banner banner banner
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt

Annesinin yanına oturup ağlamaya başladı. Kızının gözyaşlarını gören Xue teyze de kendisini tutamadı ama onu teselli etmek için de elinden geleni yaptı.

“Tamam, tamam, çocuğum! Üzülme! Ben ona dersini vereceğim, göreceksin! Kızıma bir şey olursa ben ne yaparım sonra? Kime güvenirim?”

Bu sözlere kulak misafiri olan Xue Pan koşarak içeri girdi. Pişmanlığının göstergesi olarak ellerini kavuşturup aşağı yukarı ve sağa sola salladı.

“Affet beni, sevgili kardeşim.” dedi. “Dün gece çok içtim, sonra eve gelirken bir arkadaşıma rastladım. Geldiğimde daha ayılmamıştım. Neler söylediğimi hiç bilmiyorum ama aptalca saçmaladığımın farkındayım. Bana kızmana hiç şaşırmadım.”

Ağabeyinin özür dileyişindeki beceriksizlik Baochai’i güldürdü. Yüzünü mendilinden kaldırıp alaycı bir şekilde buruşturdu.

“Numara yapma!” dedi, nefretle tükürerek. “Asıl amacının ne olduğunu çok iyi biliyorum. Etrafında kadınların olmasını istemiyorsun ve bizden kurtulmanın bir yolunu arıyorsun; böylece burası sana kalacak.”

“Bu fikre nereden kapıldın bilmem, kardeşim.” dedi gülerek. “Bu kadar şüpheci ve kötü olmak sana hiç yakışmıyor.”

“Sen ona kötü mü diyorsun?” diye araya girdi annesi, öfkeyle. “Dün akşam senin kardeşine söylediklerin çok mu güzeldi sanki? Aklını kaçırmış olmalısın!”

“Kızma, anne!” dedi Xue Pan. “Sen de üzülme, kardeşim. Bir daha içmeyeceğime ve o serserilerle aylaklık etmeyeceğime söz veriyorum. Tamam mı?”

“Sonunda aklın başına geldi!” dedi Baochai gülerek.

“Sen bu sözünü tutarsan, dragonlar bile yumurtlar.” diye alay etti annesi.

“Tamam o zaman.” dedi Xue Pan. “Bir daha onlarla içtiğimi duyarsan, yüzüme tükür, bana hayvan, işe yaramaz serseri de! Bir daha benim yüzümden endişelenmenizi istemiyorum! Seni kızdırmak bile yetiyor, anne; bir de zavallı kardeşimi üzüyorum! İnsan değilim ben! Babam ölünce sana evlat, kardeşime de iyi bir ağabey olacağıma, ikinizi de üzüyorum. Gerçekten hayvanın tekiyim!”

Koca ahmak ağlamaya başladı. Annelerinin üzüldüğünü gören Baochai zoraki bir neşeyle araya girmek zorunda kaldı.

“Yaptıkların yetmedi mi ki bir de annemi ağlatıyorsun?”

“Ağlattığımı kim söyledi?” dedi Xue Pan, gözyaşlarına hâkim olup sırıtarak. “Tamam o zaman. Bu konuyu kapatalım ve bir daha konuşmayalım. Xiangling’i çağırayım da size güzel bir çay yapsın.”

“Çay falan istemem, teşekkürler.” dedi Baochai. “Annem hazır olduğunda Bahçe’ye gideceğiz.”

“Şu kolyene bir bakayım. Parlatılması gerekiyor sanırım.”

“Gerek yok. Hâlâ yeni gibi parıldıyor.”

“Yeni giysiler almanın zamanı gelmedi mi?” dedi Xue Pan. “Hangi renk ve desen istediğini söyle bana.”

“Daha bütün kıyafetlerimi giymedim bile. Yenisine ne gerek var?”

Bu sözlerden kısa bir süre sonra Xue teyze üstünü değiştirip geldi, Baochai’in elinden tutup Bahçe’ye götürdü, Xue Pan de kendi yoluna gitti.

Anne kız Baoyu’ye bakmak için Kızıl Neşe Avlusu’na geldiklerinde, büyük bir hizmetçi kalabalığının dışarıdaki verandada ve içerideki girişte beklediğini görüp, Büyükanne Jia ve diğer hanımların orada olduklarını anladılar. İçeri girip hanımlarla selamlaştıktan sonra Baoyu’nün yattığı sedirin yanına giderek kendisini nasıl hissettiğini sordular. Baoyu, Xue teyzeyi görünce doğrulmaya çalıştı.

“Teşekkür ederim.” dedi. “Biraz daha iyiyim. Ne çok sıkıntıya neden oldum! Sırf beni görmek için gelmenizden çok utanıyorum!”

Xue teyze onu tekrar yatırdı. “İstediğin bir şey olursa bana haber ver.”

“Tabii, teşekkürler.” dedi Baoyu neşeyle.

“Yemek istediğin bir şey var mı?” diye sordu annesi. “Dönünce hemen yaptıralım.”

“Aç değilim aslında ama bir keresinde küçük lotus yaprakları ve tohumlarıyla yaptığın çorbadan isterim.”

Konuşmaları dinleyen Xifeng bir kahkaha attı.

“Şuna bir bakın! Ne kadar basit zevkleri var. O kösele gibi şey nereden aklına geldi?” dedi.

“Yaptırın! Yaptırın!” dedi Büyükanne Jia, coşkulu bir şekilde. “Yesin çocuk!”

“O kadar acele etme, büyükanne!” dedi Xifeng, gülerek. “O küçük şekilleri vermek için kalıpların nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyorum.”

Sonra kendilerine eşlik eden yaşlı hizmetçilerden birine dönüp, başaşçıya sormasını söyledi ama kadın uzunca bir süre sonra eli boş döndü.

“Aşçı, uzun zaman önce sizin talimatınızla dört kalıbın verildiğini söylüyor.”

Xifeng bir süre düşündü.

“Kime gönderdiğimi hiç hatırlamıyorum.” dedi. “Muhtemelen kilerdedir.”

Sonra birisini kiler sorumlusuna gönderdi ama orada da yoktu. Sonunda altın ve gümüşlerle ilgilenen görevlide olduğu ortaya çıktı. Getirtilen kalıpları ilk inceleyen Xue teyze oldu. Bir kutunun içine oturtulmuş dört gümüş kalıptı. Yaklaşık otuz santim uzunluğunda, iki buçuk santim genişliğindeydi. Her birinin üzerinde bir fasulye tanesi büyüklüğünde otuz kırk şekil oyulmuştu. Birinde kasımpatılar, birinde erik çiçekleri, birinde lotus yaprakları ve tohumları, birinde de su kestanesi şekilleri vardı.

Xue teyze neşeyle Büyükanne Jia ve Wang Hanım’a döndü.

“Her şeyi ayrıntısıyla düşünüyorsunuz! Bütün bunlar bir kâse çorba için mi! Siz demeseniz bunların ne işe yaradıklarını tahmin bile edemezdim.” dedi.

Xifeng yaşlı hanımlardan önce atılıp araya girdi;

“Bilemezdin zaten, halacığım. Geçen yıl Majesteleri’nin ziyareti sırasında buldukları bir şey bu. Bunlarla, nasıl yapıldığını tam olarak bilmediğim bazı özel hamurlara şekil verdiler ve çorbanın içine kattılar. Sonbahar lotusuyla tatlandırılmış olabilir ama pek belli olmuyordu. Sık sık yemek isteyebileceğin türden bir şey değildi. Aslında ilk kez o ziyarette yemiştik. Hâlâ hatırladığına bile şaşırdım.”

Kalıpları hizmetçilerden birine verdi.

“Mutfaktakilere söyle on kâse çorba pişirecek kadar tavuk kesip malzemeleri hazırlasınlar. Çok çabuk olsun!” dedi.

“Neden o kadar çok?” diye sordu Wang Hanım.

“Geçerli bir nedenim var.” dedi Xifeng. “İnsanın her gün yediği bir şey değil bu. Şimdi Kuzen Bao sözünü edince, sadece onun için yaptırıp da Büyükanne Jia, sen ve Xue halanın tatmaması aptallık olur. Madem yapıyoruz, herkese yetecek kadar olsun.” Muzipçe gülümsedi. “Ben bile tatmak istiyorum.”

Büyükanne Jia güldü.

“Seni küçük maymun! Halkın parasını özel eğlencelere harcamak denir buna!”

Ötekiler de güldüler. Hiç umursamayan Xifeng lafa girdi.

“Hiç sorun değil. Böyle küçük bir ikramı ben karşılayabilirim.” Refakatçi kadına döndü. “Mutfaktakilere söyle, her şeyi bolca kullanıp benim hesabıma yazsınlar.”

Kadın bir şeyler mırıldanıp emri yerine getirmek için çıktı. Baochai bu konuşmaları keyifle dinliyordu. “Kuzen Feng çok zeki bir kadın olabilir ama burada olduğum yıllar boyunca büyük hanımefendiyi alt edebildiğini hiç görmedim.” dedi.

“Ah sevgili çocuğum, artık çok yaşlandım, bu yaşımda bende zekâ ne arar? Feng’ın yaşındayken onu gölgede bırakırdım. O zamanlar benim olduğum kadar keskin zekâlı olmasa da hiç fena sayılmazdı. Wang teyzenden daha iyi olduğu kesin. Zavallı teyzeciğin kendisini savunmak için bir odun parçasından daha fazla konuşmaz. Asla Feng gibi kendisini ortaya koymaz! Feng sivri dillidir. Zaten bu yüzden yaşlı büyükannen ona çok düşkün!”