banner banner banner
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3


“Pekâlâ. Şimdi Bay Wilson?”

“Size anlattığım gibi Bay Sherlock Holmes.” dedi Jabez Wilson alnını silerken. “Coburg Meydanı’nda şehre yakın küçük bir tefeci dükkânım var. Öyle büyük bir şey değil, hatta son yıllarda karın tokluğuna çalışıyorum bile diyebilirim. Eskiden iki yardımcım vardı ama artık bire düşürdüm. Hatta onun maaşını bile ödeyecek gücüm yok ama işi öğrenmek için yarı ücretle çalışmaya razı olduğunu söyledi.”

“Bu yardımsever gencin adı nedir?” diye sordu Holmes.

“Adı Vincent Spaulding ve o kadar da genç sayılmaz. Yaşını tahmin etmek biraz zor. Ondan daha akıllı bir adamla çalışmayı dileyemezdim, Bay Holmes. Kendisini geliştirirse benim verdiğim maaşın iki katını kazanabileceğini çok iyi biliyorum; ama o mutluysa kafasına böyle şeyleri neden sokayım ki?”

“Elbette. Niye sokasınız ki? Piyasadan daha düşük bir ücrete çalışacak birini bulduğunuz için kendinizi şanslı saymalısınız. Hele bu dönemde bu durum, işverenler için çok sık rastlanan bir şey değilse. Yardımcınızın bahsettiğiniz kadar olağanüstü olup olmadığını bilmiyorum.”

“Ah, tabii ki onun da kusurları var!” dedi Bay Wilson. “Fotoğrafçılığa bu kadar düşkün olan birini görmemiştim. Zekâsını geliştirmesi gerekirken gidip fotoğraf çekiyor, sonra da deliğine giren bir tavşan gibi doğruca bodruma koşturup fotoğraflarını banyo ediyor. Onun en büyük suçu bu ama genel olarak iyi çalışıyor. Ahlaksızlığını da hiç görmedim.”

“Sanıyorum hâlâ sizinle çalışıyor.”

“Evet efendim. O ve yemekle temizliğe bakan on dört yaşlarında bir kız.Evde başka kimsem yok çünkü ben dulum, ailem de yok. Üçümüz çok sakin bir yaşantı sürüyoruz. En azından başımızı sokacak bir evimiz ve borçlarımızı ödeyecek paramız var.

Bizi ilk rahatsız eden şey o ilandı. Tam sekiz hafta önce Spaulding elinde bu gazeteyle ofise geldi ve şöyle dedi:

‘Keşke kızıl saçlı olsaydım Bay Wilson!’

‘Neden?’ diye sordum.

‘Çünkü…’ dedi. ‘Kızıl Saçlılar Kulübü için bir iş ilanı var. Bu işe sahip olacak adam iyi para alacak ve anladığım kadarıyla erkekler için boş pozisyonlar var. Keşke saçım renk değiştirseydi. Ben de hemen bu ilana başvururdum.’

‘Mesele tam olarak nedir?’ diye sordum.

Görüyorsunuz ya Bay Holmes, ben evde kalmayı tercih eden biriyim ve iş benim ayağıma gelir, ben onun ayağına gitmem. Haftalarca adımımı dışarı atmadığım olur. Bu nedenle dışarıda olup bitenlerden haberdar değildim ama ara sıra biraz haber almaktan memnundum.

‘Hiç Kızıl Saçlılar Kulübünü duymadınız mı?’ diye sordu bana gözlerini iyice açarak.

‘Hayır.’

‘Ah, şaşmamak gerek. Bu pozisyona çok uygun nitelikleriniz var!’

‘Parası nasıl?’ diye sordum.

‘Ah, yılda yaklaşık iki yüz pound ama iş çok ağır değil ve insanın asıl mesleğine çok da engel olmuyor.’

Eh, böyle bir şeye kulak kabartacağımı düşünmüşsünüzdür çünkü birkaç yıldır işler pek iyi gitmiyordu ve ek olarak alacağım iki yüz pound da pek iyi olacaktı.

‘Anlat bakalım.’ dedim.

‘Bakın…’ dedi bana ilanı göstererek. ‘Kulübün ilanına kendi gözlerinizle bakın; detayları öğrenmek isteyenler için orada adres de yazıyor. Bildiğim kadarıyla kulüp, bir Amerikan milyoneri olan Ezekiah Hopkins tarafından kurulmuş. Çok tuhaf biriymiş. Kendisi de kızıl saçlıymış ve bütün kızıl saçlı erkeklere sempati duyarmış. Öldüğünde mutemetlerine çok yüklü miktarda miras kalmış ondan. Ayrıca onlara, saçları kıpkızıl olan erkeklere basit işler vermeleri için talimat bırakmış. Bildiğim kadarıyla çok az iş yapmana rağmen çok iyi para veriyorlar.’

‘Ama…’ dedim. ‘Başvuracak milyonlarca kızıl saçlı adam var.’

‘Sandığınız kadar çok değil.’ diye cevap verdi. ‘Yani ilan, Londralı ve yetişkin erkeklerle sınırlı. Bu Amerikalı, gençken Londra’da iş hayatına atılmış ve burası için bir iyilik yapmak istemiş. Ayrıca, eğer saçın açık kızıl ya da koyu kızılsa başvurmanın hiçbir anlamının olmadığını duydum. Pırıl pırıl alev kızılı olması gerekiyormuş. Başvurmak istiyorsanız Bay Wilson, tek yapmanız gereken oraya gitmek; ama belki birkaç yüz pound için kendinizi yormak istemiyor olabilirsiniz.’

Gerçek şu ki beyler, siz de görüyorsunuz, saçım çok koyu olmayan güzel bir tonda ve bu alanda herhangi bir yarış düzenlenirse benim şansımın çok yüksek olduğu apaçık ortada. Vincent Spaulding bu konuya o kadar hâkimdi ki bana faydalı olur diye düşündüm ve bir günlüğüne kepenkleri kapatıp benimle gelmesini istedim. Kısa bir mola için çok hevesli görünüyordu ve sonuç olarak kapımızı kapatıp gazete ilanında verilen adrese gitmek üzere yola koyulduk.

Böyle bir manzarayı bir daha hiç görmek istemem, Bay Holmes. Saçında bir parça kırmızılık olan her erkek, güneyden, kuzeyden, doğudan, batıdan ilana cevap vermek için şehre doluşmuştu. Fleet Caddesi, kızıl saçlı insanlarla doluydu ve Pope’s Court, portakal satan bir seyyar satıcının tezgâhına benziyordu. Tek bir ilanla bu kadar çok insanın gelebileceğini düşünememiştim. Her tondan saç vardı -saman, limon, portakal, kiremit, kil rengi tonlarında- ama Spaulding’in dediği canlı, alev tonu hiç kimsede yoktu. Bunca insanın beklediğini görünce vazgeçmeye karar verdim ama Spaulding bunu kesinlikle kabul etmedi. Nasıl yaptığını anlamadım bile ama itekledi, çekiştirdi, tosladı ve bir şekilde kalabalığı yardı. Beni de ofise götüren merdivenlerin başına getirdi. Orası inen ve çıkanların kalabalığı ile doluydu. Kimi ümitle içeri girerken kimi de karamsarlıkla dışarı çıkıyordu. Nihayet aralarına iyice sıkışarak kendimizi ofiste bulduk.”

“Çok eğlenceli bir deneyim yaşamışsınız.” dedi Holmes, müşterisi konuşmasına ara verip hafızasını tazelemek için bir tutam enfiye çekerken. “Lütfen ilginç hikâyenize devam edin.”

“Ofiste iki ahşap sandalye ve bir masadan başka eşya yoktu. İçeride saçları benimkinden de kızıl ufak tefek bir adam oturuyordu. Adaylara birkaç kısa söz söyledikten sonra onları eleyecek bir eksikliği mutlaka buluyordu. Bu işe girmek sandığımdan da zor görünüyordu. Her neyse, benim sıram geldiğinde bana karşı davranışı diğerlerinden daha olumlu oldu ve bizimle özel konuşabilmek için kapıyı hemen arkamızdan kapattı.

‘Bu, Bay Jabez Wilson.” dedi yardımcım. ‘Ve kulüpteki boş kadro için geldi.’

‘Belli ki çok uygun bir aday.’ dedi diğer adam. ‘Aradığımız özelliği görebiliyorum onda. Bundan daha iyisini gördüğümü hatırlamıyorum.’ Geriye doğru bir adım attı, kafasını yana eğdi ve ben rahatsızlık duyana kadar saçlarımı inceledi. Sonra birdenbire öne doğru atıldı, elime sarıldı ve beni tebrik etti.

‘Tereddüt etmek size haksızlık yapmak olur.’ dedi. ‘Ancak bir tedbir alacağım için kusura bakmayın.’ Bunun üzerine iki eliyle saçlarıma yapışıp ben çığlık atana kadar çekiştirdi. ‘Gözleriniz sulandı.’ dedi saçlarımı bırakarak. ‘Her şeyin yolunda gittiğini anlıyorum; ama dikkatli olmalıyız çünkü iki kez peruk ve bir kez de boya ile bizi kandırmaya çalıştılar. Size ayakkabı boyasıyla ilgili iğreneceğinize emin olduğum ne hikâyeler anlatabilirim bir bilseniz…’ Sonra da pencerenin kenarına gidip kadronun dolduğunu yüksek sesle ilan etti. Aşağıdan hayal kırıklıklarını ifade eden haykırışlar geldi ve insanlar değişik yönlere dağıldılar. Ben ve yöneticiden başka kızıl saçlı kalmamıştı ortalıkta.

‘Benim adım Duncan Ross.’ dedi. ‘Asil hayırseverimizin bıraktığı sermayeden yararlanan emeklilerden biriyim. Evli misiniz Bay Wilson? Aileniz var mı?’

Olmadığını söyledim.

Yüzü hemen düştü.

‘Çok fena!’ dedi ciddi bir şekilde. ‘Hem de çok fena! Buna çok üzüldüm. Bu fon, kızıl saçlıların hem devamını hem de çoğalmalarını sağlamak içindi. Bekâr olmanız çok büyük bir talihsizlik!’

Hâliyle benim de yüzüm düştü, Bay Holmes çünkü bu işi bana vermeyeceklerini anladım ama birkaç dakika düşündükten sonra bunun bir problem olmayacağını söyledi.

‘Başka biri söz konusu olsaydı…’ dedi. ‘İtiraz ederdik ama sizin gibi saçları olan bir beyefendi için kuralları biraz esnetmekte zarar görmüyorum. Yeni görevinize ne zaman başlayabilirsiniz?’

‘Aslında durum biraz tuhaf çünkü benim zaten bir işim var.’ dedim.

‘Oh, onu boş ver, Bay Wilson!’ dedi Vincent Spaulding. ‘Ben işin başında dururum.’

‘Çalışma saatleri nasıl?’ diye sordum.

‘Saat ondan ikiye kadar.’

Bir tefeci daha çok akşamları çalışır, Bay Holmes. Özellikle de perşembe ve cuma akşamları; çünkü bu günler ödeme zamanından hemen öncedir. Bu işte sabahları biraz para kazansam hiç fena olmayacaktı. Ayrıca yardımcımın iyi çalıştığını ve her türlü sorunla baş edeceğini çok iyi biliyordum.

‘Benim için uygun.’ dedim. ‘Peki, maaşı nasıl?’

‘Haftada dört pound.’

‘Ya iş?’

‘Önemsiz şeyler…’

‘Önemsiz dediğiniz şeyler nedir?’

‘Bu süre içinde ofisinizde, en azından binanın içinde bulunmalısınız. Eğer dışarı çıkarsanız işinizi sonsuza dek kaybedersiniz. Vasiyette bu husus çok önemli bir nokta olarak belirtiliyor. Bu sürede eğer ofisinizden kımıldarsanız o zaman koşullara razı olmadığınızı göstermiş olursunuz.’

‘Günde sadece dört saat olduktan sonra ofisten bir yere ayrılmayı düşünmem!’ dedim.

‘Burada hiçbir bahane affedilmez.’ dedi Bay Duncan Ross. ‘Ne hastalık ne de iş için. Binada kalmalısınız yoksa işinizden olursunuz.’