, Bay Holmes?” diye sordu. “Örneğin benim işçilik yaptığımı nereden bildiniz? Bu söylediğiniz İncil kadar gerçek ve iş hayatına da gemide doğramacı olarak başladım!”

“Elleriniz sevgili bayım. Sağ eliniz, sol elinizden gözle görülür ölçüde daha büyük. O elinizle çalıştınız ve dolayısıyla kasları daha gelişmiş.”

“Peki ya enfiye çekmem, masonluk?”

“Onları nasıl anladığımı zekânıza hakaret etmiş gibi olmamak için anlatmayacağım, özellikle koyduğunuz katı kurallardan sonra. Ama şunu belirteyim ki yay ve pusula şeklinde bir kravat iğnesi kullanıyorsunuz.”

“Ah, tabii, bunları unuttum! Peki, çok yazı yazdığıma dair öngörünüze nasıl bir açıklama getireceksiniz?”

“Yaklaşık beş inç boyunca sağ manşetiniz pırıl pırıl; ama masada dinlendirdiğiniz sol kolunuzda dirseğinize yakın, düzgün bir leke var. Bundan başka nasıl bir anlam çıkarabilirdim ki?”

“Ya Çin?”

“Sol el bileğinizin hemen üzerindeki balık dövmesi ancak Çin’de yapılabilirdi. Dövme konusunda ufak bir çalışma yaptım ve hatta bununla ilgili bir yazılı eserle edebiyata katkıda bulunmuşluğum bile var. Balığın pullarını hafif pembeye boyama tekniği yalnızca Çin’de kullanılıyor. Ayrıca saatinizin zincirinde Çin bozuk parasının sallandığını görünce bu çıkarımı yapmak daha da kolay oldu.”

Bay Jabez Wilson uzun uzun güldü. “Çok hoş!” dedi. “Başta çok zekice bir şeyler yaptığınızı sanmıştım ama görüyorum ki pek de abartılacak bir şey yokmuş.”

“Düşünüyorum da Watson…” dedi Holmes. “Anlatarak hata yapıyorum. ‘Omne ignotum pro magnifico.’[2 - “Bilinmeyen her şey mükemmel zannedilir.” anlamında Latince bir cümle (e.n.).] Biliyorsun benim zaten az olan şanım, böyle dobra dobra konuştuğum için yok olup gidecek. İlanı bulabildiniz mi Bay Wilson?”

“Evet, şimdi buldum.” diye cevap verdi, kalın kırmızımsı parmağını gazetenin ortasına bastırarak. “İşte burada! Her şey bunun sayesinde başladı. Buyurun, kendiniz okuyun efendim.”

Gazeteyi elime alarak okumaya başladım.

“KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜNE

Lebanon, Pensilvanya, Amerika’dan merhum Ezekiah Hopkins’in vasiyeti gereği, kulüp üyeliği için bir kişilik kontenjan açılmıştır. Kabul edilecek kişiye sembolik hizmetler karşılığında haftada dört pound verilecektir. Sağlıklı, akli dengesi yerinde, yirmi bir yaşın üzerindeki tüm kızıl saçlı erkekler bu pozisyon için uygundur. Pazartesi saat 11’de, Duncan Ross ile görüşmek için kulüp ofisine, Pope’s Court, Fleet Caddesi, No:7’ye kişinin bizzat kendisinin müracaat etmesi gerekmektedir.”

“Tanrı aşkına bu ne demek oluyor?” diye haykırdım, bu ilginç ilanı iki kez okuduktan sonra.

Holmes neşelendiği zaman hep yaptığı gibi kıkırdadı ve koltuğunda bir yandan diğer yana sallandı. “Biraz alışılmışın dışında değil mi?” dedi. “Ve şimdi Bay Wilson, baştan başlayarak bize kendinizi, ev yaşantınızı ve bu ilanın sizde yaptığı etkileri anlatır mısınız? Yalnız önce gazeteye ve yayımlandığı tarihe bakar mısınız doktor?”

“ ‘The Morning Chronicle’, 27 Nisan, 1890. İki ay öncesinin bu.”