banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt


“Bir baba yanlış bir şey yapan oğlunu cezalandırabilir ama böyle değil! Neden gitmiyorsun? Öldüğünü gözünle görmeden için rahat etmeyecek mi?”

Jia Zheng saygıyla çekilmek zorunda kaldı.

O zamana kadar Xue teyze, Baochai, Xiren, Xiangling ve Xiangyun de gelmişlerdi. Xiren o kadar üzgündü ki herkesin içinde duygularını ifade edemiyordu. Herkes Baoyu’nün etrafına toplanmış, kimisi yelpaze sallıyor, kimisi su içmeye zorluyordu; onun yapabileceği bir şey yoktu. Kendisini gereksiz hissedip oradan ayrıldı, iç kapıdan çıkınca, hizmetkârlardan Mingyan’i bulmalarını istedi; neler olduğunu soracaktı ona.

“Beyefendi onu neden böyle dövdü?” dedi delikanlı gelince. “Kötü bir şey yapmıyordu ki. Neden zamanında bizi uyarmadın?”

Mingyan içerledi.

“Bu olurken ben orada değildim ki! Duyduğumda zaten dayak yemişti. Nedenini öğrenmek için elimden geleni yaptım. Beyefendiyi sinirlendiren iki konu var gibi görünüyor. Birisi, Qiguan ile ilgili, diğeri de Jinchuan ile.”

“Beyefendi bunları nasıl öğrendi?” diye sordu Xiren.

“Qiguan meselesinin arkasında Bay Xue var herhâlde.” dedi Mingyan. “Bay Xue onu öyle kıskanıyordu ki başka birini araya sokup beyefendiye anlatılmasını sağlamış olabilir. İşte o zaman kıyamet koptu! Jinchuan meselesine gelince, onu da Efendi Huan’dan duydu; en azından beyefendinin kendi hizmetkârları bana öyle söylediler.”

Mingyan’in ileri sürdüğü iki neden Xiren’in kendi gözlemleriyle uyuşuyordu. Dolayısıyla aklı yattı. Olanların böyle meydana geldiği konusunda kendinden emin bir şekilde tekrar içeri döndü. Herkes Baoyu için bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Yapılacak fazla bir şey kalmayınca, Büyükanne Jia onu itinayla kendi odasına götürmelerini emretti. Bir bağırtı ve telaş içinde bütün eller yatağını taşımak için uzandı. Sonra önceki gibi Büyükanne Jia, Wang Hanım ve diğerlerinin öncülüğünde onu Bahçe’ye, Kızıl Neşe Avlusu’na götürüp yatağına yatırdılar. Biraz daha telaştan sonra yavaş yavaş herkes çekildi; sonunda Xiren, Baoyu ile yalnız kaldı.

Baoyu’nün onun sorularına ne cevaplar verdiği gelecek bölümde.

34. BÖLÜM

Daiyu’nün Baoyu’ye duyduğu büyük sevgi diğer kuzenini öfkelendirir.

Asılsız bir suçlama hak edilmemiş bir paylamaya yol açar.

Herkes çıkınca, Xiren, Baoyu’nün yatağının kenarına oturdu ve gözyaşları içinde neden böyle dayak yediğini sordu. Baoyu içini çekti

“Her zamanki şeyler. Soruyor musun? Vücudumun aşağısı çok acıyor, kırık falan var mı, bir baksana.” dedi.

Xiren nazikçe pantolonunu çıkarmaya çalıştı ama en ufak bir hareket bile Baoyu’nün dişlerini sıkıp inlemesine neden oluyordu; bu yüzden Xiren hemen vazgeçmek zorunda kaldı. Üç dört denemeden sonra çıkarmayı başardı. Gördüğü manzara karşısında kendisi de dişlerini sıktı. Kalçaları dört parmak genişliğinde siyahlık ve morluklarla doluydu.

“Ah anneciğim!” diye bağırdı Xiren. “Nasıl bu kadar acımasız olabildi? Çok fena vurmuş! Beni birazcık dinlemiş olsaydın, başına bunlar gelmeyecekti. Ömür boyu sakat kalabilirdin! Düşüncesi bile korkunç!”

Tam o sırada Baochai’in geldiğini haber verdiler. Baoyu’ye tekrar pantolonunu giydirecek zaman olmadığından, Xiren hafif bir örtü kapıp üzerine örttü. Baochai elinde büyükçe bir hapla içeri girdi.

“Bu akşam bu hapı şarapta eritip yaralarına sür.” dedi Xiren’e. “Çürüklerin kötü kanını dağıtıp iltihabı keser. Ondan sonra da hızla iyileşir.”

Sonra Baoyu’ye döndü.

“Şimdi biraz daha iyi misin?” diye sordu.

Baoyu teşekkür etti. Biraz daha iyi hissettiğini söyleyip yanına oturmasını istedi. Baochai onu gözleri açık ve yeniden konuşurken görünce çok rahatladı. Üzüntüyle başını salladı.

“Dediklerimize kulak verseydin, bunlar olmayacaktı.” diyerek içini çekti. “Yalnızca Büyükanne Jia ve Wang Hanım değil, herkes çok üzüldü, biliyorsun. Hatta…”

Duygularına kapıldığına pişman olup birden sustu, kızararak başını önüne eğdi. Baoyu onun içten ses tonundaki gizli duyguları hissetti; birden şaşkınlık içinde bocalayıp kızarınca ve başını eğip kuşağıyla oynayınca öyle dokunaklı göründü ki delikanlı sevinçten acısını bile unuttu.

“Birkaç bambu darbesi aldıysam ne olmuş?” diye düşündü. “Ama benim için nasıl da endişelenip üzüldüler! Ne kadar tatlı, sevimli, şirin ve asil kızlar! Ölsem kim bilir nasıl acı duyacaklar. Bunu görmek için bile ölmeye değer! İnsanın hayatının tutkularını kaybetmesi çok küçük bir bedel. Bu tatlı yaratıklar benim için üzüldüklerinde gurur ve mutluluk duymamak için nankör bir hortlak olmak gerekir!”

Baochai’in Xiren’e sorduğu soruyla kendisine geldi.

“Babasının aniden bu kadar öfkelenip onu dövmesinin sebebi ne?”

Xiren, Mingyan’den öğrendiklerini alçak sesle anlatırken, Baoyu de bu talihsizliğinde Jia Huan’ın rolünün olduğunu ilk kez öğrendi. Xiren, Xue Pan’in de işe karıştığından söz edince, Baochai mahcup olabilir diye endişelenerek hemen araya girip daha fazlasını anlatmasını engelledi.

“Kuzen Xue öyle bir şey yapmaz!” dedi çabucak. “Böyle korkunç iddialarda bulunmak ahmaklık!”

Baochai, kendi duygularını incitmekten korktuğu için Xiren’i susturduğunu anladı ve bu kadar düşünceli olmasına şaşırdı.

“Ne incelik!” diye düşündü. “Bu korkunç dayaktan sonra bütün acılarına rağmen başka birisinin kırılabileceğinden endişeleniyor! Bu hassasiyetinin hiç olmazsa bir kısmını hayattaki daha önemli şeyler için göstersen keşke, dostum, o zaman eniştem ne kadar mutlu olurdu! Hem o zaman belki de böyle korkunç şeyler yaşanmazdı. Tüm bu olanlardan sonra benim için bu hassasiyetin boşuna. Onun ne kadar kontrolsüz ve vahşi bir mizacı olduğunu bilmediğimi mi düşünüyorsun gerçekten? Pan’in isteklerinin önünde hiçbir şey duramaz! Qin Zhong için başına açtığı o korkunç belayı düşünsene! Üzerinden çok zaman geçti, eminim ki o zamandan beri daha da beter oldu!”

Böyle düşünüyordu ama sadece, “Etrafta suçlayacak birini aramaya gerek yok! Bana sorarsan, Kuzen Bao’nın böyle arkadaşlar edinmesi bile kendi başına eniştemi kızdırmaya yetiyor. Ağabeyim çok düşüncesiz olabilir ve sohbet esnasında ağzından Kuzen Bao ile ilgili bir şeyler kaçırmıştır ama bilerek sorun çıkarmadığından eminim. Öncelikle, Kuzen Bao’nın o aktörle dolaştığı konusunda söyledikleri doğru. İkincisi, ağabeyim ağzı sıkı biri değildir. Sen hayatın boyunca Kuzen Bao gibi hassas ve düşünceli biriyle yaşadın, Xiren. Ağabeyim gibi, sonuçlarına aldırmadan aklına geleni söyleyiveren, nezaketsiz ve patavatsız biriyle muhatap olmadın hiç.” dedi.

Baoyu, Xue Pan hakkındaki sözlerini kestiğinde, Xiren düşüncesizliğini hemen fark etti ve Baochai gücenmediği için şükretti. Baochai’in bu sözleri ise onu utandırdı, hiçbir şey diyemedi. Öte yandan Baochai’in dile getirdiklerini dinleyen Baoyu’nün, kısmen bu sözler çok yüce gönüllü ve asil olduğu, kısmen de yanlış düşünceleri kafasından attığı için, ruhu ve yüreği her zamankinden daha büyük bir heyecanla titredi. Tam bir şeyler söylemek üzereyken, Baochai gitmek üzere ayağa kalktı.

“Yarın yine seni görmeye gelirim. Şimdi dinlen ve iyileşmek için kendine fırsat ver. Xiren’e losyon yapması için bir şey verdim. Akşam yaralarına sürsün. İyileşmeni hızlandıracağına eminim.” dedi, kapıya doğru ilerlerken.

O çıkınca, Xiren yolcu etmek üzere arkasından koştu ve zahmet edip geldiği için teşekkür etti.

“Baoyu iyileşir iyileşmez, bizzat gelip teşekkür eder, küçük hanım.” dedi.

“Teşekkürlük bir şey yok.” dedi Baochai ve gülümseyip arkasını döndü. “İyice dinlenmesini ve hiçbir şey düşünmemesini söyle. İstediği bir şey olursa, bana gelebilirsin. Büyük Hanımefendi Jia, Wang Hanım ya da başka birine gitme, eniştem duyabilir. Şimdi bir sorun olmasa da başka bir zaman olabilir.”

Böyle deyip gitti ve Xiren, Baochai’in zarifliği karşısında yüreği minnetle dolu bir şekilde geri döndü. Baoyu’nün odasına girince, onun sessizce uzanıp düşüncelere daldığını gördü. Görünüşe bakılırsa, neredeyse uyumak üzereydi. Parmak uçlarına basarak, saçını yıkamak için çıktı.

Ama Baoyu için uzun süre sakin sakin yatmak çok zordu. Kalçaları sanki şişler ya da iğneler batıyor veya bıçak sokuluyor gibi sızlıyor; ateşte közleniyormuş gibi yanıyor; en küçük bir hareket acıyla bağırmasına yol açıyordu. Akşam oluyordu. Xiren gitmişti ama iki üç hizmetçi hâlâ kendisine refakat ediyordu. Onun için yapabilecekleri bir şey olmadığından, gidip gece hazırlıklarını yapabileceklerini söyleyip gönderdi onları. İstediği bir şey olursa seslenecekti. Bunun üzerine kızlar çıkıp onu yalnız bıraktılar.

Sonra uyuyakaldı. Rüyasında puslar içindeki Qiguan, Zhong-shun Prensi’nin başkâhyasının gelip kendisini yakaladığını söyledi, hemen ardından Jinchuan gözyaşları içinde nasıl boğulduğunu anlattı. Bu yarı uykulu, yarı uyanık hâl içinde, ne söylediklerine tam olarak dikkatini veremiyordu; o sırada birden birisinin kendisini ittiğini hissetti ve kulağının dibinde belli belirsiz bir ağlama sesi fark etti. İrkildi. Uyanıp gözlerini açtı. Lin Daiyu’ydü. Rüya olup olmadığından emin olmak için başını kaldırıp baktı. Şeftali gibi şişmiş bir çift göz ve yaşla ıslanmış bir yüzle karşı karşıya geldi. Daiyu olduğuna hiç şüphe yoktu. Biraz daha bakabilirdi ama doğrulma baskısı öyle şiddetli bir acıya neden oldu ki iniltiler içinde geriye doğru düştü.

“Gelmemeliydin.” dedi. “Güneş daha yeni battı, yerler hâlâ sıcaktır. Günün bu saatinde sıcak seni çarpabilir. Yediğim dayağa rağmen çok ağrım yok. Herkesi kandırmak için numaradan yaygara yapıyorum. Babam duysun diye ne kadar kötü olduğum konusunda dışarıya haber yaymalarını umuyorum. Gerçekten numara. Benim için endişelenme.”

Daiyu’nün hıçkırıkları artık duyulmaz olmuştu ama gözyaşlarını sessizce içine atmaktan boğulacak hâle gelmişti. Baoyu’ye söylemek istediği binlerce şey vardı ama bir süre mücadele ettikten sonra hıçkırıkların arasından sadece, “Artık değişirsin sanırım.” diyebildi.

“Merak etme, değişmem.” dedi Baoyu derin bir iç çekerek. “Böyle insanların uğruna can verilir. Beni öldürseler bile değişmem!”

Bu sözler ağzından çıktığı anda avluda birisinin sesini duydular.

“Bayan Lian geldi.”

Daiyu, Xifeng’ı görmek istemedi ve hemen ayağa fırladı.

Baoyu onu elinden yakaladı.

“Bu çok tuhaf! Şimdi durduk yere ondan niye çekiniyorsun?”

Kız sabırsızlıkla ayaklarını yere vurdu.

“Gözlerimin hâline baksana!” dedi. “Yine benimle dalga geçmelerini istemiyorum.”