banner banner banner
Dünya’nın Merkezine Seyahat
Dünya’nın Merkezine Seyahat
Оценить:
 Рейтинг: 0

Dünya’nın Merkezine Seyahat


Bu sözleri duyunca sırtımdan soğuk terler boşaldı. Fakat kendimi toparladım ve bozuntuya vermedim. Bilimsel savlar bile tek başına Profesör Lidenbrock’yu etkilemeye yeterdi ve böyle bir yolculuğun yapılabilirliğine karşı gayet başarılı savlar vardı. Dünya’nın merkezine gitmek mi! Ne saçmalık! Fakat enerjimi uygun bir fırsat için sakladım ve henüz gelmemiş olan yemeğimle ilgilenmeyi yeğledim.

Boş bir sofra gören amcamın öfkesini ve yağdırdığı lanetlerini anlatmaya gerek yok. Mazeretler bildirildi, Martha özgürlüğüne kavuştu, pazara gitti ve işini öyle iyi yaptı ki bir saate kalmadan açlığım yatışmıştı ve durumun ciddiyeti hakkında kafa yormaya geri dönmüştüm.

Bütün yemek boyunca amcam oldukça neşeliydi. Hiç kimseye zararı olmayan o bilindik bilim adamı şakalarından bile yaptı. Üzerine tatlıyı da yedikten sonra beni çalışma odasına çağırdı.

Bu emre uydum, masanın bir ucuna o, diğerine de ben oturdum.

“Axel…” diye oldukça yumuşak bir sesle konuya girdi, “Oldukça zeki bir genç adamsın ve çabalamaktan tükenmiş bir hâlde tam da bu yarışı bırakacakken, bana gerçekten büyük yararın oldu. Kendimi nasıl kaybettim ben böyle? Kimse bunun cevabını veremez. Bunu hiç unutmayacağım genç adam ve keşfinin yön vereceği bu zaferden sen de payını alacaksın.”

Hadi!.. dedim kendi kendime, Şu keyifli anında, bu zafer konusunu tartışmanın tam zamanı.

“Her şeyden önce…” diye devam etti amcam, “Senden bu sırrı en iyi şekilde saklamanı istiyorum. Anladın değil mi? Bilim dünyasında başarımı kıskananlar hiç de az değil ve birçoğu da biz daha dönmeden yola koyulmak isteyecektir.”

“Gerçekten bu cesarete sahip çok insan var mı sence?” diye sordum.

“Kesinlikle! Böyle bir şanı kim istemez ki? Eğer bu belge ortaya çıkarsa bir bilim adamı ordusu Arne Saknussemm’in izini sürmek için hazır olur.”

“Ben bundan pek emin değilim amca.” diye cevapladım, “Çünkü bu belgenin özgünlüğü hakkında hiçbir kanıtımız yok.”

“Ne! Peki belgeyi içinde bulduğumuz kitaba ne demeli?”

“Tamam. Bu mısraları Saknussemm’in yazdığını kabul ediyorum. Ama bu, onun bu yolculuğu gerçekten yaptığını kanıtlar mı? Peki bu eski parşömen, insanları kandırmak amacıyla yazılmış olamaz mı?”

Gafil bir anımda ağzımdan dökülen son kelimeyi söyler söylemez pişman olmuştum. Amcam, gür kaşlarını çatmıştı ve ben can güvenliğimden endişe etmekteydim. Ne mutlu ki bundan çok büyük zarar görmedim. Ciddi arkadaşımın dudaklarında bir gülümse belirdi ve şöyle dedi:

“İşte biz de bunu öğreneceğiz.”

“Ah!” dedim, oldukça sıkılmıştım, “Ama bu belgenin sebep olabileceği tüm sakıncaları anlatmama izin verin.”

“Konuş oğlum, korkma! Fikirlerini belirtmekte özgürsün. Artık sadece yeğenim değil meslektaşımsın da. Lütfen, devam et.”

“Evet, ilk olarak daha önce hiç duymadığım şu Yokul, Sneffels ve Scartaris ne demek, onu bilmek istiyorum.”

“Ondan kolay ne var ki! Kısa süre önce, Leipzig’deki arkadaşım Augustus Petermann’dan bir harita geldi bana. Zamanlaması daha iyi olamazdı. 4. bölüm, Z sırasındaki büyük kitaplığın ikinci rafında duran üçüncü atlası al.”

Ayağa kalktım. Bu kesin tarifin sayesinde istenen atlası bulamamam imkânsızdı. Amcam atlası açtı ve “İşte karşında en iyi İzlanda haritalarından biri duruyor. Hendersen’in elinden çıkmadır. Bunun sorularına cevap olacağı inancındayım.” dedi.

Haritanın üzerine eğildim.

“Şu volkanik adayı görüyorsun.” dedi profesör, “Tüm volkanların ‘yokul’ olarak adlandırıldığını da görüyorsun, bu kelime İzlandacada ‘buzul’ demektir ve İzlanda’nın yüksek rakımında neredeyse tüm aktif volkanlar buzların arasından püskürür. Yani ‘yokul’ kelimesi İzlanda’daki tüm aktif yanardağları adlandırmak için kullanılır.”

“Çok güzel.” dedim, “Peki Sneffels ne demek?”

Bu sorumun cevapsız kalacağını umuyordum ama yanılmışım. Amcam şöyle cevapladı:

“Parmağımı İzlanda’nın batı kıyısı boyunca takip et. Başkent Reykjavik’i görüyor musun? Evet. Şimdi, denizin dövdüğü şu kıyıları oyan fiyortlar boyunca yukarı çık ve altmış beşinci enlemde dur. Ne görüyorsun?”

“Bir diz kapağı ile sona eren kalça kemiğine benzer bir yarımada görüyorum.”

“Çok güzel bir benzetme, genç adam! Peki o diz kapağının üzerinde bir şey görüyor musun?”

“Evet, denizden yükselir gibi olan bir dağ.”

“Doğru. İşte o Sneffels.”

“Bu mu?”

“Evet. 5.000 fit yüksekliğinde bir dağ. Adadaki ve eğer kraterinden Dünya’nın merkezine inilebiliyorsa şüphesiz Dünya’daki en önemli dağlardan birisi.”

“Ama bu imkânsız!” dedim omuzlarımı silkerek. Böyle saçma sapan bir iddiadan hoşlanmamıştım.

“İmkânsız mı?” diye sordu profesör ciddiyetle, “Peki neden, söyler misin?”

“Çünkü krater büyük ihtimalle lav ve ateş kadar sıcak kayalarla doludur ve böylelikle…”

“Ama sönmüş bir volkan olduğunu varsayarsak?”

“Sönmüş?”

“Evet, günümüzde Dünya üzerindeki aktif volkan sayısı sadece yaklaşık üç yüzdür. Ama çok daha fazla sayıda sönmüş yanardağ bulunmaktadır. İşte, Sneffels bunlardan biri. İlk çağlardan bu yana, bu yanardağ sadece bir kez patlamıştır. O da 1219’da. O zamandan bu yana günbegün sessizleşmiştir, artık aktif volkanlar arasında sayılmıyor bile.”

Böylesi mantıklı açıklamalara verilecek bir yanıtım yoktu. Bu yüzden belgenin karanlıkta kalan diğer yönlerine taşıdım tartışmayı.

“Scartaris kelimesinin anlamı nedir ve temmuzun ilk günüyle ne alakası var?”

Amcam biraz düşününce bir anlığına umutlanır gibi oldum ama hemen sorumun cevabını verdi:

“Sana karanlık görünen benim için aydınlık. İşte bu, Saknussemm’in keşfini ortaya koymak için gösterdiği ustaca özeni kanıtlıyor. Sneffels veya Snaefell birçok kratere sahip. Bu yüzden hangisinin Dünya’nın merkezine gittiğini belirtmek önem taşıyordu. Peki bu İzlandalı bilge ne yaptı? Temmuzun başına doğru yani haziran sonunda, Scartaris adındaki dağın gölgesinin, tam da bu kraterin ağzına düştüğünü gözlemledi ve bu bilgiyi belgesine ekledi. Bundan daha iyi bir rehber olabilir mi? Sneffels’in doruğuna ulaşır ulaşmaz, hangi yoldan gideceğimize dair ufacık bir kuşkumuz bile olmayacak.”

Amcamın her itirazıma karşı söyleyecek sözü vardı. Eski parşömende yazılanlar hakkında itiraz edecek başka bir şey bırakmamıştı bana. Böylelikle onu bu şekilde sıkıştırmaya çalışmaktan vazgeçtim ama ne olursa olsun ikna etmem gerektiğinden, bana göre çok daha ciddi olan bilimsel çelişkilerden bahsetmeye başladım.

“Peki, öyleyse…” diye başladım, “Saknussemm’in cümlesinin tamamen açık olduğunu ve kuşkuya yer bırakmadığını kabul ediyorum. Ayrıca belgenin her açıdan özgün göründüğünü de kabul etmeliyim. Bu bilge filozof, Sneffels’in dibine indi, temmuzun ilk günlerinden önce Scartaris’in gölgesinin bu kraterin üzerine düştüğünü gördü, belki de kendi zamanında Dünya’nın merkezine inen bir krater hakkında anlatılan hikâyeleri işitti ama iş oraya kendi başına ulaşmaya ve bu yolculuğa göğüs germeye, gittiyse bile geri dönebilmeye gelince… Bence imkânsız, bunu asla ama asla yapmadı.”

“Neden sence?” diye sordu amcam alay edercesine.

“Tüm bilimsel kuramlar böyle bir yolculuğun gerçekleşemeyeceğini söylüyor.”

“Bilimsel kuramlar öyle mi söylüyor?” diye alçak gönüllü bir tavırla sordu. “Ah bu sinir bozucu teoriler! Bu teoriler bize nasıl engel olacaklar?”

Benimle eğlendiğinin farkındaydım ama devam ettim:

“Evet, dibe inerken sıcaklığın her 70 fitte bir derece arttığını herkes bilir. Bu değişmez gerçeği göz önüne alırsak, Dünya’nın yarıçapı 1.500 fersah olduğuna göre, merkezdeki sıcaklık 360.032 dereceyi aşar. Yani Dünya’yı meydana getiren her madde, böyle bir ısı altında akkor gaz hâlindedir. Çünkü altın ve platin gibi ısıya en dayanıklı metaller ve en sert kayalar bile böyle bir ısı altında ne katı ne de sıvı hâlde kalabilirler. Demem o ki böylesine bir yerden nasıl geçileceğini sorgulamak için gayet iyi sebeplerim var.”

“Yani Axel, seni rahatsız eden şey ısı mı?”

“Elbette. Otuz millik bir derinliğe ulaşırsak, yer kabuğunun sınırına varmış oluruz ki orada sıcaklık 2.372 derece olmalı.”

“Yoksa ergimekten mi endişelisin?”