banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt


“Ne acayip bir hediye!” dedi Qingwen. “Sizin eski mendillerinizi ne yapsın? Onunla dalga geçtiğinizi sanıp yine üzülecek.”

“Hayır, üzülmez.” dedi Baoyu. “ O anlar.”

Qingwen tartışmanın gereksiz olduğunu düşünüp mendillerle beraber Bambu Evi’ne doğru gitti. Orada Chunxian’yi veranda parmaklıklarına ıslak mendilleri asarken buldu. Kız onun avluya girdiğini görünce eliyle gitmesini işaret etti.

“Uyuyor.”

Qingwen ona aldırmayıp içeri girdi. Lambalar yakılmadığı için oda karanlıktı. Yatakta uyanık olarak uzanan Daiyu’nün sesi geldi.

“Kim o?”

“Qingwen.”

“Ne istiyorsun?”

“Efendi Bao size mendil gönderdi, küçük hanım.”

Daiyu afalladı. Bu hediyeyi biraz şaşırtıcı bulup ne anlama geldiğini merak etti.

“Herhâlde çok güzeller.” dedi. “Ona biri vermiş olmalı. Söyle ona, başka birisine versin. Şu anda bana lazım değil.”

Qingwen güldü.

“Yeni değiller, küçük hanım. Her gün kullandıklarından.”

Bu daha da şaşırtıcıydı. Daiyu bir süre düşündü. Sonra birden anladı.

“Koy bir yere. Sonra da gidebilirsin.” dedi.

Qingwen mendilleri bırakıp çıktı. Kızıl Neşe Avlusu’na giderken yolda olanlara bir anlam vermeye çalıştı ama başaramadı.

Bu arada Qingwen’in anlayamadığı mesaj Daiyu’yü çelişkili duygular içine soktu.

“Çok mutluyum.” diye düşündü. “Kendi dertlerinin arasında benim sıkıntılarımın nedenini bile anlıyor. Aynı zamanda üzgünüm çünkü sıkıntılarımın nasıl sona ereceğini bilmiyorum. İki kullanılmış mendil hediyesiyle benim duygularımı tatmin etmeye çalışıyor olmalı, yoksa çok saçma olurdu! Ama yine de gizlice bana hediye göndermesi beni korkutuyor. Sürekli gözyaşı döküp durmamın boşuna olduğunu düşündükçe utanıyorum.”

Böyle düşünüp dururken, içindeki heyecan ateşi dile getirilmek için çırpındı. Hizmetçilerin ne düşüneceklerine aldırmadan, bir lamba istedi ve masasına oturup biraz mürekkep öğüttü, fırçasını yumuşattı ve mendillerin üzerine şunları yazdı:

Bu yersiz gözyaşlarımı görünce,
Sorarsın kim için akıyor gizlice.
İpek mendiller ne zarif hediye,
Derinleştirir kasvetimi sadece.

Gün boyu hüzünle inci yaşlar dökerim,
Ya da gece yatağımda uykusuz dönerim;
Yastığımı lekelemesin diye yaşlarım,
Bu hediyelerin üzerine yağdırırım.

Hiçbir ipek ipliğe dizilmez gözyaşlarım,
Her bir tuzlu iz silinir geçtikçe yıllarım.
Binlerce bambu büyür penceremin önünde,
Gözyaşımın izleri mi görünen üzerinde?

İkinci mendilin yarısına kadar yazmıştı ve bir başka dörtlüğe hazırlanıyordu ama bütün vücudunun ateşler içinde olduğunu ve yüzünün yandığını fark etti. Makyaj masasına gidip aynanın ipek örtüsünü kaldırdı. Yanaklarının şeftali çiçeklerinden daha kırmızı olduğunu gördü ama bunun ciddi bir hastalığın ilk belirtileri olduğunu fark etmeden, elinde mendillerle yatağına gidip rüyalarda kayboldu.

***

Daiyu ve mendillerinden Xiren’e dönelim. Hatırlanacağı gibi kitap almak üzere Baochai’e gönderilmişti. Oraya vardığında, Baochai Bahçe’de değildi, annesine gitmişti. Eli boş dönmek istemediğinden geri gelmesini bekledi. Kız birinci saatin başında geldi. Ağabeyini gayet iyi tanıyan Baochai, daha hiçbir şey duymadan da Baoyu’nün başına gelenlerde onun parmağı olduğundan şüphelenmişti. Xiren’in söyledikleri de zaten var olan şüpheyi doğrulamıştı. Ama Xiren, Mingyan’den duyduklarını aktarmıştı; Mingyan hiçbir kanıtı olmadan sadece tahminlerini söylemişti. Herkesin kafasında şüphe olarak başlayan şey kesinliğe dönüşmüştü. İşin tuhafı, geçmişte yaptıklarıyla ondan şüphelenmelerine neden olan kötü ününe rağmen bu sefer gerçekten tamamen masumdu ama herkes onun suçlu olduğuna sarsılmaz şekilde inanıyordu.

Bu yanlış anlamanın muhatabı olan Xue Pan, o gece dışarıda âlem yaptıktan sonra, eve sarhoş döndü. Annesini selamladı, kız kardeşinin de orada olduğunu görünce ona da tutarsız bir şeyler söyledi. Sonra birden aklına bir şey geldi.

“Baoyu’nün başı derde girmiş.” dedi. “Ne oldu?”

Bu kadarı Xue teyze için çok fazlaydı. Zaten için için kaynayan kadın öfkeyle patladı.

“Utanmaz hain! Ne yüzle bunu sorabiliyorsun? Senin başının altından çıktığını bal gibi biliyorsun.”

Xue Pan hayretler içinde kadına bakakaldı.

“Ne demek istiyorsun?”

“Masum numarası yapma bana!” dedi annesi. “Herkes senin söylediğini biliyor.”

“Ah, demek herkes benim birisini öldürdüğümü söylese, ona da inanacaksın.”

“Kardeşin bile senin yaptığını biliyor. Herhâlde ona da yalancı demeyeceksin.”

Baochai hemen lafa karıştı.

“İkiniz de bağırmayın! Biraz daha sakin olursanız, doğruya varma şansınız olur.” dedi ve ağabeyine döndü. “Senin suçun olsa da olmasa da her şey yaşandı, bitti. Şimdi bağrışmanın bir yararı yok. Benim sana tavsiyem, bundan sonra haylazlık yapma ve başkalarının işlerine karışma. Sen böyle yaptıkça bir gün bir şeylerin olacağı kesin. Öyle düşüncesiz bir yaratıksın ki bir şey olduğunda, masum da olsan insanlar hemen senden şüpheleniyorlar. Ben bile!”

Xue Pan bütün hatalarına rağmen içten ve dobra bir adamdı; bir meseleden devekuşu gibi kaçmaya alışkın değildi. Baochai’in haylazlık konusundaki eleştirisi ve kendi patavatsızlığı yüzünden Baoyu’nün dayak yediği konusunda annesinin ısrarı sabrını taşırdı. Heyecanla fırlayıp, masum olduğuna dair en ciddi ve büyük yeminler ederek karşı çıktı.

“Hakkımda bu hikâyeleri uyduranı bir elime geçirirsem!” diye bağırdı. “Suratını dağıtacağım! Baoyu’ye yaranmak için beni şamar oğlanı olarak kullandıkları çok açık. Kim ki o? Deva Kral mı? Ne zaman babası birkaç fiske vursa, bütün ev halkı günlerce ortalığı velveleye veriyor. Bir keresinde Zheng Enişte yaptığı bir şey yüzünden onu dövdüğünde, Büyük Hanımefendi Jia bunun altında Kuzen Zhen’in olduğuna hükmetmişti. Zavallı adamı apar topar karşısına getirtip azarlamıştı. Bu sefer de beni bu işe karıştırmak istiyorsunuz. Peki o zaman, umurumda bile değil! Gidip onu geberteyim, sonra bana ne istiyorsanız onu yapın!”

Böyle haykırarak kapının demirini kapıp tehdidini gerçekleştirmek için harekete geçti. Ama çılgına dönen annesi onu yakalayıp gitmesine engel oldu.

“Seni aptal yaratık!” dedi. “Kimi öldürmeye kalkıyorsun? Birini öldüreceksen benden başla!”

Xue Pan’in öfkesi öyle bir noktaya geldi ki gözleri yuvalarından fırladı.

“Ne saçma!” diye kükredi. “Hem gidip işini bitirmeme izin vermiyorsun hem de bu yalanları uydurarak beni kışkırtmaktan vazgeçmiyorsun. Bu çocuğun yaşamaya devam ettiği her gün benim dırdırlara ve yalanlara bir gün daha katlanmam demektir. En iyisi ikimiz de ölelim ve buna bir son verelim!”

“Biraz kendine hâkim ol!” dedi Baochai, annesinin onu zapt etme çabalarına katılarak. “Zavallı annemin ne kadar üzüldüğünü görmüyor musun? Her şeyi daha da berbat edeceğine onu sakinleştirmeye çalışman lazım.”

“Ah evet! Şimdi böyle söylüyorsun ama ona anlatıp bütün bunları başlatan sensin, değil mi?”

“Sen anca beni suçlarsın!” dedi Baochai. “Bu kadar düşüncesiz olduğun için senin hiç mi suçun yok, boşboğaz?”